Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402050
Tülin Gümüş
Teknolojik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan yenilikler toplumsal, siyasi ve ekonomik hayatı etkilediği gibi folklorun de inceleme alanını etkilemiştir. Kültür biliminin yaşam bilimine dönüşmeye başlaması ile birlikte folklorun inceleme alanı köyden kente, kentten ise sanal-dijital kültür ortamına taşınmıştır. Sanal-dijital kültür bağlamı farklılık ve özgünlük kaynağı olarak kabul edilen kültürel bellekten, kültürel bellekte var olan imgelerden beslenmektedir. Toplumun değer yargıları ile üretilen yine toplumun aktarım araçlarını kullanarak geleceğe aktarılan imgeler değişime ve dönüşüme açıktır. İmge çözümlemeleri ile birlikte yaşayan kültürel kodlar anlam kazanmıştır. Bu çalışmada sanal-dijital kültür ortamında yerel imgesini ve bu imgenin oluşmasına etki eden aktörler olan yerel ve postmodern yerel ele alınacaktır. Yerel imgesi YouTube örneklemi üzerinden çözümlenerek yaşayan kültür içerisindeki yerini ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.
{"title":"SANAL-DİJİTAL KÜLTÜR ORTAMINDA YEREL İMGESİ: YOUTUBE ÖRNEKLEMİ","authors":"Tülin Gümüş","doi":"10.33692/avrasyad.1402050","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402050","url":null,"abstract":"Teknolojik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan yenilikler toplumsal, siyasi ve ekonomik hayatı etkilediği gibi folklorun de inceleme alanını etkilemiştir. Kültür biliminin yaşam bilimine dönüşmeye başlaması ile birlikte folklorun inceleme alanı köyden kente, kentten ise sanal-dijital kültür ortamına taşınmıştır. Sanal-dijital kültür bağlamı farklılık ve özgünlük kaynağı olarak kabul edilen kültürel bellekten, kültürel bellekte var olan imgelerden beslenmektedir. Toplumun değer yargıları ile üretilen yine toplumun aktarım araçlarını kullanarak geleceğe aktarılan imgeler değişime ve dönüşüme açıktır. İmge çözümlemeleri ile birlikte yaşayan kültürel kodlar anlam kazanmıştır. Bu çalışmada sanal-dijital kültür ortamında yerel imgesini ve bu imgenin oluşmasına etki eden aktörler olan yerel ve postmodern yerel ele alınacaktır. Yerel imgesi YouTube örneklemi üzerinden çözümlenerek yaşayan kültür içerisindeki yerini ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"238 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011254","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402095
Aslı BÜYÜKOKUTAN TÖRET, Zülal Söğüt
Türk kültüründe geleneksel bir meslek olan çobanlık, son yıllarda mesleğin icra edilmemesi nedeniyle yok olup gitme tehlikesi altındadır. Kentleşme, modernleşme ve endüstrileşme süreci bunda etkilidir. Söz konusu geleneksel mesleğin devamlılığı adına, çobanlık kültürünün dijital ortamlarda yeniden canlandırılmaya çalışılması anlamlıdır. Başta YouTube olmak üzere çeşitli çevrim içi platformlar, çobanlık mesleğine dair kültürün kayıt altına alınması ve yeni nesle tanıtılması açısından dikkat çekicidir. Eskişehirli çoban Orhun Topkaya’nın, kendi gündelik hayatını ve çobanlıkla ilgili deneyimlerini paylaştığı YouTube kanalı bulunmaktadır. Yazıda, Orhun Topkaya’nın YouTube kanalı ve bu kanalda çobanlık mesleğinin ve kültürünün aktarımı hakkında bilgi verilmiştir. Orhun Topkaya, kendi ismiyle açmış olduğu YouTube kanalında video bloglar aracılığıyla çobanlık kültürünü tanıtmaktadır. Özellikle çobanlık mesleğinin icrasında başvurduğu yenilikler ve uyguladığı teknolojiler, çobanlığa dair birtakım olumsuz ön yargıları kırabilecek niteliktedir. Bunun yanında, Orhun Topkaya’nın teknolojik yeniliklerin çobanlık mesleğine de uygulanabileceği göstermesi, mesleğin koşullarında iyileştirmelerin mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan incelemeler sonucunda; Orhun Topkaya’nın, YouTube kanalında bir taraftan çobanlığa dair geleneksel yaşam tarzının önemini vurgularken diğer taraftan teknolojinin sunduğu imkânlarla daha fazla insanın bu kültüre erişimini sağladığı görülmüştür. Bu durum, çobanlık mesleğinin gelecek nesillere sevdirilmesi noktasında işlevseldir. Ayrıca Topkaya’nın mesleğin icrasını YouTube ortamına taşımakla gerçekleştirdiği değişim, çobanlığın geçirdiği dijital dönüşümü göstermesi bakımından da önem arz etmektedir.
