Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1241924
Can DONDURAN
The future of international politics today hinges on how the Sino-American rivalry unfolds. Views vary from expectations of peaceful evolution to hegemonic transition, but many fail to recognize the significant role the liberal international order (LIO) can play in shaping the course of events. Thanks to its structure and adaptability, the LIO is more than the mere environment surrounding this rivalry and may be the primary determinant of American and Chinese choices, steering relations toward cooperation. The success of the LIO during the post-WWII era is notably the product of the environment it has managed to create, characterized by mutual gains, as well as considerable costs in the event of a revisionist disruption. Moreover, the LIO has a structural character that enables it to exert influence on state behavior. This article, drawing on liberal internationalist theory, contends that the LIO demonstrates the substantial potential to emerge as the ultimate “victor” amidst the intensifying rivalry between the two major actors. By evaluating multiple arguments, the analysis concludes that a reformed version of the LIO, which accommodates both American and Chinese aspirations, includes a dual leadership mechanism in decision-making, and reflects the newly shaped power dynamics, offers a viable solution to the Sino-American competition.
{"title":"DÜZEN, DÜZENSİZLİK, YENİDEN DÜZEN: LİBERAL ULUSLARARASI DÜZEN ÇİN-AMERİKAN REKABETİNİ “KAZANABİLİR” Mİ?","authors":"Can DONDURAN","doi":"10.14782/marmarasbd.1241924","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1241924","url":null,"abstract":"The future of international politics today hinges on how the Sino-American rivalry unfolds. Views vary from expectations of peaceful evolution to hegemonic transition, but many fail to recognize the significant role the liberal international order (LIO) can play in shaping the course of events. Thanks to its structure and adaptability, the LIO is more than the mere environment surrounding this rivalry and may be the primary determinant of American and Chinese choices, steering relations toward cooperation. The success of the LIO during the post-WWII era is notably the product of the environment it has managed to create, characterized by mutual gains, as well as considerable costs in the event of a revisionist disruption. Moreover, the LIO has a structural character that enables it to exert influence on state behavior. This article, drawing on liberal internationalist theory, contends that the LIO demonstrates the substantial potential to emerge as the ultimate “victor” amidst the intensifying rivalry between the two major actors. By evaluating multiple arguments, the analysis concludes that a reformed version of the LIO, which accommodates both American and Chinese aspirations, includes a dual leadership mechanism in decision-making, and reflects the newly shaped power dynamics, offers a viable solution to the Sino-American competition.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"42 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134886176","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1244537
Yusuf DİNÇEL
Devletler, istihbarî bir faaliyete girişmeden önce, kendilerine yol göstermesi açısından stratejik
istihbarat kavramının ortaya koymuş olduğu enstrümanlardan faydalanırlar. Stratejik istihbarat,
istihbarat kavramını dar bir perspektiften ele almaktan ziyade, geniş bir çerçevede değerlendirmeye
çalışır. Stratejik istihbarat, planlı bir faaliyetin sonucu olup, derinlemesine analiz yapıldıktan sonra
ortaya konur. Uzun dönemleri kapsayan planlamalar, stratejik istihbaratın başat özelliklerinden biridir.
Bu çalışmada, Suudi Arabistan’ın ve İran’ın Batı Balkanlar’daki faaliyetleri, stratejik istihbaratın uzun
vadeli yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu iki ülke, Batı Balkanlar’a nüfuz edebilmenin
öncelikli koşulunu din faktörü olarak belirlemiştir. Hem Suudi Arabistan hem de İran, bölge ülkelerinde
politik faaliyetlerini yürütebilmek için ideolojik motif unsurunu ağırlıklı olarak kullanmaktadır.
Suudi Arabistan, Selefiliği benimseyerek İran ise Şiilik üzerinden bölgede faal olmaya çalışmaktadır.
Bölgede kurdukları vakıflar ve dernekler aracılığıyla Batı Balkanlar’daki Müslüman topluluk üzerinde
ağırlıklarını artırmak istemektedirler. Suudi Arabistan ve İran, yumuşak güç unsurlarından istifade
ederek, halk nezdinde dikkat çekmeyi, istihbarî bir yöntem olarak benimsemektedirler. İran, bölgeye
gönderdiği din adamları sayesinde Şii ideolojiyi yaymak istemektedir. Bu çalışmada, özellikle İran’ın
yumuşak güç ve sert güç unsurlarını (istihbarat faaliyetleri kapsamında) kullanmasıyla, bölgede politik
bir ağırlık tesis etmeyi amaç edindiği ortaya konmuştur. Suudi Arabistan’ın ve İran’ın bölge üzerindeki
güç mücadelesi, farklı yönleriyle ele alınmıştır.
{"title":"Stratejik İstihbarat Kapsamında Suudi Arabistan’ın ve İran’ın Batı Balkanlar’daki Faaliyetleri","authors":"Yusuf DİNÇEL","doi":"10.14782/marmarasbd.1244537","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1244537","url":null,"abstract":"Devletler, istihbarî bir faaliyete girişmeden önce, kendilerine yol göstermesi açısından stratejik
 istihbarat kavramının ortaya koymuş olduğu enstrümanlardan faydalanırlar. Stratejik istihbarat,
 istihbarat kavramını dar bir perspektiften ele almaktan ziyade, geniş bir çerçevede değerlendirmeye
 çalışır. Stratejik istihbarat, planlı bir faaliyetin sonucu olup, derinlemesine analiz yapıldıktan sonra
 ortaya konur. Uzun dönemleri kapsayan planlamalar, stratejik istihbaratın başat özelliklerinden biridir.
