首页 > 最新文献

Kader最新文献

英文 中文
A Sunni & Shiite Synthetic Approach to The Imamate Problem: Shamsaddin as-Samarqandī's Political View 逊尼派和什叶派对伊玛目问题的综合分析:沙姆萨丁-撒马尔罕的政治观点
Pub Date : 2023-06-30 DOI: 10.18317/kaderdergi.1283648
Tarık Tanribi̇li̇r
İslam düşünce tarihinin kırılma noktalarından birini teşkil eden problemlerden birisi de devlet başkanlığıdır. Müslümanlar, bu konuda yalnızca teorik ihtilafa düşmemiş, fiilî mücadelelere de girmişlerdir. Bu anlaşmazlık, etkisini günümüze kadar devam ettirmiş ve Müslümanların hem dini hem de dünyevi görüşlerini şekillendirmiştir. Hz. Muhammed’in rolünü üstlenecek ve Müslümanların dini ve dünyevi işlerini tanzim edecek adayın kimliği tartışması, teorik ve pratik alanda kendisini gösteren tarihsel çekişmelere sahne olmuştur. Siyasi tezleri meşrulaştırmak amacıyla ileri sürülen dini referanslar söz konusu tezlerin kurumsallaşmasına neden olmuş ve temelde siyasi karakterli hadiseler din ile ilişkilendirilmiştir. İslam mezhepleri arasında özellikle Şîa, devlet başkanlığı problemine varoluşsal bir anlam yüklemiş, bütün dini ve dünyevi görüşlerini bu eksende şekillendirmiştir. Devlet başkanlığı problemini neredeyse bir iman esası olarak benimseyen Şîa, devlet başkanlarına peygamberliğe yakın bir mertebe tahsis etmiştir. Zeydiyye, siyaset konusunda Şîa’nın Ehl-i Sünnet’e en yakın kolu olarak dikkat çekmektedir. Onlar, devlet başkanının özellikleri, Hz. Ali haricindeki devlet başkanları ve sahâbe hakkında daha ılımlı düşünmektedir. Ehl-i Sünnet, devlet başkanlığını esasen fıkhî-siyasî bir konu olarak değerlendirmektedir. Devlet başkanlığını bir iman problemi olarak gören ve bu problemi sistemleştiren Şîa’ya itiraz etmek amacıyla bile olsa bu tartışmayı inanç alanına taşımak siyaset düşüncesinde Şîa’nın Ehl-i Sünnet üzerindeki ilk etkilerini göstermektedir. Şîa, Hz. Ali’nin devlet başkanlığını savunmak ve diğerlerinin meşruiyetini sorgulamak amacıyla meseleyi inanç alanına taşımış, çeşitli dini metinlere referansla Hz. Ali’nin Allah katında daha üstün, dolayısıyla da devlet başkanlığına daha layık zât olduğunu kanıtlamak istemiştir. Şîa, siyasi tezlerini güçlü bir şekilde kanıtlamak ve mutlak otorite kurmak amacıyla meseleyi dogmatik bir tarzda incelemiştir. Bu yöntemin kaçınılmaz bir sonucu olarak devlet başkanlığı kurumu ilahi yetkilerle donatılmıştır. Devlet başkanlarının nas ile tayin edilmesi ve ismet sıfatına sahip olması tezleri bu yaklaşımın en somut yansımalarıdır. Ehl-i Sünnet, Hz. Ali'nin üstünlüğünü savunan Şîa’ya karşı Hz. Ebubekir’in üstünlüğünü savunarak meşruiyetini temellendirmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım, Şîa’ya kendi yöntemiyle etkili cevap verme misyonunu deruhte ettiği kadar yöntemsel etkileşimi de gözler önüne sermektedir. Siyaset tasavvurunu incelediğimiz Şemseddin es-Semerkandî, Hanefî-Mâtürîdî kelam geleneğine mensup bir Ehl-i Sünnet âlimidir. O, siyasi görüşleri ve üslubundan dolayı kimileri tarafından Şiî olarak da nitelendirilmiştir. Semerkandî’nin siyaset tasavvurunu onun genel kelam felsefesi bağlamında inceleyerek mezhepsel aidiyeti ve siyasi duruşu hakkında daha net bilgi sahibi olabiliriz. O, diğer meselelerde olduğu gibi siyaset konusunda da tahkik yöntemini benimsemiş, Ehl-i Sünnet ana caddesine bağlı kalmakla beraber k
{"title":"A Sunni & Shiite Synthetic Approach to The Imamate Problem: Shamsaddin as-Samarqandī's Political View","authors":"Tarık Tanribi̇li̇r","doi":"10.18317/kaderdergi.1283648","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1283648","url":null,"abstract":"İslam düşünce tarihinin kırılma noktalarından birini teşkil eden problemlerden birisi de devlet başkanlığıdır. Müslümanlar, bu konuda yalnızca teorik ihtilafa düşmemiş, fiilî mücadelelere de girmişlerdir. Bu anlaşmazlık, etkisini günümüze kadar devam ettirmiş ve Müslümanların hem dini hem de dünyevi görüşlerini şekillendirmiştir. Hz. Muhammed’in rolünü üstlenecek ve Müslümanların dini ve dünyevi işlerini tanzim edecek adayın kimliği tartışması, teorik ve pratik alanda kendisini gösteren tarihsel çekişmelere sahne olmuştur. Siyasi tezleri meşrulaştırmak amacıyla ileri sürülen dini referanslar söz konusu tezlerin kurumsallaşmasına neden olmuş ve temelde siyasi karakterli hadiseler din ile ilişkilendirilmiştir. İslam mezhepleri arasında özellikle Şîa, devlet başkanlığı problemine varoluşsal bir anlam yüklemiş, bütün dini ve dünyevi görüşlerini bu eksende şekillendirmiştir. Devlet başkanlığı problemini neredeyse bir iman esası olarak benimseyen Şîa, devlet başkanlarına peygamberliğe yakın bir mertebe tahsis etmiştir. Zeydiyye, siyaset konusunda Şîa’nın Ehl-i Sünnet’e en yakın kolu olarak dikkat çekmektedir. Onlar, devlet başkanının özellikleri, Hz. Ali haricindeki devlet başkanları ve sahâbe hakkında daha ılımlı düşünmektedir. \u0000Ehl-i Sünnet, devlet başkanlığını esasen fıkhî-siyasî bir konu olarak değerlendirmektedir. Devlet başkanlığını bir iman problemi olarak gören ve bu problemi sistemleştiren Şîa’ya itiraz etmek amacıyla bile olsa bu tartışmayı inanç alanına taşımak siyaset düşüncesinde Şîa’nın Ehl-i Sünnet üzerindeki ilk etkilerini göstermektedir. Şîa, Hz. Ali’nin devlet başkanlığını savunmak ve diğerlerinin meşruiyetini sorgulamak amacıyla meseleyi inanç alanına taşımış, çeşitli dini metinlere referansla Hz. Ali’nin Allah katında daha üstün, dolayısıyla da devlet başkanlığına daha layık zât olduğunu kanıtlamak istemiştir. Şîa, siyasi tezlerini güçlü bir şekilde kanıtlamak ve mutlak otorite kurmak amacıyla meseleyi dogmatik bir tarzda incelemiştir. Bu yöntemin kaçınılmaz bir sonucu olarak devlet başkanlığı kurumu ilahi yetkilerle donatılmıştır. Devlet başkanlarının nas ile tayin edilmesi ve ismet sıfatına sahip olması tezleri bu yaklaşımın en somut yansımalarıdır. Ehl-i Sünnet, Hz. Ali'nin üstünlüğünü savunan Şîa’ya karşı Hz. Ebubekir’in üstünlüğünü savunarak meşruiyetini temellendirmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım, Şîa’ya kendi yöntemiyle etkili cevap verme misyonunu deruhte ettiği kadar yöntemsel etkileşimi de gözler önüne sermektedir. \u0000Siyaset tasavvurunu incelediğimiz Şemseddin es-Semerkandî, Hanefî-Mâtürîdî kelam geleneğine mensup bir Ehl-i Sünnet âlimidir. O, siyasi görüşleri ve üslubundan dolayı kimileri tarafından Şiî olarak da nitelendirilmiştir. Semerkandî’nin siyaset tasavvurunu onun genel kelam felsefesi bağlamında inceleyerek mezhepsel aidiyeti ve siyasi duruşu hakkında daha net bilgi sahibi olabiliriz. O, diğer meselelerde olduğu gibi siyaset konusunda da tahkik yöntemini benimsemiş, Ehl-i Sünnet ana caddesine bağlı kalmakla beraber k","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"80196701","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Does the Conception of Spirit of the Muteqaddimūn Period Theologians Have a Correspondence in Modern Science? Muteqaddimūn时期神学家的精神观在现代科学中是否有对应?