{"title":"ÇOBANLIĞIN DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜ: YOUTUBER ÇOBAN ORHUN TOPKAYA","authors":"Aslı BÜYÜKOKUTAN TÖRET, Zülal Söğüt","doi":"10.33692/avrasyad.1402095","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402095","url":null,"abstract":"Türk kültüründe geleneksel bir meslek olan çobanlık, son yıllarda mesleğin icra edilmemesi nedeniyle yok olup gitme tehlikesi altındadır. Kentleşme, modernleşme ve endüstrileşme süreci bunda etkilidir. Söz konusu geleneksel mesleğin devamlılığı adına, çobanlık kültürünün dijital ortamlarda yeniden canlandırılmaya çalışılması anlamlıdır. Başta YouTube olmak üzere çeşitli çevrim içi platformlar, çobanlık mesleğine dair kültürün kayıt altına alınması ve yeni nesle tanıtılması açısından dikkat çekicidir. Eskişehirli çoban Orhun Topkaya’nın, kendi gündelik hayatını ve çobanlıkla ilgili deneyimlerini paylaştığı YouTube kanalı bulunmaktadır. Yazıda, Orhun Topkaya’nın YouTube kanalı ve bu kanalda çobanlık mesleğinin ve kültürünün aktarımı hakkında bilgi verilmiştir. Orhun Topkaya, kendi ismiyle açmış olduğu YouTube kanalında video bloglar aracılığıyla çobanlık kültürünü tanıtmaktadır. Özellikle çobanlık mesleğinin icrasında başvurduğu yenilikler ve uyguladığı teknolojiler, çobanlığa dair birtakım olumsuz ön yargıları kırabilecek niteliktedir. Bunun yanında, Orhun Topkaya’nın teknolojik yeniliklerin çobanlık mesleğine de uygulanabileceği göstermesi, mesleğin koşullarında iyileştirmelerin mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan incelemeler sonucunda; Orhun Topkaya’nın, YouTube kanalında bir taraftan çobanlığa dair geleneksel yaşam tarzının önemini vurgularken diğer taraftan teknolojinin sunduğu imkânlarla daha fazla insanın bu kültüre erişimini sağladığı görülmüştür. Bu durum, çobanlık mesleğinin gelecek nesillere sevdirilmesi noktasında işlevseldir. Ayrıca Topkaya’nın mesleğin icrasını YouTube ortamına taşımakla gerçekleştirdiği değişim, çobanlığın geçirdiği dijital dönüşümü göstermesi bakımından da önem arz etmektedir.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"44 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139010853","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402033
Buket Durdu
Bir ülkenin gelişmesine, toplumsal ve ekonomik anlamda ilerlemesine olanak sağlayan önemli etkenlerden birisi, belki de en önemlisi eğitimdir. Eğitim gerek kültür, ekonomi, din, siyaset gibi iç faktörler gerek savaş, göç, ticaret gibi dış faktörler ışığında şekillenmektedir. Sadece okul ile sınırlandırılamayan, insan doğumundan ölümüne kadar hayatının her alanını kapsayan eğitim insanların ve dolayısıyla toplumların çağın gereklerine ayak uydurmalarına olanak saylayan önemli bir olgudur. Japonya’nın bu anlayış çerçevesinde milli şuurunu kaybetmeyen, hür, demokratik, kendisine ve toplumuna saygılı bireyler yetiştirme amacıyla cinsiyet eşitliğine dayanan bir eğitim sistemi geliştirme çabası içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde Japon eğitimi, geleneksel değerlere bağlı, saygılı ve sorumluluk sahibi bireyler yetiştirebilen, gelişmiş teknolojik ağlarla desteklenen bir sistem olarak dikkat çekse de cinsiyet eşitliği hususunda hedeflenen noktaya ulaştığı söylenemez. “Dünya ülkeleri arasında eğitim seviyesi ile ilk on sıralaması içerisinde yer alan, eşitlik ve hayat boyu eğitim prensiplerinin benimsendiği Japon eğitimi cinsiyet eşitliği hususunda belirlenen hedeflerine ne kadar ulaşmıştır? Japon insanlarının bireyselliklerini ve yeteneklerini tam olarak gösterebilecekleri, cinsiyet eşitliğine sahip bir toplum gerçekleştirme çabasıyla düzenlemeye çalıştığı eğitim sisteminde kadınların konumu nedir? Japon eğitim sistemindeki cinsiyet eşitsizliğinin önüne geçmek adına ne gibi önlemler alınmaktadır ve ne ölçüde başarı sağlanabilmiştir?” sorularına cevap aradığımız araştırmada Japonya’da kadın eğitimi tarihi perspektifte ele alınarak alana katkı sağlamak amaçlanmıştır. Kronolojik olarak Japon kadın eğitiminin incelendiği çalışmada Japon eğitiminin sistemleştirildiği Meiji dönemi ekseninde “Meiji Dönemi Öncesi Kadın Eğitimi”, “Meiji Dönemi Kadın Eğitimi” ve “Meiji Dönemi Sonrası Kadın Eğitimi” olarak üç ana bölüme yer verilmiştir. Makalenin Japon eğitim sisteminin ve bu sistemde kadınların rollerinin anlaşılmasına katkı sağlaması beklenmektedir.
{"title":"JAPON TARİHSEL SÜRECİNDE KADIN EĞİTİMİ","authors":"Buket Durdu","doi":"10.33692/avrasyad.1402033","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402033","url":null,"abstract":"Bir ülkenin gelişmesine, toplumsal ve ekonomik anlamda ilerlemesine olanak sağlayan önemli etkenlerden birisi, belki de en önemlisi eğitimdir. Eğitim gerek kültür, ekonomi, din, siyaset gibi iç faktörler gerek savaş, göç, ticaret gibi dış faktörler ışığında şekillenmektedir. Sadece okul ile sınırlandırılamayan, insan doğumundan ölümüne kadar hayatının her alanını kapsayan eğitim insanların ve dolayısıyla toplumların çağın gereklerine ayak uydurmalarına olanak saylayan önemli bir olgudur. Japonya’nın bu anlayış çerçevesinde milli şuurunu kaybetmeyen, hür, demokratik, kendisine ve toplumuna saygılı bireyler yetiştirme amacıyla cinsiyet eşitliğine dayanan bir eğitim sistemi geliştirme çabası içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde Japon eğitimi, geleneksel değerlere bağlı, saygılı ve sorumluluk sahibi bireyler yetiştirebilen, gelişmiş teknolojik ağlarla desteklenen bir sistem olarak dikkat çekse de cinsiyet eşitliği hususunda hedeflenen noktaya ulaştığı söylenemez. “Dünya ülkeleri arasında eğitim seviyesi