Peygamber (s.a.v.) kendisine indirilen vahyi insanlara bildirmiş ve bu vahyi muhataplarına açıklamak suretiyle tebyin vazifesini icra etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber’in (s.a.v.) hevâsından konuşmadığını ve onun sözlerinin vahiy kaynaklı olduğunu bildirmektedir. Onun sözleri, içerisinde şüphe barındırmayan hakikatlerin birer taşıyıcısıdır. Bu hakikatlerin muhataba aktarımında sözün maddesi kadar sûreti de önem arz etmektedir. Peygamber (s.a.v.) tebyin vazifesini “dil” vasıtasıyla icra etmiş ve muhatapları için sözü daha anlaşılır kılma ve ikna edici hale getirme noktasında dilin inceliklerini kullanmıştır. Peygamber'in (s.a.v.) müminlere yeni bir anlayış istikameti sunmasında ve onların düşünce dünyalarında değişim meydana getirmesinde “dil” önemli bir oynamaktadır. Bu çalışmada, Peygamber'in (s.a.v.) dilindeki lingüistik unsurlar ele alınarak onun sözlerine dair dil, anlam ve doğruluk değeri açısından bir inceleme ortaya konulacaktır. Bu inceleme temelde mantık ve dil felsefesi eksenli bir inceleme olmakla birlikte, belâgat ilmine dair konu ve kavramlardan da faydalanılmıştır. Çalışmanın ana hedefi, Peygamber’in (s.a.v.) dilindeki sabit ve değişken unsurların takibini yapmak ve dil-doğruluk ilişkisi bağlamında onun sözlerinin doğruluk değerine dair bir tahlil sunmaktır.
{"title":"Peygamber’in (s.a.v.) Dil Unsurları: Mantık, Belâgat ve Dil Felsefesi Açısından Bir Değerlendirme","authors":"Kübra OĞUZ","doi":"10.61272/duid.1321187","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321187","url":null,"abstract":"Peygamber (s.a.v.) kendisine indirilen vahyi insanlara bildirmiş ve bu vahyi muhataplarına açıklamak suretiyle tebyin vazifesini icra etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber’in (s.a.v.) hevâsından konuşmadığını ve onun sözlerinin vahiy kaynaklı olduğunu bildirmektedir. Onun sözleri, içerisinde şüphe barındırmayan hakikatlerin birer taşıyıcısıdır. Bu hakikatlerin muhataba aktarımında sözün maddesi kadar sûreti de önem arz etmektedir. Peygamber (s.a.v.) tebyin vazifesini “dil” vasıtasıyla icra etmiş ve muhatapları için sözü daha anlaşılır kılma ve ikna edici hale getirme noktasında dilin inceliklerini kullanmıştır. Peygamber'in (s.a.v.) müminlere yeni bir anlayış istikameti sunmasında ve onların düşünce dünyalarında değişim meydana getirmesinde “dil” önemli bir oynamaktadır. Bu çalışmada, Peygamber'in (s.a.v.) dilindeki lingüistik unsurlar ele alınarak onun sözlerine dair dil, anlam ve doğruluk değeri açısından bir inceleme ortaya konulacaktır. Bu inceleme temelde mantık ve dil felsefesi eksenli bir inceleme olmakla birlikte, belâgat ilmine dair konu ve kavramlardan da faydalanılmıştır. Çalışmanın ana hedefi, Peygamber’in (s.a.v.) dilindeki sabit ve değişken unsurların takibini yapmak ve dil-doğruluk ilişkisi bağlamında onun sözlerinin doğruluk değerine dair bir tahlil sunmaktır.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"26 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300267","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kur’an, hem üslubu hem de muhtevâsı itibarıyla mu´ciz bir yapıda vahiy edilmiştir. Bu yapı tilâvet secdesi ile ilgili âyetlerde de kendini göstermektedir. Secde âyetlerinin lafızsal boyutu (üslubu) ve bu üsluba bağlı olarak ortaya çıkan muhtevâsı, ifade zenginliği açısından önem arz etmektedir. Zira secde âyetleri yalnızca secde etmeyi emreden, tavsiye eden veya secde etmeye teşvik eden bir üslup ve muhtevâya sahip değildir. Bu âyetlerin secde