Pub Date : 2023-06-30 DOI: 10.18317/kaderdergi.1283622
Mehmet Ödemi̇ş
Genelde insanın mahiyeti özelde ise ruhun varlığı ve mahiyeti konusu, düşünce tarihi boyunca tartışılagelmiştir. İnsan, bilen özne olarak önce kendini tanımaya çalışmıştır. Bu sorgulamayı yaparken sadece fenomenal varlığını (bedenini) değil, orada bir yerde olduğundan şüphe etmediği manevi kimliğini de merak etmiştir. Bu merak; anatomiden fizyolojiye, ilm-i ruhtan felsefeye, tıptan sosyolojiye, biyolojiden nörobiyolojiye, psikolojiden nöropsikolojiye, kimyadan nörokimyaya kadar uzanan bilimsel bir yolculuğun tahrik gücünü meydana getirmiştir. Sonunda her uygarlığın kendi bilimsel ve felsefi birikimine uygun olarak çeşitli insan tasavvurları geliştirilmiştir. İnsanlığa mâl olmuş kadim düşünce geleneği, insanı kahir ekseriyette düalist bir tanıma dahil etmiştir. Modern bilimle birlikte insanı fizik olarak incelemek için geliştirilen pek çok aygıtın sağladığı imkanlarla sayısız veriye ulaşılmış, bu veriler insanın fizik ve metafizik veçhesiyle nasıl bir varlık olduğunu anlamada büyük yararlılıklar sağlamıştır. Bununla birlikte doğal dünyaya ve onun bir parçası olan insana dair bilgimiz artıkça bakış açıları paradigmatik değişimlere zorlanmıştır. Bilimsel bilgiyle koşut bir şekilde gelişen ve değişen felsefi akımlar, dinin özellikle Batı dünyasında gerilemesi, bilginin yorumlanmasındaki hâkim modelleri geriletmiştir. İnsan nosyonları da bu büyük tagayyürden payını kaçınılmaz olarak almıştır. Eylemlerin arkasındaki özne, bedenden/beyinden ayrı/bağımsız ve bütünüyle otonom ve rasyonel midir? Yoksa çağdaş sinir bilimin öne sürdüğü gibi bedenden/beyinden ya da onun işlevselliğinden mi ibarettir? Bu uyumlu işlevsellik bütünüyle ya da kısmen doğal nedenselliğe bağlı olarak mı gerçekleşmektedir? İnsanı insan yapan bir öz veya ayırt edici bir özellik var mıdır? Varsa bu öz/özellik fiziksel midir yoksa fizik ötesi bir töz müdür? Bu sorulara ilk dönem kelâmcılarının hangi çerçevede ne cevap verdiği; daha çok dinî bilgi, kısmen dönemin tıp bilgisi ve büyük oranda mantıksal akıl yürütme ekseninde geliştirilen hipotezlerin çağdaş bilimin ileri sürdüğü insan ve ruh tarifleriyle ne oranda örtüştüğü meselesi, makalenin ana konusunu oluşturmaktadır. Özetle bu çalışma; süregelen kadim soruşturmanın iki önemli evresi olarak gördüğümüz, ilk dönem kelâmcılarının ruh teorileriyle güncel bilimsel veriler arasındaki paralellikleri ve yaklaşım benzerliklerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Zira akültürasyon sürecine bağlı dönüşümün düşünce üzerinde belirleyici güç hâline gelmediği kelâmın ilk döneminde (mütekaddimûn) serdedilen fikirlerin daha orijinal ve değerli olduğu düşünülmektedir. Problemin temel kavramları arasında yer alan ruh, nefs, zihin, benlik ve bilincin tanımları hakkında kısa bilgiler verildikten sonra erken dönem Mu‘tezilî ve Ehl-i Sünnet mütefekkirlerinin konuya ilişkin düşünceleri güncel verilerle karşılaştırmalı olarak aktarılmıştır. Araştırma boyunca elde edilen veriler, analitik ve semantik tahlillere tabi tutularak sağlıklı bir tasvirî çıkarım yapılmaya
{"title":"Does the Conception of Spirit of the Muteqaddimūn Period Theologians Have a Correspondence in Modern Science?","authors":"Mehmet Ödemi̇ş","doi":"10.18317/kaderdergi.1283622","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1283622","url":null,"abstract":"Genelde insanın mahiyeti özelde ise ruhun varlığı ve mahiyeti konusu, düşünce tarihi boyunca tartışılagelmiştir. İnsan, bilen özne olarak önce kendini tanımaya çalışmıştır. Bu sorgulamayı yaparken sadece fenomenal varlığını (bedenini) değil, orada bir yerde olduğundan şüphe etmediği manevi kimliğini de merak etmiştir. Bu merak; anatomiden fizyolojiye, ilm-i ruhtan felsefeye, tıptan sosyolojiye, biyolojiden nörobiyolojiye, psikolojiden nöropsikolojiye, kimyadan nörokimyaya kadar uzanan bilimsel bir yolculuğun tahrik gücünü meydana getirmiştir. Sonunda her uygarlığın kendi bilimsel ve felsefi birikimine uygun olarak çeşitli insan tasavvurları geliştirilmiştir. İnsanlığa mâl olmuş kadim düşünce geleneği, insanı kahir ekseriyette düalist bir tanıma dahil etmiştir. Modern bilimle birlikte insanı fizik olarak incelemek için geliştirilen pek çok aygıtın sağladığı imkanlarla sayısız veriye ulaşılmış, bu veriler insanın fizik ve metafizik veçhesiyle nasıl bir varlık olduğunu anlamada büyük yararlılıklar sağlamıştır. Bununla birlikte doğal dünyaya ve onun bir parçası olan insana dair bilgimiz artıkça bakış açıları paradigmatik değişimlere zorlanmıştır. Bilimsel bilgiyle koşut bir şekilde gelişen ve değişen felsefi akımlar, dinin özellikle Batı dünyasında gerilemesi, bilginin yorumlanmasındaki hâkim modelleri geriletmiştir. İnsan nosyonları da bu büyük tagayyürden payını kaçınılmaz olarak almıştır. Eylemlerin arkasındaki özne, bedenden/beyinden ayrı/bağımsız ve bütünüyle otonom ve rasyonel midir? Yoksa çağdaş sinir bilimin öne sürdüğü gibi bedenden/beyinden ya da onun işlevselliğinden mi ibarettir? Bu uyumlu işlevsellik bütünüyle ya da kısmen doğal nedenselliğe bağlı olarak mı gerçekleşmektedir? İnsanı insan yapan bir öz veya ayırt edici bir özellik var mıdır? Varsa bu öz/özellik fiziksel midir yoksa fizik ötesi bir töz müdür? Bu sorulara ilk dönem kelâmcılarının hangi çerçevede ne cevap verdiği; daha çok dinî bilgi, kısmen dönemin tıp bilgisi ve büyük oranda mantıksal akıl yürütme ekseninde geliştirilen hipotezlerin çağdaş bilimin ileri sürdüğü insan ve ruh tarifleriyle ne oranda örtüştüğü meselesi, makalenin ana konusunu oluşturmaktadır. Özetle bu çalışma; süregelen kadim soruşturmanın iki önemli evresi olarak gördüğümüz, ilk dönem kelâmcılarının ruh teorileriyle güncel bilimsel veriler arasındaki paralellikleri ve yaklaşım benzerliklerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Zira akültürasyon sürecine bağlı dönüşümün düşünce üzerinde belirleyici güç hâline gelmediği kelâmın ilk döneminde (mütekaddimûn) serdedilen fikirlerin daha orijinal ve değerli olduğu düşünülmektedir. Problemin temel kavramları arasında yer alan ruh, nefs, zihin, benlik ve bilincin tanımları hakkında kısa bilgiler verildikten sonra erken dönem Mu‘tezilî ve Ehl-i Sünnet mütefekkirlerinin konuya ilişkin düşünceleri güncel verilerle karşılaştırmalı olarak aktarılmıştır. Araştırma boyunca elde edilen veriler, analitik ve semantik tahlillere tabi tutularak sağlıklı bir tasvirî çıkarım yapılmaya ","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"78243353","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
İlk Dönem Eş‘arî Kelâmcılarını Âdet Teorisini Kabule Sevk Eden Âmiller
Pub Date : 2023-06-30 DOI: 10.18317/kaderdergi.1283532
Sümeyra Şermet, Lütfü Cengi̇z
Kelâm ilmi Allah’ın varlığı ve sıfatlarını ispatlamayı amaçlamaktadır. Bu amaç etrafında kelâmcılar, duyulur âlemden gaybî alana yönelen bir yöntem benimsemişlerdir. Kıyâsü’l-ğāib alâ’ş-şâhid şeklinde isimlendirilen bu yöntem, muhaliflerle yapılan tartışmalarda ortak bir zemin oluşturmuştur. Çünkü duyulur âlem inkâra mahal vermeyecek şekilde insan algısına açıktır. Bundan hareketle Eş’arî kelâmında “Allah dışındaki her şey” şeklinde tanımlanan âlem hem yapı hem işleyiş itibariyle ele alınmaya çalışılmıştır. Kelâmcıların belirledikleri ilkeler etrafında âlemin cevher, araz ve cisimlerden oluştuğu söylenmiştir. Bahsi geçen varlıklar en temelde birbirine, ayrıca daha üst bir iradeye bağımlı bir şekilde kurgulanmıştır. Eş‘arî gelenek bu kurgudan hareketle âlemin işleyişini âdet teorisi ile açıklamayı tercih etmiştir. Hatta onların âleme ve Allah’a yönelik temel kabulleri bu tercihi zorunlu kılmıştır. Çünkü onlar Allah’ı mutlak irade ve kudret sahibi fâil-i muhtar bir ilah olarak tasavvur etmektedir. Âlemde akıl tarafından imkânsız görülen olay ya da durumlar haricindeki her şey, O’nun kudreti dâhilindedir. Bu yönüyle âlem mümkünler mecrası şeklinde nitelenmektedir. Özellikle arazın bâkî olmayan yapısından hareket eden Eş‘arî gelenek, arazların her an yeniden yaratılması gerektiği görüşünü ısrarla savunmaktadır. Bu temel savunu da âlemin Allah’a olan bağımlılığını tümüyle gözler önüne sermektedir. Bu temel kabuller üzerine inşa edilen âdet teorisi, mutlak irade ve kudret sahibi Allah’a herhangi bir sınırlama getirmeden âlemin işleyişini özgün bir şekilde açıklamaktadır. Eş‘arî geleneği birebir yansıtan bu teori, onların başta Allah-âlem ilişkisi olmak üzere tüm kelâmî meseleleri tutarlılık içinde açıklamalarına olanak sağlamaktadır. İşte bu çalışma ilk dönem Eş’arî geleneği âdet teorisini kabule sevk eden temel ilkeleri başlıklar halinde ele alarak irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaç etrafında literatür taraması yapılarak tespit edilen ilk dönem Eş’arî kelâmcıların görüşleri incelenmiş, konu bağlamında yorumlanmıştır.
