Background and Aims: Endoscopic submucosal dissection is one of the recommended treatment modality in terms of facilitating en-bloc resection in patients with superficial duodenal epithelial neoplasm larger than 2 cm. There is limited information in the literature about the applicability of endoscopic submucosal dissection in superficial duodenal epithelial neoplasm. In this single-center study, the results of eight patients with superficial duodenal epithelial neoplasm who underwent endoscopic submucosal dissection were retrospectively analyzed. Materials and Methods: Twelve patients who underwent duodenal endoscopic submucosal dissection between February 2019 and November 2023 were screened. Eight patients with superficial duodenal epithelial neoplasm larger than 2 cm were included in the study. Results: The median tumor diameter was 27.5 mm (20 - 80 mm). The most common localization was the duodenum second part (87.5%). En bloc and R0 resection rates were each 100%. The median procedure time was 37.5 min. Two patients (20%) with complications were treated with endoscopic clips. No recurrence was observed in all patients (mean 21 months). Conclusion: Endoscopic submucosal dissection is a technically challenging but successful method in the treatment of superficial duodenal epithelial neoplasm. Due to the high risk of complications, duodenal endoscopic submucosal dissection should be performed in experienced centers.
{"title":"The role of endoscopic submucosal dissection in the treatment of large superficial duodenal epithelial neoplasia","authors":"Abdullah Murat Buyruk, B. E. Baki, Çağdaş Kalkan","doi":"10.17941/agd.1459453","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1459453","url":null,"abstract":"Background and Aims: Endoscopic submucosal dissection is one of the recommended treatment modality in terms of facilitating en-bloc resection in patients with superficial duodenal epithelial neoplasm larger than 2 cm. There is limited information in the literature about the applicability of endoscopic submucosal dissection in superficial duodenal epithelial neoplasm. In this single-center study, the results of eight patients with superficial duodenal epithelial neoplasm who underwent endoscopic submucosal dissection were retrospectively analyzed. Materials and Methods: Twelve patients who underwent duodenal endoscopic submucosal dissection between February 2019 and November 2023 were screened. Eight patients with superficial duodenal epithelial neoplasm larger than 2 cm were included in the study. Results: The median tumor diameter was 27.5 mm (20 - 80 mm). The most common localization was the duodenum second part (87.5%). En bloc and R0 resection rates were each 100%. The median procedure time was 37.5 min. Two patients (20%) with complications were treated with endoscopic clips. No recurrence was observed in all patients (mean 21 months). Conclusion: Endoscopic submucosal dissection is a technically challenging but successful method in the treatment of superficial duodenal epithelial neoplasm. Due to the high risk of complications, duodenal endoscopic submucosal dissection should be performed in experienced centers.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":" 18","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140390813","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ender Anilir, Feyza Sönmez Topcu, Emrah Şahi̇n, Ali Oral, Esra Güzelaltunçekiç, Abuzer Dirican, B. Ünal
Giriş ve Amaç: Steatoz, greft fonksiyonunu değişen derecelerde etkileyen ve marjinal greft yetmezliğine neden olan günümüzün önemli ve yaygın donör karaciğer problemlerinden biridir. Çalışmamızda, greft steatozunun postoperatif komplikasyonlara etkisini inceledik. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 148 donör ve transplantasyon yapılan yetişkin canlı donör karaciğer nakli alıcısı dahil edildi. Perioperatif kan ürünü transfüzyonu, postoperatif safra komplikasyonları, hepatik ven trombozu, portal ven trombozu, postoperatif kanama, sepsis ve primer greft disfonksiyonu sayıları ve oranları istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Ameliyat sonrası erken dönemde intraabdominal kanamanın yağlı greftlerde oran olarak, yağsız greftlere göre daha sık olduğu görüldü. Donör greft steatozu olan ve olmayanlar arasında tüm parametreler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Sonuç: İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da yağlı greftlerde ameliyat sonrası intraabdominal kanama oranının yüksek olması önemli bir bulgu olabilir.
