Önemli transfüzyon komplikasyonlardan biri olan transfüzyonla ilişkili immün düzenlenme (TRIM), allojeneik kan transfüzyonunun (AKT) alıcının immün sisteminde yol açtığı değişiklikler olarak tanımlanabilir. En çok suçlanan etken, kan bileşeni içindeki mononükleer (MNH) hücrelerdir. Bu nedenle çalışmamızda eritrosit süspansiyonları (ES) içindeki T hücreler (CD3+CD4+ ve CD3+CD8+) hedeflenmiş, depolama koşullarının etkisiyle canlılık, proliferasyon ve aktivasyon düzeylerindeki değişimler incelenmiştir. Bu amaçla, üç adet kan bağışçısından alınan tam kanlardan ES’ler elde edilmiştir. Her kan bileşeninden tam kan örneği (5. saat) ve ES örnekleri (0, 7, 14, 21, 42. gün) elde edilmiştir. Ayrıca bağışçıdan bağış öncesi EDTA’lı tüplere alınan iki adet örnek de çalışmaya katılmıştır. Analizler bu örneklerden ayrıştırılan MNH kullanılarak yapılmıştır. Canlılık analizleri doğrudan MNH’ler, proliferasyon ve aktivasyon analizleri MNH kültürleri aracılığıyla akan hücre ölçerde gerçekleştirilmiştir. Canlılık düzeylerinin depolama süresi ortalarında azalmaya başladığı, 42. gün ES örneklerinde hemen tamamen yok olduğu belirlenmiştir. T hücrelerin proliferasyon becerisi daha erken azalmış ve 21. gün ES örneklerinde kaybolmuştur. Aktivasyon belirteci düzeyleri MNH kültürünün sıfırıncı saatlerine göre 16 ve 72 saatlerde artış göstermiştir. Ayrıca bağışçıların yaşlarına göre de sonuçlarda belirgin farklılıklar gözlemlenmiştir. Sonuç olarak ES depolama süresi ve koşullarının etkisiyle ürün içindeki T lenfositlerin canlılığı ve proliferasyon becerileri azalmaktadır. Bu sonuçlar allojeneik T lenfositlerin TRIM gelişimiyle ilişkilerinin düşük olabileceğini; T lenfosit aktivasyon kapasitelerinin ES’den uzaklaştıklarında artmış göstermesi eritrositlerin baskılayıcı özellik gösterebildiğini; TRIM gelişiminde bağışçı ve hasta yaşı gibi demografik parametrelerin de rol oynayabileceğini düşündürmektedir.
{"title":"Eritrosit Süspansiyonlarının Depolanma Koşullarının T Hücre Canlılığı ve Proliferasyonu Üzerindeki Etkisi","authors":"H. Yilmaz, Salih Haldun Bal, Diğdem YÖYEN ERMİŞ, Gözde Arslan, Fatma DOMBAZ ÖZBEY, Levent Tufan Kumaş, Yasemin Heper, Barbaros Oral","doi":"10.32708/uutfd.1313635","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1313635","url":null,"abstract":"Önemli transfüzyon komplikasyonlardan biri olan transfüzyonla ilişkili immün düzenlenme (TRIM), allojeneik kan transfüzyonunun (AKT) alıcının immün sisteminde yol açtığı değişiklikler olarak tanımlanabilir. En çok suçlanan etken, kan bileşeni içindeki mononükleer (MNH) hücrelerdir. Bu nedenle çalışmamızda eritrosit süspansiyonları (ES) içindeki T hücreler (CD3+CD4+ ve CD3+CD8+) hedeflenmiş, depolama koşullarının etkisiyle canlılık, proliferasyon ve aktivasyon düzeylerindeki değişimler incelenmiştir. Bu amaçla, üç adet kan bağışçısından alınan tam kanlardan ES’ler elde edilmiştir. Her kan bileşeninden tam kan örneği (5. saat) ve ES örnekleri (0, 7, 14, 21, 42. gün) elde edilmiştir. Ayrıca bağışçıdan bağış öncesi EDTA’lı tüplere alınan iki adet örnek de çalışmaya katılmıştır. Analizler bu örneklerden ayrıştırılan MNH kullanılarak yapılmıştır. Canlılık analizleri doğrudan MNH’ler, proliferasyon ve aktivasyon analizleri MNH kültürleri aracılığıyla akan hücre ölçerde gerçekleştirilmiştir. Canlılık düzeylerinin depolama süresi ortalarında azalmaya başladığı, 42. gün ES örneklerinde hemen tamamen yok olduğu belirlenmiştir. T hücrelerin proliferasyon becerisi daha erken azalmış ve 21. gün ES örneklerinde kaybolmuştur. Aktivasyon belirteci düzeyleri MNH kültürünün sıfırıncı saatlerine göre 16 ve 72 saatlerde artış göstermiştir. Ayrıca bağışçıların yaşlarına göre de sonuçlarda belirgin farklılıklar gözlemlenmiştir. Sonuç olarak ES depolama süresi ve koşullarının etkisiyle ürün içindeki T lenfositlerin canlılığı ve proliferasyon becerileri azalmaktadır. Bu sonuçlar allojeneik T lenfositlerin TRIM gelişimiyle ilişkilerinin düşük olabileceğini; T lenfosit aktivasyon kapasitelerinin ES’den uzaklaştıklarında artmış göstermesi eritrositlerin baskılayıcı özellik gösterebildiğini; TRIM gelişiminde bağışçı ve hasta yaşı gibi demografik parametrelerin de rol oynayabileceğini düşündürmektedir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"68 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-24","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115688703","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Gebeliğin ilk trimesterinde