{"title":"İlk Dönem Eş‘arî Kelâmcılarını Âdet Teorisini Kabule Sevk Eden Âmiller","authors":"Sümeyra Şermet, Lütfü Cengi̇z","doi":"10.18317/kaderdergi.1283532","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1283532","url":null,"abstract":"Kelâm ilmi Allah’ın varlığı ve sıfatlarını ispatlamayı amaçlamaktadır. Bu amaç etrafında kelâmcılar, duyulur âlemden gaybî alana yönelen bir yöntem benimsemişlerdir. Kıyâsü’l-ğāib alâ’ş-şâhid şeklinde isimlendirilen bu yöntem, muhaliflerle yapılan tartışmalarda ortak bir zemin oluşturmuştur. Çünkü duyulur âlem inkâra mahal vermeyecek şekilde insan algısına açıktır. Bundan hareketle Eş’arî kelâmında “Allah dışındaki her şey” şeklinde tanımlanan âlem hem yapı hem işleyiş itibariyle ele alınmaya çalışılmıştır. Kelâmcıların belirledikleri ilkeler etrafında âlemin cevher, araz ve cisimlerden oluştuğu söylenmiştir. Bahsi geçen varlıklar en temelde birbirine, ayrıca daha üst bir iradeye bağımlı bir şekilde kurgulanmıştır. Eş‘arî gelenek bu kurgudan hareketle âlemin işleyişini âdet teorisi ile açıklamayı tercih etmiştir. Hatta onların âleme ve Allah’a yönelik temel kabulleri bu tercihi zorunlu kılmıştır. Çünkü onlar Allah’ı mutlak irade ve kudret sahibi fâil-i muhtar bir ilah olarak tasavvur etmektedir. Âlemde akıl tarafından imkânsız görülen olay ya da durumlar haricindeki her şey, O’nun kudreti dâhilindedir. Bu yönüyle âlem mümkünler mecrası şeklinde nitelenmektedir. Özellikle arazın bâkî olmayan yapısından hareket eden Eş‘arî gelenek, arazların her an yeniden yaratılması gerektiği görüşünü ısrarla savunmaktadır. Bu temel savunu da âlemin Allah’a olan bağımlılığını tümüyle gözler önüne sermektedir. Bu temel kabuller üzerine inşa edilen âdet teorisi, mutlak irade ve kudret sahibi Allah’a herhangi bir sınırlama getirmeden âlemin işleyişini özgün bir şekilde açıklamaktadır. Eş‘arî geleneği birebir yansıtan bu teori, onların başta Allah-âlem ilişkisi olmak üzere tüm kelâmî meseleleri tutarlılık içinde açıklamalarına olanak sağlamaktadır. İşte bu çalışma ilk dönem Eş’arî geleneği âdet teorisini kabule sevk eden temel ilkeleri başlıklar halinde ele alarak irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaç etrafında literatür taraması yapılarak tespit edilen ilk dönem Eş’arî kelâmcıların görüşleri incelenmiş, konu bağlamında yorumlanmıştır.","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"83913694","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Yok Olanı Yeniden Yaratmak Mümkün mü? Müteahhirûn Dönemi Kelâmında Ma‘dûmun İ‘âdesiyle İlgili Tartışmalar
Pub Date : 2023-06-30 DOI: 10.18317/kaderdergi.1283729
Sercan Yavuz
Kelâmcıların cismânî haşrin imkânı ve anlaşılmasını savunmak için ortaya koydukları en temel tartışmalardan biri ma‘dûmun i‘âdesi yani yok olanın aynıyla yeniden yaratılmasıdır. Birtakım farklılıklara rağmen Mu‘tezile kelâmcıları da dâhil olmak üzere ma‘dûmun i‘âdesi kelâmcılar tarafından mümkün görülmüştür. Ma‘dûmun i‘âdesini kabul etmeyerek kelâmcıların klasik görüşüne muhalefet eden İbn Sînâ, yeni bir tartışmanın ortaya çıkmasına ve i‘âde konusunda fikir ayrılıklarına neden olmuştur. Ondan sonra gelen ve ondan etkilenen İslam filozofları ve kelâmcılar, İbn Sînâ’nın yolundan gitmiş ve onun ma‘dûmun i‘âdesinin mümkün olmadığı yönündeki delillerini geliştirerek yeniden formüle etmiştir. Aynı şekilde ma‘dûmun i‘âde imkânını klasik görüşü destekler mahiyette savunan müteahhirûn dönemi kelâmcıları yeniden inşa edilen bu delillere yönelik yeni eleştiriler getirmişlerdir. Böylece tartışma ma‘dûmun i‘âdesinin mümkün olup olmadığı konusunda İslam filozofları ve kelâmcılar arasında gerçekleşen bir meseleye dönüşmüştür. Hatta öyle ki kelâmcılara göre diriliş tartışmalarının bir uzantısı olan ma‘dûmun i‘âdesi konusuna sem‘iyyât bahislerinin alt başlıklarında yer veren kelâmcıların aksine İslâm filozofları, ma‘dûmun i‘âdesini mümkün görmediklerinden metafizik tartışmaların yer verildiği umûr-ı âmme bahislerinin varlık ve yoklukla ilgili alt başlıklarında ele almayı tercih etmişlerdir. Çünkü İbn Sînâ’nın önayak olduğu görüşe göre ma‘dûmun i‘âdesi yoklukla ilgili olan metafizik bir meseledir. Bir tarafta ma‘dûmun i‘âdesini mümkün görmeyen filozoflar, var olup daha sonra yok olan şeylerin aynıyla yeniden yaratılamayacağını yeni argümanlarla savunurken diğer tarafta kelâmcılar cedelî bir üslupla hem bu argümanlara yönelik eleştirilerini sunmuşlar hem de yok olanların tekrar aynıyla yeniden yaratılacağını savunmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla bahsi geçen bu tartışmaları eserlerine taşıyan kelâmcılar, makalemizin başlığı olan ma‘dûmu yeniden yaratmak mümkün mü sorusuna cevap aramışlardır. Zira metinlerin içeriği ma‘dûmun i‘âdesini red ve kabul edenlerin kimler olduğu, felsefeci ve kelâmcılar arasındaki tartışmanın arka planı ve bağlamı, i‘âdenin reddi için ileri sürülen istidlâlî deliller, bu delillere yönelik cevap niteliğindeki eleştiriler ve i‘âdenin kabulü için ileri sürülen deliller hakkında tartışmanın seyrine dair detaylı ve önemli bilgiler sunmuştur. Bu bağlamda çalışma, kelâmcı ve felsefeciler arasında tartışma konusu haline gelen ma‘dûmun i‘âdesi yani ma‘dûmun yeniden aynıyla yaratılıp yaratılmayacağı hakkındaki ileri sürülen delilleri ve bu delillere yönelik eleştirileri ele almıştır. İ‘âdenin mümkün görülmemesine yönelik delillerin kaynağının İbn Sînâ’ya dayanmasından dolayı ona da işaret edilmiştir. Kapsam olarak ise çalışmada müteahhirûn dönemi kelâmının öne çıkan kelâmcılarının temel eserleri ve bu eserlere yazılan temel şerhler esas alınmıştır.