{"title":"Donör graft hepatosteatozunun yetişkin canlı donör karaciğer nakli alıcılarında ameliyat sonrası komplikasyonlara etkisi","authors":"Ender Anilir, Feyza Sönmez Topcu, Emrah Şahi̇n, Ali Oral, Esra Güzelaltunçekiç, Abuzer Dirican, B. Ünal","doi":"10.17941/agd.1459441","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1459441","url":null,"abstract":"Giriş ve Amaç: Steatoz, greft fonksiyonunu değişen derecelerde etkileyen ve marjinal greft yetmezliğine neden olan günümüzün önemli ve yaygın donör karaciğer problemlerinden biridir. Çalışmamızda, greft steatozunun postoperatif komplikasyonlara etkisini inceledik. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 148 donör ve transplantasyon yapılan yetişkin canlı donör karaciğer nakli alıcısı dahil edildi. Perioperatif kan ürünü transfüzyonu, postoperatif safra komplikasyonları, hepatik ven trombozu, portal ven trombozu, postoperatif kanama, sepsis ve primer greft disfonksiyonu sayıları ve oranları istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Ameliyat sonrası erken dönemde intraabdominal kanamanın yağlı greftlerde oran olarak, yağsız greftlere göre daha sık olduğu görüldü. Donör greft steatozu olan ve olmayanlar arasında tüm parametreler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Sonuç: İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da yağlı greftlerde ameliyat sonrası intraabdominal kanama oranının yüksek olması önemli bir bulgu olabilir.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"22 10","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140396653","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Sarıtaş ve arkadaşları tarafından yazılmış ve Akademik Gastroenteroloji Dergisinde yayınlanmış olan, “Dieulafoy lezyonu saptanan hastaların retrospektif analizi başlıklı çalışmayı ilgiyle okudum. Bu çalışmada Dieulafoy lezyonu nedeni ile üst gastrointestinal sistem kanaması geçirmiş olan hastalara uygulanan endoskopik tedavi yöntemleri ve tedavi sonlanımları değerlendirilmiş. Yapılan çalışmalar, Dieulafoy lezyonuna bağlı üst gastrointestinal sistem kanamalarında, hemoklip uygulamalarının akut kanama kontrolünde ve rekürren kanamayı önlemede skleroterapiye üstün olduğunu göstermiştir. Ancak, hemoklip uygulamasını monoterapide termal koagülasyon yöntemleriyle veya kombine tedavilerle karşılaştıran çalışma yoktur. Literatürde bu duruma dair az veri olması nedeniyle; bu çalışmada kanama nedenli exitus olan 3 hastada hangi endoskopik terapötik yöntemin uygulandığının, hastalarda rekürren kanama olup olmadığının ve oldu ise hangi yöntem sonrası olduğunun belirtilmesinin aydınlatıcı olması ve metodlar arasında kıyas yapabilmek adına fikir verici olması adına önemli bir katkıda bulunacağı görüşündeyim.