en çok hastane yatışlarına sebep olan sağlık sorunlarından biri hiperemezis gravidarumdur (HG). Çalışmamızın amacı HG tanısı alan gebelerin eş desteği algısı ile anksiyete ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Araştırma tanımlayıcı nitelikte yapılmış olup, 23.12.2019- 24.04.2020 tarihleri arasında Sivas Numune Hastanesi, Kadın Doğum Polikliniğe başvuran HG tanısı alan rastgele örneklem dağılımı ile 278 gebeye uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında, kişisel bilgi formu, Beck anksiyete ölçeği (BAÖ), Beck depresyon ölçeği (BDÖ) ve Eş desteği ölçeği (EDÖ) kullanılıp yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Araştırmaya katılan gebelerin yaş ortalama 27.52±5.04 olup, %81.7’sinin gebelikte bulantı-kusma ile baş edemediği, %89.2’sinin gebelikte eşinden destek aldığı belirlendi. Gebelerin EDÖ puan ortalaması 60.33±11.26 olup gebelikte eş destek algılarının çok iyi düzeyde olduğu; EDÖ toplam puan ortalaması ile BAÖ (r=-0.168; p=0.05), ve BDÖ toplam puan ortalaması (r=-0.123; p=0.41) arasında negatif yönde, zayıf düzeyde anlamlı ilişki bulunduğu yani eş destek algısı yükseldikçe anksiyete ve depresyon düzeyinin azaldığı belirlendi. Gebelerin eş destek algısının anksiyete ve depresyon puanları üzerine anlamlı etkisi olduğu; eş destek algısının gebelerin yaşadığı anksiyete ve depresyonun %3.1’ini etkilediği belirlendi (p
{"title":"The Relatıonshıp Between The Perceptıons Of Spousal Support And Anxıety And Depressıon Levels Of Pregnant Women Dıagnosed Wıth Hyperemesıs Gravıdarum","authors":"Ebru Küçük, Busra Cesur","doi":"10.32708/uutfd.1286287","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1286287","url":null,"abstract":"Gebeliğin ilk trimesterinde en çok hastane yatışlarına sebep olan sağlık sorunlarından biri hiperemezis gravidarumdur (HG). Çalışmamızın amacı HG tanısı alan gebelerin eş desteği algısı ile anksiyete ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Araştırma tanımlayıcı nitelikte yapılmış olup, 23.12.2019- 24.04.2020 tarihleri arasında Sivas Numune Hastanesi, Kadın Doğum Polikliniğe başvuran HG tanısı alan rastgele örneklem dağılımı ile 278 gebeye uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında, kişisel bilgi formu, Beck anksiyete ölçeği (BAÖ), Beck depresyon ölçeği (BDÖ) ve Eş desteği ölçeği (EDÖ) kullanılıp yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Araştırmaya katılan gebelerin yaş ortalama 27.52±5.04 olup, %81.7’sinin gebelikte bulantı-kusma ile baş edemediği, %89.2’sinin gebelikte eşinden destek aldığı belirlendi. Gebelerin EDÖ puan ortalaması 60.33±11.26 olup gebelikte eş destek algılarının çok iyi düzeyde olduğu; EDÖ toplam puan ortalaması ile BAÖ (r=-0.168; p=0.05), ve BDÖ toplam puan ortalaması (r=-0.123; p=0.41) arasında negatif yönde, zayıf düzeyde anlamlı ilişki bulunduğu yani eş destek algısı yükseldikçe anksiyete ve depresyon düzeyinin azaldığı belirlendi. Gebelerin eş destek algısının anksiyete ve depresyon puanları üzerine anlamlı etkisi olduğu; eş destek algısının gebelerin yaşadığı anksiyete ve depresyonun %3.1’ini etkilediği belirlendi (p","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"12 8","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-24","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134393437","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Tüberküloz basilin inhalasyonu; immun yanıtın uyarılmasıyla etkenin temizlenmesi ya da primer efeksiyon oluşumu ile sonuçlanır. Primer tüberküloz enfeksiyonu, olguların %95’inde sessiz seyreder ve latent döneme girer. Olguların %5'inde ise primer tüberküloz hastalığına neden olur, bu evrede mikobakteriler hematojen, lenfojen yol ile çevre dokulara ve akciğer dışı organlara yerleşebilir. Akciğer dışındaki odaklarda reaktivasyon olursa ekstrapulmoner tüberküloz ortaya çıkmaktadır. Ürogenital tüberküloz (ÜG-TB); plevral tüberküloz ve periferal lenfadenopatiden sonra en sık karşılaşılan ekstrapulmoner tüberküloz şeklidir. Böbrekler genellikle basilin akciğerden hematojen yol ile yayılması sonucu enfekte olmaktadır. Akciğer röntgenogramında, ÜG-TB vakalarının yaklaşık yarısında spesifik bulgu izlenmemektedir. Tedavi edilmemiş olgular renal parankim hasarı ve obstrüktif nefropati ile birlikte son dönem böbrek yetmezliğine sebep olabilir. Bu olgumuzda ürogenital tüberküloz tanısı almış hastada bir ilaç yan etkisi olarak gelişen hipersensitivite reaksiyonu ve bunun yönetiminden bahsedilmiştir.