 Bu çalışmada, Suudi Arabistan’ın ve İran’ın Batı Balkanlar’daki faaliyetleri, stratejik istihbaratın uzun
 vadeli yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu iki ülke, Batı Balkanlar’a nüfuz edebilmenin
 öncelikli koşulunu din faktörü olarak belirlemiştir. Hem Suudi Arabistan hem de İran, bölge ülkelerinde
 politik faaliyetlerini yürütebilmek için ideolojik motif unsurunu ağırlıklı olarak kullanmaktadır.
 Suudi Arabistan, Selefiliği benimseyerek İran ise Şiilik üzerinden bölgede faal olmaya çalışmaktadır.
 Bölgede kurdukları vakıflar ve dernekler aracılığıyla Batı Balkanlar’daki Müslüman topluluk üzerinde
 ağırlıklarını artırmak istemektedirler. Suudi Arabistan ve İran, yumuşak güç unsurlarından istifade
 ederek, halk nezdinde dikkat çekmeyi, istihbarî bir yöntem olarak benimsemektedirler. İran, bölgeye
 gönderdiği din adamları sayesinde Şii ideolojiyi yaymak istemektedir. Bu çalışmada, özellikle İran’ın
 yumuşak güç ve sert güç unsurlarını (istihbarat faaliyetleri kapsamında) kullanmasıyla, bölgede politik
 bir ağırlık tesis etmeyi amaç edindiği ortaya konmuştur. Suudi Arabistan’ın ve İran’ın bölge üzerindeki
 güç mücadelesi, farklı yönleriyle ele alınmıştır.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"35 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134886178","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1345741
Övgü KALKAN KÜÇÜKSOLAK
Bu çalışma dijital standartların belirlenmesi sürecinde yaşanan Çin-ABD rekabetini tarafların uyguladıkları dijital merkantilist politikalar üzerinden incelemektedir. Teknoloji unsuru uluslararası ilişkiler literatüründe sıklıkla dışsal bir faktör olarak ele alınmaktaysa da sistemik teknolojilerin güç dağılımında ciddi bir rol oynadıkları görülmektedir. Sistemik teknolojiler yalnızca teknolojiye sahip olunması anlamında değil standartların belirlenmesi sürecinde de büyük güçlerin mücadelesine sahne olmaktadır. Günümüzün güçler mücadelesi çerçevesinde hem Çin'in hem de ABD'nin dijital politikalarını merkantilist bir anlayışla şekillendirdikleri ve bu doğrultuda ulusal dijital endüstrileri ile korumacı politikalara birincil rol atfettikleri görülmektedir. Bu çalışmada, her iki gücün dijital politika unsurları ortaya koydukları stratejileri, tekno-politik güç unsurları, korumacı önlemleri ve uluslararası girişimleri kapsamında incelenmektedir. ABD'nin uluslararası sistemdeki liderlik rolünü koruma, Çin'in de etki alanını genişletme saikleriyle standartların şekillendirilmesi sürecindeki politikalarına yön verdikleri gözlenmektedir. Paydaşlık anlayışına dayanan bir küresel yönetişime ihtiyaç duyulan süreçte dijital merkantilist politika uygulamalarının ve paktların ortaya çıkması, söz konusu politikaların teknolojik bir soğuk savaşa yol açıp açmayacağı sorularını sordurmaktadır. Devletlerarası ilişkilerin ötesine geçen ve küresel toplumu yakından ilgilendiren bu konuda Çin-ABD rekabetinin incelenmesi uluslararası sistemin geleceğinin anlaşılması açısından önem arz etmektedir.
