Dostluk ilişkisi pratik hayata dönük bir olgu olduğu için ahlak felsefesi kapsamında incelenmiştir. İslam ahlak felsefesi geleneğinde filozoflar dostluk konusuna ya müstakil bir eser veya genel olarak ahlak içerikli eserlerinde müstakil başlıklar altında değinmişlerdir. Bu bağlamda Devvânî’den önceki filozofların düşüncelerinde de olduğu görülen dostluk düşüncesine filozofun da Ahlâk-ı Celâlî adlı eserinde bir başlık açarak değindiği görülmektedir. İnsanlar arasındaki ilişkilere özel bir anlam kazandıran dostluk kavramı, ailevî ilişkilerden sonra yakın çevre içerisinde kurulan en yakın ilişki türüdür. Toplu halde yaşamaya meyilli insan türünün, bu topluluk içerisinde kendisine yakınlık hissettiği kişilerle mutluluk veya mutsuzluğunu, sırlarını ve kısmen hayatında kendine özel anlarını paylaşmak ve bir takım konularda yardımlaşmak için dost bulması, dostluklar kurması insan fıtratından kaynaklı bir durum olarak görülmektedir. Devvânî’nin konu hakkındaki düşüncelerinde de dostluğun insanın tabiatı gereği ortaya çıktığı görülmektedir. Zira insan her ne kadar maddî ihtiyaçlarını bir şekilde karşılasa bile manevî olarak paylaşmaya ve yardımlaşmaya ihtiyaç hisseder. İnsan hayatında etkili bir davranış olan ve sıradan bir ilişki olmayıp üst düzey bir ilişki olan dostluk müessesinin sağlam temellere dayanması için dost seçiminde dikkatli olmak her önüne gelenle dostluk kurmamak gerektiği düşüncesi filozofun üzerinde önemle durduğu bir husustur. Filozofun düşüncelerinde, dost seçilecek kişinin bazı kıstaslara uygunluk arz etmesi gerektiği görülmektedir. Dost seçilecek kişinin karakter yapısının bu ilişkiyi kaldırabilecek yeterlilikte ve ahlakî bir olgunluk seviyesinde olması gerekmektedir. Zira bu ilişkinin, bireyin hayatını olumlu veya olumsuz yönde etkileyebileceği hususu filozofun dikkat çekmek istediği noktalardan birisidir. Uygun bir dost bulunup dostluk ilişkisi kurulduğunda ise dostların karşılıklı olarak sorumluluklarının olduğu bilinciyle, dostluk hukukuna riayet ederek bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Dostluk müessesini ayakta tutabilmek için dostların davranışlarında ölçülü olmaları filozofun temel tezleri arasında yer almaktadır. Bu çalışmada, dostluk ilişkisine olan ihtiyacın insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çeken filozofun konu hakkındaki düşünceleri incelenmiştir. Dostluk ilişkisi, insanlar arasındaki ilişkilere yönelik erdem olarak görülen değerler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, pratik felsefe kapsamında işlenen, toplumun ve bireyin huzur ve mutluluk içinde yaşamasına yönelik, var olandan ziyade, olması gereken davranışları bir problem olarak görüp buna yönelik teoriler öne süren birçok düşünce mevcuttur. Bu düşünceler içerisinde değerlendirilen dostluk erdemi, toplum içerisinde yaşayan bireyler arasında gelişen ilişkiye seviye kazandırma ve düzenleme anlamında ele alınan önemli bir davranış olma hasebiyle incelenmeye değer görülmüştür. Bu ilişkinin insanlar arasında yerinin doldurulamayacak kadar öneml
{"title":"FRIENDSHIP IN CELALEDDIN DEVANI'S MORAL THOUGHT","authors":"Veysi Abdulazi̇z","doi":"10.47145/dinbil.1382194","DOIUrl":"https://doi.org/10.47145/dinbil.1382194","url":null,"abstract":"Dostluk ilişkisi pratik hayata dönük bir olgu olduğu için ahlak felsefesi kapsamında incelenmiştir. İslam ahlak felsefesi geleneğinde filozoflar dostluk konusuna ya müstakil bir eser veya genel olarak ahlak içerikli eserlerinde müstakil başlıklar altında değinmişlerdir. Bu bağlamda Devvânî’den önceki filozofların düşüncelerinde de olduğu görülen dostluk düşüncesine filozofun da Ahlâk-ı Celâlî adlı eserinde bir başlık açarak değindiği görülmektedir. İnsanlar arasındaki ilişkilere özel bir anlam kazandıran dostluk kavramı, ailevî ilişkilerden sonra yakın çevre içerisinde kurulan en yakın ilişki türüdür. Toplu halde yaşamaya meyilli insan türünün, bu topluluk içerisinde kendisine yakınlık hissettiği kişilerle mutluluk veya mutsuzluğunu, sırlarını ve kısmen hayatında kendine özel anlarını paylaşmak ve bir takım konularda yardımlaşmak için dost bulması, dostluklar kurması