{"title":"Dieulafoy lezyonunda endoskopik tedavilerin zorlu seçimi","authors":"B. Öztürk","doi":"10.17941/agd.1416032","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1416032","url":null,"abstract":"Sarıtaş ve arkadaşları tarafından yazılmış ve Akademik Gastroenteroloji Dergisinde yayınlanmış olan, “Dieulafoy lezyonu saptanan hastaların retrospektif analizi başlıklı çalışmayı ilgiyle okudum. Bu çalışmada Dieulafoy lezyonu nedeni ile üst gastrointestinal sistem kanaması geçirmiş olan hastalara uygulanan endoskopik tedavi yöntemleri ve tedavi sonlanımları değerlendirilmiş. Yapılan çalışmalar, Dieulafoy lezyonuna bağlı üst gastrointestinal sistem kanamalarında, hemoklip uygulamalarının akut kanama kontrolünde ve rekürren kanamayı önlemede skleroterapiye üstün olduğunu göstermiştir. Ancak, hemoklip uygulamasını monoterapide termal koagülasyon yöntemleriyle veya kombine tedavilerle karşılaştıran çalışma yoktur. Literatürde bu duruma dair az veri olması nedeniyle; bu çalışmada kanama nedenli exitus olan 3 hastada hangi endoskopik terapötik yöntemin uygulandığının, hastalarda rekürren kanama olup olmadığının ve oldu ise hangi yöntem sonrası olduğunun belirtilmesinin aydınlatıcı olması ve metodlar arasında kıyas yapabilmek adına fikir verici olması adına önemli bir katkıda bulunacağı görüşündeyim.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"24 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139450001","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Atay ve arkadaşlarının “İnflamatuvar bağırsak hastalığı olan hastalarda immünmodülatör tedaviler güvenli mi? 23 yıllık tek merkez deneyimi” çalışmasını ilgiyle okudum. Atay ve arkadaşları bu çalışmada immünmodülatör ajanların yan etkilerini 23 yıllık geriye dönük olarak değerlendirmişler. Bu çalışmada, halihazırda anti-tümör nekrozis faktör (anti-TNF) ajanlar veya anti-integrin ajan ile tedavi edilmekte olup geçmişinde immünmodülatör tedavi almış olan hastalar değerlendirilmiş. Bu çalışmada azatiyopürin kullanım süresini Crohn hastalarında 4.2 ± 3.5 yıl, ülseratif kolit olan hastalarda ise 3.0 ± 2.6 yıl olarak saptamışlar. Ayrıca azatiyopürin kullanmış olan hastaların 18’inde (%5.5), metotreksat kullanmış olan hastaların 6’sında (%7) ilaç kesilmesini gerektirecek yan etkiler geliştiğini ve bu yan etkilerin tamamının 2. derece yan etkilerden oluştuğunu göstermişler ve takip süresince tedavi ilişkili hematolojik veya solid organ malignitesi saptamadıklarını göstermişler (1). Yakın dönemde yapılan çalışmada da immünmodülatör tedavinin güvenli olduğuna dair benzer bulgular gösterilmiştir (2). Azatiyopürin ile monoterapinin 8-9 yıla kadar uzayabildiği ve bu sürelerde dahi güvenli olduğu yönünde bilgiler sunulmaktadır (3,4). Bu çalışmada hastaların tedavi aldıkları süre literatüre kıyasla daha kısadır; sadece monoterapi alıp sonrasında kombine tedaviye ihtiyacı olan hastaları kapsaması nedeniyle, tedavi süresi bu çalışmada daha kısa gibi gözükmektedir. Yan etkilerin daha az görülmesi tedavi süresi kısalığına da bağlı olabilir. Yapılan çalışmalarda, immünmodülatör tedavinin anti-TNF tedavi ile kombinasyonunda etkinliği ve yan etkileri değerlendirilmiş olup; yan etkiler monoterapi grubunda %29.4, kombinasyon grubunda ise %36.3 hastada gösterilmiş (5). Azatiyopürinin anti-TNF tedavi ile kombinasyonunda, azatiyopürinin yan etkileri nedeniyle çalışmanın erken aşamasında çalışmadan ayrılmayla sonuçlandığı gösterilmiştir (6). Bir başka çalışmada ise immünomodülatörlerle kombinasyon tedavisi özellikle immünomodülatör tedaviye biyolojik tedavinin başlamasından 30 günden daha uzun bir süre önce başlandığında, tedaviyi bırakma riskinin önemli ölçüde azaldığı gösterilmiştir (7). Yapılan çalışmalar incelendiğinde anti-TNF ajanla kombine immünmodülatör tedavinin yan etkilerine yönelik birbirinden farklı sonuçların olduğu dikkati çekecektir. Bu çalışmada da, anti-TNF veya anti-integrin ajanlar ile eş zamanlı immünmodülatör tedavi alan hastalar var ise bu hasta grubunun belirtilmesi ve immünmodülatör tedavinin kombine tedavideki yan etki profilinin değerlendirilerek alt grup analizinin ayrıca yapılmasının da literatüre katkı sağlayacağı görüşündeyim.
