Background: The long-term results of patients who underwent lumbar discectomy using the Desdandau technique (EDDT) and standard open technique (SOD) were compared. Materials and Methods: A retrospective screening was made of patients, aged 18-70 years, who underwent single-level lumbar discectomy between 2007 and 2011. A total of 52 patients met the study criteria and were separated into 2 groups according to the surgical technique used, the EDDT group (n: 27) and the SOD group (n:25). All patients were compared using Visual Analogue Scale (VAS), Oswestry Disability Index (ODI) and modified MacNab criteria. Results. The mean follow-up period was calculated as 158.2±9.2 months in the EDDT group and 161.2±11.1 months in the SOD group. The preoperative VAS and ODI values were observed to be similar in both groups (p=0.829); p=0.120 respectively). At the early postoperative visit, VAS and ODI values were lower in the EDDT group (VAS: EDDT: 2.2±0.6; SOD: 4.1±0.8, p<0.001; ODI: EDDT: 15.4±1.6, SOD: 29.1±1.9, p<0.001, respectively), however, there was no significant difference in VAS and ODI scores between the two groups at the last control (VAS: EDDT: 2.1±0.4, SOD: 2.4±0.5, p=0.078; ODI: EDDT: 14.6±2.1, SOD: 15.1±1.2, p=0.033, respectively). According to the modified MacNab criteria, good and excellent results were obtained in 88% of the SOD group and 92% of the EDDT group. Conclusion: The study found that the long-term results of both techniques were similar. However, the Destandau technique had better early results. The endoscopic method seems to be better in terms of early return to daily activities.
{"title":"Destandau Tekni̇ğiyle Lomber Diskektomi̇ Kısa Vadede Daha İyi Sonuçlar Veri̇yor","authors":"Halil GÖK, Alim Can BAYMURAT","doi":"10.35440/hutfd.1380865","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1380865","url":null,"abstract":"Background: The long-term results of patients who underwent lumbar discectomy using the Desdandau technique (EDDT) and standard open technique (SOD) were compared. Materials and Methods: A retrospective screening was made of patients, aged 18-70 years, who underwent single-level lumbar discectomy between 2007 and 2011. A total of 52 patients met the study criteria and were separated into 2 groups according to the surgical technique used, the EDDT group (n: 27) and the SOD group (n:25). All patients were compared using Visual Analogue Scale (VAS), Oswestry Disability Index (ODI) and modified MacNab criteria. Results. The mean follow-up period was calculated as 158.2±9.2 months in the EDDT group and 161.2±11.1 months in the SOD group. The preoperative VAS and ODI values were observed to be similar in both groups (p=0.829); p=0.120 respectively). At the early postoperative visit, VAS and ODI values were lower in the EDDT group (VAS: EDDT: 2.2±0.6; SOD: 4.1±0.8, p&lt;0.001; ODI: EDDT: 15.4±1.6, SOD: 29.1±1.9, p&lt;0.001, respectively), however, there was no significant difference in VAS and ODI scores between the two groups at the last control (VAS: EDDT: 2.1±0.4, SOD: 2.4±0.5, p=0.078; ODI: EDDT: 14.6±2.1, SOD: 15.1±1.2, p=0.033, respectively). According to the modified MacNab criteria, good and excellent results were obtained in 88% of the SOD group and 92% of the EDDT group. Conclusion: The study found that the long-term results of both techniques were similar. However, the Destandau technique had better early results. The endoscopic method seems to be better in terms of early return to daily activities.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"47 s12","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-11-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135431462","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ozan ALTUN, Yılmaz ERGİŞİ, Mehmet Baran USLU, Erdi ÖZDEMİR, Uygar DAŞAR
Amaç: Akut tip 5 akromioklavikular eklem çıkıklarında çift düğme implantı tekniğinin orta dönemde klinik, fonksi-yonel ve radyolojik sonuçlarını ortaya koymayı hedefledik. Materyal ve metod: Kliniğimizde Ocak 2019- Haziran 2021 tarihleri arasında akromiyoklaviküler eklem çıkığı nedeniyle çift düğme implantı tekniği kullanılarak cerrahi tedavi edilmiş hastalar geriye dönük olarak tarandı. Son poliklinik kontrollerinde hastaların omuz radyografilerinden etkilenmemiş omuzda korakoklaviküler mesafeleri ile çift düğme implantı tekniği uygulanan omuzdaki korakoklaviküler mesafeleri ölçüldü. Aynı zamanda hastaların omuz radyografileri incelenerek redüksiyon kaliteleri ve akromioklaviküler eklemin Kellgren-Lawrence sınıflama-sına göre osteoartrit durumu not edildi. Hastaların son poliklinik kontrollerinde; ağrı durumları Visual Analog Score, fonksiyonel durumları Constant-Murley omuz skorlama sistemi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 15’i erkek, 1’i kadın olmak üzere toplam 16 hasta dâhil edildi. Dâhil edilen hastaların yaş orta-laması 42,1 (19-66) idi. Ortalama takip süresi 28.0 (15-44) ay idi. Son poliklinik kontrolünde, etkilenmemiş omuzda ölçülen korakoklaviküler mesafe ortalama 7,7±1.0 mm , düğme implantı tekniği uygulanan omuzda ortalama kora-koklaviküler mesafe 8,4± 2.0 mm olarak ölçüldü. Redüksiyon kalitesi dağılımı; 1 hastada tip 4, 2 hastada tip 2, 1 hastada tip 3, 12 hastada ise tip 1 olarak görüldü. Hastalardan 1’inde evre 2 ve 2’sinde ise evre 3 olmak üzere toplam 3 hastada akromioklaviküler eklem osteoartriti gelişimi gözlenirken 13 hastada osteoartrit gelişimi gözlen-medi. Ameliyat sonrası son poliklinik kontrollerinde ortalama Visual analog ağrı skoru 1,3 (0-4), ortalama modifiye Constant skoru ise 86,1 (73-93) olarak ölçüldü. Sonuç: Akut tip 5 akromioklaviküler eklem çıkıklarında uygulanan çift düğme implantı tekniğinin başarılı ve güvenli bir cerrahi prosedürdür.