insan fıtratından kaynaklı bir durum olarak görülmektedir. Devvânî’nin konu hakkındaki düşüncelerinde de dostluğun insanın tabiatı gereği ortaya çıktığı görülmektedir. Zira insan her ne kadar maddî ihtiyaçlarını bir şekilde karşılasa bile manevî olarak paylaşmaya ve yardımlaşmaya ihtiyaç hisseder. İnsan hayatında etkili bir davranış olan ve sıradan bir ilişki olmayıp üst düzey bir ilişki olan dostluk müessesinin sağlam temellere dayanması için dost seçiminde dikkatli olmak her önüne gelenle dostluk kurmamak gerektiği düşüncesi filozofun üzerinde önemle durduğu bir husustur. Filozofun düşüncelerinde, dost seçilecek kişinin bazı kıstaslara uygunluk arz etmesi gerektiği görülmektedir. Dost seçilecek kişinin karakter yapısının bu ilişkiyi kaldırabilecek yeterlilikte ve ahlakî bir olgunluk seviyesinde olması gerekmektedir. Zira bu ilişkinin, bireyin hayatını olumlu veya olumsuz yönde etkileyebileceği hususu filozofun dikkat çekmek istediği noktalardan birisidir. Uygun bir dost bulunup dostluk ilişkisi kurulduğunda ise dostların karşılıklı olarak sorumluluklarının olduğu bilinciyle, dostluk hukukuna riayet ederek bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Dostluk müessesini ayakta tutabilmek için dostların davranışlarında ölçülü olmaları filozofun temel tezleri arasında yer almaktadır. Bu çalışmada, dostluk ilişkisine olan ihtiyacın insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çeken filozofun konu hakkındaki düşünceleri incelenmiştir. Dostluk ilişkisi, insanlar arasındaki ilişkilere yönelik erdem olarak görülen değerler arasında yer almaktadır. Bu bağlamda, pratik felsefe kapsamında işlenen, toplumun ve bireyin huzur ve mutluluk içinde yaşamasına yönelik, var olandan ziyade, olması gereken davranışları bir problem olarak görüp buna yönelik teoriler öne süren birçok düşünce mevcuttur. Bu düşünceler içerisinde değerlendirilen dostluk erdemi, toplum içerisinde yaşayan bireyler arasında gelişen ilişkiye seviye kazandırma ve düzenleme anlamında ele alınan önemli bir davranış olma hasebiyle incelenmeye değer görülmüştür. Bu ilişkinin insanlar arasında yerinin doldurulamayacak kadar öneml","PeriodicalId":505876,"journal":{"name":"Din ve Bilim - Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi","volume":"20 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-08","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139185225","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışma esas olarak hicrî erken dönem el yazma Endülüs ve Fas mushafları konusunu ele almaktadır. Çalışmanın Giriş bölümünde kûfi hattı mefhumu ve bunun resm-i mushafla ilişkisi kaynaklara dayalı olarak ortaya konulmaktadır. Çalışma, üç ana ekseni temel almıştır. Bunlardan ilki, tarihsel olarak Fas ve Endülüs mushaflarının kavramsal anlamını kaynaklara dayanarak incelemektedir. Burada ayrıca bu mushaflar, Kuzey Afrika ve Güney Avrupa’daki fetih hareketleri, uygarlık ve İslam medeniyetiyle ilişkilendirilmiştir. İkinci eksen, Fas ve Endülüs mushaf yazısının özellikleri ve bu mushafların hicrî I. yüzyılda “hatt-ı yâbis” (Hicâzî/Kûfî) diye isimlendirilen bir hatla yazılmış olan “mesâhif-i Osmâniyye” tarzına uygunlukları etrafında şekillenmektedir. Ayrıca bu mushafların, Ebü’l-Esved ed-Düelî’nin (ö.69/688) tesis ettiği ve Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî’nin (ö.175/791) geliştirdiği nokta ve harekeleme kurallarına olan alakalarına da değinilmiştir. Zira bu hususlar Mağrib (Fas, Tunus, Endülüs) ve Meşrik mushafları özelinde karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır. Yine bu mushaflar, Ebû Amr ed-Dânî (ö.444/1052) ve resm-i Mushafla ilgilenen diğer alimlerin işaret ettikleri yönde kaynaklara dayalı olarak ve etimolojik açıdan ele alınmıştır. Bir taraftan da erken ve modern el yazması Mushaflar kodikolojik cihetten araştırılmıştır. Bunun yanı sıra matbu ve el yazması halinde bulunan Fas ve Endülüs mushaflarında gerek harf gerekse kelime cihetinden kitâbet-i Mesâhift-i Osmâniyye’nin en önemli özelliklerini açığa çıkarma çalışması da yapılmıştır. Son eksen ise, Fas ve Endülüs'te imlâ alimlerinin belirledikleri şekilde