Pub Date : 2023-12-22DOI: 10.15370/maruifd.1370833
Hasan Hacak
Türk ve Kara Avrupası hukukunda hukukun öznesi kişilerdir ve iki tür kişi vardır: gerçek kişiler ve tüzel kişiler. Gerçek kişi dediğimiz insanlar doğum ile ölüm arasında hukuk öznesidir. Reşit olan kişiler hem hak hem de fiil ehliyetine sahipken reşit olmayanlar sadece hak ehliyetine sahiptir. İslam hukukunda ise hukuki kişiliği ve hukukun öznesini ifade etmek için iki temel ve birbiriyle yarışan kavram üretilmiştir. Bunların ilki mükellef diğeri ise zimmettir. Hukukun öznesini mükellef kavramı ile ifade edenler eda eh-liyeti üzerinden bir tanımlama getirmiştir. Buna göre mükellef akıl, buluğ ve rüşt şartını taşıyan insanlar-dır. Hukuk ve şerʿî hitap bunların fiilleriyle ilgilidir. Ancak mükellef terimi çocuk, akıl hastası vb. gibi fiil-lerine sonuç bağlanabilen, hak ve borç sahibi olan insanları dışlamakta, adeta hukukun dışına itmekte-dir. Burada ortaya çıkan boşluğu elimizdeki metinler noktasından baktığımızda Debûsî doldurmuş ve hukukun öznesinin mükellef değil, zimmet sahibi insan olduğunu belirtmiştir. Debûsî’den sonra artık hu-kukun temel konusu mükellefin fiilleri değil zimmet sahibi varlığın hak ve borçlarıdır. Ehliyet de sadece eda/fiil ehliyeti değildir ayrıca vücûb/hak ehliyeti söz konusudur. Vücûb ehliyeti zimmet ile benzer bir an-lama sahiptir. İnsan doğumdan ölüme kadar zimmet ve vücûb ehliyeti sahibidir. Bu anlamıyla zimmeti kısaca kişilik olarak ifade edebiliriz. Zimmet terimi Hanefilerin dışındaki bazı mezheplerde zaman za-man mükellef kavramıyla yakın bir içeriğe sahip olarak zaman zaman da Hanefilerdeki kapsamıyla kullanılır. Kişilik Türk ve Kara Avrupası hukukunda olduğu gibi İslam hukukunda da sağ doğumla baş-lar ve ölümle sona erer.
{"title":"The concept of person and legal personality (dhimmah) in Islamic Law","authors":"Hasan Hacak","doi":"10.15370/maruifd.1370833","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1370833","url":null,"abstract":"Türk ve Kara Avrupası hukukunda hukukun öznesi kişilerdir ve iki tür kişi vardır: gerçek kişiler ve tüzel kişiler. Gerçek kişi dediğimiz insanlar doğum ile ölüm arasında hukuk öznesidir. Reşit olan kişiler hem hak hem de fiil ehliyetine sahipken reşit olmayanlar sadece hak ehliyetine sahiptir. İslam hukukunda ise hukuki kişiliği ve hukukun öznesini ifade etmek için iki temel ve birbiriyle yarışan kavram üretilmiştir. Bunların ilki mükellef diğeri ise zimmettir. Hukukun öznesini mükellef kavramı ile ifade edenler eda eh-liyeti üzerinden bir tanımlama getirmiştir. Buna göre mükellef akıl, buluğ ve rüşt şartını taşıyan insanlar-dır. Hukuk ve şerʿî hitap bunların fiilleriyle ilgilidir. Ancak mükellef terimi çocuk, akıl hastası vb. gibi fiil-lerine sonuç bağlanabilen, hak ve borç sahibi olan insanları dışlamakta, adeta hukukun dışına itmekte-dir. Burada ortaya çıkan boşluğu elimizdeki metinler noktasından baktığımızda Debûsî doldurmuş ve hukukun öznesinin mükellef değil, zimmet sahibi insan olduğunu belirtmiştir. Debûsî’den sonra artık hu-kukun temel konusu mükellefin fiilleri değil zimmet sahibi varlığın hak ve borçlarıdır. Ehliyet de sadece eda/fiil ehliyeti değildir ayrıca vücûb/hak ehliyeti söz konusudur. Vücûb ehliyeti zimmet ile benzer bir an-lama sahiptir. İnsan doğumdan ölüme kadar zimmet ve vücûb ehliyeti sahibidir. Bu anlamıyla zimmeti kısaca kişilik olarak ifade edebiliriz. Zimmet terimi Hanefilerin dışındaki bazı mezheplerde zaman za-man mükellef kavramıyla yakın bir içeriğe sahip olarak zaman zaman da Hanefilerdeki kapsamıyla kullanılır. Kişilik Türk ve Kara Avrupası hukukunda olduğu gibi İslam hukukunda da sağ doğumla baş-lar ve ölümle sona erer.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"37 7","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138946044","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-17DOI: 10.15370/maruifd.1384014
İsa Güceyüz
Arapça dil ilimleri içerisinde yer alan Nahiv ilmi Arap gramerini konu edinen bir disiplin olup İslam ilim ve düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Câhiliye’den günümüze, genelde Arap edebiyatını özelde ise nahiv ilmini ve tarihini çeşitli dönemlere ayırmak mümkündür. Bu dönemlerden birisi de 1516-1802 yılları arasını kapsayan ve Arap edebiyatında önemli bir yer tutan Osmanlı dönemidir. Osmanlı döneminde klasik ilimlerin temelini teşkil eden Arapçaya oldukça önem verilmiş ve bu dönemin medreselerinde Arapçaya dayalı dil ilimleri ağırlıklı olarak okutulmuştur. Bu ilimlerin temelinde ise sarf, nahiv ve belâgat mevcuttur. Âbidîn Paşa da son dönem Osmanlı âlimlerinden birisi olup; nahivden edebiyata, tasavvuftan kelama, felsefeden ekonomi ve borsaya birçok alana dair eser kaleme almış çok yönlü bir ilim adamıdır. Âbidîn Paşa, 1843 yılında Preveze’de dünyaya gelmiştir. Selânik, Adana, Sivas, Ankara ve Cezâyir-i Bahr-i Sefîd (Akdeniz Adaları) gibi birçok yerde valilik yapmakla birlikte kısa bir süreliğine Hâriciye nâzırlığı görevini de üstlenmiştir. İyi derecede Arapça, Farsça, Arnavutça, Fransızca ve Yunanca bilen Paşa, aynı zamanda Yunanca şiirler de kaleme almıştır. Âbidîn Paşa daha çok Mesnevî şerhi ile öne çıkmaktadır. Ancak diğer alanlara dair risale ve eserlerinin de oldukça kıymetli olduğunu söylemek mümkündür. Beş ayrı dili iyi derecede bilen Âbidîn Paşa, Arapça gramerine dair Ber Tarz-ı Nevîn Nahv-i Arabî isminde bir eser de kaleme almıştır. Eser, 1312/1895 yılında Rodos Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Vilâyet