ile ilk on sıralaması içerisinde yer alan, eşitlik ve hayat boyu eğitim prensiplerinin benimsendiği Japon eğitimi cinsiyet eşitliği hususunda belirlenen hedeflerine ne kadar ulaşmıştır? Japon insanlarının bireyselliklerini ve yeteneklerini tam olarak gösterebilecekleri, cinsiyet eşitliğine sahip bir toplum gerçekleştirme çabasıyla düzenlemeye çalıştığı eğitim sisteminde kadınların konumu nedir? Japon eğitim sistemindeki cinsiyet eşitsizliğinin önüne geçmek adına ne gibi önlemler alınmaktadır ve ne ölçüde başarı sağlanabilmiştir?” sorularına cevap aradığımız araştırmada Japonya’da kadın eğitimi tarihi perspektifte ele alınarak alana katkı sağlamak amaçlanmıştır. Kronolojik olarak Japon kadın eğitiminin incelendiği çalışmada Japon eğitiminin sistemleştirildiği Meiji dönemi ekseninde “Meiji Dönemi Öncesi Kadın Eğitimi”, “Meiji Dönemi Kadın Eğitimi” ve “Meiji Dönemi Sonrası Kadın Eğitimi” olarak üç ana bölüme yer verilmiştir. Makalenin Japon eğitim sisteminin ve bu sistemde kadınların rollerinin anlaşılmasına katkı sağlaması beklenmektedir.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"50 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139010896","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402009
Ahmet Coşkun Teki̇n
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Cumhuriyet Senatosu üyesi olan Sıtkı Ulay siyasi bir oluşumda aktif rol almak istemiştir. 1962'de bu konuda girişimde bulunup başarısız olduysa da Ulay'ın bu isteği gündemde kalmıştır. Ulay’ın 1963'te yeni bir parti kuracağı söylentisi yayılmaya başlamıştır. Söylentileri doğrulayan Ulay, Türkiye'nin iç siyasetindeki krizlerin kendisini parti kurmaya yönelttiğini açıklamıştır. Bu süreçte Alaattin Tiritoğlu, Ulay'a birlikte parti kurma teklifinde bulunmuştur. Ulay'ın teklifi kabul etmesi üzerine vakit kaybetmeden yeni parti kurma hazırlıklarına başlanmıştır. 21 Eylül 1964'te Ulay ve Tiritoğlu öncülüğünde Sosyal Demokrat Parti (SDP) resmen kurulmuştur. Ulay, kuruluş sürecindeki etkisi ve senatörlük konumu nedeniyle SDP içinde önde gelen bir figür haline gelmiştir. Partinin kuruluşunda fahri genel başkan seçilmiş ve daha sonra parti içindeki özgül ağırlığının da etkisiyle parti genel başkanı olmuştur. Tüm emekçilerin partisi olma iddiasıyla siyasi faaliyetine başlayan SDP, kısa sürede 8 ilde teşkilatlanmıştır. Ancak partinin bütçesinin düşük olması nedeniyle mali sorunlar baş göstermiş, bu durum il ve ilçelerde teşkilatlanmayı zorlaştırmıştır. Aynı zamanda partiye yardım ve destek verilmemiştir. Öte yandan SDP halkta karşılık bulamamış ve beklenen başarıyı sağlayamamıştır. İçinde bulunulan koşullara rağmen etki alanını geliştirmek isteyen parti yöneticileri ittifak arayışına girmiş, bundan da istediği neticeyi alamamıştır. En sonunda, 1 Aralık 1965 tarihli genel kurulda SDP feshedilerek üyeleriyle birlikte CHP'ye katılmıştır. Mücadelesinde başarısızlığa uğrayan SDP, Türk siyasi tarihinde “sosyal demokrat” kimliğiyle var olmaya çalışan ender partilerden biridir. Ne var ki direkt parti ile ilgili herhangi bir akademik çalışma bulunmamaktadır. Türkiye'de siyasi partiler üzerine yapılan çalışmalarda çok kısaca değinilmiş, detaylı bir tahlil yapılmamıştır. Bu bağlamda SDP'nin kuruluşu, faaliyetleri, kapatılması ve Türk siyasi hayatındaki yeri incelenmiştir. Böylece literatürdeki boşluğun doldurulması amaçlanmıştır.
{"title":"SITKI ULAY’IN SOSYAL DEMOKRAT PARTİSİ","authors":"Ahmet Coşkun Teki̇n","doi":"10.33692/avrasyad.1402009","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402009","url":null,"abstract":"27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Cumhuriyet Senatosu üyesi olan Sıtkı Ulay siyasi bir oluşumda aktif rol almak istemiştir. 1962'de bu konuda girişimde bulunup başarısız olduysa da Ulay'ın bu isteği gündemde kalmıştır. Ulay’ın 1963'te yeni bir parti kuracağı söylentisi yayılmaya başlamıştır. Söylentileri doğrulayan Ulay, Türkiye'nin iç siyasetindeki krizlerin kendisini parti kurmaya yönelttiğini açıklamıştır. Bu süreçte Alaattin Tiritoğlu, Ulay'a birlikte parti kurma teklifinde bulunmuştur. Ulay'ın teklifi kabul etmesi üzerine vakit kaybetmeden yeni parti kurma hazırlıklarına başlanmıştır. 21 Eylül 1964'te Ulay ve Tiritoğlu öncülüğünde Sosyal Demokrat Parti (SDP) resmen kurulmuştur. Ulay, kuruluş sürecindeki etkisi ve senatörlük konumu nedeniyle SDP içinde önde gelen bir figür haline gelmiştir. Partinin kuruluşunda fahri genel başkan seçilmiş ve daha sonra parti içindeki özgül ağırlığının da etkisiyle parti genel başkanı olmuştur. Tüm emekçilerin partisi olma iddiasıyla siyasi faaliyetine başlayan SDP, kısa sürede 8 ilde teşkilatlanmıştır. Ancak partinin bütçesinin düşük olması nedeniyle mali sorunlar baş göstermiş, bu durum il ve ilçelerde teşkilatlanmayı zorlaştırmıştır. Aynı zamanda partiye yardım ve destek verilmemiştir. Öte yandan SDP halkta karşılık bulamamış ve beklenen başarıyı sağlayamamıştır. İçinde bulunulan koşullara rağmen etki alanını geliştirmek isteyen parti yöneticileri ittifak arayışına girmiş, bundan da istediği neticeyi alamamıştır. En sonunda, 1 Aralık 1965 tarihli genel kurulda SDP feshedilerek üyeleriyle birlikte CHP'ye katılmıştır. Mücadelesinde başarısızlığa uğrayan SDP, Türk siyasi tarihinde “sosyal demokrat” kimliğiyle var olmaya çalışan ender partilerden biridir. Ne var ki direkt parti ile ilgili herhangi bir akademik çalışma bulunmamaktadır. Türkiye'de siyasi partiler üzerine yapılan çalışmalarda çok kısaca değinilmiş, detaylı bir tahlil yapılmamıştır. Bu bağlamda SDP'nin kuruluşu, faaliyetleri, kapatılması ve Türk siyasi hayatındaki yeri incelenmiştir. Böylece literatürdeki boşluğun doldurulması amaçlanmıştır.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"229 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011037","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402035