吸入结核杆菌会通过刺激免疫反应清除病原体,或形成原发性效应。在 95% 的病例中,原发性结核感染是无声的,并进入潜伏期。在这一阶段,分枝杆菌可通过血液和淋巴途径在周围组织和肺外器官定居。如果在肺部以外的病灶发生再活化,就会出现肺外结核。泌尿生殖器结核(UG-TB)是继胸膜结核和外周淋巴结病之后最常见的肺外结核形式。肾脏通常是由于肺部的杆菌经血液传播而受到感染。约有一半的 UG-TB 病例在胸部 X 光造影检查中没有特殊发现。未经治疗的病例可能会导致终末期肾衰竭,出现肾实质损害和阻塞性肾病。本病例报告描述了一名泌尿生殖系统结核患者的药物副作用--超敏反应及其处理。
{"title":"CASE REPORT: MANAGEMENT OF ADVERSE DRUG REACTION IN PATIENT WITH UROGENITAL TUBERCULOSIS","authors":"Cem Açar, Aylin Babali̇k","doi":"10.32708/uutfd.1264193","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1264193","url":null,"abstract":"Tüberküloz basilin inhalasyonu; immun yanıtın uyarılmasıyla etkenin temizlenmesi ya da primer efeksiyon oluşumu ile sonuçlanır. Primer tüberküloz enfeksiyonu, olguların %95’inde sessiz seyreder ve latent döneme girer. Olguların %5'inde ise primer tüberküloz hastalığına neden olur, bu evrede mikobakteriler hematojen, lenfojen yol ile çevre dokulara ve akciğer dışı organlara yerleşebilir. Akciğer dışındaki odaklarda reaktivasyon olursa ekstrapulmoner tüberküloz ortaya çıkmaktadır. Ürogenital tüberküloz (ÜG-TB); plevral tüberküloz ve periferal lenfadenopatiden sonra en sık karşılaşılan ekstrapulmoner tüberküloz şeklidir. Böbrekler genellikle basilin akciğerden hematojen yol ile yayılması sonucu enfekte olmaktadır. Akciğer röntgenogramında, ÜG-TB vakalarının yaklaşık yarısında spesifik bulgu izlenmemektedir. Tedavi edilmemiş olgular renal parankim hasarı ve obstrüktif nefropati ile birlikte son dönem böbrek yetmezliğine sebep olabilir. Bu olgumuzda ürogenital tüberküloz tanısı almış hastada bir ilaç yan etkisi olarak gelişen hipersensitivite reaksiyonu ve bunun yönetiminden bahsedilmiştir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"35 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-23","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127261112","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışmada alt bel ağrılı hastalarda multifidus yağ dejenerasyonu(MFYD) ile spinopelvik parametreler arasındaki ilişki araştırıldı. Çalışmaya toplam 244 hasta (172 kadın ve 72 erkek) dahil edildi. Gruptaki ortalama yaş 46.9±12.2 idi. Spinopelvik parametreler ayakta lateral lumbar grafi kullanılarak ölçüldü. L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde MFYD aksiyel T2W MRG kesitleri kullanılarak derecelendirildi. Hastalar dejenerasyon derecesine göre üç gruba ayrıldı ve gruplar arasında spinopelvik parametreler yönünden istatistiksel anlamlı fark olup olmadığı incelendi. MFYD ile yaş ve cinsiyet arasında anlamlı pozitif korelasyon vardı (p
{"title":"Sagital Denge ile Multifidus Kas Dejenerasyonu Arası İlişki","authors":"Zafer Soydan, Emru Bayramoğlu","doi":"10.32708/uutfd.1298352","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1298352","url":null,"abstract":"Bu çalışmada alt bel ağrılı hastalarda multifidus yağ dejenerasyonu(MFYD) ile spinopelvik parametreler arasındaki ilişki araştırıldı. Çalışmaya toplam 244 hasta (172 kadın ve 72 erkek) dahil edildi. Gruptaki ortalama yaş 46.9±12.2 idi. Spinopelvik parametreler ayakta lateral lumbar grafi kullanılarak ölçüldü. L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde MFYD aksiyel T2W MRG kesitleri kullanılarak derecelendirildi. Hastalar dejenerasyon derecesine göre üç gruba ayrıldı ve gruplar arasında spinopelvik parametreler yönünden istatistiksel anlamlı fark olup olmadığı incelendi. MFYD ile yaş ve cinsiyet arasında anlamlı pozitif korelasyon vardı (p","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"72 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126365389","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