Matbaası’nda basılmış ve 2012 yılında İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından Osmanlı dönemi nadir eserlerin kataloglanması projesi kapsamında dijital ortama aktarılmıştır. Âbidîn Paşa’nın eserlerinin çoğu çeşitli çalışmalarda konu edinilmiş olmakla birlikte onun Ber Tarz-ı Nevîn Nahv-i Arabî isimli eseri hakkında müstakil bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmada betimleyici ve açıklayıcı yöntem kullanılmıştır. Eser, genel gramer ve i‘râb konuları olmak üzere iki temel başlık altında incelenmiştir. Eserde kelime türleri, semâ‘î ve kıyâsî âmiller, merfu‘ât, mansûbat ve mecrûrat gibi konular üzerinde detaylı olarak durulmuştur. Bunlara ek olarak lafzî, takdîrî ve mahallî i‘râb meselesi de işlenmiş fakat “kâne” – “inne” ve benzerleri, te’kîd, bedel, atf-ı beyân gibi konuların i‘râbına detaylı olarak girilmemiştir. Tahzîr, iğrâ, ihtisâs, mübâlağa bildiren ifadeler, ism-i tafdîl, medih, zem ve teaccüb bildiren fiiller gibi konulara ise temas edilmemiştir. Konuların kullanım alanının diğerlerine göre daha az olması veya kitabın muhtasar bir eser özelliğine sahip olması gibi sebeplerle Âbidîn Paşa’nın bu tür meseleleri ele almadığı ifade edilebilir. Bu yönüyle eserin, nahvin kısa ve kolay bir şekilde öğretilmesi amacıyla kaleme alındığı söylenebilir. Müellif, eserinde müstakil bir kaynakçaya yer vermemiştir. Ancak Birgivî Mehmed Efendi’nin ‘Avâmil ve İzhâr’ı, İbnu’l-Hâcib’in Kâfiye’si, İbn Hişâm’ın Muğni’l-Lebîb ve Kavâ‘idu’l-İ‘râb’ı, şârihine nispe
{"title":"A Work on the Grammar of the Arabic Language Written in Ottoman Turkish by ‘Ābidīn Pasha: Ber Ṭarz-ı Nevīn Naḥv-i ‘Arabī","authors":"İsa Güceyüz","doi":"10.15370/maruifd.1384014","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1384014","url":null,"abstract":"Arapça dil ilimleri içerisinde yer alan Nahiv ilmi Arap gramerini konu edinen bir disiplin olup İslam ilim ve düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Câhiliye’den günümüze, genelde Arap edebiyatını özelde ise nahiv ilmini ve tarihini çeşitli dönemlere ayırmak mümkündür. Bu dönemlerden birisi de 1516-1802 yılları arasını kapsayan ve Arap edebiyatında önemli bir yer tutan Osmanlı dönemidir. Osmanlı döneminde klasik ilimlerin temelini teşkil eden Arapçaya oldukça önem verilmiş ve bu dönemin medreselerinde Arapçaya dayalı dil ilimleri ağırlıklı olarak okutulmuştur. Bu ilimlerin temelinde ise sarf, nahiv ve belâgat mevcuttur. Âbidîn Paşa da son dönem Osmanlı âlimlerinden birisi olup; nahivden edebiyata, tasavvuftan kelama, felsefeden ekonomi ve borsaya birçok alana dair eser kaleme almış çok yönlü bir ilim adamıdır. Âbidîn Paşa, 1843 yılında Preveze’de dünyaya gelmiştir. Selânik, Adana, Sivas, Ankara ve Cezâyir-i Bahr-i Sefîd (Akdeniz Adaları) gibi birçok yerde valilik yapmakla birlikte kısa bir süreliğine Hâriciye nâzırlığı görevini de üstlenmiştir. İyi derecede Arapça, Farsça, Arnavutça, Fransızca ve Yunanca bilen Paşa, aynı zamanda Yunanca şiirler de kaleme almıştır. \u0000Âbidîn Paşa daha çok Mesnevî şerhi ile öne çıkmaktadır. Ancak diğer alanlara dair risale ve eserlerinin de oldukça kıymetli olduğunu söylemek mümkündür. Beş ayrı dili iyi derecede bilen Âbidîn Paşa, Arapça gramerine dair Ber Tarz-ı Nevîn Nahv-i Arabî isminde bir eser de kaleme almıştır. Eser, 1312/1895 yılında Rodos Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Vilâyet Matbaası’nda basılmış ve 2012 yılında İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından Osmanlı dönemi nadir eserlerin kataloglanması projesi kapsamında dijital ortama aktarılmıştır. Âbidîn Paşa’nın eserlerinin çoğu çeşitli çalışmalarda konu edinilmiş olmakla birlikte onun Ber Tarz-ı Nevîn Nahv-i Arabî isimli eseri hakkında müstakil bir çalışma yapılmamıştır. \u0000Bu çalışmada betimleyici ve açıklayıcı yöntem kullanılmıştır. Eser, genel gramer ve i‘râb konuları olmak üzere iki temel başlık altında incelenmiştir. Eserde kelime türleri, semâ‘î ve kıyâsî âmiller, merfu‘ât, mansûbat ve mecrûrat gibi konular üzerinde detaylı olarak durulmuştur. Bunlara ek olarak lafzî, takdîrî ve mahallî i‘râb meselesi de işlenmiş fakat “kâne” – “inne” ve benzerleri, te’kîd, bedel, atf-ı beyân gibi konuların i‘râbına detaylı olarak girilmemiştir. Tahzîr, iğrâ, ihtisâs, mübâlağa bildiren ifadeler, ism-i tafdîl, medih, zem ve teaccüb bildiren fiiller gibi konulara ise temas edilmemiştir. Konuların kullanım alanının diğerlerine göre daha az olması veya kitabın muhtasar bir eser özelliğine sahip olması gibi sebeplerle Âbidîn Paşa’nın bu tür meseleleri ele almadığı ifade edilebilir. Bu yönüyle eserin, nahvin kısa ve kolay bir şekilde öğretilmesi amacıyla kaleme alındığı söylenebilir. Müellif, eserinde müstakil bir kaynakçaya yer vermemiştir. Ancak Birgivî Mehmed Efendi’nin ‘Avâmil ve İzhâr’ı, İbnu’l-Hâcib’in Kâfiye’si, İbn Hişâm’ın Muğni’l-Lebîb ve Kavâ‘idu’l-İ‘râb’ı, şârihine nispe","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"21 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-17","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138965723","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-16DOI: 10.15370/maruifd.1378358
Halil İbrahim Delen