etmenin ötesinde ifade ettiği (şirk koşmamak, Al-lah’a kulluk etmek, yüklenilen misyonu yerine getirmek gibi) başka muhtevâları da vardır. Çalışma-da secde âyetlerinde kullanılan lafızsal üslup ve bu üslubun manaya katkıları incelenmiştir. Kur’an’da okunduğu vakit tilâvet secdesi yapılması gereken âyetler mevcuttur. Tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerinin konusu olan ve hadis kaynaklarında kendileri için hususî bölümlerin açıldığı bu âyetler, çeşitli üslup ve muhtevâya sahiptirler. Bu üslup ve muhtevâlarından dolayı rivâyetler farklı şekilde yorumlanarak secde âyetlerinin sayısı değişebilmiştir. Ayrıca secde etmenin icabı veya istihbâbı, secde etmenin zaman-mekân cihetiyle durumları fıkıh eserlerinde genişçe ele alınmıştır. Yine fıkıh ilminde yoğunlukla üzerinde durulduğundan dolayı bunlar ibadet maksatlı âyetler olarak algılan-maktadır. Lakin ilgili âyetler, tefsir ilmi açısından incelendiğinde sağlam bir inanç oluşturmaya yö-nelik indirilmiş iman içerikli âyetler oldukları anlaşılmaktadır. Lakin bu âyetlerdeki secde lafızları ile ilgili hususi bir çalışma yapılmadığı dikkati çekmektedir. Bu sebeple “Secde âyetleri” olarak te-lakki edilen bu pasajların üslûp ve muhtevâ açısından incelenmesi ve âyetlerdeki secde lafızlarının ifade ettiği anlamın ortaya konulması önem arz etmektedir. Bundan dolayı çalışmada tefsir ilmi açısından tilâvet secdesi âyetleri üslup ve muhtevâları yönünden ele alınarak hem içerdikleri ifade zenginliği hem de secde emriyle ifade edilen anlamın alanı ortaya konulmuştur.
{"title":"Verses of Prostration in the Qur'an in Terms of Content and Style","authors":"Halil İbrahim AYDIN","doi":"10.61272/duid.1321210","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321210","url":null,"abstract":"Kur’an, hem üslubu hem de muhtevâsı itibarıyla mu´ciz bir yapıda vahiy edilmiştir. Bu yapı tilâvet secdesi ile ilgili âyetlerde de kendini göstermektedir. Secde âyetlerinin lafızsal boyutu (üslubu) ve bu üsluba bağlı olarak ortaya çıkan muhtevâsı, ifade zenginliği açısından önem arz etmektedir. Zira secde âyetleri yalnızca secde etmeyi emreden, tavsiye eden veya secde etmeye teşvik eden bir üslup ve muhtevâya sahip değildir. Bu âyetlerin secde etmenin ötesinde ifade ettiği (şirk koşmamak, Al-lah’a kulluk etmek, yüklenilen misyonu yerine getirmek gibi) başka muhtevâları da vardır. Çalışma-da secde âyetlerinde kullanılan lafızsal üslup ve bu üslubun manaya katkıları incelenmiştir. Kur’an’da okunduğu vakit tilâvet secdesi yapılması gereken âyetler mevcuttur. Tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerinin konusu olan ve hadis kaynaklarında kendileri için hususî bölümlerin açıldığı bu âyetler, çeşitli üslup ve muhtevâya sahiptirler. Bu üslup ve muhtevâlarından dolayı rivâyetler farklı şekilde yorumlanarak secde âyetlerinin sayısı değişebilmiştir. Ayrıca secde etmenin icabı veya istihbâbı, secde etmenin zaman-mekân cihetiyle durumları fıkıh eserlerinde genişçe ele alınmıştır. Yine fıkıh ilminde yoğunlukla üzerinde durulduğundan dolayı bunlar ibadet maksatlı âyetler olarak algılan-maktadır. Lakin ilgili âyetler, tefsir ilmi açısından incelendiğinde sağlam bir inanç oluşturmaya yö-nelik indirilmiş iman içerikli âyetler oldukları anlaşılmaktadır. Lakin bu âyetlerdeki secde lafızları ile ilgili hususi bir çalışma yapılmadığı dikkati çekmektedir. Bu sebeple “Secde âyetleri” olarak te-lakki edilen bu pasajların üslûp ve muhtevâ açısından incelenmesi ve âyetlerdeki secde lafızlarının ifade ettiği anlamın ortaya konulması önem arz etmektedir. Bundan dolayı çalışmada tefsir ilmi açısından tilâvet secdesi âyetleri üslup ve muhtevâları yönünden ele alınarak hem içerdikleri ifade zenginliği hem de secde emriyle ifade edilen anlamın alanı ortaya konulmuştur.