{"title":"Teknolojik Soğuk Savaş: ABD-Çin Rekabetinin Dijital Merkantilizm Üzerinden Analizi","authors":"Övgü KALKAN KÜÇÜKSOLAK","doi":"10.14782/marmarasbd.1345741","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1345741","url":null,"abstract":"Bu çalışma dijital standartların belirlenmesi sürecinde yaşanan Çin-ABD rekabetini tarafların uyguladıkları dijital merkantilist politikalar üzerinden incelemektedir. Teknoloji unsuru uluslararası ilişkiler literatüründe sıklıkla dışsal bir faktör olarak ele alınmaktaysa da sistemik teknolojilerin güç dağılımında ciddi bir rol oynadıkları görülmektedir. Sistemik teknolojiler yalnızca teknolojiye sahip olunması anlamında değil standartların belirlenmesi sürecinde de büyük güçlerin mücadelesine sahne olmaktadır. Günümüzün güçler mücadelesi çerçevesinde hem Çin'in hem de ABD'nin dijital politikalarını merkantilist bir anlayışla şekillendirdikleri ve bu doğrultuda ulusal dijital endüstrileri ile korumacı politikalara birincil rol atfettikleri görülmektedir. Bu çalışmada, her iki gücün dijital politika unsurları ortaya koydukları stratejileri, tekno-politik güç unsurları, korumacı önlemleri ve uluslararası girişimleri kapsamında incelenmektedir. ABD'nin uluslararası sistemdeki liderlik rolünü koruma, Çin'in de etki alanını genişletme saikleriyle standartların şekillendirilmesi sürecindeki politikalarına yön verdikleri gözlenmektedir. Paydaşlık anlayışına dayanan bir küresel yönetişime ihtiyaç duyulan süreçte dijital merkantilist politika uygulamalarının ve paktların ortaya çıkması, söz konusu politikaların teknolojik bir soğuk savaşa yol açıp açmayacağı sorularını sordurmaktadır. Devletlerarası ilişkilerin ötesine geçen ve küresel toplumu yakından ilgilendiren bu konuda Çin-ABD rekabetinin incelenmesi uluslararası sistemin geleceğinin anlaşılması açısından önem arz etmektedir.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"20 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134885070","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1058937
Altay ATLI, Batuhan ÖZBELLİ
Turkey’s relations with the countries of the Asia-Pacific are on the rise with a strong focus on the economic dimension, as Ankara increases its efforts to upgrade its trade and investment links with the economic powerhouses of Asia. This rapprochement with Asian countries takes place at a time when Turkey’s relations with the West are going through difficult times, which leads to popular propositions based on the false dichotomy of Turkey ideologically choosing the East over the West. This article proposes that rather than a binary choice of improving relations with a group of countries at the expense of others, Turkey’s efforts can be more accurately interpreted as pragmatic foreign policy activism aimed at diversifying the country’s relations with a focus on gaining a certain degree of strategic autonomy and avoiding excessive dependence on any party at a time when the world is going through an era of significant uncertainty. It is also noted that while Turkey’s economic relations with Asia are yet to take off in a significant way, Ankara's foreign policy pragmatism and its quest for strategic autonomy require not only strengthening relations with the Asia-Pacific, but also re-calibrating ties with traditional partners and allies in the West such as the United States and the European Union.
{"title":"Doğu ile Batı Arasında Türkiye: Siyasi Tercih mi, Pragmatizm mi?","authors":"Altay ATLI, Batuhan ÖZBELLİ","doi":"10.14782/marmarasbd.1058937","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1058937","url":null,"abstract":"Turkey’s relations with the countries of the Asia-Pacific are on the rise with a strong focus on the economic dimension, as Ankara increases its efforts to upgrade its trade and investment links with the economic powerhouses of Asia. This rapprochement with Asian countries takes place at a time when Turkey’s relations with the West are going through difficult times, which leads to popular propositions based on the false dichotomy of Turkey ideologically choosing the East over the West. This article proposes that rather than a binary choice of improving relations with a group of countries at the expense of others, Turkey’s efforts can be more accurately interpreted as pragmatic foreign policy activism aimed at diversifying the country’s relations with a focus on gaining a certain degree of strategic autonomy and avoiding excessive dependence on any party at a time when the world is going through an era of significant uncertainty. It is also noted that while Turkey’s economic relations with Asia are yet to take off in a significant way, Ankara's foreign policy pragmatism and its quest for strategic autonomy require not only strengthening relations with the Asia-Pacific, but also re-calibrating ties with traditional partners and allies in the West such as the United States and the European Union.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"80 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134885923","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1162171