{"title":"Yok Olanı Yeniden Yaratmak Mümkün mü? Müteahhirûn Dönemi Kelâmında Ma‘dûmun İ‘âdesiyle İlgili Tartışmalar","authors":"Sercan Yavuz","doi":"10.18317/kaderdergi.1283729","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1283729","url":null,"abstract":"Kelâmcıların cismânî haşrin imkânı ve anlaşılmasını savunmak için ortaya koydukları en temel tartışmalardan biri ma‘dûmun i‘âdesi yani yok olanın aynıyla yeniden yaratılmasıdır. Birtakım farklılıklara rağmen Mu‘tezile kelâmcıları da dâhil olmak üzere ma‘dûmun i‘âdesi kelâmcılar tarafından mümkün görülmüştür. Ma‘dûmun i‘âdesini kabul etmeyerek kelâmcıların klasik görüşüne muhalefet eden İbn Sînâ, yeni bir tartışmanın ortaya çıkmasına ve i‘âde konusunda fikir ayrılıklarına neden olmuştur. Ondan sonra gelen ve ondan etkilenen İslam filozofları ve kelâmcılar, İbn Sînâ’nın yolundan gitmiş ve onun ma‘dûmun i‘âdesinin mümkün olmadığı yönündeki delillerini geliştirerek yeniden formüle etmiştir. Aynı şekilde ma‘dûmun i‘âde imkânını klasik görüşü destekler mahiyette savunan müteahhirûn dönemi kelâmcıları yeniden inşa edilen bu delillere yönelik yeni eleştiriler getirmişlerdir. Böylece tartışma ma‘dûmun i‘âdesinin mümkün olup olmadığı konusunda İslam filozofları ve kelâmcılar arasında gerçekleşen bir meseleye dönüşmüştür. Hatta öyle ki kelâmcılara göre diriliş tartışmalarının bir uzantısı olan ma‘dûmun i‘âdesi konusuna sem‘iyyât bahislerinin alt başlıklarında yer veren kelâmcıların aksine İslâm filozofları, ma‘dûmun i‘âdesini mümkün görmediklerinden metafizik tartışmaların yer verildiği umûr-ı âmme bahislerinin varlık ve yoklukla ilgili alt başlıklarında ele almayı tercih etmişlerdir. Çünkü İbn Sînâ’nın önayak olduğu görüşe göre ma‘dûmun i‘âdesi yoklukla ilgili olan metafizik bir meseledir. Bir tarafta ma‘dûmun i‘âdesini mümkün görmeyen filozoflar, var olup daha sonra yok olan şeylerin aynıyla yeniden yaratılamayacağını yeni argümanlarla savunurken diğer tarafta kelâmcılar cedelî bir üslupla hem bu argümanlara yönelik eleştirilerini sunmuşlar hem de yok olanların tekrar aynıyla yeniden yaratılacağını savunmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla bahsi geçen bu tartışmaları eserlerine taşıyan kelâmcılar, makalemizin başlığı olan ma‘dûmu yeniden yaratmak mümkün mü sorusuna cevap aramışlardır. Zira metinlerin içeriği ma‘dûmun i‘âdesini red ve kabul edenlerin kimler olduğu, felsefeci ve kelâmcılar arasındaki tartışmanın arka planı ve bağlamı, i‘âdenin reddi için ileri sürülen istidlâlî deliller, bu delillere yönelik cevap niteliğindeki eleştiriler ve i‘âdenin kabulü için ileri sürülen deliller hakkında tartışmanın seyrine dair detaylı ve önemli bilgiler sunmuştur. Bu bağlamda çalışma, kelâmcı ve felsefeciler arasında tartışma konusu haline gelen ma‘dûmun i‘âdesi yani ma‘dûmun yeniden aynıyla yaratılıp yaratılmayacağı hakkındaki ileri sürülen delilleri ve bu delillere yönelik eleştirileri ele almıştır. İ‘âdenin mümkün görülmemesine yönelik delillerin kaynağının İbn Sînâ’ya dayanmasından dolayı ona da işaret edilmiştir. Kapsam olarak ise çalışmada müteahhirûn dönemi kelâmının öne çıkan kelâmcılarının temel eserleri ve bu eserlere yazılan temel şerhler esas alınmıştır.","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"89674065","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
An Analysis of Sirrī Pasha’s Translation of Sharḥ al-ʿAqāʾid with a Focus on the Issue of Free Will 从自由意志问题看西尔帕夏译《阿克古兰经》
Pub Date : 2022-12-30 DOI: 10.18317/kaderdergi.1210612
Ayşe Betül DÖNMEZ TEKİN
This paper analyzes Girīdī (the Cretan) Sirrī Pasha’s (1844-1895) translation of Sharḥ al-ʿAqāʾid al-Nasafiyya by al-Taftāzānī (d.792/1390). The paper begins with contextualizing this translation by alluding to the background of Sirrī Pasha and his other works. I particularly pay attention to the translator’s prolegomenon which reflects his conception of kalām. Then the paper shows how a translation expands this classical Māturīdite kalām text for the nineteenth century Ottoman readers, by including all different opinions from other commentaries and glosses on Sharḥ al-ʿAqāʾid. Collection of views in the translation enables us to compare all different positions. Sirrī Pasha did not only translate the text and quoted other interpretations but put forward his own comments. Thus, I call it “commentarial translation”. This study also analyzes the views on the concept of human free will, which was regarded as the main conflict between Māturīdī and Ashʿarī schools. Sirrī and his sources hold fast to the Māturīdī position in their discussion of the particular free will (al-irāda al-juzʾiyya).
本文分析了girurd’s (the Cretan) sirr’s Pasha(1844-1895)通过al-Taftāzānī (d.792/1390)翻译的《sharghaal - al- Aqā khal - nasafiyya》。本文首先通过暗指sirr ā Pasha及其其他作品的背景,对这一翻译进行语境化。我特别关注译者的前言,这反映了他的kalām概念。然后,论文展示了一个翻译是如何为十九世纪奥斯曼帝国的读者扩展这个经典的Māturīdite kalām文本的,通过包括来自其他评论和注释的所有不同观点。译文中的观点集合使我们能够比较所有不同的立场。帕夏先生不仅翻译了文本并引用了其他解释,而且提出了自己的评论。因此,我称之为“注释翻译”。本文还分析了Māturīdī学派与Ash - al -教派之间的主要冲突,即关于人的自由意志概念的观点。sirr ā和他的资料来源在讨论特定的自由意志时坚持Māturīdī立场(al-irāda al-juz al- iyya)。
{"title":"An Analysis of Sirrī Pasha’s Translation of Sharḥ al-ʿAqāʾid with a Focus on the Issue of Free Will","authors":"Ayşe Betül DÖNMEZ TEKİN","doi":"10.18317/kaderdergi.1210612","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1210612","url":null,"abstract":"This paper analyzes Girīdī (the Cretan) Sirrī Pasha’s (1844-1895) translation of Sharḥ al-ʿAqāʾid al-Nasafiyya by al-Taftāzānī (d.792/1390). The paper begins with contextualizing this translation by alluding to the background of Sirrī Pasha and his other works. I particularly pay attention to the translator’s prolegomenon which reflects his conception of kalām. Then the paper shows how a translation expands this classical Māturīdite kalām text for the nineteenth century Ottoman readers, by including all different opinions from other commentaries and glosses on Sharḥ al-ʿAqāʾid. Collection of views in the translation enables us to compare all different positions. Sirrī Pasha did not only translate the text and quoted other interpretations but put forward his own comments. Thus, I call it “commentarial translation”. This study also analyzes the views on the concept of human free will, which was regarded as the main conflict between Māturīdī and Ashʿarī schools. Sirrī and his sources hold fast to the Māturīdī position in their discussion of the particular free will (al-irāda al-juzʾiyya).","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"82822041","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Worship as Cognition, Intentionality and Freedom 作为认知、意向性和自由的崇拜
Pub Date : 2022-12-25 DOI: 10.18317/kaderdergi.1214750
Şaban Ali Düzgün
Worship/ibādah is commonly defined as the innermost capability of cognizing of all rational beings of the existence of God and the sense of gratitude towards Him. The oft-quoted verse from the Qur’ān, Chapter al-Dhāriyāt, verse 56, is interpreted to this cause: “And tell them that I have not created the invisible beings and men to any end other than that they may (know and) worship me.” The intuitive knowledge requires them with conscious willingness to know His reality and conform their own existence to that of God. Analyzing worshipping act is to analyze the worshipper and his nature; so, it is necessary to engage in such a detailed probe of the composition of the human being as it is vital to our goal of showing how the personality of a human being is satisfied with the worshipping act. Therefore, analysis of human being as a worshipper brings us face-to-face such terms as intentionality (niyah), cognition (ma‘rifah) and freedom (hurriyah). Through his intentionality, human beings transcend the natural causal nexuses they are part of. We know that as part of nature and causal nexuses human beings have always been called to ponder about the created beings (how the sky is exalted, how celestial bodies are manifested as ornament, etc.), all of which are intended to affect his ‘will’ and orient it to this cause. Cognition, intentionality/willingness and freedom give the deepest meaning to what the Qur’ān describes as worship/ibādah, which is designed as an instrument for the inner development of the worshipper, who by the act of conscious/intentional self-surrender to the all-pervading Creative Will of God encounters with numinous One. Symbols in the worshipping act and the meaning every single act conveys during worship always remove the tension of this encounter, a phenomenological tide. Through this encounter, a worshipper transforms himself/herself into an ethical agent. The conditions that are necessary before, during and after prayer are intended to meet this essential end. The Qur’ānic verse, “Surely Prayer forbids indecency and evil” as post-condition of prayer is a call to create an ethical subject. And perseverance in prayer will turn this ethical subject into a subjected ethical subject which means ethical codes and norms willy-nilly arises from him. Al-amr bi’l ma’rūf and al-nahy ‘an al-munkar/enjoining the doing of what is right and avoiding doing of what is wrong is not but the manifestation of this exposed subject (determined or oriented subject), which means ethical behaviors necessarily become an indispensable part of him. Worship is a demand for recognition. It is a transpersonal act, aiming to satisfy the desire of finite being to transcend its finiteness. But at the end of worshipping act not unification, on the contrary a total clarification of the limits and borders between the two becomes much more evident.