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"252 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300433","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Hz. Ömer döneminde fetihlerin hızlanması ile devletin sınırları oldukça genişlemiş ve Müslümanlar fethedilen bölgelere şehirler kurup askerleri buralara yerleştirmişlerdir. Askeri olarak kurulan bu şehirlerden bazıları zamanla gelişerek dönemin büyük kentleri konumuna gelmişlerdir. Askeri olarak kurulan Basra, Kûfe ve Fustat daha sonra kurulan İslâm şehirlerine örnek teşkil etmeleri bakımından son derece önemlidir. Basra kuruluşundan itibaren önemini yitirmeden bugüne kadar gelmiştir. Ancak Kûfe ve Fustat için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Kûfe, Hz. Ömer’in emriyle Sa’d b. Ebû Vakkas tarafından kurulmuştur. Hz. Ali’nin hilafeti buraya taşıması ile şehrin önemi artmıştır. Emevîler’in doksan yıllık hâkimiyetinde valiler Kûfe’yi genellikle olağanüstü şartlarda yönetmişlerdir. Abbâsîler döneminde yirmi yıl başkentlik yapmıştır. Halife Mansûr döneminde Bağdat’ın kurulması ile hilafet merkezi buraya taşınmış ve Kûfe önemini yitirmeye başlamıştır. Kûfe birçok etnik unsurun birlikte yaşadığı kozmopolit bir kent özelliği taşımaktaydı. Nüfusun çoğunluğunu Irak’ın fethine katılıp daha sonra buraya yerleşen Yemen kökenli Güney Arapları oluşturmaktaydı. Kuzey Arapları ise yönetimdeki tek hâkim unsurdu. Kuzey ve Güney Arapları arasındaki İslâmiyet öncesine dayanan husumet burada da kendini gösterdi ve Kûfe’de başlayıp tüm devleti etkileyen olaylar meydana geldi. Kûfe’de Kuzeyli Güneyli çekişmesi dışında bir de mevâli sorunu vardı. Emevîler sonradan Müslüman olan bu kesime Arap olmadıkları için ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmıştı. Müslüman oldukları halde onlarla eşit haklara sahip olamayan bu kesim Emevîler’in sonunu getirmişti. Zira Abbâsî devletinin kurulmasına mevâli denen bu grup zemin hazırlamıştı. Kûfe’de yaşayan bu farklı etnik unsurlar arasında meydana gelen olaylar devleti de olumsuz etkiliyordu. Kûfe’de başlayıp tüm devleti etkileyen bu olaylar birçok çalışmaya konu olmuşken, bu olayların nedenlerini inceleyen müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Tanıtımını yapacağımız İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez’in Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe adlı eseri Kûfe’deki bu çatışmaların sebeplerini inceleyen son derece önemli tespitlerin yapıldığı bir çalışmadır.
随着欧麦尔王统治时期征服的加速,国家的疆域大大扩展,穆斯林在被征服地区建立了城市,并在此安置士兵。其中一些军事城市随着时间的推移逐渐发展起来,成为当时的大城市。巴士拉、库法和富斯塔特是军事城市,它们为后来建立的伊斯兰城市树立了榜样,具有极其重要的意义。巴士拉自建立以来一直延续至今,其重要性丝毫未减。然而,库法和富斯塔特却并非如此。库法是由萨德-阿布-瓦卡斯(Sa'd b. Abu Waqqas)奉欧麦尔之命建立的。哈兹-阿里将哈里发的统治权迁至此处后,这座城市的重要性与日俱增。在倭马亚王朝长达九十年的统治期间,库法的统治者们在非同寻常的条件下治理库法。在阿拔斯王朝时期,库法曾作为首都长达 20 年之久。随着哈里发曼苏尔统治时期巴格达的建立,哈里发中心迁至此地,库法开始失去其重要性。库法是一个多民族聚居的国际大都市。大部分人口由也门裔的南方阿拉伯人组成,他们参加了对伊拉克的征服,然后定居于此。北方阿拉伯人是行政管理中唯一占主导地位的民族。伊斯兰教之前南北阿拉伯人之间的敌意也在这里显现出来,发生了从库法开始并影响到整个国家的事件。除了南北冲突,库法还存在马瓦利问题。倭马亚王朝将这部分后来成为穆斯林的人视为二等公民,因为他们不是阿拉伯人。这部分人即使是穆斯林,也不能享有与他们平等的权利,这导致了倭马亚王朝的灭亡。因为这个被称为 "马瓦利"(mawāli)的群体为阿拔斯王朝的建立奠定了基础。居住在库法的这些不同民族之间发生的事件对国家产生了负面影响。虽然这些始于库法并影响到整个国家的事件已成为许多研究的主题,但还没有一项独立的研究对这些事件的起因进行探讨。在伊斯坦布尔大学神学院工作的 Mehmet Mahfuz Söylemez 教授博士的著作《从贝都因主义到 Hadarîlik Kûfe》对库法冲突的起因进行了研究,并做出了极为重要的判断。