Haktan KALIR
Bu makalede, eleutheria kavramının Antik Yunan’da ne anlama geldiği, kavramın ne tür bir egemenlik
tanımı kurduğu ve nasıl bir siyaset yarattığı incelenecektir. Üç bölüme ayrılmış incelemenin ilk
bölümünde, eleutheria kavramı üzerine yapılmış olan semantik çalışmalar ele alınacak, burada konu
edilen etimolojik analizler ve kavramsal yorumlar çalışmanın tamamına temel oluşturacaktır. İkinci
bölümde ise eleutheria’nın tanımladığı özgürlüğün nasıl bir vatandaşlıkla ilişkilendiği, eleutheria’nın
iş (ponos) ile irtibatı ve Antik Yunan’da işin önemli bir kısmına ortak olan ancak vatandaşlıktan
dışlanan kölelerin ve köleliğin Atina’daki etkileri incelenecektir. Bu bağlamda, eleutheria, toplumdan
reddettikleri ile bir egemenlik ilişkisini pekiştiriyor mudur, sorusu irdelenecektir. İncelemenin son
bölümü ise kölelerin Atina’daki konumlarına nasıl iştirak ettiklerine, bu konumla nasıl müzakere
ettiklerine odaklanacak ve özgürlüğün köleliği pekiştiren ilişkilendirmelerinin yapısına ve bu yapının
polis’ler arasındaki egemenlik düzeyine etkilerine göz atılacaktır. Araştırmanın maksadı, eleutheria’nın
henüz kelime anlamında bulundurduğu aidiyetin, özgürlüğü bir egemenlik ve müdahillik ilişkisine
dönüştürdüğünü ve bu sebeple egemenliğin yahut köleliğin yokluğuna atıfta bulunamadığına dair bir
sonuca ulaşmaktır
{"title":"Eleutheria as a Revelation that Echoes Dominancy","authors":"Haktan KALIR","doi":"10.14782/marmarasbd.1162171","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1162171","url":null,"abstract":"Bu makalede, eleutheria kavramının Antik Yunan’da ne anlama geldiği, kavramın ne tür bir egemenlik
 tanımı kurduğu ve nasıl bir siyaset yarattığı incelenecektir. Üç bölüme ayrılmış incelemenin ilk
 bölümünde, eleutheria kavramı üzerine yapılmış olan semantik çalışmalar ele alınacak, burada konu
 edilen etimolojik analizler ve kavramsal yorumlar çalışmanın tamamına temel oluşturacaktır. İkinci
 bölümde ise eleutheria’nın tanımladığı özgürlüğün nasıl bir vatandaşlıkla ilişkilendiği, eleutheria’nın
 iş (ponos) ile irtibatı ve Antik Yunan’da işin önemli bir kısmına ortak olan ancak vatandaşlıktan
 dışlanan kölelerin ve köleliğin Atina’daki etkileri incelenecektir. Bu bağlamda, eleutheria, toplumdan
 reddettikleri ile bir egemenlik ilişkisini pekiştiriyor mudur, sorusu irdelenecektir. İncelemenin son
 bölümü ise kölelerin Atina’daki konumlarına nasıl iştirak ettiklerine, bu konumla nasıl müzakere
 ettiklerine odaklanacak ve özgürlüğün köleliği pekiştiren ilişkilendirmelerinin yapısına ve bu yapının
 polis’ler arasındaki egemenlik düzeyine etkilerine göz atılacaktır. Araştırmanın maksadı, eleutheria’nın
 henüz kelime anlamında bulundurduğu aidiyetin, özgürlüğü bir egemenlik ve müdahillik ilişkisine
 dönüştürdüğünü ve bu sebeple egemenliğin yahut köleliğin yokluğuna atıfta bulunamadığına dair bir
 sonuca ulaşmaktır","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"48 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134886175","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1287310
Ömer KORKMAZ, Arif ERENCİN
Bu çalışma, birbirinden farklı zaman ve toplumlarda yaşamış olan iki siyasi düşünürün, Sabahaddin
Bey ve Joshua Toulmin Smith’in merkezi yönetime, yerel yönetimlere ve adem-i merkeziyet fikrine
yaklaşımlarını ele almaktadır. Çalışmada Sabahaddin Bey’in J. T. Smith’in fikirleri ile doğrudan bir
temasına rastlanmamıştır; ancak her iki düşünürün de merkezi yönetime karşı menfi tutumu ve yerel
yönetimlerin merkezden bağımsız olmasına yönelik tezleri hayli benzerdir. Her ikisinin fikirlerinin
tarihsel dönem olarak merkezileşmenin hızlandığı bir dönemde rağbet görmemiş olması da bir başka
ortak yönleridir. Bununla birlikte J. T. Smith kendi ülkesindeki Anglo-Sakson yerel yönetim geleneğini
sanayileşmenin ve kapitalizmin getirilerinden birisi olan merkezileşmeye karşı çeşitli argümanlarla
savunurken, Sabahaddin Bey aynı Anglo-Sakson geleneği, benzer argümanlarla, merkeziyetçi ve
cemaatçi olarak gördüğü kendi toplumunu ve Osmanlı idari yapısını dönüştürmeye çalışırken
savunmuştur. Çalışmanın amacı Türkiye’de hakkında çalışma yapılmamış J. T. Smith ile Sabahaddin
Bey’in fikirlerinin bir kısmını karşılaştırarak, benzerlikler ve farklılıkları ortaya koyarken, bu alanda
yapılabilecek sonraki çalışmalar için bir basamak, bir ilk adımı oluşturmaktır. Makalede her iki siyasi
düşünürün ulaşılabilen eserleri taranmış ve karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir. Makale bu alanda
yapılmış ilk çalışmadır