{"title":"Functional and Radiologic Results of Tight Rope Technique in Acute Rockwood Type 5 Acromioclavicular Separations","authors":"Ozan ALTUN, Yılmaz ERGİŞİ, Mehmet Baran USLU, Erdi ÖZDEMİR, Uygar DAŞAR","doi":"10.35440/hutfd.1339247","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1339247","url":null,"abstract":"Amaç: Akut tip 5 akromioklavikular eklem çıkıklarında çift düğme implantı tekniğinin orta dönemde klinik, fonksi-yonel ve radyolojik sonuçlarını ortaya koymayı hedefledik. Materyal ve metod: Kliniğimizde Ocak 2019- Haziran 2021 tarihleri arasında akromiyoklaviküler eklem çıkığı nedeniyle çift düğme implantı tekniği kullanılarak cerrahi tedavi edilmiş hastalar geriye dönük olarak tarandı. Son poliklinik kontrollerinde hastaların omuz radyografilerinden etkilenmemiş omuzda korakoklaviküler mesafeleri ile çift düğme implantı tekniği uygulanan omuzdaki korakoklaviküler mesafeleri ölçüldü. Aynı zamanda hastaların omuz radyografileri incelenerek redüksiyon kaliteleri ve akromioklaviküler eklemin Kellgren-Lawrence sınıflama-sına göre osteoartrit durumu not edildi. Hastaların son poliklinik kontrollerinde; ağrı durumları Visual Analog Score, fonksiyonel durumları Constant-Murley omuz skorlama sistemi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 15’i erkek, 1’i kadın olmak üzere toplam 16 hasta dâhil edildi. Dâhil edilen hastaların yaş orta-laması 42,1 (19-66) idi. Ortalama takip süresi 28.0 (15-44) ay idi. Son poliklinik kontrolünde, etkilenmemiş omuzda ölçülen korakoklaviküler mesafe ortalama 7,7±1.0 mm , düğme implantı tekniği uygulanan omuzda ortalama kora-koklaviküler mesafe 8,4± 2.0 mm olarak ölçüldü. Redüksiyon kalitesi dağılımı; 1 hastada tip 4, 2 hastada tip 2, 1 hastada tip 3, 12 hastada ise tip 1 olarak görüldü. Hastalardan 1’inde evre 2 ve 2’sinde ise evre 3 olmak üzere toplam 3 hastada akromioklaviküler eklem osteoartriti gelişimi gözlenirken 13 hastada osteoartrit gelişimi gözlen-medi. Ameliyat sonrası son poliklinik kontrollerinde ortalama Visual analog ağrı skoru 1,3 (0-4), ortalama modifiye Constant skoru ise 86,1 (73-93) olarak ölçüldü. Sonuç: Akut tip 5 akromioklaviküler eklem çıkıklarında uygulanan çift düğme implantı tekniğinin başarılı ve güvenli bir cerrahi prosedürdür.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"597 19","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-31","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135979555","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Gökçen KERİMOĞLU, Gamze BİLGİN, Servet KERİMOĞLU, Nihal TÜRKMEN ALEMDAR, Selim DEMİR, Yüksel ALİYAZICIOĞLU
Amaç: Metotreksat (Mtx), kanser ve otoimmün hastalıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak Mtx, kendisi gibi birçok kemoterapötiğin metabolizmasından sorumlu olan karaciğerde toksisiteye neden olabilir. Yaban mersini (Ym) meyvesi, yapısında yoğun olarak bulunan fenolik bileşikler sayesinde antioksidan ve antienflamatuvar etkiye sahiptir. Bu çalışma, Ym ekstresinin, Mtx kaynaklı hepatotoksisiteye olan etkilerini araştırmayı amaçlamakta-dır. Materyal ve metod: Çalışma için 21 adet Spraque Dawley ırkı erişkin sıçan, sayıca eşit üç gruba bölündü. Bir gruba, deneyin ilk günü tek doz 30 mg/kg intraperitoneal (ip.) Mtx verildi (MtxG). Diğer gruba tek doz 30 mg/kg ip. Mtx ve beş gün boyunca günde bir kez oral gavajla 200 mg/kg Ym ekstresi verildi (Mtx+YmG). Kontrol grubuna ise herhangi bir işlem yapılmadı (KG). Deney sonunda alınan karaciğer dokularının bir kısmı histolojik olarak değer-lendirilerek skorlanırken diğer kısmı da biyokimyasal olarak değerlendirildi. Bulgular: MtxG’nin karaciğer dokularında malondialdehid (MDA) ve kaspaz 3 düzeyleri KG’ye göre yüksekti. KG’ye göre anlamlı olmamakla birlikte MtxG’de, 8-hidroksi-2′-deoksiguanozin (8-OHdG) ve oksidatif stres indeksi (OSİ)’nde artış; süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve total antioksidan kapasite (TOS)’de ise azalma mevcut-tu. Mtx+YmG’de MDA düzeyleri MtxG’ye göre azaldı. Bu grupta, kaspaz 3, OSI ve 8-OHdG düzeylerinde de MtxG'ye göre istatistiksel olarak anlamlı olmayan belirgin bir azalma görüldü. Ayrıca bu gruptaki SOD seviyesi KG’ye göre düşükken CAT ve total antioksidan kapasite (TAS) seviyeleri ise MtxG’ye göre istatistiksel anlamlı olmasa da yüksekti. MtxG’de; total hasar skorunda, hepatositlerdeki vakuolizasyon/dejenerasyon/piknoziste, Kupffer hücrelerinde ve vazodilatasyon/konjesyonda kontrole göre artış mevcuttu. Mtx+YmG’de ise tüm bu histopatolojik bulgularda ve total hasar skorunda azalma mevcuttu. Sonuç: Oral yolla uygulanan Ym ekstresi, sıçan karaciğerindeki Mtx kaynaklı oksidatif stresi, apoptozu ve bunların neden olduğu hepatotoksisiteyi azaltabilir.