崇拜/ibādah通常被定义为认识上帝存在的所有理性存在的最内在的能力和对他的感激之情。《古兰经》ān al-Dhāriyāt章56节中经常被引用的一节被解释为:“告诉他们,我创造无形的生物和人类,不是为了别的目的,而是为了让他们认识和崇拜我。”直觉的知识要求他们有意识地愿意去了解他的现实,并使他们自己的存在符合上帝的存在。分析崇拜行为就是分析崇拜主体及其本质;因此,有必要对人类的构成进行如此详细的探索,因为这对我们展示一个人的个性如何满足于崇拜行为的目标至关重要。因此,对作为崇拜者的人的分析使我们面对意向性(niyah)、认知(ma’rifah)和自由(hurriyah)等术语。通过他的意向性,人类超越了他们所处的自然因果关系。我们知道,作为自然和因果关系的一部分,人类一直被召唤去思考被创造的生物(天空如何被高举,天体如何被表现为装饰品,等等),所有这些都是为了影响他的“意志”,并将其导向这个原因。认知、意向性/意愿和自由赋予了古兰经ān所描述的敬拜/ibādah最深刻的意义,敬拜/ibādah被设计为敬拜者内在发展的工具,他们通过有意识/有意的自我臣服于无处不在的真主的创造意志,与神相遇。崇拜行为中的符号和每一个行为在崇拜过程中所传达的意义总是消除了这种相遇的紧张感,一种现象学的潮流。通过这种相遇,崇拜者将自己转变为一个道德代理人。祷告之前、期间和之后的必要条件都是为了达到这个基本目的。古兰经ānic经文,“祈祷当然禁止猥亵和邪恶”,因为祈祷的后条件是呼吁创造一个道德主题。祈祷的坚持将使这个伦理主体变成一个臣服的伦理主体,这意味着道德规范和规范从他身上随意产生。Al-amr bi ' l ma 'rūf和al-nahy ' an al-munkar/命令做正确的事,避免做错误的事,不是这个暴露的主体(决定的或定向的主体)的表现,这意味着道德行为必然成为他不可或缺的一部分。崇拜是对认可的一种要求。它是一种超越个人的行为,旨在满足有限存在超越其有限性的欲望。但在崇拜行为的最后不是统一,相反,两者之间的界限和边界的完全澄清变得更加明显。
{"title":"Worship as Cognition, Intentionality and Freedom","authors":"Şaban Ali Düzgün","doi":"10.18317/kaderdergi.1214750","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1214750","url":null,"abstract":"Worship/ibādah is commonly defined as the innermost capability of cognizing of all rational beings of the existence of God and the sense of gratitude towards Him. The oft-quoted verse from the Qur’ān, Chapter al-Dhāriyāt, verse 56, is interpreted to this cause: “And tell them that I have not created the invisible beings and men to any end other than that they may (know and) worship me.” The intuitive knowledge requires them with conscious willingness to know His reality and conform their own existence to that of God. Analyzing worshipping act is to analyze the worshipper and his nature; so, it is necessary to engage in such a detailed probe of the composition of the human being as it is vital to our goal of showing how the personality of a human being is satisfied with the worshipping act. Therefore, analysis of human being as a worshipper brings us face-to-face such terms as intentionality (niyah), cognition (ma‘rifah) and freedom (hurriyah). Through his intentionality, human beings transcend the natural causal nexuses they are part of. We know that as part of nature and causal nexuses human beings have always been called to ponder about the created beings (how the sky is exalted, how celestial bodies are manifested as ornament, etc.), all of which are intended to affect his ‘will’ and orient it to this cause. Cognition, intentionality/willingness and freedom give the deepest meaning to what the Qur’ān describes as worship/ibādah, which is designed as an instrument for the inner development of the worshipper, who by the act of conscious/intentional self-surrender to the all-pervading Creative Will of God encounters with numinous One. Symbols in the worshipping act and the meaning every single act conveys during worship always remove the tension of this encounter, a phenomenological tide. Through this encounter, a worshipper transforms himself/herself into an ethical agent. The conditions that are necessary before, during and after prayer are intended to meet this essential end. The Qur’ānic verse, “Surely Prayer forbids indecency and evil” as post-condition of prayer is a call to create an ethical subject. And perseverance in prayer will turn this ethical subject into a subjected ethical subject which means ethical codes and norms willy-nilly arises from him. Al-amr bi’l ma’rūf and al-nahy ‘an al-munkar/enjoining the doing of what is right and avoiding doing of what is wrong is not but the manifestation of this exposed subject (determined or oriented subject), which means ethical behaviors necessarily become an indispensable part of him. Worship is a demand for recognition. It is a transpersonal act, aiming to satisfy the desire of finite being to transcend its finiteness. But at the end of worshipping act not unification, on the contrary a total clarification of the limits and borders between the two becomes much more evident.","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"81064921","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Al-Ījī’s Arguments against the Muʿtazilite Ethical Realism Al-Ījī反对Mu - tazilite伦理现实主义的论证
Pub Date : 2022-12-25 DOI: 10.18317/kaderdergi.1213577
Mohammad Makdod
Al-Ījī presents the final stage of Ashʿarism, and his arguments reflect the traditional and philosophical approaches in the school. This paper presents the main arguments that al-Ījī deployed to refute the Muʿtazilites’ ethical realism. Its aim is to present the exact form of al-Ījī’s arguments, explain them, discuss the objections, and then evaluate their strengths. The paper’s aim is to explain the Muʿtazilites’ arguments; nevertheless, it gives some clarifications when it is needed to understand al-Ījī’s arguments in a better way. In the beginning, the paper draws a distinct line between the Ashʿarites’ and the Muʿtazilite ethical understandings. It defines the focus of the controversy and prepares the groundwork for theological arguments. Al-Ījī’s arguments are divided into three categories. In the first one, we present al-Ījī’s general argument, which is a polemic argument whereby al-Ījī tries to negate the freedom of human choice in order to cast doubt on the Muʿtazilite ethical foundations. We discuss its critique, and then reveal al-Ījī’s real position on human power and freedom of choice. The second category contains three arguments against the intrinsic ethical value: two of the arguments were adopted by al-Ījī and the third was attributed to other Ashʿarites in a general way. The first two arguments deal with the intrinsic ethical values of lying and truth-telling, while the third one is based on the Ashʿarite famous assertion: ‘an accident cannot subsist on another accident.’ The final category is dedicated to discussing al-Ījī’s argument against the Muʿtazilite theory of ethical aspects. A sufficient account of the theory and its partisans is provided before discussing al-Ījī’s argument. Moreover, a brief introduction of Al-Ījī’s and the Muʿtazilites’ conception of divine ethics is discussed in the folds of the argument. Some divine qualities, such as justice and wisdom, are defined from the Ashʿarites’ and the Muʿtazilites’ perspectives. As a result, the paper gives a clear account of al-Ījī’s arguments against the Muʿtazilites’ ethical realism; it presents and evaluates the objections and defines the strengths and the defects in the arguments. Finally, it proposes a better way to understand the Ashʿarites’ ethical arguments in their right context.