{"title":"Kûfa: From Bedounism to Civilization, Mehmet Mahfuz Söylemez (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015), 416 pages, ISBN: 9788190270","authors":"Merve AKTAŞ","doi":"10.61272/duid.1321222","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321222","url":null,"abstract":"Hz. Ömer döneminde fetihlerin hızlanması ile devletin sınırları oldukça genişlemiş ve Müslümanlar fethedilen bölgelere şehirler kurup askerleri buralara yerleştirmişlerdir. Askeri olarak kurulan bu şehirlerden bazıları zamanla gelişerek dönemin büyük kentleri konumuna gelmişlerdir. Askeri olarak kurulan Basra, Kûfe ve Fustat daha sonra kurulan İslâm şehirlerine örnek teşkil etmeleri bakımından son derece önemlidir. Basra kuruluşundan itibaren önemini yitirmeden bugüne kadar gelmiştir. Ancak Kûfe ve Fustat için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Kûfe, Hz. Ömer’in emriyle Sa’d b. Ebû Vakkas tarafından kurulmuştur. Hz. Ali’nin hilafeti buraya taşıması ile şehrin önemi artmıştır. Emevîler’in doksan yıllık hâkimiyetinde valiler Kûfe’yi genellikle olağanüstü şartlarda yönetmişlerdir. Abbâsîler döneminde yirmi yıl başkentlik yapmıştır. Halife Mansûr döneminde Bağdat’ın kurulması ile hilafet merkezi buraya taşınmış ve Kûfe önemini yitirmeye başlamıştır. Kûfe birçok etnik unsurun birlikte yaşadığı kozmopolit bir kent özelliği taşımaktaydı. Nüfusun çoğunluğunu Irak’ın fethine katılıp daha sonra buraya yerleşen Yemen kökenli Güney Arapları oluşturmaktaydı. Kuzey Arapları ise yönetimdeki tek hâkim unsurdu. Kuzey ve Güney Arapları arasındaki İslâmiyet öncesine dayanan husumet burada da kendini gösterdi ve Kûfe’de başlayıp tüm devleti etkileyen olaylar meydana geldi. Kûfe’de Kuzeyli Güneyli çekişmesi dışında bir de mevâli sorunu vardı. Emevîler sonradan Müslüman olan bu kesime Arap olmadıkları için ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmıştı. Müslüman oldukları halde onlarla eşit haklara sahip olamayan bu kesim Emevîler’in sonunu getirmişti. Zira Abbâsî devletinin kurulmasına mevâli denen bu grup zemin hazırlamıştı. Kûfe’de yaşayan bu farklı etnik unsurlar arasında meydana gelen olaylar devleti de olumsuz etkiliyordu. Kûfe’de başlayıp tüm devleti etkileyen bu olaylar birçok çalışmaya konu olmuşken, bu olayların nedenlerini inceleyen müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Tanıtımını yapacağımız İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan Prof. Dr. Mehmet Mahfuz Söylemez’in Bedevîlikten Hadarîliğe Kûfe adlı eseri Kûfe’deki bu çatışmaların sebeplerini inceleyen son derece önemli tespitlerin yapıldığı bir çalışmadır.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"138 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300268","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Yüz yıllardır Türklere yurt olmuş tarihî Tebriz şehri; iktisadi, dini ve jeopolitik sebeplerle tarihi boyunca büyük ya da küçük birçok devletin yönetimi altına girmiştir. Hz. Ömer’le İslam hâkimiyetine giren bu şehir; Selçuklu, İldenizli ve Harzemşah Devletlerinin ardından İlhanlı dönemiyle –bilhassa Gāzân Han’ın hükümdarlığında- tarihinin zirvesini yaşamıştır. Sonraki dönemlerde sık sık Celâyirliler, Timurlular ve diğer Türkmen devletlerinin arasında el değiştiren Tebriz, maalesef pek çok savaş, tahribat ve depremle yüz yüze gelmiş; tarihî izlerini bir miktar kaybederek bugüne ulaşmıştır. Günümüzde de büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu 4.5 milyonluk nüfusuyla İran’ın dördüncü büyük şehri olma özelliğini sürdürmektedir.