{"title":"Investigation of the Effects of Bilberry Extract on Methotrexate-Induced Hepatotoxicity","authors":"Gökçen KERİMOĞLU, Gamze BİLGİN, Servet KERİMOĞLU, Nihal TÜRKMEN ALEMDAR, Selim DEMİR, Yüksel ALİYAZICIOĞLU","doi":"10.35440/hutfd.1367773","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1367773","url":null,"abstract":"Amaç: Metotreksat (Mtx), kanser ve otoimmün hastalıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak Mtx, kendisi gibi birçok kemoterapötiğin metabolizmasından sorumlu olan karaciğerde toksisiteye neden olabilir. Yaban mersini (Ym) meyvesi, yapısında yoğun olarak bulunan fenolik bileşikler sayesinde antioksidan ve antienflamatuvar etkiye sahiptir. Bu çalışma, Ym ekstresinin, Mtx kaynaklı hepatotoksisiteye olan etkilerini araştırmayı amaçlamakta-dır.\u0000Materyal ve metod: Çalışma için 21 adet Spraque Dawley ırkı erişkin sıçan, sayıca eşit üç gruba bölündü. Bir gruba, deneyin ilk günü tek doz 30 mg/kg intraperitoneal (ip.) Mtx verildi (MtxG). Diğer gruba tek doz 30 mg/kg ip. Mtx ve beş gün boyunca günde bir kez oral gavajla 200 mg/kg Ym ekstresi verildi (Mtx+YmG). Kontrol grubuna ise herhangi bir işlem yapılmadı (KG). Deney sonunda alınan karaciğer dokularının bir kısmı histolojik olarak değer-lendirilerek skorlanırken diğer kısmı da biyokimyasal olarak değerlendirildi.\u0000Bulgular: MtxG’nin karaciğer dokularında malondialdehid (MDA) ve kaspaz 3 düzeyleri KG’ye göre yüksekti. KG’ye göre anlamlı olmamakla birlikte MtxG’de, 8-hidroksi-2′-deoksiguanozin (8-OHdG) ve oksidatif stres indeksi (OSİ)’nde artış; süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve total antioksidan kapasite (TOS)’de ise azalma mevcut-tu. Mtx+YmG’de MDA düzeyleri MtxG’ye göre azaldı. Bu grupta, kaspaz 3, OSI ve 8-OHdG düzeylerinde de MtxG'ye göre istatistiksel olarak anlamlı olmayan belirgin bir azalma görüldü. Ayrıca bu gruptaki SOD seviyesi KG’ye göre düşükken CAT ve total antioksidan kapasite (TAS) seviyeleri ise MtxG’ye göre istatistiksel anlamlı olmasa da yüksekti. MtxG’de; total hasar skorunda, hepatositlerdeki vakuolizasyon/dejenerasyon/piknoziste, Kupffer hücrelerinde ve vazodilatasyon/konjesyonda kontrole göre artış mevcuttu. Mtx+YmG’de ise tüm bu histopatolojik bulgularda ve total hasar skorunda azalma mevcuttu.\u0000Sonuç: Oral yolla uygulanan Ym ekstresi, sıçan karaciğerindeki Mtx kaynaklı oksidatif stresi, apoptozu ve bunların neden olduğu hepatotoksisiteyi azaltabilir.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"17 2","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-23","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135461606","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: El kemik kırıklarının %20'sini beşinci metakarp boyun kırıkları oluşturmaktadır. Genelde yumruk atma neticesinde meydana geldiği için "boksör kırığı" olarak isimlendirilir. Metakarpal kırık meydana gelen kişilerde adli tıbbi yaklaşımın nasıl olması gerektiğinin tartışmaya açılması ve en nihayetinde bu konuda bir uzlaşı zemininin sağlanması amacı ile bu çalışma yapılmıştır. Materyal ve Metod: Çalışma, 2017-2022 yıllarında metakarp kırığı tanısı konularak haklarında adli rapor düzenlenen kişiler arasında yapılmış olup elde edilen veriler (nitel değişkenler) sayı ve yüzde (%) olarak analiz edildi. Bulgular: Çalışmada tamamı erkek olan 15 vaka değerlendirildi. Yaş aralığı 12-68 olup yaş ortalaması 36,26 idi. 11 vakada (%73,33) beşinci metakarpta kırık olup 7 vakada da beşinci metakarp kırığı olan elin dominant el olduğu saptandı. Sonuç: El travması nedeniyle metakarp kırığı tanısı konulan kişilerde direkt mekanizmalar neticesinde beşinci metakarp distali/boynu haricinde de kırık meydana gelebileceği ve Adli Tıp Uzmanı hekimlerin bu noktada anamnez-orijin-muayene-tahkikat dörtlüsü zemininde vakalara yaklaşması gereğinin önemi vurgulanmış olup dominant el faktörü ayrıca kritik edilmiştir.