Hz. Peygamer’in vefatından sonra gündeme gelen İslâm toplumunun yönetimi meselesi ilk dö-nemlerden itibaren Müslümanların gündemini meşgul etmiştir. Toplumun yönetimini düzen esa-sı üzere tesis etmek isteyen Müslümanlar zamanla çeşitli yönetim nazariyeleri geliştirmiştir. Muâmelâta tekabül eden imâmet meselesi Şiîlerin müdahelesiyle itikâdî bir zemine çekilmiştir. Şiîlerin inanç sisteminin merkezini oluşturan imâmet, itikâdî bir konumda telakki edilmiş ve kendileri gibi düşünmeyen mezhepler eleştirilere tabi tutulmuştur. Şiîlerin bu tutum ve tavırları-nın izale edilmesi sebebiyle kelam alimleri de çeşitli yazım faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bu-nun neticesinde de imâmet konuları kelam kitapları içerisinde yer edinerek tartışılmaya başlan-mıştır. Kelam alimleri cevap vermek amaçlı bu meseleleri kelam eserlerine dahil etseler de imâmetin yönetimsel bir mesele olduğu noktasında aynı kanaatlerini devam ettirmişlerdir. Son dönem Muʿtezilesinin en önemli temsilcisi kabul edilen Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’de bu alimlerden birisidir. Kendisinden sonra görüşleri etrafında tesis edilen Hüseyniyye ekolünün kurucusu kabul edilen Ebü’l-Hüseyin el-Basrî görüşleri ile gerek mezhep içi gerek mezhep dışı önemli etkiye sa-hip olmuştur. Bu sebeple Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin imâmet düşüncesi etrafındaki görüşleri ve özellikle 10. Yüzyıl İmâmiyye algısına yönelttiği eleştirileri önem arz etmektedir. Bu çalışmada Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin imâmet meselesine yaklaşımı ele alınacak olup, takipçileri tarafından görüşlerinin nasıl sürdürüldüğünün izleri sürülmektedir.
{"title":"Son Dönem Muʿtezilesinde İmamet Düşüncesi","authors":"Halil İbrahim Delen","doi":"10.15370/maruifd.1378358","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1378358","url":null,"abstract":"Hz. Peygamer’in vefatından sonra gündeme gelen İslâm toplumunun yönetimi meselesi ilk dö-nemlerden itibaren Müslümanların gündemini meşgul etmiştir. Toplumun yönetimini düzen esa-sı üzere tesis etmek isteyen Müslümanlar zamanla çeşitli yönetim nazariyeleri geliştirmiştir. Muâmelâta tekabül eden imâmet meselesi Şiîlerin müdahelesiyle itikâdî bir zemine çekilmiştir. Şiîlerin inanç sisteminin merkezini oluşturan imâmet, itikâdî bir konumda telakki edilmiş ve kendileri gibi düşünmeyen mezhepler eleştirilere tabi tutulmuştur. Şiîlerin bu tutum ve tavırları-nın izale edilmesi sebebiyle kelam alimleri de çeşitli yazım faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bu-nun neticesinde de imâmet konuları kelam kitapları içerisinde yer edinerek tartışılmaya başlan-mıştır. Kelam alimleri cevap vermek amaçlı bu meseleleri kelam eserlerine dahil etseler de imâmetin yönetimsel bir mesele olduğu noktasında aynı kanaatlerini devam ettirmişlerdir. Son dönem Muʿtezilesinin en önemli temsilcisi kabul edilen Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’de bu alimlerden birisidir. Kendisinden sonra görüşleri etrafında tesis edilen Hüseyniyye ekolünün kurucusu kabul edilen Ebü’l-Hüseyin el-Basrî görüşleri ile gerek mezhep içi gerek mezhep dışı önemli etkiye sa-hip olmuştur. Bu sebeple Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin imâmet düşüncesi etrafındaki görüşleri ve özellikle 10. Yüzyıl İmâmiyye algısına yönelttiği eleştirileri önem arz etmektedir. Bu çalışmada Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin imâmet meselesine yaklaşımı ele alınacak olup, takipçileri tarafından görüşlerinin nasıl sürdürüldüğünün izleri sürülmektedir.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"14 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-16","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138967930","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-14DOI: 10.15370/maruifd.1373045
Osman Cengi̇z
Osmanlı düşüncesinin kaynaklarından olan belagat ilmindeki klasik çalışmalardan biri Ebü’l-Kâsım es-Semerkandî (ö. 888/1483’ten sonra)’nin istiâreyle ilgili çalışması Risâletü’l-istiârât’dır. Bu esere İsâmüddin İsferâyînî (ö. 945/1538) tarafından şerh yazılmış ve bu şerhe de Filibeli Halil Fevzi Efendi (ö. 1301/1884) yaklaşık bin sayfalık bir haşiye kaleme almıştır. Disiplinler arası metinlerden sayabileceğimiz bu kitap, Halil Fevzi Efendi üzerinden bir entelektüelinin düşünce dünyasını resmetmektedir. Bildiri, elimizdeki eserin disiplinler arası yönüyle ilgilenmektedir. Bu ilmin diplomasi, siyaset, hukuk, usûl-i fıkıh, tefsir, kelam ve mantık gibi pek çok sahayla ilgili olması, entelektüel zihnin ondan müstağni kalamayacağını gösterdiği gibi niçin mecaz ve istiareye yöneldiğimize de işaret etmektedir. Bildiri, istiâre yapılış biçimlerinin icmalen veya tafsilen Türkçe olarak verilmesi; mantıksal önermelerin veya metafizik yorumun belagat ilmine tatbiki; ara cümle bahsinde olduğu gibi eserde belagat metodunun mantığa uyarlanması şeklinde başlıkları konu edinmektedir. Ruh, kalp ve nefis kavramları için klasik metafizik metinlerinden yapılan iktibaslar; irade, ilim ve kudret kavramları yanında tasavvurât ve tasdikât bahislerinin, âdab-ı bahs konularının ele alınması; zaman zaman Meşşâî ve İşrakî geleneğe, hukemâ ve mütekellimin mesleklerinin farkına dikkat çekilmesi eserin disiplinler arası özelliğini göstermektedir. Bunun yanında kuvve-i nazariyye ve ameliyye’ye, havâss-ı hamse-i bâtına ve araz-ı nisbî’ye, eyniyyet, keyfiyyet ve zaman-mekân tasavvurlarına yer veren çalışma, zihnî suretler konusunda da izahlarda bulunmuştur. Akıl ve idrak kavramlarının tıp ilmiyle iç içe ele alan eserin mecaz ile hareket ilişkisini de fizik üzerinden örneklediği görülmektedir. Bildiri, belagat metinlerinde alan dışı literatür ve kavram inşası çalışmalarına katkı sunmayı amaçlamaktadır.