mushaf-ı şerif yazımında, harf ve kelime resminin sistematik olarak zabt edilmesi yoluyla el-makâsıdu’t-tahsîniyye etrafında çevrelenmektedir. Yine medeniyet ve uygarlığın, mushafların süslenmesindeki tezhibindeki ayrıca vakfetme üslubundaki sanatsal biçim ilişkisine de bakılmıştır. Böylelikle çalışma üzerinde Mağrib ve Meşrik mushaflarının karşılaştırılması metodu hâkim kılınmıştır. Çalışmada ulaşılan en bariz sonuca göre kûfi yazımından sülüse ve aklâm-ı sitte’ye (şeş kalem) intikal eden meşrik ehlinin aksine Fas ve Endülüs mushafları Hicaz yazısını geliştirmiş, güzelleştirmiş ve yazım hususunda onu merkezî bir konuma getirmiştir.
{"title":"Osman b. Affân Mushafı ve Fas-Endülüs Mushaf Yazım Geleneğine Etkisi","authors":"Ziyad Ravaşdeh","doi":"10.47145/dinbil.1370801","DOIUrl":"https://doi.org/10.47145/dinbil.1370801","url":null,"abstract":"Bu çalışma esas olarak hicrî erken dönem el yazma Endülüs ve Fas mushafları konusunu ele almaktadır. Çalışmanın Giriş bölümünde kûfi hattı mefhumu ve bunun resm-i mushafla ilişkisi kaynaklara dayalı olarak ortaya konulmaktadır. Çalışma, üç ana ekseni temel almıştır. Bunlardan ilki, tarihsel olarak Fas ve Endülüs mushaflarının kavramsal anlamını kaynaklara dayanarak incelemektedir. Burada ayrıca bu mushaflar, Kuzey Afrika ve Güney Avrupa’daki fetih hareketleri, uygarlık ve İslam medeniyetiyle ilişkilendirilmiştir. İkinci eksen, Fas ve Endülüs mushaf yazısının özellikleri ve bu mushafların hicrî I. yüzyılda “hatt-ı yâbis” (Hicâzî/Kûfî) diye isimlendirilen bir hatla yazılmış olan “mesâhif-i Osmâniyye” tarzına uygunlukları etrafında şekillenmektedir. Ayrıca bu mushafların, Ebü’l-Esved ed-Düelî’nin (ö.69/688) tesis ettiği ve Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî’nin (ö.175/791) geliştirdiği nokta ve harekeleme kurallarına olan alakalarına da değinilmiştir. Zira bu hususlar Mağrib (Fas, Tunus, Endülüs) ve Meşrik mushafları özelinde karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır. Yine bu mushaflar, Ebû Amr ed-Dânî (ö.444/1052) ve resm-i Mushafla ilgilenen diğer alimlerin işaret ettikleri yönde kaynaklara dayalı olarak ve etimolojik açıdan ele alınmıştır. Bir taraftan da erken ve modern el yazması Mushaflar kodikolojik cihetten araştırılmıştır. Bunun yanı sıra matbu ve el yazması halinde bulunan Fas ve Endülüs mushaflarında gerek harf gerekse kelime cihetinden kitâbet-i Mesâhift-i Osmâniyye’nin en önemli özelliklerini açığa çıkarma çalışması da yapılmıştır. Son eksen ise, Fas ve Endülüs'te imlâ alimlerinin belirledikleri şekilde mushaf-ı şerif yazımında, harf ve kelime resminin sistematik olarak zabt edilmesi yoluyla el-makâsıdu’t-tahsîniyye etrafında çevrelenmektedir. Yine medeniyet ve uygarlığın, mushafların süslenmesindeki tezhibindeki ayrıca vakfetme üslubundaki sanatsal biçim ilişkisine de bakılmıştır. Böylelikle çalışma üzerinde Mağrib ve Meşrik mushaflarının karşılaştırılması metodu hâkim kılınmıştır. Çalışmada ulaşılan en bariz sonuca göre kûfi yazımından sülüse ve aklâm-ı sitte’ye (şeş kalem) intikal eden meşrik ehlinin aksine Fas ve Endülüs mushafları Hicaz yazısını geliştirmiş, güzelleştirmiş ve yazım hususunda onu merkezî bir konuma getirmiştir.","PeriodicalId":505876,"journal":{"name":"Din ve Bilim - Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi","volume":"14 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-11-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139200649","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Those who are after knowledge and truth have not stopped spending their lives in this search. In this context, they say that knowledge is not specific to any time and is not monopolized by a certain geography. As a matter of fact, starting from this paradigm, they emphasized the eternal wisdom. Philosophers emphasizing eternal wisdom have stated that this wisdom is constantly present, and in this respect, it is a universal knowledge. This comprehension of eternal wisdom has been defended by many people from different nations and religions throughout history and has been instrumental in the copyright and translation of many works