Ayşe Uğureli̇
1839 yılında teknik olarak görüntüleri yüzey üzerinde sabitleyen daguerretype adlı icadın duyurulmasından yedi yıl sonra 1846’da folklor terimi ilk defa William John Thoms tarafından kullanılmıştır. İcat edildikten kısa bir süre sonra hayatın her alanında aktif bir şekilde kullanılan fotoğraf, bilim dünyasına da hızlı bir şekilde giriş yapmıştır. Özellikle sosyal bilimlerde/toplum bilimlerinde fotoğraf, bilimsel ilerleme anlamında önemli aşamalar kat edilmesine vesile olmuştur. Antropoloji, etnografya ve sosyolojide fotoğraf kullanımı, disiplinlerin ilk gelişim evrelerine denk gelmiş ve bir süre sonra da disiplinlerin alt dalları olarak görsel antropoloji, görsel etnografya ve görsel sosyoloji olarak kuramsallaşmıştır. Folklor ise bilimsel olarak kuramsallaşma döneminde genellikle antropoloji ve etnografyanın fotoğraf kullanma prensiplerini ödünçlemiştir. Bunun en önemli sebebi antropoloji ve etnografyada fotoğraf kullanma prensiplerinin kültürel çalışmalar için oldukça kapsamlı olmasıdır. Konuyu folklor özelinde ele alacak olursak fotoğraf ve folklor, gelişim süreçlerinde omuz omuza yürümüştür. Birbirlerine yakın zamanlarda doğan, tarihi gelişim sürecini omuz omuza kat eden, ortak özellikleri hayatın her alanına nüfuz edebilmek olan bir icat ve bir bilim dalının birbirini etkilemesi, birbirleriyle (olumlu ya da olumsuz) temas etmesi tabii bir beklentidir. Özellikle folklorun bir bilim dalı olarak gelişim gösterdiği dönemde arşiv folklorculuğunun ön plana çıktığı düşünüldüğünde fotoğrafın folklora etkisini ilk dönemlerinden başlayarak tarihi gelişimi içerisinde incelemek ve günümüze kadar gelen süreci, folklorun gelişimine paralel bir şekilde ele almak önem arz etmektedir. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda, bu makalede kısaca fotoğraf tarihi ele alındıktan sonra etnografya, antropoloji ve sosyolojinin fotoğraf kullanma prensiplerine yer verilmiştir. Bu prensipler görsel folklorun hazırlayıcıları olarak değerlendirilmiş ve bunlara binaen “Görsel folklor nedir?” sorusunun cevabı aranmış ve bir tanım denemesi yapılmıştır.
{"title":"GÖRSEL FOLKLOR VE FOTOĞRAF","authors":"Ayşe Uğureli̇","doi":"10.33692/avrasyad.1402035","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402035","url":null,"abstract":"1839 yılında teknik olarak görüntüleri yüzey üzerinde sabitleyen daguerretype adlı icadın duyurulmasından yedi yıl sonra 1846’da folklor terimi ilk defa William John Thoms tarafından kullanılmıştır. İcat edildikten kısa bir süre sonra hayatın her alanında aktif bir şekilde kullanılan fotoğraf, bilim dünyasına da hızlı bir şekilde giriş yapmıştır. Özellikle sosyal bilimlerde/toplum bilimlerinde fotoğraf, bilimsel ilerleme anlamında önemli aşamalar kat edilmesine vesile olmuştur. Antropoloji, etnografya ve sosyolojide fotoğraf kullanımı, disiplinlerin ilk gelişim evrelerine denk gelmiş ve bir süre sonra da disiplinlerin alt dalları olarak görsel antropoloji, görsel etnografya ve görsel sosyoloji olarak kuramsallaşmıştır. Folklor ise bilimsel olarak kuramsallaşma döneminde genellikle antropoloji ve etnografyanın fotoğraf kullanma prensiplerini ödünçlemiştir. Bunun en önemli sebebi antropoloji ve etnografyada fotoğraf kullanma prensiplerinin kültürel çalışmalar için oldukça kapsamlı olmasıdır. \u0000Konuyu folklor özelinde ele alacak olursak fotoğraf ve folklor, gelişim süreçlerinde omuz omuza yürümüştür. Birbirlerine yakın zamanlarda doğan, tarihi gelişim sürecini omuz omuza kat eden, ortak özellikleri hayatın her alanına nüfuz edebilmek olan bir icat ve bir bilim dalının birbirini etkilemesi, birbirleriyle (olumlu ya da olumsuz) temas etmesi tabii bir beklentidir. Özellikle folklorun bir bilim dalı olarak gelişim gösterdiği dönemde arşiv folklorculuğunun ön plana çıktığı düşünüldüğünde fotoğrafın folklora etkisini ilk dönemlerinden başlayarak tarihi gelişimi içerisinde incelemek ve günümüze kadar gelen süreci, folklorun gelişimine paralel bir şekilde ele almak önem arz etmektedir. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda, bu makalede kısaca fotoğraf tarihi ele alındıktan sonra etnografya, antropoloji ve sosyolojinin fotoğraf kullanma prensiplerine yer verilmiştir. Bu prensipler görsel folklorun hazırlayıcıları olarak değerlendirilmiş ve bunlara binaen “Görsel folklor nedir?” sorusunun cevabı aranmış ve bir tanım denemesi yapılmıştır.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"258 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011349","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402018
İ. Çeti̇n