本研究探讨了生活在不同时代和社会的两位政治思想家萨巴哈丁-贝伊和约书亚-图尔敏-史密斯对中央政府、地方政府和权力下放思想的态度。本研究没有发现萨巴哈丁-贝伊和约书亚-图尔敏-史密斯的思想有任何直接联系;但是,这两位思想家对中央政府的消极态度以及他们主张地方政府独立于中央政府的论点非常相似。他们的观点在中央集权加速发展的历史时期并不流行,这是另一个共同点。然而,J. T. Smith 用各种论据反对工业化和资本主义的后果之一--中央集权--来捍卫他自己国家的盎格鲁-撒克逊地方行政传统,而 Sabahaddin Bey 则用类似的论据捍卫同样的盎格鲁-撒克逊传统,同时试图改造他自己的社会和奥斯曼帝国的行政结构,他认为奥斯曼帝国的行政结构是中央集权和社区主义的。本研究的目的是比较 J. T. 史密斯和萨巴哈丁-贝伊的一些思想,这些思想在土耳其尚未得到研究,目的是揭示其中的异同,并为这一领域今后的研究铺平道路,迈出第一步。文章对两位政治思想家可供查阅的作品进行了扫描和比较分析。本文是这一领域的首次研究
{"title":"J. T. Smith ve Prens Sabahaddin'de Adem-i Merkeziyet Düşüncesi","authors":"Ömer KORKMAZ, Arif ERENCİN","doi":"10.14782/marmarasbd.1287310","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1287310","url":null,"abstract":"Bu çalışma, birbirinden farklı zaman ve toplumlarda yaşamış olan iki siyasi düşünürün, Sabahaddin
 Bey ve Joshua Toulmin Smith’in merkezi yönetime, yerel yönetimlere ve adem-i merkeziyet fikrine
 yaklaşımlarını ele almaktadır. Çalışmada Sabahaddin Bey’in J. T. Smith’in fikirleri ile doğrudan bir
 temasına rastlanmamıştır; ancak her iki düşünürün de merkezi yönetime karşı menfi tutumu ve yerel
 yönetimlerin merkezden bağımsız olmasına yönelik tezleri hayli benzerdir. Her ikisinin fikirlerinin
 tarihsel dönem olarak merkezileşmenin hızlandığı bir dönemde rağbet görmemiş olması da bir başka
 ortak yönleridir. Bununla birlikte J. T. Smith kendi ülkesindeki Anglo-Sakson yerel yönetim geleneğini
 sanayileşmenin ve kapitalizmin getirilerinden birisi olan merkezileşmeye karşı çeşitli argümanlarla
 savunurken, Sabahaddin Bey aynı Anglo-Sakson geleneği, benzer argümanlarla, merkeziyetçi ve
 cemaatçi olarak gördüğü kendi toplumunu ve Osmanlı idari yapısını dönüştürmeye çalışırken
 savunmuştur. Çalışmanın amacı Türkiye’de hakkında çalışma yapılmamış J. T. Smith ile Sabahaddin
 Bey’in fikirlerinin bir kısmını karşılaştırarak, benzerlikler ve farklılıkları ortaya koyarken, bu alanda
 yapılabilecek sonraki çalışmalar için bir basamak, bir ilk adımı oluşturmaktır. Makalede her iki siyasi
 düşünürün ulaşılabilen eserleri taranmış ve karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir. Makale bu alanda
 yapılmış ilk çalışmadır","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"29 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134885068","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1247830
İsmail Cem KARADUT
Meşruiyet kaynağını halktan alan ve klasik Lincoln formülünde özetlendiği üzere “halkın, halk
tarafından, halk için yönetimi” olan demokrasi, kuşkusuz en istenir ve ‘popüler’ yönetim biçimidir.
Keza halkı öne çıkaran popülizm ise, demokratik yolları ve araçları kullanmakla birlikte, antidemokratikliği kabul edilen bir siyaset tarzı, bir ideoloji ya da siyasal bir stratejidir. Popülizmin ne
olduğu ya da nasıl tanımlanması gerektiği hakkında çokça tartışma ve yaklaşım varken, onun ne
olmadığı konusunda böylesi bir tartışma bulunmamaktadır zira popülizm kendisini halkın tek ve
gerçek temsilcisi görmesi nedeniyle demokrasinin en önemli varlık koşullarından olan çoğulculuğa
açıkça karşıdır. Temsili siyaseti fazlasıyla karmaşık ve akıl bulandırıcı, kendisini basit ve dolaysız
gören popülizm(ler) yine de “gönülsüz bir biçimde siyasaldır” ve demokratik düzen(ler)in getirdiği
olanaklardan faydalanmaktadır. Bu çalışmada, ilkin demokrasi ve popülizm arasındaki sorunlu ilişki,
ikinci olarak faşizm ve popülizm arasındaki soykütüksel bağ(lantı)lar ele alınmıştır. Üçüncü olarak
ise, 1930’ların faşizmine karşı bir önlem olarak ortaya atılan militan demokrasinin “ıslah edilmiş
faşizm” ve “yozlaşmış demokrasi” şeklinde de ‘teşhis’ edilen güncel popülizme karşı bir kuramsal ve
kılgısal bir tedbir olarak düşünülüp düşünülemeyeceği ilgili literatürün taranması yöntemiyle ve güçlü
demokrasi, anti-popülizm ve sağ popülizme karşı sol popülizm gibi kavramsallaştırmalar da dikkate
alınarak tartışılmıştır. Sonuç olarak, popülizmin nasıl kavrandığı ve tanımlandığı onun demokrasi
karşısındaki duruşuyla beraber demokratik kurallar içerisinde ona karşı kullanılan demokratik araçları
ve mücadeleyi de biçimlendirmektedir. Ek olarak, bu iki kavram arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri
belirleyen diğer bir faktör, içinde bulunulan tarihsel çağdaki siyasal toplu durumdur. Denilebilir ki,
21. yüzyılın dünyası, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkan, demokrasiye ve demokratik
rejimlere yönelik duyulan iyimserliğe sahip değildir; bu yüzden demokrasiyi anti demokratik ve aşırılık
yanlısı hareketlere karşı, demokratik sınırlar dahilinde ve yine demokrasi adına koruma hassasiyeti
artmaktadır.
{"title":"Militant Democracy Concept Regarding the Discord Between Democracy and Populism","authors":"İsmail Cem KARADUT","doi":"10.14782/marmarasbd.1247830","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1247830","url":null,"abstract":"Meşruiyet kaynağını halktan alan ve klasik Lincoln formülünde özetlendiği üzere “halkın, halk
 tarafından, halk için yönetimi” olan demokrasi, kuşkusuz en istenir ve ‘popüler’ yönetim biçimidir.