{"title":"Osmanlı’da Belağat Ne İşe Yarar? El-Hâşiyetü’l- Cedîde ‘Alâ Şerhi ‘İsami’l-Ferîde’de İlmî Literatür ve Kavram İnşası","authors":"Osman Cengi̇z","doi":"10.15370/maruifd.1373045","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1373045","url":null,"abstract":"Osmanlı düşüncesinin kaynaklarından olan belagat ilmindeki klasik çalışmalardan biri Ebü’l-Kâsım es-Semerkandî (ö. 888/1483’ten sonra)’nin istiâreyle ilgili çalışması Risâletü’l-istiârât’dır. Bu esere İsâmüddin İsferâyînî (ö. 945/1538) tarafından şerh yazılmış ve bu şerhe de Filibeli Halil Fevzi Efendi (ö. 1301/1884) yaklaşık bin sayfalık bir haşiye kaleme almıştır. Disiplinler arası metinlerden sayabileceğimiz bu kitap, Halil Fevzi Efendi üzerinden bir entelektüelinin düşünce dünyasını resmetmektedir. Bildiri, elimizdeki eserin disiplinler arası yönüyle ilgilenmektedir. Bu ilmin diplomasi, siyaset, hukuk, usûl-i fıkıh, tefsir, kelam ve mantık gibi pek çok sahayla ilgili olması, entelektüel zihnin ondan müstağni kalamayacağını gösterdiği gibi niçin mecaz ve istiareye yöneldiğimize de işaret etmektedir. Bildiri, istiâre yapılış biçimlerinin icmalen veya tafsilen Türkçe olarak verilmesi; mantıksal önermelerin veya metafizik yorumun belagat ilmine tatbiki; ara cümle bahsinde olduğu gibi eserde belagat metodunun mantığa uyarlanması şeklinde başlıkları konu edinmektedir. Ruh, kalp ve nefis kavramları için klasik metafizik metinlerinden yapılan iktibaslar; irade, ilim ve kudret kavramları yanında tasavvurât ve tasdikât bahislerinin, âdab-ı bahs konularının ele alınması; zaman zaman Meşşâî ve İşrakî geleneğe, hukemâ ve mütekellimin mesleklerinin farkına dikkat çekilmesi eserin disiplinler arası özelliğini göstermektedir. Bunun yanında kuvve-i nazariyye ve ameliyye’ye, havâss-ı hamse-i bâtına ve araz-ı nisbî’ye, eyniyyet, keyfiyyet ve zaman-mekân tasavvurlarına yer veren çalışma, zihnî suretler konusunda da izahlarda bulunmuştur. Akıl ve idrak kavramlarının tıp ilmiyle iç içe ele alan eserin mecaz ile hareket ilişkisini de fizik üzerinden örneklediği görülmektedir. Bildiri, belagat metinlerinde alan dışı literatür ve \u0000kavram inşası çalışmalarına katkı sunmayı amaçlamaktadır.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"8 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-14","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138971921","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-14DOI: 10.15370/maruifd.1372429
Necmi Ati̇k
The Ottoman Empire is a great state that has taken its place in the distinguished pages of history with its numerous achievements in every field over a period of more than six centuries. The main factors that cause a state to live healthy and long and to achieve success are the building blocks it has trained, such as valuable scholars, poets, engineers, architects, bureaucrats, soldiers and state dignitaries. The Ottoman Empire, whose sultans included poets, musicians, calligraphers and painters who spoke several languages and wrote poems in those languages, raised countless influential and qualified people in these fields. Being able to serve as a high-level bureaucrat in such a state, which is equipped with superior qualifications from head to toe, requires being well-equipped. Reşid Akif Pasha is one of the high-ranking bureaucrats of the Ottoman Empire. He served as the Governor of Sivas between 1902 and 1908, during the last period when the administration and will of the Ottoman Empire was shaken, and he successfully completed his duty by exercising the power and representative power of the state in the best possible way. Apart from this duty, Reşid Âkif Pasha also distinguished himself with his engagement with poetry and literature and the poems he wrote in aruz meter. Although the poems he wrote were sufficient to form a small divan, his poems were lost as a result of his house burning in the Vefâ fire. His verses that have survived to this day and are known consist of seven poems. As a result of our research and analysis, it was determined that Reşid Âkif Pasha, in addition to the letters and poems he sent to İbnülemin Mahmut Kemal İnal, also sent poems to Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır. In addition, in the manuscripts of Ahmed Remzi Akyürek, ghazals belonging to Reşid Âkif Pasha and nazîre, tahmis and tastir made to his ghazals were detected. The subject of our study is the eight ghazals of Reşid Âkif Pasha, which have been identified and will be published for the first time, and the nazîre, tahmis and taştir made to his ghazals In this study, the poems in question will be transcribed and examined, and poems that we believe are important to the history of classical Turkish literature will be included.