Avrupa Devletleri için I. Dünya Savaşı sırasında vazgeçilmez bir yakıt haline gelen petrol, savaş sonrası dünya düzenini yeniden kurma çalışmalarında devletlerin politikalarını etkileyen en önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. İngiltere petrol konusunda ABD’ye olan bağımlılığından kurtulmak için petrol yataklarının bulunduğu bölgeleri kendi kontrolü altına alma politikasını benimsemiştir. Bu nedenle o dönemde bilinen en zengin petrol kaynaklarına sahip olan Mezopotamya’yı ele geçirmek savaş hedefi olmuştur. Ancak Musul’un bir kısmını I. Dünya Savaşı sırasında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa’ya bırakmıştır. Savaş sonrası değişen şartlar ve çıkarlar nedeniyle İngiltere Syke-Picot Antlaşması’nda ciddi bir değişikliğe gitmek istemiştir. Bu durum İngiltere ve Fransa arasında Orta Doğu ile ilgili olarak Suriye, Filistin, kurulması planlanan Arap devleti ve Musul gibi sorunları ortaya çıkarmıştır. Gerek Paris Barış Konferansı sırasında gerekse sonrasında devam eden bir dizi toplantıda hem Orta Doğu’nun yeni haritası çizilmiş, hem de petrol paylaşılmıştır. Henüz barış konferansı başlamadan, Fransa Suriye’deki isteklerinin kabul edilmesi ve Mezopotamya petrolünden pay verilmesi şartı ile Musul’u İngiltere’ye bırakmayı kabul etmiştir. Paris Barış Konferansı toplandıktan sonra ise iki devlet arasında sadece Mezopotamya petrolünü değil Romanya, Rusya ve iki devletin kolonilerinden çıkan petrolün de paylaşıldığı Long-Bérenger Anlaşması imzalanmıştır. Ancak Orta Doğu’nun genel problemleri çözülmediği için bu anlaşma geçersiz sayılmıştır. İki devlet arasındaki görüşmeler devam etmiş önce Greenwood-Bérenger Anlaşması imzalanmış ancak yine geçersiz sayılmıştır. Bu anlaşmaların geçersiz sayılmalarının nedenleri bölgedeki mandaterlerin belirlenmesinde yaşanan çekişmeler ve İngiltere ve Fransa’nın büyük petrol şirketleri ile olan ilişkileridir. Sonuç olarak iki devlet arasında San Remo Petrol Anlaşması imzalanmıştır. İki tarafın da onayladığı bu anlaşmadan sonra bile yıllarca petrol meselesi iki devlet arasında görüşmelerin yapılmasına neden olmuştur.
{"title":"PARİS BARIŞ KONFERANSI’NDAN SAN REMO KONFERANSI’NA PETROL MESELESİ","authors":"İ. Çeti̇n","doi":"10.33692/avrasyad.1402018","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402018","url":null,"abstract":"Avrupa Devletleri için I. Dünya Savaşı sırasında vazgeçilmez bir yakıt haline gelen petrol, savaş sonrası dünya düzenini yeniden kurma çalışmalarında devletlerin politikalarını etkileyen en önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. İngiltere petrol konusunda ABD’ye olan bağımlılığından kurtulmak için petrol yataklarının bulunduğu bölgeleri kendi kontrolü altına alma politikasını benimsemiştir. Bu nedenle o dönemde bilinen en zengin petrol kaynaklarına sahip olan Mezopotamya’yı ele geçirmek savaş hedefi olmuştur. Ancak Musul’un bir kısmını I. Dünya Savaşı sırasında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa’ya bırakmıştır. \u0000Savaş sonrası değişen şartlar ve çıkarlar nedeniyle İngiltere Syke-Picot Antlaşması’nda ciddi bir değişikliğe gitmek istemiştir. Bu durum İngiltere ve Fransa arasında Orta Doğu ile ilgili olarak Suriye, Filistin, kurulması planlanan Arap devleti ve Musul gibi sorunları ortaya çıkarmıştır. Gerek Paris Barış Konferansı sırasında gerekse sonrasında devam eden bir dizi toplantıda hem Orta Doğu’nun yeni haritası çizilmiş, hem de petrol paylaşılmıştır. \u0000Henüz barış konferansı başlamadan, Fransa Suriye’deki isteklerinin kabul edilmesi ve Mezopotamya petrolünden pay verilmesi şartı ile Musul’u İngiltere’ye bırakmayı kabul etmiştir. Paris Barış Konferansı toplandıktan sonra ise iki devlet arasında sadece Mezopotamya petrolünü değil Romanya, Rusya ve iki devletin kolonilerinden çıkan petrolün de paylaşıldığı Long-Bérenger Anlaşması imzalanmıştır. Ancak Orta Doğu’nun genel problemleri çözülmediği için bu anlaşma geçersiz sayılmıştır. İki devlet arasındaki görüşmeler devam etmiş önce Greenwood-Bérenger Anlaşması imzalanmış ancak yine geçersiz sayılmıştır. Bu anlaşmaların geçersiz sayılmalarının nedenleri bölgedeki mandaterlerin belirlenmesinde yaşanan çekişmeler ve İngiltere ve Fransa’nın büyük petrol şirketleri ile olan ilişkileridir. Sonuç olarak iki devlet arasında San Remo Petrol Anlaşması imzalanmıştır. İki tarafın da onayladığı bu anlaşmadan sonra bile yıllarca petrol meselesi iki devlet arasında görüşmelerin yapılmasına neden olmuştur.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"210 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011362","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402049
Elza ALIŞOVA DEMİRDAĞ
Kıbrıs Türk ağızları, Türkiye Türkçesi ağızlarının önemli kollarından biridir ve Türkiye Türkçesi ağızlarıyla birçok ortak ve farklı özelliklere sahiptir. Bugüne kadar Kıbrıs Türk ağızlarıyla ilgili çeşitli çalışmalar yapılsa da sistemli bir incelemeden bahsetmek zordur. Özellikle, ağızların söz dizimiyle ilgili yeterli çalışmaların yapılmadığı gözlenmektedir. Bu bağlamda Kıbrıs Türk ağızlarında birleşik cümle yapılarıyla ilgili bilinen bir çalışma yoktur. Bu da çalışmanın önemini artırmaktadır. Birleşik cümle, bir temel cümleyle onu tamamlayan bir veya birden fazla yan cümleden oluşmaktadır. Birleşik cümle konusu, Türkiye Türkçesi gramerlerinde üzerinde fazla görüş birliği sağlanamayan konulardan biridir. Hangi cümle yapısının birleşik cümle olarak sayılması konusunda kesin bir sınırlama bulunmamakla birlikte günümüzde büyük çoğunlukla şartlı birleşik cümle, ki’li birleşik cümle ve iç içe birleşik cümle şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada birleşik cümle çeşitleri olarak yukarıda bahsedilen cümle türleri; şartlı birleşik cümle, ki’li birleşik cümle ve iç içe birleşik cümle incelenecektir. Çalışmada Kıbrıs Türk ağızlarıyla ilgili hazırlanan kitaplar ve derlenen metinlerden yararlanılacaktır. Metinler incelenerek birleşik cümle yapısı tespit edilecek ve daha sonra seçilen cümleler birleşik cümle çeşitlerine göre sınıflandırılacaktır. Böylece söz diziminde önemli yer tutan birleşik cümle yapısının Kıbrıs Türk ağızlarındaki görünümü örneklerle açıklanacaktır. Çalışma, birleşik cümle yapısının Kıbrıs Türk ağızlarındaki yerinin tespit edilmesi açısından önem arz etmektedir.