{"title":"Forensic Medical Assessment of Metacarp Fractures","authors":"Yusuf ATAN, Emre GÜRBÜZ","doi":"10.35440/hutfd.1368030","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1368030","url":null,"abstract":"Amaç: El kemik kırıklarının %20'sini beşinci metakarp boyun kırıkları oluşturmaktadır. Genelde yumruk atma neticesinde meydana geldiği için \"boksör kırığı\" olarak isimlendirilir. Metakarpal kırık meydana gelen kişilerde adli tıbbi yaklaşımın nasıl olması gerektiğinin tartışmaya açılması ve en nihayetinde bu konuda bir uzlaşı zemininin sağlanması amacı ile bu çalışma yapılmıştır. Materyal ve Metod: Çalışma, 2017-2022 yıllarında metakarp kırığı tanısı konularak haklarında adli rapor düzenlenen kişiler arasında yapılmış olup elde edilen veriler (nitel değişkenler) sayı ve yüzde (%) olarak analiz edildi. Bulgular: Çalışmada tamamı erkek olan 15 vaka değerlendirildi. Yaş aralığı 12-68 olup yaş ortalaması 36,26 idi. 11 vakada (%73,33) beşinci metakarpta kırık olup 7 vakada da beşinci metakarp kırığı olan elin dominant el olduğu saptandı. Sonuç: El travması nedeniyle metakarp kırığı tanısı konulan kişilerde direkt mekanizmalar neticesinde beşinci metakarp distali/boynu haricinde de kırık meydana gelebileceği ve Adli Tıp Uzmanı hekimlerin bu noktada anamnez-orijin-muayene-tahkikat dörtlüsü zemininde vakalara yaklaşması gereğinin önemi vurgulanmış olup dominant el faktörü ayrıca kritik edilmiştir.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"57 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136057449","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Background: We aimed to investigate the ability of resveratrol carbon dots (RES C-Dots) to protect SH-SY5Y cells from oxido-inflammatory stress and apoptosis caused by 6-hydroxydopamine (6-OHDA). Materials and Methods: In vitro PD model was generated in SH-SY5Y cells by administering of 200 µM 6-OHDA for 24 hours. Different concentrations of RES C-Dots (12.5, 25, and 50 µg/mL) were applied to the cells 30 minutes before administration of 6-OHDA. Results: We observed that application of RES C-Dots prevented cell death induced by 6-OHDA and main-tained cell viability. As expected, RES C-Dots prevented oxidative damage induced by 6-OHDA - by strengthening the total amount of antioxidants and lowering the total amount of oxidants in SH-SY5Y cells. Similarly, RES C-Dots markedly alleviated the secretion of inflammatory factors (TNF-α and IL-1β) promot-ed by 6-OHDA. Furthermore, RES C-Dots prevented apoptosis induced by 6-OHDA by suppressing caspase-3 mRNA expression level. Conclusions: RES C-Dots rescued SH-SY5Y cells from 6-OHDA- induced damage by modulating the oxido-inflammatory and apoptotic response. This report indicates enounces that RES- synthesised C-Dots may have promising curative potential for PD.
{"title":"Resveratrol Karbon Noktalarının SH-SY5Y İnsan Nöroblastoma Hücrelerinde 6-OHDA Kaynaklı Nöronal Hücre Ölümü Üzerinde Koruyucu Etkileri","authors":"Betul CİCEK, Betül DANIŞMAN","doi":"10.35440/hutfd.1318802","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1318802","url":null,"abstract":"Background: We aimed to investigate the ability of resveratrol carbon dots (RES C-Dots) to protect SH-SY5Y cells from oxido-inflammatory stress and apoptosis caused by 6-hydroxydopamine (6-OHDA). Materials and Methods: In vitro PD model was generated in SH-SY5Y cells by administering of 200 µM 6-OHDA for 24 hours. Different concentrations of RES C-Dots (12.5, 25, and 50 µg/mL) were applied to the cells 30 minutes before administration of 6-OHDA. Results: We observed that application of RES C-Dots prevented cell death induced by 6-OHDA and main-tained cell viability. As expected, RES C-Dots prevented oxidative damage induced by 6-OHDA - by strengthening the total amount of antioxidants and lowering the total amount of oxidants in SH-SY5Y cells. Similarly, RES C-Dots markedly alleviated the secretion of inflammatory factors (TNF-α and IL-1β) promot-ed by 6-OHDA. Furthermore, RES C-Dots prevented apoptosis induced by 6-OHDA by suppressing caspase-3 mRNA expression level. Conclusions: RES C-Dots rescued SH-SY5Y cells from 6-OHDA- induced damage by modulating the oxido-inflammatory and apoptotic response. This report indicates enounces that RES- synthesised C-Dots may have promising curative potential for PD.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"100 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135788976","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Seval KAYA, Fırat AŞIR, Hayat AYAZ, Elif AĞAÇAYAK, Engin DEVECİ
Background: Preeclampsia is a pregnancy complication with a high morbidity and mortality rate.BAX is a proapoptotic protein and in recent years, 14-3-3 tau proteins are considered as key regulators of many processes, such as apoptosis. In this study, we investigated the expression of phospho-tau and Bax in preeclampsia apoptosis immunohistochemically. Materials and Methods: 25 healthy and 25 preeclamptic pregnant placentas were included in the study. Placental samples were fixed with 10% neutral buffered formalin. Routine paraffin wax tissue protocol was used. Results: According to histological micrograf, the trophoblastic cells in the villi were normal in the control group. Mild dilatation in blood vessels was seen. Hyalinized and necrotic areas in chorionic villi and an increase in fibrinoid tissue in root villi were detected in preeclampsia sections. Phospho-tau and Bax primary antibodys were used for immunohistochemical evaluation. The sections from of the preeclampsia group were highly positive for syncytiotrophoblasts and villous connective tissue. It was also statistically different from the control group (p<0.05). Conclusions: When we evaluate the results shows that Phospho-tau and Bax may be determinant proteins in the apoptosis pathway of preeclampsia.