{"title":"Unpublished Poems of Reşid Âkif Pasha","authors":"Necmi Ati̇k","doi":"10.15370/maruifd.1372429","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1372429","url":null,"abstract":"The Ottoman Empire is a great state that has taken its place in the distinguished pages of history with its numerous achievements in every field over a period of more than six centuries. The main factors that cause a state to live healthy and long and to achieve success are the building blocks it has trained, such as valuable scholars, poets, engineers, architects, bureaucrats, soldiers and state dignitaries. The Ottoman Empire, whose sultans included poets, musicians, calligraphers and painters who spoke several languages and wrote poems in those languages, raised countless influential and qualified people in these fields. Being able to serve as a high-level bureaucrat in such a state, which is equipped with superior qualifications from head to toe, requires being well-equipped. \u0000 \u0000Reşid Akif Pasha is one of the high-ranking bureaucrats of the Ottoman Empire. He served as the Governor of Sivas between 1902 and 1908, during the last period when the administration and will of the Ottoman Empire was shaken, and he successfully completed his duty by exercising the power and representative power of the state in the best possible way. Apart from this duty, Reşid Âkif Pasha also distinguished himself with his engagement with poetry and literature and the poems he wrote in aruz meter. Although the poems he wrote were sufficient to form a small divan, his poems were lost as a result of his house burning in the Vefâ fire. His verses that have survived to this day and are known consist of seven poems. As a result of our research and analysis, it was determined that Reşid Âkif Pasha, in addition to the letters and poems he sent to İbnülemin Mahmut Kemal İnal, also sent poems to Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır. In addition, in the manuscripts of Ahmed Remzi Akyürek, ghazals belonging to Reşid Âkif Pasha and nazîre, tahmis and tastir made to his ghazals were detected. The subject of our study is the eight ghazals of Reşid Âkif Pasha, which have been identified and will be published for the first time, and the nazîre, tahmis and taştir made to his ghazals In this study, the poems in question will be transcribed and examined, and poems that we believe are important to the history of classical Turkish literature will be included.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"4 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-14","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139002663","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-13DOI: 10.15370/maruifd.1384192
Mebrure Doğan
Araştırmada psikolojik sağlamlık ile travma sonrası gelişim arasındaki ilişkide olumlu ve olumsuz dinî başa çıkmanın aracılık etkisinin olup olmadığının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla araştırmada yöntem olarak ilişkisel tarama modellerinden aracılık modeli kullanılmıştır. Araştırmanın veri seti “Kısa Psikolojik Sağlamlık Ölçeği”, “Travma Sonrası Gelişim Ölçeği (TSGÖ-G)”, “Dinî Başa Çıkma Ölçeği” ve kişisel bilgi formu kullanılarak oluşturulmuştur. Araştırma kapsamında Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan, 18 yaş üstü 322 gönüllü katılımcıdan Google Form aracılığıyla veriler toplanmıştır. Ancak 11 katılımcı herhangi bir travma yaşamadığını belirttiğinden analize travma yaşantısın olduğunu bildiren 311 katılımcının verileri ile devam edilmiştir. Verilerin analizi SPSS 25 paket programı kullanılarak yapılmıştır. Araştırma kapsamında yapılan analizler verilerin normal dağılım sergilediğini gösterdiğinden verilerin analizi parametrik testlerden t-testi, One Way ANOVA testi, korelasyon ve regresyon testlerinin yanı sıra aracılık analizi için Hayes tarafından geliştirilen SPSS PROCESS Makro eklentisi (Model 4) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmada katılımcıların psikolojik sağlamlık, travma sonrası gelişim, olumlu dinî başa çıkma ve olumsuz dinî başa çıkma düzeylerinde yaş, medeni durum, sosyo-ekonomik düzey değişkenlerine göre gruplar arasında anlamlı farklılık olduğu, cinsiyet ve eğitim düzeyi değişkenlerine göre ise gruplar arasında anlamlı farklılaşmanın olmadığı görülmüştür. Buna göre 18-24 yaş grubunun psikolojik sağlamlığı 25-34 yaş grubu dışında tüm yaş gruplarından anlamlı derecede düşük bulunmuş, 35-44 yaş grubunun 25-34 yaş grubuna göre anlamlı derecede daha sık olumlu dinî başa çıkmaya başvurduğu belirlenmiştir. Evlilerin psikolojik sağlamlıklarının bekarlardan anlamlı derecede yüksek bulunduğu çalışmada bekarlar evlilere göre daha sık olumsuz dinî başa çıkma yöntemlerini kullanmaktadır. Diğer taraftan araştırmada ortanın altı gelir grubunda olduklarını belirten katılımcıların ortanın üstünde olanlara göre daha sık olumsuz dinî başa çıkmaya başvurdukları tespit edilmiştir. Değişkenler arasında anlamlı ilişkilerin olması, aracılık analizi yapabilmenin ön koşuludur. Bu nedenle öncelikle korelasyon analizi yapılarak değişkenler arasındaki ilişkiye bakılmıştır. Analiz sonuçları psikolojik sağlamlık, travma sonrası gelişim ve olumlu dinî başa çıkma değişkenleri arasında pozitif yönlü anlamlı ilişkilerin olduğunu ortaya koymuştur. Ancak araştırmada yapılan analizler olumsuz dinî başa çıkma ile psikolojik sağlamlık ve travma sonrası gelişim arasındaki ilişkilerin negatif yönlü ve anlamlı olduğunu göstermiştir. Değişkenler arasındaki ilişkiyi daha detaylı inceleyebilmek için yapılan regresyon analizinde ise psikolojik sağlamlığın travma sonrası gelişimi anlamlı derecede yordadığı belirlenmiştir. Ayrıca araştırmada psikolojik sağlamlığın olumlu dinî başa çıkmanın pozitif yönlü yordayıcısı olduğu, olumsuz dinî başa çıkmanın ise negat