2019'da Çin'in Wuhan kentinde başlayan ve hızla tüm dünyaya yayılan koronavirüs hastalığı 2019 (COVİD-19), Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde küresel bir pandemi ilan edilmiştir. Koronafobi, COVİD-19 salgını sırasında yeni koronavirüsün neden olduğu spesifik bir fobidir. Bu çalışma, pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerde COVİD-19 pandemisinin neden olduğu koronafobi düzeyini değerlendirmek ve sonuçları pandemi dışı yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin koronafobi düzeyine etki eden faktörlerinde belirlenmesi amaçlanmıştır. Haziran 2021-Ekim 2021 tarihleri arasında pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan toplam 34 hemşire çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu olarak pandemi dışı yoğun bakım ünitesinde çalışan toplam 20 hemşire çalışmaya dahil edildi. Hastaların sosyodemografik verileri kaydedildi. Her iki gruptaki tüm katılımcılar COVİD-19 Fobi Ölçeğini (C19P-S) doldurdu. Pandemi yoğun bakımda çalışan hemşire grubunda C19P-S psikolojik alt ölçek puanı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p0,05). Ayrıca pandemi yoğun bakımda çalışan hemşirelerde C19P-S toplam puanı ile sosyodemografik özellikler ve COVİD-19 geçirme durumu arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05). Çalışma sonuçlarımız, pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin bu olağanüstü pandemi durumunda psikolojik olarak daha fazla etkilendiklerini göstermektedir. Koronafobinin erken tespiti ve zamanında psikolojik destek çok önemlidir.
{"title":"Pandemi Yoğun bakımda Çalışan Hemşirelerin Koronafobi Düzeyi ve Etkileyen Faktörler","authors":"Aytül COŞAR ERTEM, Uğur Ertem","doi":"10.32708/uutfd.1279593","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1279593","url":null,"abstract":"2019'da Çin'in Wuhan kentinde başlayan ve hızla tüm dünyaya yayılan koronavirüs hastalığı 2019 (COVİD-19), Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde küresel bir pandemi ilan edilmiştir. Koronafobi, COVİD-19 salgını sırasında yeni koronavirüsün neden olduğu spesifik bir fobidir. Bu çalışma, pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerde COVİD-19 pandemisinin neden olduğu koronafobi düzeyini değerlendirmek ve sonuçları pandemi dışı yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin koronafobi düzeyine etki eden faktörlerinde belirlenmesi amaçlanmıştır. Haziran 2021-Ekim 2021 tarihleri arasında pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan toplam 34 hemşire çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu olarak pandemi dışı yoğun bakım ünitesinde çalışan toplam 20 hemşire çalışmaya dahil edildi. Hastaların sosyodemografik verileri kaydedildi. Her iki gruptaki tüm katılımcılar COVİD-19 Fobi Ölçeğini (C19P-S) doldurdu. Pandemi yoğun bakımda çalışan hemşire grubunda C19P-S psikolojik alt ölçek puanı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p0,05). Ayrıca pandemi yoğun bakımda çalışan hemşirelerde C19P-S toplam puanı ile sosyodemografik özellikler ve COVİD-19 geçirme durumu arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05). Çalışma sonuçlarımız, pandemi yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşirelerin bu olağanüstü pandemi durumunda psikolojik olarak daha fazla etkilendiklerini göstermektedir. Koronafobinin erken tespiti ve zamanında psikolojik destek çok önemlidir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"23 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"131701473","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Huzursuz bacaklar sendromu (HBS) en sık görülen uyku ile ilişkili hareket bozukluğudur. HBS, yaşam kalitesini bozan önemli uyku sonuçları olan sensorimotor bir hastalık olup özellikle dinlenme sırasında ortaya çıkar. HBS semptomlarının sistemik inflamasyona sekonder oluşabileceği ya da kötüleşebileceği bilinmektedir. Covid 19 enfeksiyonu da sistemik inflamasyon yanıtına yol açabilen bir durumdur. Covid-19 enfeksiyonunun uyku bozuklukları ile ilişkisine ilişkin yapılmış birçok çalışma vardır. Ancak HBS ve covid-19 birlikteliğine ilişkin çalışmalar sınırlı olup bu araştırma ile literatüre katkıda bulunulmak istenmiştir.