in this direction. Shahabeddin Suhrawardi, the founder of the philosophy of israq, who is one of the wisdom hunters in pursuit of eternal knowledge, says that wisdom first emerged with Hermes and then gave life to ancient Greece and Iran. It is accepted that Hermes, who is a historical personality, received this wisdom and spread it to the world by contacting the divine. It is significant in this respect that the name Hermes is identified with Irmis in Greek, Henun in Hebrew, and Idris among Muslims. Thus, this wisdom, which is considered divine and eternal, is accepted to have spread to Greece in the West and ancient Iran in the East. After Islam, many thinkers have created original works by combining wisdom and philosophy with their own understanding of culture and civilization. Among these philosophers, Suhrawardi is one of the important names who refer to the eternal knowledge with the originality of his works and the sources on which they are based. Suhrawardi says that he is the heir of this wisdom, which he believes came from ancient Greece and Persia. In this context, he states that he wants to revive the ishraq philosophy rather than build it. In this context, it is stated that Suhrawardi referred to the unity and source of this eternal wisdom rather than a synthesizing philosophy, and in this context, the philosophy of ishraq is original. Suhrawardi states that wisdom passed from Egypt to ancient Greece and Iran by Hermes. The study of this article has limited itself to the reception of ancient Iranian sources by Suhrawardi. In this study, firstly, it was determined how Keyumers, Feridun and Keyhüsrev in ancient Iran were handled in pre- and post-Islamic texts and in what form the Zoroastrian tradition was. Then, the traces of these traditions and names in the philosophy of israq were traced. It has been determined where these sages who lived in ancient Iran were seen by Suhrawardi. Thus, it was tried to determine what position Suhrawardi gave to these traditions and names in the philosophy of israq. The way in which many concepts of the aforementioned names and traditions are used in Suhrawardi's works, either conceptually or in terms of meaning, has been revealed. Knowing the relationship of Suhrawardi, who is also an Iranian, with ancient Iranian thought is meaningful in terms of detecting the traces of ancie
{"title":"The Ancient İranian Sources of the İshraq Philosopher Suhrawardi","authors":"Rıdvan Yildiz","doi":"10.47145/dinbil.1349574","DOIUrl":"https://doi.org/10.47145/dinbil.1349574","url":null,"abstract":"Those who are after knowledge and truth have not stopped spending their lives in this search. In this context, they say that knowledge is not specific to any time and is not monopolized by a certain geography. As a matter of fact, starting from this paradigm, they emphasized the eternal wisdom. Philosophers emphasizing eternal wisdom have stated that this wisdom is constantly present, and in this respect, it is a universal knowledge. This comprehension of eternal wisdom has been defended by many people from different nations and religions throughout history and has been instrumental in the copyright and translation of many works in this direction. Shahabeddin Suhrawardi, the founder of the philosophy of israq, who is one of the wisdom hunters in pursuit of eternal knowledge, says that wisdom first emerged with Hermes and then gave life to ancient Greece and Iran. It is accepted that Hermes, who is a historical personality, received this wisdom and spread it to the world by contacting the divine. It is significant in this respect that the name Hermes is identified with Irmis in Greek, Henun in Hebrew, and Idris among Muslims. Thus, this wisdom, which is considered divine and eternal, is accepted to have spread to Greece in the West and ancient Iran in the East. After Islam, many thinkers have created original works by combining wisdom and philosophy with their own understanding of culture and civilization. Among these philosophers, Suhrawardi is one of the important names who refer to the eternal knowledge with