{"title":"İnflamatuvar barsak hastalığında değişmeyen soru: İmmünmodülatör tedavi ne kadar güvenli?","authors":"B. Öztürk","doi":"10.17941/agd.1416039","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1416039","url":null,"abstract":"Atay ve arkadaşlarının “İnflamatuvar bağırsak hastalığı olan hastalarda immünmodülatör tedaviler güvenli mi? 23 yıllık tek merkez deneyimi” çalışmasını ilgiyle okudum. Atay ve arkadaşları bu çalışmada immünmodülatör ajanların yan etkilerini 23 yıllık geriye dönük olarak değerlendirmişler. Bu çalışmada, halihazırda anti-tümör nekrozis faktör (anti-TNF) ajanlar veya anti-integrin ajan ile tedavi edilmekte olup geçmişinde immünmodülatör tedavi almış olan hastalar değerlendirilmiş. Bu çalışmada azatiyopürin kullanım süresini Crohn hastalarında 4.2 ± 3.5 yıl, ülseratif kolit olan hastalarda ise 3.0 ± 2.6 yıl olarak saptamışlar. Ayrıca azatiyopürin kullanmış olan hastaların 18’inde (%5.5), metotreksat kullanmış olan hastaların 6’sında (%7) ilaç kesilmesini gerektirecek yan etkiler geliştiğini ve bu yan etkilerin tamamının 2. derece yan etkilerden oluştuğunu göstermişler ve takip süresince tedavi ilişkili hematolojik veya solid organ malignitesi saptamadıklarını göstermişler (1). Yakın dönemde yapılan çalışmada da immünmodülatör tedavinin güvenli olduğuna dair benzer bulgular gösterilmiştir (2).\u0000Azatiyopürin ile monoterapinin 8-9 yıla kadar uzayabildiği ve bu sürelerde dahi güvenli olduğu yönünde bilgiler sunulmaktadır (3,4). Bu çalışmada hastaların tedavi aldıkları süre literatüre kıyasla daha kısadır; sadece monoterapi alıp sonrasında kombine tedaviye ihtiyacı olan hastaları kapsaması nedeniyle, tedavi süresi bu çalışmada daha kısa gibi gözükmektedir. Yan etkilerin daha az görülmesi tedavi süresi kısalığına da bağlı olabilir.\u0000Yapılan çalışmalarda, immünmodülatör tedavinin anti-TNF tedavi ile kombinasyonunda etkinliği ve yan etkileri değerlendirilmiş olup; yan etkiler monoterapi grubunda %29.4, kombinasyon grubunda ise %36.3 hastada gösterilmiş (5). Azatiyopürinin anti-TNF tedavi ile kombinasyonunda, azatiyopürinin yan etkileri nedeniyle çalışmanın erken aşamasında çalışmadan ayrılmayla sonuçlandığı gösterilmiştir (6). Bir başka çalışmada ise immünomodülatörlerle kombinasyon tedavisi özellikle immünomodülatör tedaviye biyolojik tedavinin başlamasından 30 günden daha uzun bir süre önce başlandığında, tedaviyi bırakma riskinin önemli ölçüde azaldığı gösterilmiştir (7). Yapılan çalışmalar incelendiğinde anti-TNF ajanla kombine immünmodülatör tedavinin yan etkilerine yönelik birbirinden farklı sonuçların olduğu dikkati çekecektir. Bu çalışmada da, anti-TNF veya anti-integrin ajanlar ile eş zamanlı immünmodülatör tedavi alan hastalar var ise bu hasta grubunun belirtilmesi ve immünmodülatör tedavinin kombine tedavideki yan etki profilinin değerlendirilerek alt grup analizinin ayrıca yapılmasının da literatüre katkı sağlayacağı görüşündeyim.