{"title":"Investigation of Bax and Phospho-Tau Protein Expression in Preeclampsia Placenta","authors":"Seval KAYA, Fırat AŞIR, Hayat AYAZ, Elif AĞAÇAYAK, Engin DEVECİ","doi":"10.35440/hutfd.1337356","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1337356","url":null,"abstract":"Background: Preeclampsia is a pregnancy complication with a high morbidity and mortality rate.BAX is a proapoptotic protein and in recent years, 14-3-3 tau proteins are considered as key regulators of many processes, such as apoptosis. In this study, we investigated the expression of phospho-tau and Bax in preeclampsia apoptosis immunohistochemically. Materials and Methods: 25 healthy and 25 preeclamptic pregnant placentas were included in the study. Placental samples were fixed with 10% neutral buffered formalin. Routine paraffin wax tissue protocol was used. Results: According to histological micrograf, the trophoblastic cells in the villi were normal in the control group. Mild dilatation in blood vessels was seen. Hyalinized and necrotic areas in chorionic villi and an increase in fibrinoid tissue in root villi were detected in preeclampsia sections. Phospho-tau and Bax primary antibodys were used for immunohistochemical evaluation. The sections from of the preeclampsia group were highly positive for syncytiotrophoblasts and villous connective tissue. It was also statistically different from the control group (p&lt;0.05). Conclusions: When we evaluate the results shows that Phospho-tau and Bax may be determinant proteins in the apoptosis pathway of preeclampsia.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"31 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135866390","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Background: The aim of this study was to define the significant new insights and reveal the morphometric and volumetric changes in brainstem of ALS patients. Material and Methods: We analyzed the clinical records of 50 (males, n = 30; females, n = 20) ALS patients who were admitted to the Department of Neurology between January 2012 and September 2022. Amyotrophic Lateral Sclerosis Functional Rating Scale-Revised was used to quantify the patients. Onset complaints were in the upper extremity (n = 37), lower extremity (n= 19), bulbar involving (n = 15), dizziness (n= 3), unilateral paresthesia, and arm pain (n= 4). Results: The means of the brainstem morphology were estimated as following: the diameters of cerebrum anteroposterior (154.53mm), superior inferior (132.83mm), transverse (133.25mm), pons anteroposterior (14.6mm), vertical (22.84mm), mesencephalon anteroposterior (10.33mm), vertical (14.55mm), the distance between the interpedincular fissure and aquaduct (11.78mm), the distance between cerebral peduncles and aqueduct (13.13mm), the distance between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor (21.57mm), the anteroposterior diameters of medulla at pontomedullary junction (11.69mm) and at medulla spinal junction (8.35mm), the volume of medulla oblongata (2035.76mm3). After these measurements, the following ratios were calculated as: the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and anteroposterior diameter of medulla at pontomedullary junction (1.87), the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and anteroposterior diameter of medulla at medullaspinal junction (2.65), the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and the distance between the interpedincular fissure and aquaduct (1.86), the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and cerebral peduncles and aqueduct (1.66), the ratio between anteroposterior distances of mesencephalon and pons (0.71) and the vertical diameters between mesencephalon and pons (0.639). Some values showed significant difference in terms of age and gender, whereas all parameters were found higher in males than in females (p<0.05). Conclusions: According to literature analysis, this paper is the first study that determined the linear brain stem measurements and ratios of ALS patients. Therefore, we believe that the data presented in this paper underline the clinical importance and detailed knowledge about ALS diagnosis.
{"title":"Amyotrofik Lateral Sklerozlu Bireylerin Beyin Sapı Morfometrisinin Anatomik ve Radyolojik Olarak Değerlendirilmesi","authors":"Sema ÖZANDAÇ POLAT, Filiz KOÇ, Fatma Yasemin ÖKSÜZLER, Pınar GÖKER","doi":"10.35440/hutfd.1291224","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1291224","url":null,"abstract":"Background: The aim of this study was to define the significant new insights and reveal the morphometric and volumetric changes in brainstem of ALS patients. Material and Methods: We analyzed the clinical records of 50 (males, n = 30; females, n = 20) ALS patients who were admitted to the Department of Neurology between January 2012 and September 2022. Amyotrophic Lateral Sclerosis Functional Rating Scale-Revised was used to