 Keza halkı öne çıkaran popülizm ise, demokratik yolları ve araçları kullanmakla birlikte, antidemokratikliği kabul edilen bir siyaset tarzı, bir ideoloji ya da siyasal bir stratejidir. Popülizmin ne
 olduğu ya da nasıl tanımlanması gerektiği hakkında çokça tartışma ve yaklaşım varken, onun ne
 olmadığı konusunda böylesi bir tartışma bulunmamaktadır zira popülizm kendisini halkın tek ve
 gerçek temsilcisi görmesi nedeniyle demokrasinin en önemli varlık koşullarından olan çoğulculuğa
 açıkça karşıdır. Temsili siyaseti fazlasıyla karmaşık ve akıl bulandırıcı, kendisini basit ve dolaysız
 gören popülizm(ler) yine de “gönülsüz bir biçimde siyasaldır” ve demokratik düzen(ler)in getirdiği
 olanaklardan faydalanmaktadır. Bu çalışmada, ilkin demokrasi ve popülizm arasındaki sorunlu ilişki,
 ikinci olarak faşizm ve popülizm arasındaki soykütüksel bağ(lantı)lar ele alınmıştır. Üçüncü olarak
 ise, 1930’ların faşizmine karşı bir önlem olarak ortaya atılan militan demokrasinin “ıslah edilmiş
 faşizm” ve “yozlaşmış demokrasi” şeklinde de ‘teşhis’ edilen güncel popülizme karşı bir kuramsal ve
 kılgısal bir tedbir olarak düşünülüp düşünülemeyeceği ilgili literatürün taranması yöntemiyle ve güçlü
 demokrasi, anti-popülizm ve sağ popülizme karşı sol popülizm gibi kavramsallaştırmalar da dikkate
 alınarak tartışılmıştır. Sonuç olarak, popülizmin nasıl kavrandığı ve tanımlandığı onun demokrasi
 karşısındaki duruşuyla beraber demokratik kurallar içerisinde ona karşı kullanılan demokratik araçları
 ve mücadeleyi de biçimlendirmektedir. Ek olarak, bu iki kavram arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri
 belirleyen diğer bir faktör, içinde bulunulan tarihsel çağdaki siyasal toplu durumdur. Denilebilir ki,
 21. yüzyılın dünyası, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkan, demokrasiye ve demokratik
 rejimlere yönelik duyulan iyimserliğe sahip değildir; bu yüzden demokrasiyi anti demokratik ve aşırılık
 yanlısı hareketlere karşı, demokratik sınırlar dahilinde ve yine demokrasi adına koruma hassasiyeti
 artmaktadır.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"57 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134886174","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1308834
Nisa ERDEM
Sister cities were initially intended to create post-war friendships and cultural linkages. During this
period, sister city relationships were mostly formed based on similarities such as names, cultural
or historical links. In the 1970s, there was an increase in mutual understanding aimed at sister city
relations, as well as a shift in the pattern of friendly relations. Relations are based on the availability of
mutually beneficial advantages for a wide range of goals, including trade, investment, economy, tourism,
health, and the environment. Issues of trade, economy, and development, which have recently become
increasingly essential for cities, have begun to be debated in the context of sister city connections. As
a result, municipal cooperation decisions in sister city connections have become increasingly crucial.
Especially in the choice of partnership, political or emotional decisions prevent effective cooperation.
The purpose of the study is to determine the pattern of municipal sister city relationships in Turkey. This
study examined 2051 sister city relationships between 486 municipalities in Turkey at the international
level, as well as the effects of population size and geographical distance on the selection of a sister
city. According to the study’s findings, geographic proximity and situations requiring the exchange of
information and experience appear to be determining factors in city pairings with different population
sizes. Cross-border cooperation, which refers to cities that are geographically close to one another by
land or sea, is uncommon in Turkey; however, sister city relations are generally strengthened with cities
in geographically close countries, especially due to historical and cultural factors. This study’s findings
could apply to future research examining the mutual benefits of sister city relationships between cities.
Keywords: City diplomacy, Sister city, City-to-city pairings, Population size, Geographical distance.
{"title":"Uluslararası Düzeyde Kardeş Kentlerin Eşleşme Eğilimleri Üzerine Bir Araştırma","authors":"Nisa ERDEM","doi":"10.14782/marmarasbd.1308834","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1308834","url":null,"abstract":"Sister cities were initially intended to create post-war friendships and cultural linkages. During this
 period, sister city relationships were mostly formed based on similarities such as names, cultural
 or historical links. In the 1970s, there was an increase in mutual understanding aimed at sister city
 relations, as well as a shift in the pattern of friendly relations. Relations are based on the availability of
 mutually beneficial advantages for a wide range of goals, including trade, investment, economy, tourism,
 health, and the environment. Issues of trade, economy, and development, which have recently become
 increasingly essential for cities, have begun to be debated in the context of sister city connections. As
 a result, municipal cooperation decisions in sister city connections have become increasingly crucial.
 Especially in the choice of partnership, political or emotional decisions prevent effective cooperation.