{"title":"Tabriz in History, Cihat Aydoğmuşoğlu (Ankara: Berikan Yayınevi, 2011), 181 pages, ISBN: 9789752675759","authors":"Senanur KÜÇÜKTEPE","doi":"10.61272/duid.1321221","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321221","url":null,"abstract":"Yüz yıllardır Türklere yurt olmuş tarihî Tebriz şehri; iktisadi, dini ve jeopolitik sebeplerle tarihi boyunca büyük ya da küçük birçok devletin yönetimi altına girmiştir. Hz. Ömer’le İslam hâkimiyetine giren bu şehir; Selçuklu, İldenizli ve Harzemşah Devletlerinin ardından İlhanlı dönemiyle –bilhassa Gāzân Han’ın hükümdarlığında- tarihinin zirvesini yaşamıştır. Sonraki dönemlerde sık sık Celâyirliler, Timurlular ve diğer Türkmen devletlerinin arasında el değiştiren Tebriz, maalesef pek çok savaş, tahribat ve depremle yüz yüze gelmiş; tarihî izlerini bir miktar kaybederek bugüne ulaşmıştır. Günümüzde de büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu 4.5 milyonluk nüfusuyla İran’ın dördüncü büyük şehri olma özelliğini sürdürmektedir.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"115 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300430","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İslâm dünyasında fetih hareketlerinin artmasıyla Arap olmayan milletler Araplarla bir arada yaşamaya başlamış, Arapça’ya olan yönelim artmış, bunun neticesinde dilde bozulmalar meydana gelmiştir. Lahn denilen bu bozulmalar, dînî nasların yanlış anlaşılması da dâhil birçok hataya sebebiyet vermiştir. Lahnin önüne geçmek için gramer kurallarının tespiti zorunlu hale gelerek bu hususta ilk çalışmalar Basra’da yapılmıştır. O dönemde Kûfe’de çeşitli alanlarda ilmi faaliyetlerin yürütülüyor olması sebebiyle Kûfe âlimlerinin, dil çalışmalarına daha sonra dâhil olduğu söylenmiştir. Yaşanılan bölgelerin coğrafi konumu, buralardaki siyasi ve sosyal durumlar ve yöntem farklılıkları Kûfe ve Basra’nın iki ayrı ekol olmasında etken sebepler olmuştur. Nahiv kaideleri ortaya konulurken her iki ekol de semâʻ, kıyâs, icmâʻ gibi metotları kullanmışlar, ancak bu metotları kullanma bakımından farklılık göstermişlerdir. Aynı şekilde çalışmamızın ana konusunu teşkil eden semâʻda başvurulan kaynaklar hususunda da birbirlerinden ayrılmışlardır. Basra ekolünün bu kaynakların kullanımında tavizsiz, katı bir tutum sergilediği söylenirken Kûfe ekolünün bir miktar daha müsamahakâr davrandığı belirtilmiştir. Nitekim nahiv kurallarının oluşturulmasında esas alınan tüm yöntemlerin çıkış noktası olan semâʻda takınılan tavrın diğer metotların kullanımında da tesiri olmuştur. Söz konusu metot hakkında gerek Arapça gerek Türkçe çalışmaların yapıldığı görülmüştür. Araştırmamızda ekollerin semâʻ özelinde ihtilafa düştükleri noktalar, örnekler vasıtasıyla müşahhas bir hale getirilecektir. Çalışmamızda semâʻdan ana hatlarıyla bahsedilerek müracaat edilen kaynaklar, Basra ve Kûfe ekollerinin farklı yaklaşımlarıyla birlikte ele alınacaktır. Çalışmamızı özgün kılacak nokta ise ekollerin semâʻ metodunda ihtilafa düştükleri meselelerin örnekler üzerinden izah edilecek olmasıdır. Böylelikle ihtilaf noktaları teoriden pratiğe dökülerek somutlaştırılmaya çalışılacaktır.