quantify the patients. Onset complaints were in the upper extremity (n = 37), lower extremity (n= 19), bulbar involving (n = 15), dizziness (n= 3), unilateral paresthesia, and arm pain (n= 4). Results: The means of the brainstem morphology were estimated as following: the diameters of cerebrum anteroposterior (154.53mm), superior inferior (132.83mm), transverse (133.25mm), pons anteroposterior (14.6mm), vertical (22.84mm), mesencephalon anteroposterior (10.33mm), vertical (14.55mm), the distance between the interpedincular fissure and aquaduct (11.78mm), the distance between cerebral peduncles and aqueduct (13.13mm), the distance between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor (21.57mm), the anteroposterior diameters of medulla at pontomedullary junction (11.69mm) and at medulla spinal junction (8.35mm), the volume of medulla oblongata (2035.76mm3). After these measurements, the following ratios were calculated as: the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and anteroposterior diameter of medulla at pontomedullary junction (1.87), the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and anteroposterior diameter of medulla at medullaspinal junction (2.65), the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and the distance between the interpedincular fissure and aquaduct (1.86), the ratio between pons, mesencephalon, medulla and the fourth ventricular floor and cerebral peduncles and aqueduct (1.66), the ratio between anteroposterior distances of mesencephalon and pons (0.71) and the vertical diameters between mesencephalon and pons (0.639). Some values showed significant difference in terms of age and gender, whereas all parameters were found higher in males than in females (p&lt;0.05). Conclusions: According to literature analysis, this paper is the first study that determined the linear brain stem measurements and ratios of ALS patients. Therefore, we believe that the data presented in this paper underline the clinical importance and detailed knowledge about ALS diagnosis.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"79 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136136412","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Fedli Emre KILIÇ, Osman KÜÇÜKKELEPÇE, Hüseyin TANRIVERDİ, Erdoğan ÖZ, Yusuf Emre BOSTAN, Habip ALMIŞ
Amaç: D vitamini yağda çözünen vücudumuzda özellikle kemik ve iskelet sisteminde kalsiyum ve fosfor dengesinin sağlanmasında önemli rolü olan bir vitamindir. Özellikle güneşten zengin bölgelerdeki insanlarda normal veya yüksek olması gerekirken, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde D vitamini düzeyinin düşük olduğu bilinmektedir. Türkiye’de D vitamini profilaksisi Sağlık Bakanlığı tarafından 12 aya kadar düzenli verilmesi önerilmektedir. Ama çocuk polikliniklerine başvuran hastaların bir kısmının D vitamini profilaksisine uymadığını gözlemledik. Bu çalışmanın amacı D vitamini profilaksisine uymayan çocukları saptayarak profilaksiye uymama nedenlerini belirleyip, D vitamini profilaksisini daha etkin kullanmalarını sağlamaktır. Materyal ve metod: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 0-12 ay yaş aralığında çocuklar değerlendirilmiş, toplam 405 çocuğun ebeveynine anket uygulanmıştır. Analizler SPSS 26 paket programında değerlendirilmiştir. Gruplar arası kategorik değişkenlerin karşılaştırılmasında ki-kare analizi uygulanmıştır. Analizlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Ebeveynlerin %90,9’u bebeklerine düzenli şekilde, %6,4’ü düzenli olmayan şekilde D vitamini kullanmaktayken %2,7’si hiç kullanmamaktadır. Ebeveynlerin %77,3’ü çocuklarına doğumdan sonra 15-30 gün içinde D vitamini kullanmaya başlamıştır. Ebeveynlerin %98,5’ine bir hekim tarafından çocuklara D vitamini kullanımı önerilmiştir. Çocuklarına D vitamini hiç kullanmayan ebeveynlerden 7’si kullanmak için erken olduğunu, 1’i bebeğin fontanelinin küçük olduğu için kullanmadığını belirtmiştir. Düzenli kullanmayan ebeveynlerden 10’u yan etki nedeniyle, 5’i ihmal ettiği için ve 4’ü vitamin bittiği için kullanmayı bıraktığını belirtmiştir. Annenin iş durumu, anne ile babanın eğitimi ve ailenin aylık gelirine göre D vitamini kullanımı istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir. Bir hekim tarafından bebeğin D vitamini kullanılması önerilen ebeveynlerin %92,0’si önerilmeyenlerin ise %16,7’si D vitamini kullanmıştır (p<0,001) Sonuç: Çalışmamızda D vitamini sağlık çalışanları tarafından yüksek oranda önerilmiş ve kullanım oranı da aynı şekilde yüksek olmasına rağmen bir kesim ebeveynin D vitaminini bebeklere ya hiç kullanmadığı ya da düzenli kullanmadığı tespit edilmiştir. D vitaminin yan etkileri, ebeveynleri ihmali ve D vitamini başlamak için erken olduğunu düşünmek gibi sebepler D vitaminin kullanılmamasına sebep olmuştur. Hekimlerin D vitamini profilaksisini önermelerinin etkin olduğu ve bu nedenle hekimlerin profilaksiyi daha sık vurgulaması gerektiği önerilmektedir.