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"71 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139450147","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Abiyev A. ve arkadaşları tarafından yazılmış, 2023; 22, 3. sayıda yayınlanmış olan, post-transplant biliyer darlığın tedavisinde manyetik kompresyon anastomoz ile ilgili vakayı ilgiyle okudum. Burada sağ karaciğer nakilli bir hastanın anastomotik tam obstrüksiyonunun perkütan-endoskopik kombine bir işlemle ilerletilen 10 f çapında mıknatıslarla açılması ve başarılı re-anastomozu tarif edilmiş. İşlemin tekniğinde 10 f mıknatısların darlık bölgesine ilerletilmesi için 10 f stent iticinin kullanıldığı söylenmiş; yazıdan anlaşıldığı kadarıyla mıknatıslar stent iticinin içinden darlık bölgesine ilerletilmiş (1). Bilindiği gibi manyetik kompresyon anastomozun biliyer kullanımı 1998 yılında Yamanouchi ve arkadaşları tarafından tarif edilmiş ve özellikle Uzakdoğu ülkelerinde sıklıkla kullanılmıştır (2). Bu yazılar okunduğunda 4-5 mm çapında mıknatıslar kullanıldığı görülecektir (3). Bu yöntemin zorluğu endoskopun çalışma kanalından geniş mıknatısın kanaldan ilerletilememesi, endoskoptan gönderilen bir stent tutucu ile darlığa ilerletilmeye çalışılmasıdır. Bu durumun yaratabileceği zorluk nedeniyle, darlığa ilerletilebilmesi için safra kanalına tam kaplı metal stent konulması tarif edilmiştir (3). 4-5 mm’lik mıknatısların perkütan olarak safra kanallarına ilerletilebilmesi için bundan daha geniş bir kılıfın safra yollarına gönderilmesi gerekir ki, oldukça travmatik bir işlemdir. Bu zorlukları aşmak için Parlak ve arkadaşları “over the wire, through the scope” mıknatıslarını üretmiş ve yöntemini tarif etmişlerdir (4). Buna göre 0.035 inch kılavuz telin üzerinden ilerletilmeye uygun iç deliği olan ve endoskopun kanalından sığacak kadar ince (5-10 f) mıknatıslar kullanılmaktadır. Bu yöntemle teknik başarının daha yüksek olduğu ile ilgili vaka serileri de yayınlanmıştır (5,6).
{"title":"Mıknatıs ile neo-anastomoz: Mıknatısı nasıl itmeli?","authors":"B. Öztürk","doi":"10.17941/agd.1416061","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1416061","url":null,"abstract":"Abiyev A. ve arkadaşları tarafından yazılmış, 2023; 22, 3. sayıda yayınlanmış olan, post-transplant biliyer darlığın tedavisinde manyetik kompresyon anastomoz ile ilgili vakayı ilgiyle okudum. Burada sağ karaciğer nakilli bir hastanın anastomotik tam obstrüksiyonunun perkütan-endoskopik kombine bir işlemle ilerletilen 10 f çapında mıknatıslarla açılması ve başarılı re-anastomozu tarif edilmiş. İşlemin tekniğinde 10 f mıknatısların darlık bölgesine ilerletilmesi için 10 f stent iticinin kullanıldığı söylenmiş; yazıdan anlaşıldığı kadarıyla mıknatıslar stent iticinin içinden darlık bölgesine ilerletilmiş (1). Bilindiği gibi manyetik kompresyon anastomozun biliyer kullanımı 1998 yılında Yamanouchi ve arkadaşları tarafından tarif edilmiş ve özellikle Uzakdoğu ülkelerinde sıklıkla kullanılmıştır (2). Bu yazılar okunduğunda 4-5 mm çapında mıknatıslar kullanıldığı görülecektir (3). Bu yöntemin zorluğu endoskopun çalışma kanalından geniş mıknatısın kanaldan ilerletilememesi, endoskoptan gönderilen bir stent tutucu ile darlığa ilerletilmeye çalışılmasıdır. Bu durumun yaratabileceği zorluk nedeniyle, darlığa ilerletilebilmesi için safra kanalına tam kaplı metal stent konulması tarif edilmiştir (3). 