Al-Ījī呈现了阿什·扎伊主义的最后阶段,他的论点反映了学校的传统和哲学方法。本文介绍了al-Ījī用来驳斥穆塔齐利派伦理现实主义的主要论据。它的目的是提出al-Ījī论点的确切形式,解释它们,讨论反对意见,然后评估它们的优势。本文的目的是解释Mu - tazilites的论点;然而,当需要以更好的方式理解al-Ījī的论点时,它给出了一些澄清。在一开始,论文在Ash ā arites和Mu ā tazilite的伦理理解之间划出了明确的界限。它定义了争论的焦点,并为神学论证奠定了基础。Al-Ījī的论点分为三类。在第一篇中,我们提出al-Ījī的一般论点,这是一个论战性的论点,al-Ījī试图否定人类选择的自由,以质疑Mu - tazilite的伦理基础。通过对其批判的探讨,揭示出al-Ījī在人的权力和选择自由问题上的真实立场。第二类包含三个反对内在伦理价值的论点:其中两个论点为al-Ījī所采用,第三个论点一般地归因于其他Ash - al- arites。前两个论点处理的是说谎和讲真话的内在伦理价值,而第三个论点是基于阿什·阿里的著名论断:“一个事故不能以另一个事故为基础。”最后一个类别是专门讨论al-Ījī反对Mu - tazilite伦理方面理论的论点。在讨论al-Ījī的论点之前,提供了对该理论及其支持者的充分说明。此外,本文还简要介绍了Al-Ījī和Mu - tazilites的神圣伦理观念。一些神圣的品质,如正义和智慧,是由Ash ā arites和Mu ā tazilites的观点来定义的。因此,本文对al-Ījī反对Mu - tazilites的伦理现实主义的论点给出了清晰的解释;它提出并评估了反对意见,并定义了论点中的优势和缺陷。最后,它提出了一种更好的方法,在正确的语境中理解阿什·阿里特的伦理论点。
{"title":"Al-Ījī’s Arguments against the Muʿtazilite Ethical Realism","authors":"Mohammad Makdod","doi":"10.18317/kaderdergi.1213577","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1213577","url":null,"abstract":"Al-Ījī presents the final stage of Ashʿarism, and his arguments reflect the traditional and philosophical approaches in the school. This paper presents the main arguments that al-Ījī deployed to refute the Muʿtazilites’ ethical realism. Its aim is to present the exact form of al-Ījī’s arguments, explain them, discuss the objections, and then evaluate their strengths. The paper’s aim is to explain the Muʿtazilites’ arguments; nevertheless, it gives some clarifications when it is needed to understand al-Ījī’s arguments in a better way. In the beginning, the paper draws a distinct line between the Ashʿarites’ and the Muʿtazilite ethical understandings. It defines the focus of the controversy and prepares the groundwork for theological arguments. Al-Ījī’s arguments are divided into three categories. In the first one, we present al-Ījī’s general argument, which is a polemic argument whereby al-Ījī tries to negate the freedom of human choice in order to cast doubt on the Muʿtazilite ethical foundations. We discuss its critique, and then reveal al-Ījī’s real position on human power and freedom of choice. The second category contains three arguments against the intrinsic ethical value: two of the arguments were adopted by al-Ījī and the third was attributed to other Ashʿarites in a general way. The first two arguments deal with the intrinsic ethical values of lying and truth-telling, while the third one is based on the Ashʿarite famous assertion: ‘an accident cannot subsist on another accident.’ The final category is dedicated to discussing al-Ījī’s argument against the Muʿtazilite theory of ethical aspects. A sufficient account of the theory and its partisans is provided before discussing al-Ījī’s argument. Moreover, a brief introduction of Al-Ījī’s and the Muʿtazilites’ conception of divine ethics is discussed in the folds of the argument. Some divine qualities, such as justice and wisdom, are defined from the Ashʿarites’ and the Muʿtazilites’ perspectives. As a result, the paper gives a clear account of al-Ījī’s arguments against the Muʿtazilites’ ethical realism; it presents and evaluates the objections and defines the strengths and the defects in the arguments. Finally, it proposes a better way to understand the Ashʿarites’ ethical arguments in their right context.","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"84021130","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Aklı Yerinde ve Zamanında KullanmaPerspektifinde Peygamberlerin “Fetânet” Sıfatı
Pub Date : 2022-12-22 DOI: 10.18317/kaderdergi.1185821
Mustafa Sönmez
Akıl ve vahiy insanlığa yol gösteren iki önemli rehberdir. İnsanlık ancak bu iki rehber sayesinde doğru yolu bulabilir. Fetânet ise işlevsel aklın zirve noktasıdır ki, bu durum peygamberlere verilmiş özel bir vasıftır. Bu vasıf, aynı zamanda aklı yerinde ve zamanında en iyi şekilde kullanma yetkinliğine sahip olma demektir. Bu, tek başına büyük bir değer ve ayrıcalık oluşturan bir sıfattır. Bu değer ve vasıf, peygamberlerin beşerî yönünü yansıtmakla birlikte vahye muhatap olmalarını sağlayan çok önemli bir özelliktir. Peygamberler bu özelliği ile bir taraftan vahye muhatap olup onu anlamaya ve uygulamaya çalışırlarken, diğer taraftan vahyin gelmediği durumlarda içtihat yaparak, gerektiğinde ortak akla başvurarak toplumdaki problemleri çözmektedirler. Bu durum onları başkalarına üstün kılan çok büyük bir güç oluşturmaktadır. Bilindiği gibi herkesin aklî melekesi farklı düzeydedir. Bu nedenle herkeste derecesine göre akıl bulunsa da fetânet sıfatı bulunmayabilir. Çünkü akıl, anlama, kavrama, düşünme ve muhakeme gücü anlamına gelirken, fetânette ise bunların yanı sıra olayları çok yönlü olarak görüp derinlemesine analiz yapacak bir güç manası vardır. Peygamberlerde bulunan fetânet sıfatına örnek olmak üzere Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. İbrahim’in (a.s) fetânetlerine kısaca temas etmekle yetineceğiz. Çünkü bunlarda olan vasıflar diğer peygamberlerde de bulunmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v), içinde yaşadığı şirk toplumunda tevhid mücadelesi vermiş, söz konusu toplumu dönüştürebilmek için vahyin desteğindeakıl, mantık ve muhakemeyle hareket ederek onları ıslah etmiş, bu mücadele sonunda 23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde imanlı, ibadetli ve ahlaklı bir toplum meydana getirmeyi başarabilmiştir. Gerek Mekke gerekse Medine dönemlerinde halkın problemlerinin çözüm mercii olması ve bunda da muvaffak olup herkesin problemlerine çözüm bulması, onun İlahî desteğin yanındafetânet sıfatının bir göstergesi olarak dakabul edilmelidir. Peygamberlerin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in (a.s) hayatına baktığımızda onda fetânet sıfatı çok bariz bir şekilde görülmektedir. Şöyle ki Hz. İbrahim’in, babası Azer ile tartışmalarında “putların cansız, hiç kimseye zararı ve faydası dokunmayan nesneler olduklarını ve yaratmada hiçbir fonksiyonlarının bulunmadığını” nazara vererek onun düşünmesini istemesi; puthanedeki putları balta ile kırıp baltayı büyük putun boynuna asması ve bu vesile ile puta tapan ahalinin akıllarını çalıştırarak düşünmelerini sağlaması, onun fetânetine en güzel bir örnektir.Konusu aklı yerinde ve zamanında kullanma perspektifinde fetânet sıfatı olan bu makalenin amacı, vahyin desteğinde insanlara örnek olma noktasında peygamberlerde bulunan bu sıfatın önemine vurgu yapmaktır.Bunu yaparken konunun daha iyi anlaşılabilmesi için akıl-vahiy ve akıl-fetânet ilişkisine temas eden bir yöntem takip edilmiştir.
{"title":"Aklı Yerinde ve Zamanında KullanmaPerspektifinde Peygamberlerin “Fetânet” Sıfatı","authors":"Mustafa Sönmez","doi":"10.18317/kaderdergi.1185821","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1185821","url":null,"abstract":"Akıl ve vahiy insanlığa yol gösteren iki önemli rehberdir. İnsanlık ancak bu iki rehber sayesinde doğru yolu bulabilir. Fetânet ise işlevsel aklın zirve noktasıdır ki, bu durum peygamberlere verilmiş özel bir vasıftır. Bu vasıf, aynı zamanda aklı yerinde ve zamanında en iyi şekilde kullanma yetkinliğine sahip olma demektir. Bu, tek başına büyük bir değer ve ayrıcalık oluşturan bir sıfattır. Bu değer ve vasıf, peygamberlerin beşerî yönünü yansıtmakla birlikte vahye muhatap olmalarını sağlayan çok önemli bir özelliktir. Peygamberler bu özelliği ile bir taraftan vahye muhatap olup onu anlamaya ve uygulamaya çalışırlarken, diğer taraftan vahyin gelmediği durumlarda içtihat yaparak, gerektiğinde ortak akla başvurarak toplumdaki problemleri çözmektedirler. Bu durum onları başkalarına üstün kılan çok büyük bir güç oluşturmaktadır. Bilindiği gibi herkesin aklî melekesi farklı düzeydedir. Bu nedenle herkeste derecesine göre akıl bulunsa da fetânet sıfatı bulunmayabilir. Çünkü akıl, anlama, kavrama, düşünme ve muhakeme gücü anlamına gelirken, fetânette ise bunların yanı sıra olayları çok yönlü olarak görüp derinlemesine analiz yapacak bir güç manası vardır. Peygamberlerde bulunan fetânet sıfatına örnek olmak üzere Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. İbrahim’in (a.s) fetânetlerine kısaca temas etmekle yetineceğiz. Çünkü bunlarda olan vasıflar diğer peygamberlerde de bulunmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v), içinde yaşadığı şirk toplumunda tevhid mücadelesi vermiş, söz konusu toplumu dönüştürebilmek için vahyin desteğindeakıl, mantık ve muhakemeyle hareket ederek onları ıslah etmiş, bu mücadele sonunda 