{"title":"KIBRIS TÜRK AĞIZLARINDA BİRLEŞİK CÜMLE YAPILARI ÜZERİNE","authors":"Elza ALIŞOVA DEMİRDAĞ","doi":"10.33692/avrasyad.1402049","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402049","url":null,"abstract":"Kıbrıs Türk ağızları, Türkiye Türkçesi ağızlarının önemli kollarından biridir ve Türkiye Türkçesi ağızlarıyla birçok ortak ve farklı özelliklere sahiptir. Bugüne kadar Kıbrıs Türk ağızlarıyla ilgili çeşitli çalışmalar yapılsa da sistemli bir incelemeden bahsetmek zordur. Özellikle, ağızların söz dizimiyle ilgili yeterli çalışmaların yapılmadığı gözlenmektedir. Bu bağlamda Kıbrıs Türk ağızlarında birleşik cümle yapılarıyla ilgili bilinen bir çalışma yoktur. Bu da çalışmanın önemini artırmaktadır. Birleşik cümle, bir temel cümleyle onu tamamlayan bir veya birden fazla yan cümleden oluşmaktadır. Birleşik cümle konusu, Türkiye Türkçesi gramerlerinde üzerinde fazla görüş birliği sağlanamayan konulardan biridir. Hangi cümle yapısının birleşik cümle olarak sayılması konusunda kesin bir sınırlama bulunmamakla birlikte günümüzde büyük çoğunlukla şartlı birleşik cümle, ki’li birleşik cümle ve iç içe birleşik cümle şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada birleşik cümle çeşitleri olarak yukarıda bahsedilen cümle türleri; şartlı birleşik cümle, ki’li birleşik cümle ve iç içe birleşik cümle incelenecektir. Çalışmada Kıbrıs Türk ağızlarıyla ilgili hazırlanan kitaplar ve derlenen metinlerden yararlanılacaktır. Metinler incelenerek birleşik cümle yapısı tespit edilecek ve daha sonra seçilen cümleler birleşik cümle çeşitlerine göre sınıflandırılacaktır. Böylece söz diziminde önemli yer tutan birleşik cümle yapısının Kıbrıs Türk ağızlarındaki görünümü örneklerle açıklanacaktır. Çalışma, birleşik cümle yapısının Kıbrıs Türk ağızlarındaki yerinin tespit edilmesi açısından önem arz etmektedir.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"11 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011463","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402058
Tawfik Abdo Taher AL-SHARABI, Yılmaz Yeşi̇l
Türkçe ile Arapçanın yabancı dil olarak öğretiminde hedef yalnızca dil kurallarının, dil sisteminin öğretilmesi değildir. Aynı zamanda kültürel ögelerin aktarımı yapılarak Türk ve Arap kültürlerin tanıtılması da amaçlanmaktadır. Kültürel ögelerin aktarımı Arapça ile Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde temele alınması gereken en önemli ilke niteliğindedir. Aynı zamanda kültür aktarımında bir dengenin olması gerektiği de söylenmelidir. Bu dengenin oluşabilmesi, dilin öğretileceği hedef kitlenin kültürünün de tanınması hatta öğretilen dilin kültürüne de yer verilmesi anlamına gelmektedir. Bu çalışmada, Arapçanın yabancı dil olarak öğretiminde kullanılan ders kitabı (El-Arabiyye Beyne Yedeyk) ve Türkçe (İstanbul Yabancılar İçin Türkçe Ders Kitabı) öğretim ders kitapları C1 seviyesinin kültür aktarımı bağlamında karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Yani Türkçe bilmeyen öğrenciler için ve Arapça bilmeyen öğrenciler için hazırlanan öğretim ders kitapların C1 (İleri düzey) Özerklik seviyesi ile sınırlıdır. Ayrıca kitaplar kişiler arası ilişkiler doğrultusunda belirlenen ögelere (Günlük yaşam, kişiler arası ilişkiler, değerler, inançlar ve davranışlar, toplumsal gelenekler ve gelenekselleşmiş davranışlar) göre incelenmektedir. Arapça ve Türkçe öğretimi C1 seviyesi incelenip değerlendirilirken materyal olarak “İstanbul Yabancılar İçin Türkçe ders kitabı C1” ve “El-Arabiyyetü Beyne Yedeyk” Arapça ders kitapları kullanılmaktadır. Yabancı dil öğretim ders kitapları hazırlanırken, dilin oluştuğu kültürün unsurlarına da yer vermek gerekmektedir. Baktığımızda yabancı dil öğretiminde en önemli basamaklardan biri öğrenilen dilin kültürünü de öğrenmektir. Çalışmada, belirlenen kitapları C1 seviyesi hem Türkçe hem de Arapça öğretim ders kitabında kişiler arası ilişkilerin alt ögelerini oluşturan günlük yaşam, kişiler arası ilişkiler, değerler ve davranışlar, toplumsal gelenekler ve gelenekselleşmiş davranışlar bakımından incelemesi yapılmaktadır. Bunun için yabancılara dil öğretimi amacıyla yazılmış kitapların o dile ait kültür unsurlarının tanıtıldığı metinlerle donatılması kültürün aktarıcısı olan dilin daha iyi öğretilmesi ve anlaşılmasını sağlayacaktır.