 The purpose of the study is to determine the pattern of municipal sister city relationships in Turkey. This
 study examined 2051 sister city relationships between 486 municipalities in Turkey at the international
 level, as well as the effects of population size and geographical distance on the selection of a sister
 city. According to the study’s findings, geographic proximity and situations requiring the exchange of
 information and experience appear to be determining factors in city pairings with different population
 sizes. Cross-border cooperation, which refers to cities that are geographically close to one another by
 land or sea, is uncommon in Turkey; however, sister city relations are generally strengthened with cities
 in geographically close countries, especially due to historical and cultural factors. This study’s findings
 could apply to future research examining the mutual benefits of sister city relationships between cities.
 Keywords: City diplomacy, Sister city, City-to-city pairings, Population size, Geographical distance.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"13 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134885069","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1222300
Murat ASADOV
Bu çalışmada, Türkiye’nin Güney Kafkasya politikasında başta Azerbaycan olmak üzere, Gürcistan ile kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkilerine askeri boyutu da dâhil, bölgesel güvenliğe olumlu yönde katkı sağlayacağı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Türkiye, bölgede ekonomik ve siyasi alanlarda başlattığı ilişkileri her iki ülkenin de çıkarına uygun olacak şekilde güvenlik alanına taşımakla Güney Kafkasya’yı bir “güvenlik bölgesi” haline getirmeye çalışmak ve bölgede Rusya-Ermenistan-İran üçgenine karşı bir denge oluşturmaktadır. Böyle ki, Azerbaycan ve Gürcistan açısından bakıldığında Şuşa Deklarasyonu, doğal müttefikleri olan Türkiye ile ilişkileri geliştirmeyi, Bakü ve Tiflis’in bölgesel jeopolitik konumunu güçlendirmeyi ve istikrarsız Güney Kafkasya’da ek güvenlik garantilerini sağlamayı amaçlıyordu. Öte yandan Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerini geliştirerek bölgeye gelebilecek tehditlere karşı ittifak oluşturmuş olacaktır. Türkiye açısından Karabağ’daki savaşın etkileri Ankara’nın yeni bölgesel düzende hayati bir oyuncu olarak konumunu güçlendirecek. Gerçekten de, Türkiye’nin Güney Kafkasya’da artan ayak izi, doğuya doğru, hayati önem taşıyan Orta Asya’ya, özellikle de enerji zengini Türkmenistan’a doğru rotasını daha aktif bir şekilde sürdürmesine olanak tanıyacaktı. Ancak Ankara’nın bu eylemleri bölgesel amaçları olan Moskova ve Tahran’da endişelere yol açabilir. Çalışmamızın birinci bölümü, Ermenistan-Azerbaycan savaşı sonrası Türkiye’nin bölge politikası, Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerin geliştirilmesinde Ankara’nın farklı dış ve güvenlik politikası seçimlerini nasıl yönlendirdiği ve savaş sonrası Türkiye’nin Güney Kafkasya politikası kapsamında mevcut fırsatlar ve çözüm sürecindeki engellere odaklanmaktadır. İkinci bölüm, Ermenistan-Azerbaycan savaşının ardından Gürcistan’ın bölge güvenlik politikasında tutumu, üç Güney Kafkasya ülkesinde güvenliği ve dış politikaları güçlü bir şekilde etkileyen büyük tehditler incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise Şuşa Beyannamesi kapsamında Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan işbirliğinin bölgede kalıcı barışa ve güvenliğe katkıları araştırılmıştır.
{"title":"ŞÜŞA DEKLARASYONU: TÜRKİYE’NİN GÜNEY KAFKASYA GÜVENLİK ÇERÇEVESİNDE AZERBAYCAN VE GÜRCİSTAN İLE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ: mevcut beklentiler ve zorluklar","authors":"Murat ASADOV","doi":"10.14782/marmarasbd.1222300","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1222300","url":null,"abstract":"Bu çalışmada, Türkiye’nin Güney Kafkasya politikasında başta Azerbaycan olmak üzere, Gürcistan ile kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkilerine askeri boyutu da dâhil, bölgesel güvenliğe olumlu yönde katkı sağlayacağı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Türkiye, bölgede ekonomik ve siyasi alanlarda başlattığı ilişkileri her iki ülkenin de çıkarına uygun olacak şekilde güvenlik alanına taşımakla Güney Kafkasya’yı bir “güvenlik bölgesi” haline getirmeye çalışmak ve bölgede Rusya-Ermenistan-İran üçgenine karşı bir denge oluşturmaktadır. Böyle ki, Azerbaycan ve Gürcistan açısından bakıldığında Şuşa Deklarasyonu, doğal müttefikleri olan Türkiye ile ilişkileri geliştirmeyi, Bakü ve Tiflis’in bölgesel jeopolitik konumunu güçlendirmeyi ve istikrarsız Güney Kafkasya’da ek güvenlik garantilerini sağlamayı amaçlıyordu. Öte yandan Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerini geliştirerek bölgeye gelebilecek tehditlere karşı ittifak oluşturmuş olacaktır. Türkiye açısından Karabağ’daki savaşın etkileri Ankara’nın yeni bölgesel düzende hayati bir oyuncu olarak konumunu güçlendirecek. Gerçekten de, Türkiye’nin Güney Kafkasya’da artan ayak izi, doğuya doğru, hayati önem taşıyan Orta Asya’ya, özellikle de enerji zengini Türkmenistan’a doğru rotasını daha aktif bir şekilde sürdürmesine olanak tanıyacaktı. Ancak Ankara’nın bu eylemleri bölgesel amaçları olan Moskova ve Tahran’da endişelere yol açabilir. Çalışmamızın birinci bölümü, Ermenistan-Azerbaycan savaşı sonrası Türkiye’nin bölge politikası, Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerin geliştirilmesinde Ankara’nın farklı dış ve güvenlik politikası seçimlerini nasıl yönlendirdiği ve savaş sonrası Türkiye’nin Güney Kafkasya politikası kapsamında mevcut fırsatlar ve çözüm sürecindeki engellere odaklanmaktadır. İkinci bölüm, Ermenistan-Azerbaycan savaşının ardından Gürcistan’ın bölge güvenlik politikasında tutumu, üç Güney Kafkasya ülkesinde güvenliği ve dış politikaları güçlü bir şekilde etkileyen büyük tehditler incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise Şuşa Beyannamesi kapsamında Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan işbirliğinin bölgede kalıcı barışa ve güvenliğe katkıları araştırılmıştır.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"55 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134886177","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-09-26DOI: 10.14782/marmarasbd.1292164