the originality of his works and the sources on which they are based. Suhrawardi says that he is the heir of this wisdom, which he believes came from ancient Greece and Persia. In this context, he states that he wants to revive the ishraq philosophy rather than build it. In this context, it is stated that Suhrawardi referred to the unity and source of this eternal wisdom rather than a synthesizing philosophy, and in this context, the philosophy of ishraq is original. Suhrawardi states that wisdom passed from Egypt to ancient Greece and Iran by Hermes. The study of this article has limited itself to the reception of ancient Iranian sources by Suhrawardi. In this study, firstly, it was determined how Keyumers, Feridun and Keyhüsrev in ancient Iran were handled in pre- and post-Islamic texts and in what form the Zoroastrian tradition was. Then, the traces of these traditions and names in the philosophy of israq were traced. It has been determined where these sages who lived in ancient Iran were seen by Suhrawardi. Thus, it was tried to determine what position Suhrawardi gave to these traditions and names in the philosophy of israq. The way in which many concepts of the aforementioned names and traditions are used in Suhrawardi's works, either conceptually or in terms of meaning, has been revealed. Knowing the relationship of Suhrawardi, who is also an Iranian, with ancient Iranian thought is meaningful in terms of detecting the traces of ancie","PeriodicalId":505876,"journal":{"name":"Din ve Bilim - Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi","volume":"4 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139319114","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
The philosophy of cosmism traces its origins back to the philosophical traditions of Ancient Greece. The philosophy of cosmism encompasses various dimensions, including religious-philosophical, mystical, artistic, aesthetic, and scientific aspects. Within this philosophical framework, the concepts pertaining to human beings and mankind are interconnected, forming a cohesive community. The term “Cosmism” originates from the Greek term (κόσμος) "kosmos," which refers to a harmoniously organized world. The earliest views on this subject are found in Hesiod's Theogonia (The Birth of the Gods). The conception of the universe in the texts of ancient Greek thought was shaped by questioning the relationship between the phenomenon and the noumena realm within the framework of the archaea problem. It is possible to see how Plato and Aristotle constructed these metaphysical relations in their cosmology. The cosmological knowledge of medieval philosophy also exhibits the impact of Greek cosmology. Ptolemy systematically addresses Greek cosmology. During the 16th century, significant advancements were made in cosmology, encompassing a wide range of concepts and hypotheses. The scientific discoveries and theories of Copernicus, Galileo, and Newton not only presented a scientific viewpoint but also prompted inquiries regarding humanity's position and significance within the context of history and intellectual development. Russian Cosmism emerged relatively late in global philosophy, specifically around the mid-19th century. According to Solovyov, the human mind, which serves as the guiding force in the functioning of the world, is engaged in a perpetual struggle against the primordial state of disorder and confusion. He asserted that this world's spirit and nature had a covert agreement. The mind (logos) is responsible for creating this magnificent existence within the realm. The process called “Creation” encompasses two interconnected objectives, general and particular in nature. The general purpose is the embodiment of an actual idea, i.e., light and life in various forms of natural beauty; however, the special purpose is the creation of man, i.e., the most incredible physical beauty also represents the highest inner potential of light and life. Solovyov calls this phenomenon as self-consciousness. Solovyov contends, by highlighting this beautiful creation of man, that man is no longer merely a participant in the action of cosmic principles but also a being capable of understanding the purpose of this action and, as a result, working meaningfully and freely toward its accomplishment. Solovyov analyzed Islamic issues from different angles in his Works titled The Three Forces, Philosophical Principles of Holistic Knowledge, and other works such as Christian Politics and the History and Future of Theocracy, Muhammad, Her Life, and Religious Teachings. As a religious philosopher, Solovyov's aim in addressing these issues was to try to solve the problems of Christ