{"title":"Basra ve Kûfe Dil Ekollerinin Semâʻ Özelinde İhtilaflarının Örneklerle İzahı","authors":"Merve KÜÇÜKZOROĞLU","doi":"10.61272/duid.1321209","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321209","url":null,"abstract":"İslâm dünyasında fetih hareketlerinin artmasıyla Arap olmayan milletler Araplarla bir arada yaşamaya başlamış, Arapça’ya olan yönelim artmış, bunun neticesinde dilde bozulmalar meydana gelmiştir. Lahn denilen bu bozulmalar, dînî nasların yanlış anlaşılması da dâhil birçok hataya sebebiyet vermiştir. Lahnin önüne geçmek için gramer kurallarının tespiti zorunlu hale gelerek bu hususta ilk çalışmalar Basra’da yapılmıştır. O dönemde Kûfe’de çeşitli alanlarda ilmi faaliyetlerin yürütülüyor olması sebebiyle Kûfe âlimlerinin, dil çalışmalarına daha sonra dâhil olduğu söylenmiştir. Yaşanılan bölgelerin coğrafi konumu, buralardaki siyasi ve sosyal durumlar ve yöntem farklılıkları Kûfe ve Basra’nın iki ayrı ekol olmasında etken sebepler olmuştur. Nahiv kaideleri ortaya konulurken her iki ekol de semâʻ, kıyâs, icmâʻ gibi metotları kullanmışlar, ancak bu metotları kullanma bakımından farklılık göstermişlerdir. Aynı şekilde çalışmamızın ana konusunu teşkil eden semâʻda başvurulan kaynaklar hususunda da birbirlerinden ayrılmışlardır. Basra ekolünün bu kaynakların kullanımında tavizsiz, katı bir tutum sergilediği söylenirken Kûfe ekolünün bir miktar daha müsamahakâr davrandığı belirtilmiştir. Nitekim nahiv kurallarının oluşturulmasında esas alınan tüm yöntemlerin çıkış noktası olan semâʻda takınılan tavrın diğer metotların kullanımında da tesiri olmuştur. Söz konusu metot hakkında gerek Arapça gerek Türkçe çalışmaların yapıldığı görülmüştür. Araştırmamızda ekollerin semâʻ özelinde ihtilafa düştükleri noktalar, örnekler vasıtasıyla müşahhas bir hale getirilecektir. Çalışmamızda semâʻdan ana hatlarıyla bahsedilerek müracaat edilen kaynaklar, Basra ve Kûfe ekollerinin farklı yaklaşımlarıyla birlikte ele alınacaktır. Çalışmamızı özgün kılacak nokta ise ekollerin semâʻ metodunda ihtilafa düştükleri meselelerin örnekler üzerinden izah edilecek olmasıdır. Böylelikle ihtilaf noktaları teoriden pratiğe dökülerek somutlaştırılmaya çalışılacaktır.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300118","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Siyer, tarih, tefsir ve hadis kaynaklarında ‘Evvelü mâ nezel’ ya da diğer bir ifadeyle ‘ilk inen vahiy’ konusunda hadis kitaplarında tespit edebildiğimiz kadarıyla muhtevaları farklı üç merfû‘ rivayet bulunmaktadır. Bunların yanında birçok mevkuf ve maktû‘ rivayetler de bulunmaktadır. Ancak makale boyutunu aşacağı düşüncesiyle mevkuf ve maktû' rivayetlere yer verilmemiştir. İlgili merfû‘ rivayetlerden birincisi ‘Alak sûresinin 1-5. ayetlerinin ilk inen vahiy olduğunu ifade eden Hz. Âişe (ö. 58/678) rivayeti, ikincisi Müddessir sûresinin 1-5. ayetlerinin ilk inen vahiy olduğunu ifade eden Hz. Câbir (ö. 78/697) rivayeti, üçüncüsü ise Fâtiha sûresinin tamamının ilk inen vahiy olduğunu ifade eden tabiîn Ebû Meysere ‘Amr b. Şurahbîl’in (ö. 63/683) mürsel rivayetidir. Makalemizde zikri geçen rivayetlerin, hadis ilmi açısından değeri ve ilk inen ayetlerin bu rivayetler özelinde tespiti yapılmıştır. Elde edilen bulgularla birlikte, Hz. Âişe'nin, Hz. Câbir'in ve Ebû Meysere 'Amr b. Şurahbîl'in merfû‘ rivayetleri dikkate alındığında, ‘Alak sûresinin 1-5. ayetlerinin ilk inen vahiy oldukları sonucuna varılmıştır.