目的:维生素 D 是一种脂溶性维生素,在维持人体钙磷平衡,特别是骨骼和骨骼系统平衡方面发挥着重要作用。众所周知,土耳其等发展中国家的维生素 D 含量较低,而阳光充足地区的人的维生素 D 含量应该正常或较高。在土耳其,卫生部建议定期服用维生素 D 预防药物长达 12 个月。本研究的目的是找出不遵守维生素 D 预防措施的儿童,确定不遵守预防措施的原因,并使他们能够更有效地使用维生素 D 预防措施。材料和方法:对儿科门诊部的 405 名 0-12 个月大的儿童进行了评估,并对 405 名儿童的家长进行了问卷调查。分析结果由 SPSS 26 软件包进行评估。采用卡方分析比较各组之间的分类变量。统计显著性水平为 p<0,05。结果90.9%的家长定期使用维生素 D,6.4%的家长不定期使用维生素 D,2.7%的家长完全不使用维生素 D。77.3%的父母在孩子出生后 15-30 天内开始服用维生素 D。98.5%的父母是由医生推荐使用维生素 D 的。在从未给孩子使用过维生素 D 的父母中,有 7 位表示使用维生素 D 为时过早,1 位表示因为孩子的囟门较小而没有使用。在没有定期使用维生素 D 的家长中,10 人表示因为副作用而停止使用,5 人表示因为疏忽而停止使用,4 人表示因为维生素用完了而停止使用。维生素 D 的使用与母亲的就业状况、母亲和父亲的教育程度以及家庭月收入没有明显的统计学差异。在医生建议使用维生素 D 的父母中,92.0% 的人使用了维生素 D,而在未被建议使用维生素 D 的父母中,16.7% 的人使用了维生素 D(p<0.001):在我们的研究中,虽然维生素 D 得到了医护人员的大力推荐,使用率也很高,但发现有些家长要么根本不使用维生素 D,要么不经常使用。导致不使用维生素 D 的原因包括维生素 D 的副作用、家长的疏忽以及认为现在开始服用维生素 D 为时尚早。建议医生推荐维生素 D 预防是有效的,因此医生应更经常地强调预防。
{"title":"Factors Affecting Vitamin D Prophylaxis in Children","authors":"Fedli Emre KILIÇ, Osman KÜÇÜKKELEPÇE, Hüseyin TANRIVERDİ, Erdoğan ÖZ, Yusuf Emre BOSTAN, Habip ALMIŞ","doi":"10.35440/hutfd.1297081","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1297081","url":null,"abstract":"Amaç: D vitamini yağda çözünen vücudumuzda özellikle kemik ve iskelet sisteminde kalsiyum ve fosfor dengesinin sağlanmasında önemli rolü olan bir vitamindir. Özellikle güneşten zengin bölgelerdeki insanlarda normal veya yüksek olması gerekirken, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde D vitamini düzeyinin düşük olduğu bilinmektedir. Türkiye’de D vitamini profilaksisi Sağlık Bakanlığı tarafından 12 aya kadar düzenli verilmesi önerilmektedir. Ama çocuk polikliniklerine başvuran hastaların bir kısmının D vitamini profilaksisine uymadığını gözlemledik. Bu çalışmanın amacı D vitamini profilaksisine uymayan çocukları saptayarak profilaksiye uymama nedenlerini belirleyip, D vitamini profilaksisini daha etkin kullanmalarını sağlamaktır. Materyal ve metod: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran 0-12 ay yaş aralığında çocuklar değerlendirilmiş, toplam 405 çocuğun ebeveynine anket uygulanmıştır. Analizler SPSS 26 paket programında değerlendirilmiştir. Gruplar arası kategorik değişkenlerin karşılaştırılmasında ki-kare analizi uygulanmıştır. Analizlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi p&lt;0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Ebeveynlerin %90,9’u bebeklerine düzenli şekilde, %6,4’ü düzenli olmayan şekilde D vitamini kullanmaktayken %2,7’si hiç kullanmamaktadır. Ebeveynlerin %77,3’ü çocuklarına doğumdan sonra 15-30 gün içinde D vitamini kullanmaya başlamıştır. Ebeveynlerin %98,5’ine bir hekim tarafından çocuklara D vitamini kullanımı önerilmiştir. Çocuklarına D vitamini hiç kullanmayan ebeveynlerden 7’si kullanmak için erken olduğunu, 1’i bebeğin fontanelinin küçük olduğu için kullanmadığını belirtmiştir. Düzenli kullanmayan ebeveynlerden 10’u yan etki nedeniyle, 5’i ihmal ettiği için ve 4’ü vitamin bittiği için kullanmayı bıraktığını belirtmiştir. Annenin iş durumu, anne ile babanın eğitimi ve ailenin aylık gelirine göre D vitamini kullanımı istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir. Bir hekim tarafından bebeğin D vitamini kullanılması önerilen ebeveynlerin %92,0’si önerilmeyenlerin ise %16,7’si D vitamini kullanmıştır (p&lt;0,001) Sonuç: Çalışmamızda D vitamini sağlık çalışanları tarafından yüksek oranda önerilmiş ve kullanım oranı da aynı şekilde yüksek olmasına rağmen bir kesim ebeveynin D vitaminini bebeklere ya hiç kullanmadığı ya da düzenli kullanmadığı tespit edilmiştir. D vitaminin yan etkileri, ebeveynleri ihmali ve D vitamini başlamak için erken olduğunu düşünmek gibi sebepler D vitaminin kullanılmamasına sebep olmuştur. Hekimlerin D vitamini profilaksisini önermelerinin etkin olduğu ve bu nedenle hekimlerin profilaksiyi daha sık vurgulaması gerektiği önerilmektedir.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"17 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135486446","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Hilal ÖZTÜRK, Harun BAŞOĞLU, Selcen ABİDİN, İsmail ABİDİN
Background: The most common polyphenolic compounds taken up by the organism through the food chain are flavonoids. Known to cross the blood-brain barrier, 7,8-DHF, L-theanine and Fisetin are re-ported to have neuronal effects as well as therapeutic potential for neurodegenerative diseases. How-ever, little is known on their acute effects of neuronal function. This study aims to describe the effects of the mentioned flavonoids on the total ECoG activities and band analyzes of healthy mice. Materials and Methods: For this purpose, 3 different groups consisting of 7 subjects were created for each flavonoid administration. After the baseline electrophysiological recordings, flavonoid administra-tion was performed and acute effects were determined. Results: 7.8-DHF increased the theta, alpha and beta band activities while decreasing the total ECoG power. L-theanine and Fisetin did not significantly alter the total ECoG activity. However, L-theanine statistically increased theta, alpha and beta band activities. Conclusions: In conclusion, our data showed that flavonoids could acutely modulate the ECoG respons-es in a band specific manner. They can be considered as candidate molecules for drug discovery studies for central nervous system disorders.