{"title":"ARAPÇA İLE TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÖĞRETİMİNİN KÜLTÜR AKTARIMI AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI (C1 ÖRNEĞİ)","authors":"Tawfik Abdo Taher AL-SHARABI, Yılmaz Yeşi̇l","doi":"10.33692/avrasyad.1402058","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402058","url":null,"abstract":"Türkçe ile Arapçanın yabancı dil olarak öğretiminde hedef yalnızca dil kurallarının, dil sisteminin öğretilmesi değildir. Aynı zamanda kültürel ögelerin aktarımı yapılarak Türk ve Arap kültürlerin tanıtılması da amaçlanmaktadır. Kültürel ögelerin aktarımı Arapça ile Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde temele alınması gereken en önemli ilke niteliğindedir. Aynı zamanda kültür aktarımında bir dengenin olması gerektiği de söylenmelidir. Bu dengenin oluşabilmesi, dilin öğretileceği hedef kitlenin kültürünün de tanınması hatta öğretilen dilin kültürüne de yer verilmesi anlamına gelmektedir. \u0000Bu çalışmada, Arapçanın yabancı dil olarak öğretiminde kullanılan ders kitabı (El-Arabiyye Beyne Yedeyk) ve Türkçe (İstanbul Yabancılar İçin Türkçe Ders Kitabı) öğretim ders kitapları C1 seviyesinin kültür aktarımı bağlamında karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Yani Türkçe bilmeyen öğrenciler için ve Arapça bilmeyen öğrenciler için hazırlanan öğretim ders kitapların C1 (İleri düzey) Özerklik seviyesi ile sınırlıdır. Ayrıca kitaplar kişiler arası ilişkiler doğrultusunda belirlenen ögelere (Günlük yaşam, kişiler arası ilişkiler, değerler, inançlar ve davranışlar, toplumsal gelenekler ve gelenekselleşmiş davranışlar) göre incelenmektedir. \u0000Arapça ve Türkçe öğretimi C1 seviyesi incelenip değerlendirilirken materyal olarak “İstanbul Yabancılar İçin Türkçe ders kitabı C1” ve “El-Arabiyyetü Beyne Yedeyk” Arapça ders kitapları kullanılmaktadır. Yabancı dil öğretim ders kitapları hazırlanırken, dilin oluştuğu kültürün unsurlarına da yer vermek gerekmektedir. Baktığımızda yabancı dil öğretiminde en önemli basamaklardan biri öğrenilen dilin kültürünü de öğrenmektir. Çalışmada, belirlenen kitapları C1 seviyesi hem Türkçe hem de Arapça öğretim ders kitabında kişiler arası ilişkilerin alt ögelerini oluşturan günlük yaşam, kişiler arası ilişkiler, değerler ve davranışlar, toplumsal gelenekler ve gelenekselleşmiş davranışlar bakımından incelemesi yapılmaktadır. Bunun için yabancılara dil öğretimi amacıyla yazılmış kitapların o dile ait kültür unsurlarının tanıtıldığı metinlerle donatılması kültürün aktarıcısı olan dilin daha iyi öğretilmesi ve anlaşılmasını sağlayacaktır.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"228 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011508","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402024
Zeliha Duran
Günümüzde denizlerin kirletilmesi, türlerin yok oluşu, ormanların yok edilmesi, su kaynaklarının tükenmesi, toprağın, havanın ve suyun kirletilmesi gibi çevre sorunları korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Ekolojik sorunların ana sebebi insanın, kendisini doğadan soyutlayarak ona egemen olma isteğidir. Ego merkezli bu görüş neticesinde insan, doğayı sınırsızca sömürebileceği öteki olarak konumlandırmıştır. Çevre sorunlarına karşı edebiyatın bir tepkisi olarak ortaya çıkan ekoeleştirinin en temel amacı, insan merkezcilikten uzak bir doğa anlayışının gelişmesidir. Edebiyatın insanların düşünce yapılarının değişmesi konusundaki önemi dikkate alındığında ekolojik düşünce çerçevesinde yazılan metinlerin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Özellikle çocuk kitaplarının eko-merkezli bir bakışla kaleme alınması doğaya karşı duyarlı ve bilinçli bireyler yetiştirme konusunda oldukça önemlidir. Benzer şekilde açıkça bir doğa göstergesi olmayan metinlerde ekoeleştirel okumalar yapmak da konu hakkında bilinçlendirme noktasında değerlidir. Bu çalışmada Şilili yazar Luis Sepúlveda’nın Türkçeye Martıya Uçmayı Öğreten Kedi başlığıyla çevrilen çocuk kitabı ekoeleştiri kuramı çerçevesinde incelenmiştir. Denizleri petrolle kirleten insan yüzünden bir martının ölmesiyle başlayan hikâye, insan merkezli bakış açısını eleştirir. Kitap, doğada ikincilleştirilen insan dışı varlıklara farklı bir gözle bakmayı sağlar. İnsanların ekosistemde kendileri dışındaki varlıklara gösteremedikleri saygı ve sevgiyi kitaptaki hayvan karakterler gösterir. Anlatı boyunca insan, uzak durulması gereken tehlikeli bir varlık olarak betimlenir. Kitap aracılığıyla çocuklara ekosistemdeki her varlığın kendi başına değerli olduğu, ekosistem içinde her şeyin birbirine bağlı olduğu ve insanın ekosistemin sadece bir parçası olduğu gibi önemli mesajlar iletilir.