23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde imanlı, ibadetli ve ahlaklı bir toplum meydana getirmeyi başarabilmiştir. Gerek Mekke gerekse Medine dönemlerinde halkın problemlerinin çözüm mercii olması ve bunda da muvaffak olup herkesin problemlerine çözüm bulması, onun İlahî desteğin yanındafetânet sıfatının bir göstergesi olarak dakabul edilmelidir. Peygamberlerin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’in (a.s) hayatına baktığımızda onda fetânet sıfatı çok bariz bir şekilde görülmektedir. Şöyle ki Hz. İbrahim’in, babası Azer ile tartışmalarında “putların cansız, hiç kimseye zararı ve faydası dokunmayan nesneler olduklarını ve yaratmada hiçbir fonksiyonlarının bulunmadığını” nazara vererek onun düşünmesini istemesi; puthanedeki putları balta ile kırıp baltayı büyük putun boynuna asması ve bu vesile ile puta tapan ahalinin akıllarını çalıştırarak düşünmelerini sağlaması, onun fetânetine en güzel bir örnektir.Konusu aklı yerinde ve zamanında kullanma perspektifinde fetânet sıfatı olan bu makalenin amacı, vahyin desteğinde insanlara örnek olma noktasında peygamberlerde bulunan bu sıfatın önemine vurgu yapmaktır.Bunu yaparken konunun daha iyi anlaşılabilmesi için akıl-vahiy ve akıl-fetânet ilişkisine temas eden bir yöntem takip edilmiştir.","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"81067492","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Doğu Batı Çekişmesinin Bir Aracı Olarak İslamofobi’nin Pragmatik Nedenleri Üzerine Makāsıdü’ş-Şerîa Bağlamında Bir Tahlil Denemesi
Pub Date : 2022-12-19 DOI: 10.18317/kaderdergi.1174724
M. Bozkurt
Batılıların eskiden beri, Müslümanları ve İslam’ı kendi varoluşlarının önünde bir engel olarak gördükleri söylenebilir. Sürekli kendilerini üstün görüp kendileri gibi olmayanları küçümseme yoluna gitmişlerdir. Bu bakış açısının oluşturduğu önyargı, İslam medeniyetini görmelerinin önünde bir engel oluşturmuştur. Her ne kadar birçok bilim insanı ve düşünür, İslam düşüncesinden etkilenerek bu birikimi değerlendirme çabasına girseler de yönetimler ve halklar meseleye karşıtlık olarak bakmışlardır. Müslümanların fetihler yoluyla Batılı (Hristiyan) toplumların ülkelerini fethetmeye başlamalarıyla bu kin daha da artmıştır. Viyana Kilise Konseyi’nin destekleriyle kurulan Oryantalizm Araştırma Merkezleri'nin amacı, Doğuluları/Müslümanları anlama yerine onları tüm yönleriyle tanıyarak bulabildikleri zayıf tarafları üzerinden bu mücadeleyi daha sistematik hale getirmek olmuştur. Böylece Batılılar kendilerinin her alanda üstün olduğunu Müslümanların ise eskiden beri gerici olduğunu ve düzeltilmeleri gerekenler olduğunu Müslüman zihnine yerleştirmek istemişlerdir. Modern dönemde Batı’da dinin bilime ve ilerlemeye aykırı olduğu ve tüm anlaşmazlıkların kaynağı olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bu nedenle din ve dinî olandan arındırılmış bir insan ve toplum oluşturulması hedeflenmiştir. Seküler bir toplum denemesinin yapıldığı modern dönemde insanlar mutlu edilememişlerdir. Postmodern döneme gelindiğinde manevi ve inanç yönü ihmal edilen insan bunun özlemiyle dine tekrar yönelme eğilimi göstermiştir. Batılı yönetimler, siyasetçiler ve küresel sermayeler bu yönelişin İslam’a olmaması için her türlü çareye başvurmuşlardır. İslamofobi’nin inşası da bu arayışın somut bir kanıtı olmuştur. Özellikle ABD’de gerçekleştirilen 11 Eylül olayları ve takip eden diğer birçok Batılı devletlerde görülen terörist saldırılarının failinin Müslümanlardan olması Batı’da İslamofobi’nin, inşasının payandası olmuştur. Küresel sermayelerin kapital iştahları ve kadim düşmanlıklar İslamofobi ile Müslüman ülkelerine doğrudan müdahalenin kapısını aralamıştır. İslamofobi sayesinde hem Batı toplumlarında hem de birçok Doğu toplumunda bu müdahale meşru olarak kabul görmüştür. Bu çalışmada inşa edilen İslamofobi’nin nasıl bir pragmatik araca dönüştürüldüğü üzerinde durulmuştur. Batı’nın özellikle de ABD’nin iştahını kabartan Ortadoğu’nun enerji ve petrol kaynaklarını kontrol altına almasında İslamofobi’nin bir meşruiyet aracı haline getirildiği irdelenmiştir. Gelinen noktada ise Batı ve ABD’nin hedeflerine büyük oranda ulaştığı görülmüştür. Fakat müdahale edilen toplumlarda yoksulluk, terör olayları, etnik ve mezhepsel bölünmeler, göçe zorlanan kitleler gibi çözümü yakın tarihte mümkün olmayan problemler bıraktığına vurgular yapılmıştır. Bu çalışmada, Batılıların neden böyle davrandığı ve bununla neyi hedefledikleri nitel bir yöntemle ele alınarak bir tahlil denemesi yapılmıştır.
{"title":"Doğu Batı Çekişmesinin Bir Aracı Olarak İslamofobi’nin Pragmatik Nedenleri Üzerine Makāsıdü’ş-Şerîa Bağlamında Bir Tahlil Denemesi","authors":"M. Bozkurt","doi":"10.18317/kaderdergi.1174724","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1174724","url":null,"abstract":"Batılıların eskiden beri, Müslümanları ve İslam’ı kendi varoluşlarının önünde bir engel olarak gördükleri söylenebilir. Sürekli kendilerini üstün görüp kendileri gibi olmayanları küçümseme yoluna gitmişlerdir. Bu bakış açısının oluşturduğu önyargı, İslam medeniyetini görmelerinin önünde bir engel oluşturmuştur. Her ne kadar birçok bilim insanı ve düşünür, İslam düşüncesinden etkilenerek bu birikimi değerlendirme çabasına girseler de yönetimler ve halklar meseleye karşıtlık olarak bakmışlardır. Müslümanların fetihler yoluyla Batılı (Hristiyan) toplumların ülkelerini fethetmeye başlamalarıyla bu kin daha da artmıştır. Viyana Kilise Konseyi’nin destekleriyle kurulan Oryantalizm Araştırma Merkezleri'nin amacı, Doğuluları/Müslümanları anlama yerine onları tüm yönleriyle tanıyarak bulabildikleri zayıf tarafları üzerinden bu mücadeleyi daha sistematik hale getirmek olmuştur. Böylece Batılılar kendilerinin her alanda üstün olduğunu Müslümanların ise eskiden beri gerici olduğunu ve düzeltilmeleri gerekenler olduğunu Müslüman zihnine yerleştirmek istemişlerdir. Modern dönemde Batı’da dinin bilime ve ilerlemeye aykırı olduğu ve tüm anlaşmazlıkların kaynağı olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Bu nedenle din ve dinî olandan arındırılmış bir insan ve toplum oluşturulması hedeflenmiştir. Seküler bir toplum denemesinin yapıldığı modern dönemde insanlar mutlu edilememişlerdir. Postmodern döneme gelindiğinde manevi ve inanç yönü ihmal edilen insan bunun özlemiyle dine tekrar yönelme eğilimi göstermiştir. Batılı yönetimler, siyasetçiler ve küresel sermayeler bu yönelişin İslam’a olmaması için her türlü çareye başvurmuşlardır. İslamofobi’nin inşası da bu arayışın somut bir kanıtı olmuştur. Özellikle ABD’de gerçekleştirilen 11 Eylül olayları ve takip eden diğer birçok Batılı devletlerde görülen terörist saldırılarının failinin Müslümanlardan olması Batı’da İslamofobi’nin, inşasının payandası olmuştur. Küresel sermayelerin kapital iştahları ve kadim düşmanlıklar İslamofobi ile Müslüman ülkelerine doğrudan müdahalenin kapısını aralamıştır. İslamofobi sayesinde hem Batı toplumlarında hem de birçok Doğu toplumunda bu müdahale meşru olarak kabul görmüştür. Bu çalışmada inşa edilen İslamofobi’nin nasıl bir pragmatik araca dönüştürüldüğü üzerinde durulmuştur. Batı’nın özellikle de ABD’nin iştahını kabartan Ortadoğu’nun enerji ve petrol kaynaklarını kontrol altına almasında İslamofobi’nin bir meşruiyet aracı haline getirildiği irdelenmiştir. Gelinen noktada ise Batı ve ABD’nin hedeflerine büyük oranda ulaştığı görülmüştür. Fakat müdahale edilen toplumlarda yoksulluk, terör olayları, etnik ve mezhepsel bölünmeler, göçe zorlanan kitleler gibi çözümü yakın tarihte mümkün olmayan problemler bıraktığına vurgular yapılmıştır. Bu çalışmada, Batılıların neden böyle davrandığı ve bununla neyi hedefledikleri nitel bir yöntemle ele alınarak bir tahlil denemesi yapılmıştır.","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-19","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"74835584","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 0
Transhümanizmin Ölümsüzlük İddiasının Kelâm İlminin Varlık Anlayışı Çerçevesinde Kritiği
Pub Date : 2022-12-11 DOI: 10.18317/kaderdergi.1144566
Seyithan Can