本研究旨在探讨积极和消极宗教应对在心理复原力与创伤后发展之间是否存在中介效应。为此,本研究采用了关系筛选模型之一的中介模型作为研究方法。研究数据集由 "简明心理复原力量表"、"创伤后发展量表(PTSD-G)"、"宗教应对量表 "和个人信息表组成。在研究范围内,通过谷歌表格收集了居住在土耳其不同地区的 322 名年满 18 岁的志愿参与者的数据。然而,由于 11 名参与者表示他们没有经历过任何心理创伤,因此继续对 311 名报告自己经历过心理创伤的参与者的数据进行分析。数据使用 SPSS 25 软件包进行分析。由于在研究范围内进行的分析表明数据呈正态分布,因此使用 t 检验、单向方差分析检验、相关检验、回归检验以及 Hayes 开发的用于中介分析的 SPSS PROCESS Macro 插件(模型 4)对数据进行了分析。研究结果表明,根据年龄、婚姻状况、社会经济水平等变量的不同,各组参与者的心理复原力、创伤后发展、积极宗教应对和消极宗教应对水平存在显著差异,而根据性别和教育水平等变量的不同,各组参与者的心理复原力、创伤后发展、积极宗教应对和消极宗教应对水平没有显著差异。因此,研究发现,除 25-34 岁年龄组外,18-24 岁年龄组的心理复原力明显低于其他年龄组,而 35-44 岁年龄组采用积极宗教应对方式的频率明显高于 25-34 岁年龄组。研究发现,已婚者的心理复原力明显高于单身者,而单身者使用消极宗教应对方法的频率高于已婚者。另一方面,研究发现,自称收入低于平均水平的参与者比收入高于平均水平的参与者更经常使用消极的宗教应对方法。变量之间存在重要关系是进行中介分析的前提条件。因此,首先对变量之间的关系进行了相关分析。分析结果显示,心理复原力、创伤后发展和积极宗教应对变量之间存在显著的正相关关系。然而,分析结果表明,消极宗教应对与心理复原力和创伤后成长之间的关系为负且显著。为更详细地研究变量之间的关系而进行的回归分析表明,心理复原力对创伤后成长有明显的预测作用。此外,研究还发现,心理复原力对积极的宗教应对具有积极的预测作用,而对消极的宗教应对具有消极的预测作用。同样,研究发现,积极的宗教应对是创伤后成长的积极预测因素,而消极的宗教应对是创伤后成长的消极预测因素。在这些分析之后,使用过程宏插件研究了积极和消极宗教应对对心理复原力和创伤后成长之间关系的中介效应。研究发现,心理复原力对创伤后成长的总效应为 "0.227",而积极的宗教应对对总效应起到了部分中介作用。如果从中介效应的角度对研究结果进行分析,可以了解到心理复原力通过积极的宗教应对间接影响了创伤后成长,而且这种间接效应在统计学上是显著的(β= ,060, p 0.5)。此外,考虑到直接和间接效应得分,得出的结论是,心理复原力对创伤后成长的总效应中,约有 26% 是由积极的宗教应对造成的。
{"title":"Examining the Relationship between Psychological Resilience and Posttraumatic Growth: The Mediating Role of Positive and Negative Religious Coping","authors":"Mebrure Doğan","doi":"10.15370/maruifd.1384192","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1384192","url":null,"abstract":"Araştırmada psikolojik sağlamlık ile travma sonrası gelişim arasındaki ilişkide olumlu ve olumsuz dinî başa çıkmanın aracılık etkisinin olup olmadığının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla araştırmada yöntem olarak ilişkisel tarama modellerinden aracılık modeli kullanılmıştır. Araştırmanın veri seti “Kısa Psikolojik Sağlamlık Ölçeği”, “Travma Sonrası Gelişim Ölçeği (TSGÖ-G)”, “Dinî Başa Çıkma Ölçeği” ve kişisel bilgi formu kullanılarak oluşturulmuştur. Araştırma kapsamında Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan, 18 yaş üstü 322 gönüllü katılımcıdan Google Form aracılığıyla veriler toplanmıştır. Ancak 11 katılımcı herhangi bir travma yaşamadığını belirttiğinden analize travma yaşantısın olduğunu bildiren 311 katılımcının verileri ile devam edilmiştir. Verilerin analizi SPSS 25 paket programı kullanılarak yapılmıştır. Araştırma kapsamında yapılan analizler verilerin normal dağılım sergilediğini gösterdiğinden verilerin analizi parametrik testlerden t-testi, One Way ANOVA testi, korelasyon ve regresyon testlerinin yanı sıra aracılık analizi için Hayes tarafından geliştirilen SPSS PROCESS Makro eklentisi (Model 4) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmada katılımcıların psikolojik sağlamlık, travma sonrası gelişim, olumlu dinî başa çıkma ve olumsuz dinî başa çıkma düzeylerinde yaş, medeni durum, sosyo-ekonomik düzey değişkenlerine göre gruplar arasında anlamlı farklılık olduğu, cinsiyet ve eğitim düzeyi değişkenlerine göre ise gruplar arasında anlamlı farklılaşmanın olmadığı görülmüştür. Buna göre 18-24 yaş grubunun psikolojik sağlamlığı 25-34 yaş grubu dışında tüm yaş gruplarından anlamlı derecede düşük bulunmuş, 35-44 yaş grubunun 25-34 yaş grubuna göre anlamlı derecede daha sık olumlu dinî başa çıkmaya başvurduğu belirlenmiştir. Evlilerin psikolojik sağlamlıklarının bekarlardan anlamlı derecede yüksek bulunduğu çalışmada bekarlar evlilere göre daha sık olumsuz dinî başa çıkma yöntemlerini kullanmaktadır. Diğer taraftan araştırmada ortanın altı gelir grubunda olduklarını belirten katılımcıların ortanın üstünde olanlara göre daha sık olumsuz dinî başa çıkmaya başvurdukları tespit edilmiştir. Değişkenler arasında anlamlı ilişkilerin olması, aracılık analizi yapabilmenin ön koşuludur. Bu nedenle öncelikle korelasyon analizi yapılarak değişkenler arasındaki ilişkiye bakılmıştır. Analiz sonuçları psikolojik sağlamlık, travma sonrası gelişim ve olumlu dinî başa çıkma değişkenleri arasında pozitif yönlü anlamlı ilişkilerin olduğunu ortaya koymuştur. Ancak araştırmada yapılan analizler olumsuz dinî başa çıkma ile psikolojik sağlamlık ve travma sonrası gelişim arasındaki ilişkilerin negatif yönlü ve anlamlı olduğunu göstermiştir. Değişkenler arasındaki ilişkiyi daha detaylı inceleyebilmek için yapılan regresyon analizinde ise psikolojik sağlamlığın travma sonrası gelişimi anlamlı derecede yordadığı belirlenmiştir. Ayrıca araştırmada psikolojik sağlamlığın olumlu dinî başa çıkmanın pozitif yönlü yordayıcısı olduğu, olumsuz dinî başa çıkmanın ise negat","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"135 25","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-13","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139004047","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-13DOI: 10.15370/maruifd.1383806
Mücella Hacimisiroğlu
TVakf-ibtidâ bilgisi, Kur’an-ı Kerim’i hem dil hem de mana boyutu itibariyle inceleme ayrıcalığına sahiptir. Dil ve anlam boyutlu oluşu vakf-ibtidâ eserlerinde lügavi açıklamaların ve bu açıklamalar doğrultusunda serdedilen mana takdirlerinin belli bir yekûn teşkil etmesini sağlamıştır. Lügavi inceleme ise terkib düzeyinde, bir terkibi oluşturan unsurları gerek cümle kurgusu gerekse edebi yön itibariyle ele almayı ifade eder. Belagat çalışmaları kapsamında müstakil olarak incelemeye tabi tutulan bu edebi yön, İslam düşünce geleneğinin muhtelif başlıklarında şu veya bu düzeyde yer ihraz etmiş ve böylece düşüncenin gelişimine de katkı sunmuştur. İşte bu çalışmada dilin edebi yönü kapsamında bahis konusu edilen ve ilerleyen süreçte dil-belagat âlimleri tarafından “isti’nâf-ı beyânî” olarak kavramlaştırılan edebi unsur üzerinden vakf-ibtidâ sahasında edebi boyutun hangi düzeyde varlığa sahip olduğunu incelemeye çalışacağız, yanı sıra da vakf-ibtidâ âlimleri içinde incelemelerini edebi bir zemine taşıma imkânı bulan âlimlerin kim veya kimler olduğunu tespit etmeye gayret edeceğiz. Böyle olduğu içindir ki yazıda öncelikle “isti’nâf-ı beyânî” terkibi sözlük ve terim anlamları düzeyinde incelenecek, akabinde İslam düşünce geleneğinde ve özellikle de dil, belağat ve tefsir sahasında isti’nâf-ı beyânî’nin bahis konusu edilme keyfiyetine temas edilecek, en sonunda da vakf-ibtidâ âlimlerinin açıklamalarına yansıyan yönünün keşfine çalışılacaktır.