{"title":"MARTIYA UÇMAYI ÖĞRETEN KEDİ BAŞLIKLI ÇOCUK KİTABINA EKOELEŞTİREL BİR BAKIŞ","authors":"Zeliha Duran","doi":"10.33692/avrasyad.1402024","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402024","url":null,"abstract":"Günümüzde denizlerin kirletilmesi, türlerin yok oluşu, ormanların yok edilmesi, su kaynaklarının tükenmesi, toprağın, havanın ve suyun kirletilmesi gibi çevre sorunları korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Ekolojik sorunların ana sebebi insanın, kendisini doğadan soyutlayarak ona egemen olma isteğidir. Ego merkezli bu görüş neticesinde insan, doğayı sınırsızca sömürebileceği öteki olarak konumlandırmıştır. Çevre sorunlarına karşı edebiyatın bir tepkisi olarak ortaya çıkan ekoeleştirinin en temel amacı, insan merkezcilikten uzak bir doğa anlayışının gelişmesidir. Edebiyatın insanların düşünce yapılarının değişmesi konusundaki önemi dikkate alındığında ekolojik düşünce çerçevesinde yazılan metinlerin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Özellikle çocuk kitaplarının eko-merkezli bir bakışla kaleme alınması doğaya karşı duyarlı ve bilinçli bireyler yetiştirme konusunda oldukça önemlidir. Benzer şekilde açıkça bir doğa göstergesi olmayan metinlerde ekoeleştirel okumalar yapmak da konu hakkında bilinçlendirme noktasında değerlidir. Bu çalışmada Şilili yazar Luis Sepúlveda’nın Türkçeye Martıya Uçmayı Öğreten Kedi başlığıyla çevrilen çocuk kitabı ekoeleştiri kuramı çerçevesinde incelenmiştir. Denizleri petrolle kirleten insan yüzünden bir martının ölmesiyle başlayan hikâye, insan merkezli bakış açısını eleştirir. Kitap, doğada ikincilleştirilen insan dışı varlıklara farklı bir gözle bakmayı sağlar. İnsanların ekosistemde kendileri dışındaki varlıklara gösteremedikleri saygı ve sevgiyi kitaptaki hayvan karakterler gösterir. Anlatı boyunca insan, uzak durulması gereken tehlikeli bir varlık olarak betimlenir. Kitap aracılığıyla çocuklara ekosistemdeki her varlığın kendi başına değerli olduğu, ekosistem içinde her şeyin birbirine bağlı olduğu ve insanın ekosistemin sadece bir parçası olduğu gibi önemli mesajlar iletilir.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"455 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011236","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-08DOI: 10.33692/avrasyad.1402040
Mehmet Uslu, Tuğba Yolcu
Siyaset, temsili demokrasinin ortaya çıkışı ile birlikte siyasi partiler arasındaki yarışa dönüşmüştür. Bu süreçte seçim kampanyaları özelikle kitle iletişim araçlarının ortaya çıkışı ile birlikte önemli bir alan haline gelmiştir. Seçim kampanyalarınla yüz yüze iletişimin dışında farklı araçlar kullanılmaktadır. Bunlardan biri de seçim afişleridir. Afişler verilmek istenen mesajın en kısa yoldan sunulmasına katkı sağlamaktadır. Afişlerde kullanılan ifadeler ya da sembollerde bulundukları dönemin izlerini görmek mümkündür. Çalışmada bu yaklaşımdan hareketle seçim dönemine ait siyasal ortamın ve partilerin ideolojik unsurlarının siyasi partiler tarafından kullanılan seçim afişlerine yansıması üzerine bir araştırma gerçekleştirilecektir. Bu amaçla 2022 yılı seçimlerinde kullanılan ve çalışma örnekleminde belirlenen afişler göstergebilim metodu çerçevesinde incelenmiştir. Çalışmada 2002 Genel Seçimlerine katılan siyasi partilerden Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, 2002 Genel Seçimleri öncesinde koalisyon hükümetini oluşturan siyasi partiler olmaları sebebiyle, Adalet ve Kalkınma Partisi ise 2002 Genel Seçimlerini kazanan siyasi parti olması sebebiyle incelenen partiler olmuşlardır. Çalışma neticesinde, siyasal yapının, siyasi partiler tarafından seçim afişleri hazırlanırken dikkate alındığı ve ideolojik unsurların afişlerde kullanılan sloganlarla, görsellerle ve metinlerle önemli derecede bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
{"title":"2002 TÜRKİYE GENEL SEÇİM AFİŞLERİNE YÖNELİK GÖSTERGEBİLİM ANALİZİ*","authors":"Mehmet Uslu, Tuğba Yolcu","doi":"10.33692/avrasyad.1402040","DOIUrl":"https://doi.org/10.33692/avrasyad.1402040","url":null,"abstract":"Siyaset, temsili demokrasinin ortaya çıkışı ile birlikte siyasi partiler arasındaki yarışa dönüşmüştür. Bu süreçte seçim kampanyaları özelikle kitle iletişim araçlarının ortaya çıkışı ile birlikte önemli bir alan haline gelmiştir. Seçim kampanyalarınla yüz yüze iletişimin dışında farklı araçlar kullanılmaktadır. Bunlardan biri de seçim afişleridir. Afişler verilmek istenen mesajın en kısa yoldan sunulmasına katkı sağlamaktadır. Afişlerde kullanılan ifadeler ya da sembollerde bulundukları dönemin izlerini görmek mümkündür. Çalışmada bu yaklaşımdan hareketle seçim dönemine ait siyasal ortamın ve partilerin ideolojik unsurlarının siyasi partiler tarafından kullanılan seçim afişlerine yansıması üzerine bir araştırma gerçekleştirilecektir. Bu amaçla 2022 yılı seçimlerinde kullanılan ve çalışma örnekleminde belirlenen afişler göstergebilim metodu çerçevesinde incelenmiştir. Çalışmada 2002 Genel Seçimlerine katılan siyasi partilerden Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, 2002 Genel Seçimleri öncesinde koalisyon hükümetini oluşturan siyasi partiler olmaları sebebiyle, Adalet ve Kalkınma Partisi ise 2002 Genel Seçimlerini kazanan siyasi parti olması sebebiyle incelenen partiler olmuşlardır. Çalışma neticesinde, siyasal yapının, siyasi partiler tarafından seçim afişleri hazırlanırken dikkate alındığı ve ideolojik unsurların afişlerde kullanılan sloganlarla, görsellerle ve metinlerle önemli derecede bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır.","PeriodicalId":479546,"journal":{"name":"Avrasya uluslararası araştırmalar dergisi","volume":"255 9","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139011445","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}