{"title":"COVİD-19 ENFEKSİYONU SONRASI HUZURSUZ BACAKLAR SENDROMUNUN ARAŞTIRILMASI","authors":"Pinar UZUN USLU, Duygu ARSLAN MEHDİYEV, Gülgün Uncu, Zeynep ÖZÖZEN AYAS, Yasemin Di̇nç, Aylin BİCAN DEMİR","doi":"10.32708/uutfd.1292152","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1292152","url":null,"abstract":"Huzursuz bacaklar sendromu (HBS) en sık görülen uyku ile ilişkili hareket bozukluğudur. HBS, yaşam kalitesini bozan önemli uyku sonuçları olan sensorimotor bir hastalık olup özellikle dinlenme sırasında ortaya çıkar. HBS semptomlarının sistemik inflamasyona sekonder oluşabileceği ya da kötüleşebileceği bilinmektedir. Covid 19 enfeksiyonu da sistemik inflamasyon yanıtına yol açabilen bir durumdur. Covid-19 enfeksiyonunun uyku bozuklukları ile ilişkisine ilişkin yapılmış birçok çalışma vardır. Ancak HBS ve covid-19 birlikteliğine ilişkin çalışmalar sınırlı olup bu araştırma ile literatüre katkıda bulunulmak istenmiştir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"516 ","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"120930066","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Multiple myelom hastalık tedavi semptomlarının yönetimi, kemik hastalığı, böbrek fonksiyon bozukluğu, enfeksiyon, anemi, ağrı ve pıhtılaşma bozukluğu spesifik sorunlardır. Miyelomlu hastanın bakımı hemşirelik sürecinde önemli bir yer tutmaktadır. Hastalığı Roy Adaptasyon Modeli’nde fizyolojik, benlik kavramı, rol fonksiyonu ve karşılıklı bağlılık uyum modlarıyla bireyin çevresiyle uyumu sağlayarak gerekli planlama ve girişimler yapar ve düzenli olarak değerlendirebilir. Bu olgu sunumu insan ve çevre etkileşimine odaklanarak uygulanan hemşirelik girişimleri ile modelin uyum alanı çerçevesiyle North American Nursing Diagnosis Association hemşirelik tanılarıyla miyelom hastalarında bütüncül bir yaklaşım kazandırmayı amaçlanmaktadır. Bel ağrısı nedeniyle başvuran F.A. radyolojik, laboratuvar, sitogenetik ve kliniği ile Durie Salmon’ a göre lambda hafif zincir, evre III B multiple myeloma tanısı almıştır. Hastanın ayaktan kemoterapi olarak tedavi planı yapılmıştır. Roy Adaptasyon Modeli klinik entegrasyonu teşvik etmek, iletişimi ve bakım koordinasyonunu geliştirmek için faydalı olabilir. Bu bakım planı örneği ile koruyucu ve önleyici stratejiler, doğrudan bakım, eğitim ve zaman içinde müdahalelere fırsat verileceği görünmektedir. Hematoloji ve onkoloji hemşirelerinin Roy’un modelini kullanarak multiple miyelomlu hastanın tedavi ve yaşam kalitesi sonuçlarına olumlu katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.
{"title":"Myeloma comes as a staple: A case report of the Roy Adaptation Model","authors":"Y. Karacan, H. Yıldız, R. Ali̇","doi":"10.32708/uutfd.1273377","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1273377","url":null,"abstract":"Multiple myelom hastalık tedavi semptomlarının yönetimi, kemik hastalığı, böbrek fonksiyon bozukluğu, enfeksiyon, anemi, ağrı ve pıhtılaşma bozukluğu spesifik sorunlardır. Miyelomlu hastanın bakımı hemşirelik sürecinde önemli bir yer tutmaktadır. Hastalığı Roy Adaptasyon Modeli’nde fizyolojik, benlik kavramı, rol fonksiyonu ve karşılıklı bağlılık uyum modlarıyla bireyin çevresiyle uyumu sağlayarak gerekli planlama ve girişimler yapar ve düzenli olarak değerlendirebilir. Bu olgu sunumu insan ve çevre etkileşimine odaklanarak uygulanan hemşirelik girişimleri ile modelin uyum alanı çerçevesiyle North American Nursing Diagnosis Association hemşirelik tanılarıyla miyelom hastalarında bütüncül bir yaklaşım kazandırmayı amaçlanmaktadır. Bel ağrısı nedeniyle başvuran F.A. radyolojik, laboratuvar, sitogenetik ve kliniği ile Durie Salmon’ a göre lambda hafif zincir, evre III B multiple myeloma tanısı almıştır. Hastanın ayaktan kemoterapi olarak tedavi planı yapılmıştır. Roy Adaptasyon Modeli klinik entegrasyonu teşvik etmek, iletişimi ve bakım koordinasyonunu geliştirmek için faydalı olabilir. Bu bakım planı örneği ile koruyucu ve önleyici stratejiler, doğrudan bakım, eğitim ve zaman içinde müdahalelere fırsat verileceği görünmektedir. Hematoloji ve onkoloji hemşirelerinin Roy’un modelini kullanarak multiple miyelomlu hastanın tedavi ve yaşam kalitesi sonuçlarına olumlu katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"81 