Muge AKNUR
As the Freedom House Report 2023 shows, there has been a global trend from democracy to
authoritarianism over the past 17 years. This gained further momentum in late 2019 with the outbreak
of the coronavirus (COVID-19) pandemic in Wuhan, China. In the fight against this virus, which has
resulted in the deaths of millions of people, governments implemented several significant measures,
including closures, curfews, and mandatory vaccinations. Under the pretense of combatting the virus,
populist politicians, who already had authoritarian inclinations before the pandemic, disregarded
important democratic principles, such as free and fair elections, separation of powers, political liberties,
and civil rights. The violations of these principles by populist leaders accelerated global democratic
backsliding. In this context, in March 2020, in response to the coronavirus pandemic, Hungary’s Prime
Minister Viktor Orban, who has used every political crisis to find excuses to pursue undemocratic
policies and strengthen his hold on power, pushed the Hungarian parliament to grant him extraordinary
emergency powers. He used coronavirus precautions to establish one-man rule in Hungary by
bypassing parliament. His government devised a legislative framework to suppress critics of its policies
in the media, civil society, and the opposition. Orban also implemented restrictions violating judicial
independence, minority rights, freedom of expression, and freedom of assembly through constitutional
amendments. In other words, Orban utilized the coronavirus outbreak to further weaken Hungary’s
democratic structures and principles. Human rights organizations and the European Union have
criticized Hungary’s slow erosion of democracy under Orban’s administration. This article analyzes
the impact of COVID-19 on the acceleration of democratic backsliding in Hungary, under the rule of
Prime Minister Viktor Orban, in terms of Wolfgang Merkel’s (2004) four conditions for democratic
consolidation: electoral regimes, civil rights, political freedoms, and separation of powers.
{"title":"The Impact of Covid-19 on the Move towards Authoritarianism: The Case of Hungary","authors":"Muge AKNUR","doi":"10.14782/marmarasbd.1292164","DOIUrl":"https://doi.org/10.14782/marmarasbd.1292164","url":null,"abstract":"As the Freedom House Report 2023 shows, there has been a global trend from democracy to
 authoritarianism over the past 17 years. This gained further momentum in late 2019 with the outbreak
 of the coronavirus (COVID-19) pandemic in Wuhan, China. In the fight against this virus, which has
 resulted in the deaths of millions of people, governments implemented several significant measures,
 including closures, curfews, and mandatory vaccinations. Under the pretense of combatting the virus,
 populist politicians, who already had authoritarian inclinations before the pandemic, disregarded
 important democratic principles, such as free and fair elections, separation of powers, political liberties,
 and civil rights. The violations of these principles by populist leaders accelerated global democratic
 backsliding. In this context, in March 2020, in response to the coronavirus pandemic, Hungary’s Prime
 Minister Viktor Orban, who has used every political crisis to find excuses to pursue undemocratic
 policies and strengthen his hold on power, pushed the Hungarian parliament to grant him extraordinary
 emergency powers. He used coronavirus precautions to establish one-man rule in Hungary by
 bypassing parliament. His government devised a legislative framework to suppress critics of its policies
 in the media, civil society, and the opposition. Orban also implemented restrictions violating judicial
 independence, minority rights, freedom of expression, and freedom of assembly through constitutional
 amendments. In other words, Orban utilized the coronavirus outbreak to further weaken Hungary’s
 democratic structures and principles. Human rights organizations and the European Union have
 criticized Hungary’s slow erosion of democracy under Orban’s administration. This article analyzes
 the impact of COVID-19 on the acceleration of democratic backsliding in Hungary, under the rule of
 Prime Minister Viktor Orban, in terms of Wolfgang Merkel’s (2004) four conditions for democratic
 consolidation: electoral regimes, civil rights, political freedoms, and separation of powers.","PeriodicalId":497786,"journal":{"name":"Marmara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi siyasal bilimler dergisi","volume":"37 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134885065","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}