Bilim ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte 20. Yüzyıl’da insanlık dijital bir dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Dijital dönüşüm ile birlikte insan ve insana dair her şeyde ciddi bir değişimin oluşmaya başladığı görülmektedir. İnsanın insanla, çevreyle ve Tanrıyla ilişkisinin de etkilendiği birçok noktada farklı akımların ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu akımların başında, insan ve âleme dair ortaya koyduğu amaçlar itibariyle en kapsamlı ve iddialısının transhümanizm olduğu ifade edilebilir. Teknolojiyi insanın geleceği açısından temel referans kabul eden transhümanizm, aynı zamanda topluma yönelik söylemleri ile kültürel, sosyal ve ideolojik bir insan hareketi olarak kabul edilir. Teknolojinin insan ve insana dair her alanda kullanılmasıyla refahın arttırılması, insan yaşamının uzatılması, hastalıkların ortadan kaldırılması gibi iddialarla beraber ölümsüzlüğü de bir amaç olarak benimsemektedir. Teknoloji ile ölümsüzlüğü elde edebileceğini iddia eden transhümanistler, bunun iki şekilde gerçekleşebileceğini savunur. Biyolojik ölümsüzlük olarak kabul edilen ilk anlayışta, insanın yaşlanmasına ve ölmesine sebebiyet veren her türlü biyolojik etkenin ortadan kaldırılması ve iyileştirilmesi neticesinde ulaşılacağı iddia edilir. İkincisi ise dijital veya sanal ölümsüzlük şeklinde olup insan bilincinin biyolojik bedenden bilgisayar ara yüzlerine aktarılması ve sonrasında istenilen herhangi bir varlığa monte edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. İlahi dinlerin eskatolojik bahislerinin tamamlayıcı unsuru olan ölüme meydan okuma şeklinde kabul edilebilecek bu anlayışın ciddi bir şekilde irdelenmesi elzemdir. Bu çalışmada transhümanistlerin en önemli iddiası olarak kabul edilebilecek insanın bedensel-zihinsel ölümsüzlüğe erişebileceği iddiasının kelâm ilminin varlık anlayışı çerçevesinde kritiği yapılmıştır. Ölümsüz varlık anlayışının kelâm ilminin ebedî ve ezelî olarak nitelenen kadîm ve vâcib varlık anlayışı çerçevesinde ele alındığında, bunun imkânsız olduğu ortaya çıkmıştır. Transhümanistlerin ölümsüz olarak niteledikleri varlık, kelâm ilminde “sonradan yaratılan, var olması ve varlığını devam ettirebilmesi için başka bir varlığa ihtiyaç duyan”, anlamında kullanılan hâdis veya mümkün varlık kategorisinde değerlendirilebileceği söylenebilir. Transhümanistler, ölümsüz varlığın imkânını biyolojik iyileştirmeler veya dijital aktarım şeklinde ele aldıklarından, her iki varlık türünde de başkasına ihtiyacın olduğu görülmektedir. Dolayısıyla transhümanistlerin ölümsüzlük iddiasının yaşamın uzatılması şeklinde ele alınmasının daha makul olacağını söyleyebiliriz. Çünkü biyolojik veya dijital varlık olarak kabul ettikleri ölümsüz varlığın yaşamını devam ettirmesi birçok etken ile ilintilidir. Bu etkenler ortadan kalktığında varlığın da ortadan kalkması söz konusudur. Kelâm ilminde ölümsüz olarak kabul edilen varlığın, ölümsüzlük özelliği kendinden kaynaklı olup herhangi bir varlığa ihtiyaç duymamaktadır. Bu bağlamda ölümsüz varlık iddiasının yeniden gözden geçi
{"title":"Transhümanizmin Ölümsüzlük İddiasının Kelâm İlminin Varlık Anlayışı Çerçevesinde Kritiği","authors":"Seyithan Can","doi":"10.18317/kaderdergi.1144566","DOIUrl":"https://doi.org/10.18317/kaderdergi.1144566","url":null,"abstract":"Bilim ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte 20. Yüzyıl’da insanlık dijital bir dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Dijital dönüşüm ile birlikte insan ve insana dair her şeyde ciddi bir değişimin oluşmaya başladığı görülmektedir. İnsanın insanla, çevreyle ve Tanrıyla ilişkisinin de etkilendiği birçok noktada farklı akımların ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu akımların başında, insan ve âleme dair ortaya koyduğu amaçlar itibariyle en kapsamlı ve iddialısının transhümanizm olduğu ifade edilebilir. Teknolojiyi insanın geleceği açısından temel referans kabul eden transhümanizm, aynı zamanda topluma yönelik söylemleri ile kültürel, sosyal ve ideolojik bir insan hareketi olarak kabul edilir. Teknolojinin insan ve insana dair her alanda kullanılmasıyla refahın arttırılması, insan yaşamının uzatılması, hastalıkların ortadan kaldırılması gibi iddialarla beraber ölümsüzlüğü de bir amaç olarak benimsemektedir. Teknoloji ile ölümsüzlüğü elde edebileceğini iddia eden transhümanistler, bunun iki şekilde gerçekleşebileceğini savunur. Biyolojik ölümsüzlük olarak kabul edilen ilk anlayışta, insanın yaşlanmasına ve ölmesine sebebiyet veren her türlü biyolojik etkenin ortadan kaldırılması ve iyileştirilmesi neticesinde ulaşılacağı iddia edilir. İkincisi ise dijital veya sanal ölümsüzlük şeklinde olup insan bilincinin biyolojik bedenden bilgisayar ara yüzlerine aktarılması ve sonrasında istenilen herhangi bir varlığa monte edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. İlahi dinlerin eskatolojik bahislerinin tamamlayıcı unsuru olan ölüme meydan okuma şeklinde kabul edilebilecek bu anlayışın ciddi bir şekilde irdelenmesi elzemdir. Bu çalışmada transhümanistlerin en önemli iddiası olarak kabul edilebilecek insanın bedensel-zihinsel ölümsüzlüğe erişebileceği iddiasının kelâm ilminin varlık anlayışı çerçevesinde kritiği yapılmıştır. Ölümsüz varlık anlayışının kelâm ilminin ebedî ve ezelî olarak nitelenen kadîm ve vâcib varlık anlayışı çerçevesinde ele alındığında, bunun imkânsız olduğu ortaya çıkmıştır. Transhümanistlerin ölümsüz olarak niteledikleri varlık, kelâm ilminde “sonradan yaratılan, var olması ve varlığını devam ettirebilmesi için başka bir varlığa ihtiyaç duyan”, anlamında kullanılan hâdis veya mümkün varlık kategorisinde değerlendirilebileceği söylenebilir. Transhümanistler, ölümsüz varlığın imkânını biyolojik iyileştirmeler veya dijital aktarım şeklinde ele aldıklarından, her iki varlık türünde de başkasına ihtiyacın olduğu görülmektedir. Dolayısıyla transhümanistlerin ölümsüzlük iddiasının yaşamın uzatılması şeklinde ele alınmasının daha makul olacağını söyleyebiliriz. Çünkü biyolojik veya dijital varlık olarak kabul ettikleri ölümsüz varlığın yaşamını devam ettirmesi birçok etken ile ilintilidir. Bu etkenler ortadan kalktığında varlığın da ortadan kalkması söz konusudur. Kelâm ilminde ölümsüz olarak kabul edilen varlığın, ölümsüzlük özelliği kendinden kaynaklı olup herhangi bir varlığa ihtiyaç duymamaktadır. Bu bağlamda ölümsüz varlık iddiasının yeniden gözden geçi","PeriodicalId":17877,"journal":{"name":"Kader","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-11","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"91338062","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
引用次数: 1
期刊
Kader
全部 Acc. Chem. Res. ACS Applied Bio Materials ACS Appl. Electron. Mater. ACS Appl. Energy Mater. ACS Appl. Mater. Interfaces ACS Appl. Nano Mater. ACS Appl. Polym. Mater. ACS BIOMATER-SCI ENG ACS Catal. ACS Cent. Sci. ACS Chem. Biol. ACS Chemical Health & Safety ACS Chem. Neurosci. ACS Comb. Sci. ACS Earth Space Chem. ACS Energy Lett. ACS Infect. Dis. ACS Macro Lett. ACS Mater. Lett. ACS Med. Chem. Lett. ACS Nano ACS Omega ACS Photonics ACS Sens. ACS Sustainable Chem. Eng. ACS Synth. Biol. Anal. Chem. BIOCHEMISTRY-US Bioconjugate Chem. BIOMACROMOLECULES Chem. Res. Toxicol. Chem. Rev. Chem. Mater. CRYST GROWTH DES ENERG FUEL Environ. Sci. Technol. Environ. Sci. Technol. Lett. Eur. J. Inorg. Chem. IND ENG CHEM RES Inorg. Chem. J. Agric. Food. Chem. J. Chem. Eng. Data J. Chem. Educ. J. Chem. Inf. Model. J. Chem. Theory Comput. J. Med. Chem. J. Nat. Prod. J PROTEOME RES J. Am. Chem. Soc. LANGMUIR MACROMOLECULES Mol. Pharmaceutics Nano Lett. Org. Lett. ORG PROCESS RES DEV ORGANOMETALLICS J. Org. Chem. J. Phys. Chem. J. Phys. Chem. A J. Phys. Chem. B J. Phys. Chem. C J. Phys. Chem. Lett. Analyst Anal. Methods Biomater. Sci. Catal. Sci. Technol. Chem. Commun. Chem. Soc. Rev. CHEM EDUC RES PRACT CRYSTENGCOMM Dalton Trans. Energy Environ. Sci. ENVIRON SCI-NANO ENVIRON SCI-PROC IMP ENVIRON SCI-WAT RES Faraday Discuss. Food Funct. Green Chem. Inorg. Chem. Front. Integr. Biol. J. Anal. At. Spectrom. J. Mater. Chem. A J. Mater. Chem. B J. Mater. Chem. C Lab Chip Mater. Chem. Front. Mater. Horiz. MEDCHEMCOMM Metallomics Mol. Biosyst. Mol. Syst. Des. Eng. Nanoscale Nanoscale Horiz. Nat. Prod. Rep. New J. Chem. Org. Biomol. Chem. Org. Chem. Front. PHOTOCH PHOTOBIO SCI PCCP Polym. Chem.
×
引用
GB/T 7714-2015
复制
MLA
复制
APA
复制
导出至
BibTeX EndNote RefMan NoteFirst NoteExpress
×
0
微信
客服QQ
Book学术公众号 扫码关注我们
反馈
×
意见反馈
请填写您的意见或建议
请填写您的手机或邮箱
×
提示
您的信息不完整,为了账户安全,请先补充。
现在去补充
×
提示
您因"违规操作"
具体请查看互助需知
我知道了
×
提示
现在去查看 取消
×
提示
确定
Book学术官方微信
Book学术文献互助
Book学术文献互助群
群 号:481959085
Book学术
文献互助 智能选刊 最新文献 互助须知 联系我们:info@booksci.cn
Book学术提供免费学术资源搜索服务,方便国内外学者检索中英文文献。致力于提供最便捷和优质的服务体验。
Copyright © 2023 Book学术 All rights reserved.
ghs 京公网安备 11010802042870号 京ICP备2023020795号-1