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125566127","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Prostat kanseri dünyada erkekler arasında en sık görülen ikinci kanser türüdür. Prostat kanserinin morbidite ve mortalitesi son zamanlarda artmıştır. Tedavisi için birçok alternatif yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılsa da, prostat kanseri hala kötü prognoz sergilemekte ve yüksek ölüm oranları ile karşılaşılmaktadır. Myricetin, antikanser özelliği ile ilgi çeken doğal bir flavonoid bileşiktir. Yapılan in vitro ve in vivo çalışmalar myricetinin çeşitli mekanizmalar yoluyla prostat kanserini etkili bir şekilde inhibe ettiğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı artan dozlarda myricetin uygulamasının androjen reseptör bağımlı insan prostat kanser hücre hattı olan LNCaP hücrelerinin canlılığı üzerindeki etkilerini belirlemek ve apoptozla ilişkili BAX ve BCL2 genlerinin ekspresyon seviyelerini tespit etmektir. LNCaP hücreleri myricetinin 10 µM, 25 µM, 50 µM, 100 µM, 150 µM’lık konsantrasyonları ile 24 ve 48 saat süresince inkübe edilmiş ve hücre canlılığındaki değişimler 2,3-bis-(2-metoksi-4-nitro-5-sulfofenil)-2Htetrazolyum-5-karboksanilid (XTT) yöntemiyle belirlenerek IC50 değerleri hesaplanmıştır. BAX ve BCL2 gen ifadelerindeki değişimler ise Real-Time PCR metoduyla belirlenmiş ve elde edilen verilerin analizinde ∆∆CT metodu kullanılmıştır. Myricetinin uygulanan bütün dozlarda kontrole göre LNCaP hücre canlılığını azalttığı gösterilmiş olup IC50 değeri 24. saat için 123.76 µM, 48. saat için ise 84.79 µM olarak tespit edilmiştir. Ayrıca, myricetin uygulamasının BAX gen ifadesini istatistiksel olarak anlamlı bir düzeyde artırırken BCL2 gen ifadesini ise azalttığı görülmüştür. Myricetinin LNCaP hücrelerinde antiproliferatif ve apoptotik etkisi olduğu gösterilmiş olup etki mekanizmasının daha detaylı araştırılması gerekmektedir.
{"title":"MYRİCETİNİN İNSAN PROSTAT KANSERİ HÜCRELERİ ÜZERİNE ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI","authors":"Özlem CESUR GÜNAY, Mücahit Seçme","doi":"10.32708/uutfd.1272410","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1272410","url":null,"abstract":"Prostat kanseri dünyada erkekler arasında en sık görülen ikinci kanser türüdür. Prostat kanserinin morbidite ve mortalitesi son zamanlarda artmıştır. Tedavisi için birçok alternatif yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılsa da, prostat kanseri hala kötü prognoz sergilemekte ve yüksek ölüm oranları ile karşılaşılmaktadır. Myricetin, antikanser özelliği ile ilgi çeken doğal bir flavonoid bileşiktir. Yapılan in vitro ve in vivo çalışmalar myricetinin çeşitli mekanizmalar yoluyla prostat kanserini etkili bir şekilde inhibe ettiğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı artan dozlarda myricetin uygulamasının androjen reseptör bağımlı insan prostat kanser hücre hattı olan LNCaP hücrelerinin canlılığı üzerindeki etkilerini belirlemek ve apoptozla ilişkili BAX ve BCL2 genlerinin ekspresyon seviyelerini tespit etmektir. LNCaP hücreleri myricetinin 10 µM, 25 µM, 50 µM, 100 µM, 150 µM’lık konsantrasyonları ile 24 ve 48 saat süresince inkübe edilmiş ve hücre canlılığındaki değişimler 2,3-bis-(2-metoksi-4-nitro-5-sulfofenil)-2Htetrazolyum-5-karboksanilid (XTT) yöntemiyle belirlenerek IC50 değerleri hesaplanmıştır. BAX ve BCL2 gen ifadelerindeki değişimler ise Real-Time PCR metoduyla belirlenmiş ve elde edilen verilerin analizinde ∆∆CT metodu kullanılmıştır. Myricetinin uygulanan bütün dozlarda kontrole göre LNCaP hücre canlılığını azalttığı gösterilmiş olup IC50 değeri 24. saat için 123.76 µM, 48. saat için ise 84.79 µM olarak tespit edilmiştir. Ayrıca, myricetin uygulamasının BAX gen ifadesini istatistiksel olarak anlamlı bir düzeyde artırırken BCL2 gen ifadesini ise azalttığı görülmüştür. Myricetinin LNCaP hücrelerinde antiproliferatif ve apoptotik etkisi olduğu gösterilmiş olup etki mekanizmasının daha detaylı araştırılması gerekmektedir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"6 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130865324","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Rüstem Ateşoğlu, Gülben Akcan, Sevil Çayli, M. Kaya, Farhri Bayiroğlu