{"title":"The Manifestation of Literary Dimension in the Knowledge of Waqf-Ibtidā: Example of Isti’nāf Bayānī","authors":"Mücella Hacimisiroğlu","doi":"10.15370/maruifd.1383806","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1383806","url":null,"abstract":"TVakf-ibtidâ bilgisi, Kur’an-ı Kerim’i hem dil hem de mana boyutu itibariyle inceleme ayrıcalığına sahiptir. Dil ve anlam boyutlu oluşu vakf-ibtidâ eserlerinde lügavi açıklamaların ve bu açıklamalar doğrultusunda serdedilen mana takdirlerinin belli bir yekûn teşkil etmesini sağlamıştır. Lügavi inceleme ise terkib düzeyinde, bir terkibi oluşturan unsurları gerek cümle kurgusu gerekse edebi yön itibariyle ele almayı ifade eder. Belagat çalışmaları kapsamında müstakil olarak incelemeye tabi tutulan bu edebi yön, İslam düşünce geleneğinin muhtelif başlıklarında şu veya bu düzeyde yer ihraz etmiş ve böylece düşüncenin gelişimine de katkı sunmuştur. İşte bu çalışmada dilin edebi yönü kapsamında bahis konusu edilen ve ilerleyen süreçte dil-belagat âlimleri tarafından “isti’nâf-ı beyânî” olarak kavramlaştırılan edebi unsur üzerinden vakf-ibtidâ sahasında edebi boyutun hangi düzeyde varlığa sahip olduğunu incelemeye çalışacağız, yanı sıra da vakf-ibtidâ âlimleri içinde incelemelerini edebi bir zemine taşıma imkânı bulan âlimlerin kim veya kimler olduğunu tespit etmeye gayret edeceğiz. Böyle olduğu içindir ki yazıda öncelikle “isti’nâf-ı beyânî” terkibi sözlük ve terim anlamları düzeyinde incelenecek, akabinde İslam düşünce geleneğinde ve özellikle de dil, belağat ve tefsir sahasında isti’nâf-ı beyânî’nin bahis konusu edilme keyfiyetine temas edilecek, en sonunda da vakf-ibtidâ âlimlerinin açıklamalarına yansıyan yönünün keşfine çalışılacaktır.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"135 47","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-13","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139004040","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-09DOI: 10.15370/maruifd.1361637
Ömer Türker
İslam düşünce tarihi üzerine karşılaştırmalı çalışmalar ekseriyetle disiplinler yahut gelenekler arasında konu başlıklarının uyuşması esasına göre yapılır. Nefs meselesiyle ilgili karşılaştırmalı çalışmalarda da felsefe kitaplarındaki nefs bölümleri ile kelam kitaplarındaki ruhla ilgili bölümlerine bakılır. Bu yöntem, yanlış olmamakla birlikte kimi zaman eksik kimi zaman da yanlış yönlendiricidir. Zira kelam kitaplarında ruhla ilgili bahisler, insanî nefs teorisinin kelamdaki karşılığını kısmen vermekle birlikte genel olarak nefs teorisinin mukâbili kelamda ruh teorisi değildir. Kelam geleneğinin kudret tarifleri, felsefe geleneğinde hareket veren ilkeler kabul edilen bitki, hayvan, insan ve felek nefslerinin yanı sıra varlık veren ilke olan Tanrı’yı da kapsamına almaktadır. Dolayısıyla kelamda kudret teorisi, yekpare varlık ve hareket ilkelerinin tamamını kapsamına almaktadır. Makalede kudret tarifleri ile nefs, kuvve ve tabiat kavramlarının tanımları karşılaştırılarak felsefî nefs teorisinin kelamdaki mukâbilin kudret teorisi olduğu gerekçeleriyle birlikte ortaya konulmaktadır.
{"title":"The Relationship between Nature, Soul, mightiness and M: A Study on the Correspondence of the Theory of Self in the Kalam Tradition","authors":"Ömer Türker","doi":"10.15370/maruifd.1361637","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1361637","url":null,"abstract":"İslam düşünce tarihi üzerine karşılaştırmalı çalışmalar ekseriyetle disiplinler yahut gelenekler arasında konu başlıklarının uyuşması esasına göre yapılır. Nefs meselesiyle ilgili karşılaştırmalı çalışmalarda da felsefe kitaplarındaki nefs bölümleri ile kelam kitaplarındaki ruhla ilgili bölümlerine bakılır. Bu yöntem, yanlış olmamakla birlikte kimi zaman eksik kimi zaman da yanlış yönlendiricidir. Zira kelam kitaplarında ruhla ilgili bahisler, insanî nefs teorisinin kelamdaki karşılığını kısmen vermekle birlikte genel olarak nefs teorisinin mukâbili kelamda ruh teorisi değildir. Kelam geleneğinin kudret tarifleri, felsefe geleneğinde hareket veren ilkeler kabul edilen bitki, hayvan, insan ve felek nefslerinin yanı sıra varlık veren ilke olan Tanrı’yı da kapsamına almaktadır. Dolayısıyla kelamda kudret teorisi, yekpare varlık ve hareket ilkelerinin tamamını kapsamına almaktadır. Makalede kudret tarifleri ile nefs, kuvve ve tabiat kavramlarının tanımları karşılaştırılarak felsefî nefs teorisinin kelamdaki mukâbilin kudret teorisi olduğu gerekçeleriyle birlikte ortaya konulmaktadır.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"397 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138983137","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-09DOI: 10.15370/maruifd.1383789
Abdullah Başaran
In his later works, the great logician and mathematician Kurt Gödel concentrates his focus on the philosophical problems such as the implications of set theory, the grammar and philosophy of language, objectivity and relativity, the ontological proof of God’s existence, and phenomenology as an exact method. This essay explores how Gödel reads the philosophy (of logic and mathematics) of his time and why he turns his attention to Husserl’s phenomenology for describing the foundations of mathematics. To begin with, Gödel employs Husserl’s significant distinction between Weltanschauung (worldview) philosophy and philosophy as rigorous science: According to the Weltanschauung philosophy, the spirit of time constantly changes so that the ideas discussed and goals attempted are meant to be temporal, and not for the sake of eternal truths, but for that of their own perfection; philosophy as rigorous science, on the other hand, is supratemporal so that its aim is to discover absolute and timeless values. As for the worldview of his time, Gödel sees the development of philosophy and mathematics leaned toward skepticism, pessimism, and positivism. The antinomies of set theory, for instance shaked the grounds on which mathematics and logic are founded. Gödel, too, uses these paradoxes in his incompleteness theorems in order to prove that there are some statements which can neither be proved nor disproved within a system. That also means that arithmetic is not eligible to prove its own consistency. From this, however, Gödel does not come to a conclusion for a nihilism in mathematics and logic: These mere antinomies of set theory do not “necessarily” lead us to logical positivism, and neither to such a materialism, nor to any kind of pessimistic theory of knowledge. The incompleteness theorems assert that there are arithmetical propositions that are true but neither provable nor unprovable within its own calculus, so that arithmetic is intrinsically incomplete. However, instead of Alfred Tarski’s pathological view of examining the detections within the faulty system and then reforming the system all together, Gödel holds that we need to change our methods to find new patterns that describe the antinomies pointing to the unrecoverable reality of the mathematical world. Thus, Gödel does not follow any variation of the Weltanschauung philosophy of his time, either attempting to reduce mathematical realities to mathematical proofs in order to get rid of antinomies, or endeavoring to rescue a complete system of truths by a closed formal system, both Weltanschauung philosophies fail to set forth a realistic method. In this context, Gödel finds the task of phenomenology analogous to what he pursues in terms of a systematic framework for the foundations of mathematics. Husserl’s phenomenology, in Gödel’s account, proliferates the intuition of (mathematical) essences and provides a clarification of meaning of undefinable concepts, such as the antinomies of set theory.