{"title":"Criticism of the Criticism of Islam and the West in the Philosophical Thought of Vladimir Sergeyevich Solovyov","authors":"Kasım Mümi̇noğlu","doi":"10.47145/dinbil.1336641","DOIUrl":"https://doi.org/10.47145/dinbil.1336641","url":null,"abstract":"The philosophy of cosmism traces its origins back to the philosophical traditions of Ancient Greece. The philosophy of cosmism encompasses various dimensions, including religious-philosophical, mystical, artistic, aesthetic, and scientific aspects. Within this philosophical framework, the concepts pertaining to human beings and mankind are interconnected, forming a cohesive community. The term “Cosmism” originates from the Greek term (κόσμος) \"kosmos,\" which refers to a harmoniously organized world. The earliest views on this subject are found in Hesiod's Theogonia (The Birth of the Gods). The conception of the universe in the texts of ancient Greek thought was shaped by questioning the relationship between the phenomenon and the noumena realm within the framework of the archaea problem. It is possible to see how Plato and Aristotle constructed these metaphysical relations in their cosmology. The cosmological knowledge of medieval philosophy also exhibits the impact of Greek cosmology. Ptolemy systematically addresses Greek cosmology. During the 16th century, significant advancements were made in cosmology, encompassing a wide range of concepts and hypotheses. The scientific discoveries and theories of Copernicus, Galileo, and Newton not only presented a scientific viewpoint but also prompted inquiries regarding humanity's position and significance within the context of history and intellectual development. Russian Cosmism emerged relatively late in global philosophy, specifically around the mid-19th century. According to Solovyov, the human mind, which serves as the guiding force in the functioning of the world, is engaged in a perpetual struggle against the primordial state of disorder and confusion. He asserted that this world's spirit and nature had a covert agreement. The mind (logos) is responsible for creating this magnificent existence within the realm. The process called “Creation” encompasses two interconnected objectives, general and particular in nature. The general purpose is the embodiment of an actual idea, i.e., light and life in various forms of natural beauty; however, the special purpose is the creation of man, i.e., the most incredible physical beauty also represents the highest inner potential of light and life. Solovyov calls this phenomenon as self-consciousness. Solovyov contends, by highlighting this beautiful creation of man, that man is no longer merely a participant in the action of cosmic principles but also a being capable of understanding the purpose of this action and, as a result, working meaningfully and freely toward its accomplishment. Solovyov analyzed Islamic issues from different angles in his Works titled The Three Forces, Philosophical Principles of Holistic Knowledge, and other works such as Christian Politics and the History and Future of Theocracy, Muhammad, Her Life, and Religious Teachings. As a religious philosopher, Solovyov's aim in addressing these issues was to try to solve the problems of Christ","PeriodicalId":505876,"journal":{"name":"Din ve Bilim - Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi","volume":"61 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139338348","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}