Egzersiz, bireylerin sağlığının korunması ve geliştirilmesinde, vücut kompozisyonunun ve postürün geliştirilmesinde, koroner arter hastalığı, osteoporoz, obezite ve kolon kanseri gibi baskın kas-iskelet sistemi bozukluklarının önlenmesi ve tedavisinde önemlidir. Egzersiz sırasında iskelet kasından salınan miyokinler, kısmen anti inflamatuar etkilere aracılık ettiğinden, bazı hastalıkları önlemek veya tedavi etmek için kullanılabilirler. Kronik hastalıkların riski ve/veya şiddeti ile yüksek inflamatuar mediatör seviyeleri arasında ilişki olduğu belirtilmektedir. İlk kez grubumuz tarafından farklı beslenme uygulamalarının (yüksek karbonhidrat, yüksek protein ve yüksek yağlı beslenme) yüzme egzersizleri ile kombine edildiğinde ülseratif kolit gelişiminde yararlı etkisi ortaya konmuşken, hastanın genel sağlık durumunun kliniğe yansımadan değerlendirilmesi son derece önemlidir. Beslenme ve egzersiz müdahaleleri denildiğinde ilk akla gelen karaciğer ve böbrek sağlığının korunmasıdır. Bu amaçla, bu çalışmada yüksek protein, yüksek yağ ve yüksek karbonhidratlı diyetle beslenen sıçanlarda 8 haftalık egzersiz sonrası ülseratif kolit modeli oluşturularak farklı beslenme türleri ve egzersizin karaciğer ve böbrekler üzerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Sonuçlar değerlendirildiğinde tüm grupların karaciğer dokularında fibrozis bulgusuna rastlanılmamıştır. Portal alan merkezinde mikrovakuoler steatoz gözlenmiştir. Yüksek yağ ve yüksek karbonhidratla beslenen deneklerin karaciğerlerindeki mikrovakuoler steatoz sayısının daha fazla olduğu, bu diyet gruplarının egzersiz yapan gruplarında ise sayısının azaldığı görülmüştür. Buna bağlı olarak, otofaji belirteçleri olarak boyanan p62 ve LC3B immün ekspresyonu da egzersiz gruplarında daha yüksek bulunmuştur. Tüm grupların böbrek histopatolojisi değerlendirildiğinde glomerüler çap, hiyalin madde birikimi, interstisyel inflamasyon, medüller konjesyon, kortikal konjesyon ve yaygın lökosit infiltrasyonu açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunamamıştır. Yüksek protein ile beslenen ve yüksek protein+egzersiz uygulanan gruplarda tüm gruplara göre Bowman aralığının arttığı gözlemlenmiş ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
{"title":"Egzersiz ve Üç Tip Diyetle İndüklenen Ülseratif Kolitten Korunma Modelinin Böbrek ve Karaciğer Üzerindeki Histopatolojik İncelenmesi Apoptoz ve Otofaji İndeksleri","authors":"Rüstem Ateşoğlu, Gülben Akcan, Sevil Çayli, M. Kaya, Farhri Bayiroğlu","doi":"10.32708/uutfd.1280195","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1280195","url":null,"abstract":"Egzersiz, bireylerin sağlığının korunması ve geliştirilmesinde, vücut kompozisyonunun ve postürün geliştirilmesinde, koroner arter hastalığı, osteoporoz, obezite ve kolon kanseri gibi baskın kas-iskelet sistemi bozukluklarının önlenmesi ve tedavisinde önemlidir. Egzersiz sırasında iskelet kasından salınan miyokinler, kısmen anti inflamatuar etkilere aracılık ettiğinden, bazı hastalıkları önlemek veya tedavi etmek için kullanılabilirler. Kronik hastalıkların riski ve/veya şiddeti ile yüksek inflamatuar mediatör seviyeleri arasında ilişki olduğu belirtilmektedir. İlk kez grubumuz tarafından farklı beslenme uygulamalarının (yüksek karbonhidrat, yüksek protein ve yüksek yağlı beslenme) yüzme egzersizleri ile kombine edildiğinde ülseratif kolit gelişiminde yararlı etkisi ortaya konmuşken, hastanın genel sağlık durumunun kliniğe yansımadan değerlendirilmesi son derece önemlidir. Beslenme ve egzersiz müdahaleleri denildiğinde ilk akla gelen karaciğer ve böbrek sağlığının korunmasıdır. Bu amaçla, bu çalışmada yüksek protein, yüksek yağ ve yüksek karbonhidratlı diyetle beslenen sıçanlarda 8 haftalık egzersiz sonrası ülseratif kolit modeli oluşturularak farklı beslenme türleri ve egzersizin karaciğer ve böbrekler üzerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Sonuçlar değerlendirildiğinde tüm grupların karaciğer dokularında fibrozis bulgusuna rastlanılmamıştır. Portal alan merkezinde mikrovakuoler steatoz gözlenmiştir. Yüksek yağ ve yüksek karbonhidratla beslenen deneklerin karaciğerlerindeki mikrovakuoler steatoz sayısının daha fazla olduğu, bu diyet gruplarının egzersiz yapan gruplarında ise sayısının azaldığı görülmüştür. Buna bağlı olarak, otofaji belirteçleri olarak boyanan p62 ve LC3B immün