{"title":"Kurt Gödel’in Edmund Husserl Okuması: Matematiğin Temellerini Fenomenolojinin Işığında Aramak","authors":"Abdullah Başaran","doi":"10.15370/maruifd.1383789","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1383789","url":null,"abstract":"In his later works, the great logician and mathematician Kurt Gödel concentrates his focus on the philosophical problems such as the implications of set theory, the grammar and philosophy of language, objectivity and relativity, the ontological proof of God’s existence, and phenomenology as an exact method. This essay explores how Gödel reads the philosophy (of logic and mathematics) of his time and why he turns his attention to Husserl’s phenomenology for describing the foundations of mathematics. To begin with, Gödel employs Husserl’s significant distinction between Weltanschauung (worldview) philosophy and philosophy as rigorous science: According to the Weltanschauung philosophy, the spirit of time constantly changes so that the ideas discussed and goals attempted are meant to be temporal, and not for the sake of eternal truths, but for that of their own perfection; philosophy as rigorous science, on the other hand, is supratemporal so that its aim is to discover absolute and timeless values. As for the worldview of his time, Gödel sees the development of philosophy and mathematics leaned toward skepticism, pessimism, and positivism. The antinomies of set theory, for instance shaked the grounds on which mathematics and logic are founded. Gödel, too, uses these paradoxes in his incompleteness theorems in order to prove that there are some statements which can neither be proved nor disproved within a system. That also means that arithmetic is not eligible to prove its own consistency. From this, however, Gödel does not come to a conclusion for a nihilism in mathematics and logic: These mere antinomies of set theory do not “necessarily” lead us to logical positivism, and neither to such a materialism, nor to any kind of pessimistic theory of knowledge. The incompleteness theorems assert that there are arithmetical propositions that are true but neither provable nor unprovable within its own calculus, so that arithmetic is intrinsically incomplete. However, instead of Alfred Tarski’s pathological view of examining the detections within the faulty system and then reforming the system all together, Gödel holds that we need to change our methods to find new patterns that describe the antinomies pointing to the unrecoverable reality of the mathematical world. Thus, Gödel does not follow any variation of the Weltanschauung philosophy of his time, either attempting to reduce mathematical realities to mathematical proofs in order to get rid of antinomies, or endeavoring to rescue a complete system of truths by a closed formal system, both Weltanschauung philosophies fail to set forth a realistic method. In this context, Gödel finds the task of phenomenology analogous to what he pursues in terms of a systematic framework for the foundations of mathematics. Husserl’s phenomenology, in Gödel’s account, proliferates the intuition of (mathematical) essences and provides a clarification of meaning of undefinable concepts, such as the antinomies of set theory.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"192 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139010813","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-09DOI: 10.15370/maruifd.1379078
Sevgim Çakır
Bu makalenin amacı özgür irade ve ahlaki sorumluluk ilişkisini çağdaş eylem felsefesi çerçevesinde açıklamaktır. Günümüzde bu ilişki özellikle determinizm ile birlikte tartışılmaktadır. Bu tartışmalar genel olarak determinizmin hâkim olduğu bir dünyada özgür iradenin ve ahlaki sorumluluğun varlığından nasıl söz edebileceğimiz ile ilgilidir. Bu tartışmalar üç anlayış üzerinden yapılmaktadır. Bu anlayışlar bağdaşırcılık, bağdaşmazcılık ve özgürlükçülüktür. Bu makalede bu anlayışların akla yatkın olup olmadığı tartışılacak ve bu anlayışlar üzerinden çağdaş eylem felsefesinde özgür irade ve ahlaki sorumluluğun determinizm ile olan ilişkisine değinilecektir. Bu makalenin iddiası ise özgür irade ve ahlaki sorumluluk ilişkisinde en akla yatkın ve kabul edilebilir anlayışın bağdaşmazcılık olduğudur.
{"title":"Çağdaş Eylem Felsefesinde Özgür İrade ve Ahlaki Sorumluluk İlişkisi","authors":"Sevgim Çakır","doi":"10.15370/maruifd.1379078","DOIUrl":"https://doi.org/10.15370/maruifd.1379078","url":null,"abstract":"Bu makalenin amacı özgür irade ve ahlaki sorumluluk ilişkisini çağdaş eylem felsefesi çerçevesinde açıklamaktır. Günümüzde bu ilişki özellikle determinizm ile birlikte tartışılmaktadır. Bu tartışmalar genel olarak determinizmin hâkim olduğu bir dünyada özgür iradenin ve ahlaki sorumluluğun varlığından nasıl söz edebileceğimiz ile ilgilidir. Bu tartışmalar üç anlayış üzerinden yapılmaktadır. Bu anlayışlar bağdaşırcılık, bağdaşmazcılık ve özgürlükçülüktür. Bu makalede bu anlayışların akla yatkın olup olmadığı tartışılacak ve bu anlayışlar üzerinden çağdaş eylem felsefesinde özgür irade ve ahlaki sorumluluğun determinizm ile olan ilişkisine değinilecektir. Bu makalenin iddiası ise özgür irade ve ahlaki sorumluluk ilişkisinde en akla yatkın ve kabul edilebilir anlayışın bağdaşmazcılık olduğudur.","PeriodicalId":486815,"journal":{"name":"Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi","volume":"355 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138983213","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}