{"title":"Flavonoidlerin Beyin Fonksiyonu Üzerindeki Potansiyellerini Keşfetmek: Üç Fenolik Bileşiğin Beyin Elektriksel Aktivitesi Üzerindeki Etkileri","authors":"Hilal ÖZTÜRK, Harun BAŞOĞLU, Selcen ABİDİN, İsmail ABİDİN","doi":"10.35440/hutfd.1328652","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1328652","url":null,"abstract":"Background: The most common polyphenolic compounds taken up by the organism through the food chain are flavonoids. Known to cross the blood-brain barrier, 7,8-DHF, L-theanine and Fisetin are re-ported to have neuronal effects as well as therapeutic potential for neurodegenerative diseases. How-ever, little is known on their acute effects of neuronal function. This study aims to describe the effects of the mentioned flavonoids on the total ECoG activities and band analyzes of healthy mice. Materials and Methods: For this purpose, 3 different groups consisting of 7 subjects were created for each flavonoid administration. After the baseline electrophysiological recordings, flavonoid administra-tion was performed and acute effects were determined. Results: 7.8-DHF increased the theta, alpha and beta band activities while decreasing the total ECoG power. L-theanine and Fisetin did not significantly alter the total ECoG activity. However, L-theanine statistically increased theta, alpha and beta band activities. Conclusions: In conclusion, our data showed that flavonoids could acutely modulate the ECoG respons-es in a band specific manner. They can be considered as candidate molecules for drug discovery studies for central nervous system disorders.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"11 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135205822","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Bir sosyal destek biçimi olarak da kullanılan sosyal medya, kaynaklara günün her saatinde ulaşılabilirliği, erişim kolaylığı ve toplumsal kabul edilebilirliği nedeniyle kısmen geniş çapta kabul görmektedir. Bu bağlamda, çalışmada kadınların gebelikten korunma yöntemlerine yönelik sosyal medya kullanım durumları ve etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve metod: Araştırma tanımlayıcı tipte kesitsel bir araştırmadır. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan kadınların sosyo-demografik, obstetrik, jinekolojik özellikleri ve kontrasepsiyon öykülerini sorgulayan anket formu ve kontrasepsiyon hakkında bilgi edinmek için sosyal medya kullanımına kişisel bilgi formu kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı ve yüzde dağılımı, ortalama, standart sapma kullanılmıştır. Çalışmada p <0,05 olan değerler istatiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Kadınların yaş ortalamasının 34,93±7,41 (aralık: 18-48) olduğu, %67,0’ının ön lisans / lisans / lisansüstü mezunu olduğu ve %26,4’ünün gelir getiren bir işte çalıştığı belirlenmiştir. Bu çalışmadaki kadınların hepsi birden fazla sosyal medya hesabı kullandığı, %74,3’ü sosyal medyadan alınan bilgilerinin doğruluğunu bir sağlık profesyoneli ile teyit ettiği, gebelikten korunma yöntemleri ile ilgili en çok aranan bilginin genel bilgisini artırmaya yönelik olduğu saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmadaki kadınların bilgi kaynağı sosyal medyayı yaygın bir şekilde kullandıkları sonucuna ulaşılmıştır. Kadınların güvenilir bilgiye erişimlerini sağlamak için sağlık profesyonellerinin kaynakları incelemesi, bilgilerin doğruluğunu teyit etmesiyle kadın sağlığına katkı sağlayabilir.
{"title":"Investigation of Social Media Usage Status of Women for Contraception Methods","authors":"Hatice Pınar DÖNMEZ, Ayşegül DÖNMEZ, Çiler YEYĞEL, Bilgen ULAMIŞ","doi":"10.35440/hutfd.1268981","DOIUrl":"https://doi.org/10.35440/hutfd.1268981","url":null,"abstract":"Amaç: Bir sosyal destek biçimi olarak da kullanılan sosyal medya, kaynaklara günün her saatinde ulaşılabilirliği, erişim kolaylığı ve toplumsal kabul edilebilirliği nedeniyle kısmen geniş çapta kabul görmektedir. Bu bağlamda, çalışmada kadınların gebelikten korunma yöntemlerine yönelik sosyal medya kullanım durumları ve etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve metod: Araştırma tanımlayıcı tipte kesitsel bir araştırmadır. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan kadınların sosyo-demografik, obstetrik, jinekolojik özellikleri ve kontrasepsiyon öykülerini sorgulayan anket formu ve kontrasepsiyon hakkında bilgi edinmek için sosyal medya kullanımına kişisel bilgi formu kullanılarak toplanmıştır. Verilerin analizinde sayı ve yüzde dağılımı, ortalama, standart sapma kullanılmıştır. Çalışmada p &lt;0,05 olan değerler istatiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Kadınların yaş ortalamasının 34,93±7,41 (aralık: 18-48) olduğu, %67,0’ının ön lisans / lisans / lisansüstü mezunu olduğu ve %26,4’ünün gelir getiren bir işte çalıştığı belirlenmiştir. Bu çalışmadaki kadınların hepsi birden fazla sosyal medya hesabı kullandığı, %74,3’ü sosyal medyadan alınan bilgilerinin doğruluğunu bir sağlık profesyoneli ile teyit ettiği, gebelikten korunma yöntemleri ile ilgili en çok aranan bilginin genel bilgisini artırmaya yönelik olduğu saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmadaki kadınların bilgi kaynağı sosyal medyayı yaygın bir şekilde kullandıkları sonucuna ulaşılmıştır. Kadınların güvenilir bilgiye erişimlerini sağlamak için sağlık profesyonellerinin kaynakları incelemesi, bilgilerin doğruluğunu teyit etmesiyle kadın sağlığına katkı sağlayabilir.","PeriodicalId":500438,"journal":{"name":"Harran Üniversitesi týp fakültesi dergisi","volume":"16 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135735552","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}