ekspresyonu da egzersiz gruplarında daha yüksek bulunmuştur. Tüm grupların böbrek histopatolojisi değerlendirildiğinde glomerüler çap, hiyalin madde birikimi, interstisyel inflamasyon, medüller konjesyon, kortikal konjesyon ve yaygın lökosit infiltrasyonu açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunamamıştır. Yüksek protein ile beslenen ve yüksek protein+egzersiz uygulanan gruplarda tüm gruplara göre Bowman aralığının arttığı gözlemlenmiş ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"55 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-13","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126612635","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Salim Mısırcı, A. Ekin, B. N. Coşkun, B. Yağız, Yavuz Pehlivan, H. E. Dalkılıç
İntravenöz immünoglobulin G (İVİG) tedavisi verdiğimiz inflamatuvar romatizmal hastalık (İRH) tanılı hastaların özelliklerini, organ tutulumlarını ve verdiğimiz İVİG tedavisinin özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Üçüncü basamak romatoloji kliniğinde İRH tanısıyla takip edilen, Ocak 2014-Aralık 2022 tarihleri arasında en az 1 defa İVİG tedavisi almış, >18 yaş hastalar, hastane kayıt sisteminden restrospektif olarak tarandı. Çalışmaya dahil edilen toplam 33 hastanın %81,8'i (n=27) kadındı. Ortalama yaş 44.5±14.8 olarak saptandı. En sık İVİG tedavisi kullanılan hastalık grupları sistemik lupus eritematozus (SLE) (n=13, %39,4), idiyopatik inflamatuar miyopatiler (İİM) (n=8, %24,2) ve anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili vaskülitti (n=6, %18,2). İVİG tedavisi endikasyonu oluşturan en sık nedenler ise hematolojik tutulum (n= 9, %27,3) ve proksimal dirençli kas zayıflığıydı (n=8, %24,2). Sadece 2 (%6,1) hastada yan etki gelişmişti. Hastaların %48,5 (n=16)’inde kısmi yanıt, %27,3 (n=9)’ünde de tam yanıt mevcuttu. İVİG tedavisi sonrası metotreksat, azatiopürin ve siklofosfamid kullanımında azalma mevcutken (sırasıyla p değerleri=0.022, 0.04, 0.03), rituksimab kullanımında ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmamakla birlikte artış mevcuttu. İVİG tedavisi, İRH hastalarında özellikle SLE, İİM ve ANCA ilişkili vaskülit gibi hastalıkların seyrindeki dirençli tutulumlarda güvenli bir tedavi olarak görünmektedir.
{"title":"Intravenous Immunoglobulin G (IVIG) Use in Inflammatory Rheumatic Diseases: A Single Center Experience","authors":"Salim Mısırcı, A. Ekin, B. N. Coşkun, B. Yağız, Yavuz Pehlivan, H. E. Dalkılıç","doi":"10.32708/uutfd.1284806","DOIUrl":"https://doi.org/10.32708/uutfd.1284806","url":null,"abstract":"İntravenöz immünoglobulin G (İVİG) tedavisi verdiğimiz inflamatuvar romatizmal hastalık (İRH) tanılı hastaların özelliklerini, organ tutulumlarını ve verdiğimiz İVİG tedavisinin özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Üçüncü basamak romatoloji kliniğinde İRH tanısıyla takip edilen, Ocak 2014-Aralık 2022 tarihleri arasında en az 1 defa İVİG tedavisi almış, >18 yaş hastalar, hastane kayıt sisteminden restrospektif olarak tarandı. Çalışmaya dahil edilen toplam 33 hastanın %81,8'i (n=27) kadındı. Ortalama yaş 44.5±14.8 olarak saptandı. En sık İVİG tedavisi kullanılan hastalık grupları sistemik lupus eritematozus (SLE) (n=13, %39,4), idiyopatik inflamatuar miyopatiler (İİM) (n=8, %24,2) ve anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ilişkili vaskülitti (n=6, %18,2). İVİG tedavisi endikasyonu oluşturan en sık nedenler ise hematolojik tutulum (n= 9, %27,3) ve proksimal dirençli kas zayıflığıydı (n=8, %24,2). Sadece 2 (%6,1) hastada yan etki gelişmişti. Hastaların %48,5 (n=16)’inde kısmi yanıt, %27,3 (n=9)’ünde de tam yanıt mevcuttu. İVİG tedavisi sonrası metotreksat, azatiopürin ve siklofosfamid kullanımında azalma mevcutken (sırasıyla p değerleri=0.022, 0.04, 0.03), rituksimab kullanımında ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmamakla birlikte artış mevcuttu. İVİG tedavisi, İRH hastalarında özellikle SLE, İİM ve ANCA ilişkili vaskülit gibi hastalıkların seyrindeki dirençli tutulumlarda güvenli bir tedavi olarak görünmektedir.","PeriodicalId":101995,"journal":{"name":"Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi","volume":"100 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127501026","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}