{"title":"Rivayet İlmi Açısından İlk İnen Vahiy Hakkındaki Rivayetlerin Değerlendirilmesi - Merfû‘ Rivayetler Özelinde -","authors":"Muhammed Mahmut BAŞEĞMEZ","doi":"10.61272/duid.1321212","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321212","url":null,"abstract":"Siyer, tarih, tefsir ve hadis kaynaklarında ‘Evvelü mâ nezel’ ya da diğer bir ifadeyle ‘ilk inen vahiy’ konusunda hadis kitaplarında tespit edebildiğimiz kadarıyla muhtevaları farklı üç merfû‘ rivayet bulunmaktadır. Bunların yanında birçok mevkuf ve maktû‘ rivayetler de bulunmaktadır. Ancak makale boyutunu aşacağı düşüncesiyle mevkuf ve maktû' rivayetlere yer verilmemiştir. İlgili merfû‘ rivayetlerden birincisi ‘Alak sûresinin 1-5. ayetlerinin ilk inen vahiy olduğunu ifade eden Hz. Âişe (ö. 58/678) rivayeti, ikincisi Müddessir sûresinin 1-5. ayetlerinin ilk inen vahiy olduğunu ifade eden Hz. Câbir (ö. 78/697) rivayeti, üçüncüsü ise Fâtiha sûresinin tamamının ilk inen vahiy olduğunu ifade eden tabiîn Ebû Meysere ‘Amr b. Şurahbîl’in (ö. 63/683) mürsel rivayetidir. Makalemizde zikri geçen rivayetlerin, hadis ilmi açısından değeri ve ilk inen ayetlerin bu rivayetler özelinde tespiti yapılmıştır. Elde edilen bulgularla birlikte, Hz. Âişe'nin, Hz. Câbir'in ve Ebû Meysere 'Amr b. Şurahbîl'in merfû‘ rivayetleri dikkate alındığında, ‘Alak sûresinin 1-5. ayetlerinin ilk inen vahiy oldukları sonucuna varılmıştır.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"54 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300265","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türkler 8. yüzyılın ortalarından itibaren İslâm medeniyetine dâhil olmakla bu kültürün bir parçası olan dînî, ilmî ve edebî müktesebatı tanıma imkânı bulmuş; kısa zamanda bu eserleri hazmedip kendi birikimleri ile harmanlayarak bu ortak kültüre önemli katkılar sunmuşlardır. Metin şerhinde, 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar çok sayıda eser ortaya koyan Türk âlimleri, Arap ve Fars dilleri ile birlikte Türkçe dînî, ilmî ve edebî pek çok önemli eserin şerhini yapmışlardır. Anadolu sahası klasik Türk edebiyatında, şerh geleneğinin yaygınlaşması 16. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Günümüzde de devam eden metin şerhi çalışmaları klasik ve modern yaklaşımlarla gerçekleştirilmektedir. Yakın dönem edebiyat araştırmacılarından bazıları metin şerhine dair yaptıkları çalışmalarla tanınmış ve eserleri referans kaynağı olarak kabul görmüştür. Bu çalışma kapsamında incelenen eser, Klasik Türk edebiyatı ve metin şerhi alanının önde gelen hocalarından Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan ve Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu’nun derslerinde Prof. Dr. Tahir Üzgör tarafından tutulan notların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Tahir Üzgör lisans ve doktora derslerinde yukarıda zikredilen araştırmacıların ilmî birikimini ilk ağızdan dinleme imkânı bulmuş, tuttuğu notlarla da günümüz araştırmacı ve okurlarına ulaşmasını sağlamıştır. “Tahir Üzgör’ün Kaleminden Ali Nihat Tarlan ve Âmil Çelebioğlu’nun Ders Notları” adlı eser Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Erdoğan Taştan tarafından hazırlanmıştır.
{"title":"Tahir Üzgör’ün Kaleminden Ali Nihat Tarlan ve Âmil Çelebioğlu’nun Ders Notları, Erdoğan Taştan (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2023), 180 sayfa, ISBN: 9786254084744","authors":"Sait AVCI","doi":"10.61272/duid.1321229","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321229","url":null,"abstract":"Türkler 8. yüzyılın ortalarından itibaren İslâm medeniyetine dâhil olmakla bu kültürün bir parçası olan dînî, ilmî ve edebî müktesebatı tanıma imkânı bulmuş; kısa zamanda bu eserleri hazmedip kendi birikimleri ile harmanlayarak bu ortak kültüre önemli katkılar sunmuşlardır. Metin şerhinde, 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar çok sayıda eser ortaya koyan Türk âlimleri, Arap ve Fars dilleri ile birlikte Türkçe dînî, ilmî ve edebî pek çok önemli eserin şerhini yapmışlardır. Anadolu sahası klasik Türk edebiyatında, şerh geleneğinin yaygınlaşması 16. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Günümüzde de devam eden metin şerhi çalışmaları klasik ve modern yaklaşımlarla gerçekleştirilmektedir. Yakın dönem edebiyat araştırmacılarından bazıları metin şerhine dair yaptıkları çalışmalarla tanınmış ve eserleri referans kaynağı olarak kabul görmüştür. Bu çalışma kapsamında incelenen eser, Klasik Türk edebiyatı ve metin şerhi alanının önde gelen hocalarından Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan ve Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu’nun derslerinde Prof. Dr. Tahir Üzgör tarafından tutulan notların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuştur. Tahir Üzgör lisans ve doktora derslerinde yukarıda zikredilen araştırmacıların ilmî birikimini ilk ağızdan dinleme imkânı bulmuş, tuttuğu notlarla da günümüz araştırmacı ve okurlarına ulaşmasını sağlamıştır. “Tahir Üzgör’ün Kaleminden Ali Nihat Tarlan ve Âmil Çelebioğlu’nun Ders Notları” adlı eser Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Erdoğan Taştan tarafından hazırlanmıştır.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"2 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300431","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Savaş meydanları, öldürme, savaşma ve düşmanı zayıflatma meydanı olmasına rağmen, her eylemin mübah olduğu alanlar değildir. Savaş zamanında işlense bile ceza gerektiren suç olarak sayılabilecek eylemler vardır. Bu eylemler gönümüzde “savaş suçları” olarak isimlendirilmektedir. İslam hukuku, bu şekilde isimlendirmese de, bu kavramın içerdiği mana fıkıh kitaplarının ‘Cihad ve Siyer’ bablarında dağınık bir şekilde zikredilmiştir. İslam hukuku, savaş sırasında birçok eylemi kısıtlamış ve zarûrî durumlar dışında öldürmeye ve çatışmaya izin vermemiştir. Bunu sağlamak için savaş ahlakı sistemi tesis etmesi kapsamında kurallar koymuştur. İslam hukukunun geliştirdiği bu ahlakî kurallar sayesinde savaş kuralları belirlenmiş olup bu kuralları ihlâl edenler cezalandırılabilecektir. İslam hukuku, kalleşlik, zorunlu tehcir ve iskan, sivilleri insan kalkanı olarak kullanmak gibi davranışları yasaklamıştır. Ayrıca savaş sırasında kitle imhâ silahları gibi sivillere ve savaşçı olmayanlara etki edip zarar veren silahların kullanılmasını da yasaklamıştır. Öte yandan, uluslararası toplumun ancak son iki yüzyılda savaşta yapılan askeri eylemleri düzenlemeye çalıştığını ve 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi ve bunların 1977 ve 2005 tarihli ek protokolleri ile uluslararası insancıl hukukun yasal sistemini tamamladığını görmekteyiz.
{"title":"جرائم الحرب المتعلقة بوسائل القتال وأساليبه في ضوء اتفاقيات جنيف 1949 ومصادر الفقه الإسلامي","authors":"Nadji DJEKABA","doi":"10.61272/duid.1321207","DOIUrl":"https://doi.org/10.61272/duid.1321207","url":null,"abstract":"Savaş meydanları, öldürme, savaşma ve düşmanı zayıflatma meydanı olmasına rağmen, her eylemin mübah olduğu alanlar değildir. Savaş zamanında işlense bile ceza gerektiren suç olarak sayılabilecek eylemler vardır. Bu eylemler gönümüzde “savaş suçları” olarak isimlendirilmektedir. İslam hukuku, bu şekilde isimlendirmese de, bu kavramın içerdiği mana fıkıh kitaplarının ‘Cihad ve Siyer’ bablarında dağınık bir şekilde zikredilmiştir. İslam hukuku, savaş sırasında birçok eylemi kısıtlamış ve zarûrî durumlar dışında öldürmeye ve çatışmaya izin vermemiştir. Bunu sağlamak için savaş ahlakı sistemi tesis etmesi kapsamında kurallar koymuştur. İslam hukukunun geliştirdiği bu ahlakî kurallar sayesinde savaş kuralları belirlenmiş olup bu kuralları ihlâl edenler cezalandırılabilecektir. İslam hukuku, kalleşlik, zorunlu tehcir ve iskan, sivilleri insan kalkanı olarak kullanmak gibi davranışları yasaklamıştır. Ayrıca savaş sırasında kitle imhâ silahları gibi sivillere ve savaşçı olmayanlara etki edip zarar veren silahların kullanılmasını da yasaklamıştır. Öte yandan, uluslararası toplumun ancak son iki yüzyılda savaşta yapılan askeri eylemleri düzenlemeye çalıştığını ve 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi ve bunların 1977 ve 2005 tarihli ek protokolleri ile uluslararası insancıl hukukun yasal sistemini tamamladığını görmekteyiz.","PeriodicalId":479763,"journal":{"name":"Düzce İlahiyat Dergisi","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136300432","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}