4-5 mm’lik mıknatısların perkütan olarak safra kanallarına ilerletilebilmesi için bundan daha geniş bir kılıfın safra yollarına gönderilmesi gerekir ki, oldukça travmatik bir işlemdir. Bu zorlukları aşmak için Parlak ve arkadaşları “over the wire, through the scope” mıknatıslarını üretmiş ve yöntemini tarif etmişlerdir (4). Buna göre 0.035 inch kılavuz telin üzerinden ilerletilmeye uygun iç deliği olan ve endoskopun kanalından sığacak kadar ince (5-10 f) mıknatıslar kullanılmaktadır. Bu yöntemle teknik başarının daha yüksek olduğu ile ilgili vaka serileri de yayınlanmıştır (5,6).","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"76 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139450387","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ali Atay, Yasemin ÖZDERİN ÖZİN, Dilara Turan Gökçe, Müge Büyükaksoy, Gamze Demi̇rel, Meral Akdoğan Kayhan, Z. Kılıç, Emin Altiparmak
Giriş ve Amaç: İmmünmodülatör ajanlar inflamatuvar bağırsak hastalığı tedavisinde önemli köşe taşlarından olup pürin sentezini inhibe eden azatioprin ve metotreksat başlıca kullanılmakta olan ajanlardandır. Bu ajanların yanıtsızlık veya yan etki profilleri nedeni ile her zaman efektif dozda kullanılmaları mümkün olmayabilir. Çalışmamızda immünmodülatör ajanların güvenlik profilinin değerlendirilmesi amacı ile tedavi kesilmesini gerektirecek yan etkilerin derlendiği 23 yıllık deneyimin sunulması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 1999-2022 yılları arasında inflamatuvar bağırsak hastalığı tanısı ile takipli olan, halihazırda anti-tümör nekrozis faktör tedavisi almakta olup tedavi dozunda azatioprin veya metotreksat kullanım geçmişi olan hastalarda tedavi kesilmesini gerektirecek yan etkiler geriye dönük olarak incelendi. İmmünmodülatör ajanları tedavi dozunda almamış olan hastalar ile tedavi kesilmesini gerektirmeyecek durumların gözlendiği hastalar dışlandı. Bulgular: Çalışma grubu 310 Crohn hastalığı ve 100 ülseratif koliti olan hasta olmak üzere 410 hastadan oluşuyordu. 325 hastada azatioprin, 85 hastada metotreksat kullanım öyküsü mevcuttu. Hastaların ortalama yaşı 42.6 ± 13.4 yıl olup 257’si erkek (%62.6) idi. Azatioprin kullanım süresi Crohn hastalarında 4.2 ± 3.5 yıl, ülseratif kolit olan hastalarda 3.0 ± 2.6 yıl idi. Azatioprin kullanmış olan hastaların 18’inde (%5.5), metotreksat kullanmış olan hastaların 6’sında (%7) kesilmesini gerektirecek yan etkiler geliştiği tespit edildi ve yan etkilerin tamamı 2. derece yan etkilerden oluşmaktaydı. İmmünmodülatör ajanların tedavi bırakmayı gerektiren yan etki sıklığında iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p: 0.59). Her iki tedavi grubunda da takip süresince tedavi ilişkili hematolojik veya solid organ malignitesi saptanmadı. Sonuç: İnflamatuvar bağırsak hastalığı tanısı ile takipli hastalarda azatioprin ve metotreksat yan etki profili göz önüne alındığında iki grup arasında anlamlı fark olmayıp tedavi süresince yakın takip ile güvenli kullanılabilecek ajanlardır.
{"title":"Are immunomodulatory therapies safe in patients with inflammatory bowel disease? 23 years of single center experience","authors":"Ali Atay, Yasemin ÖZDERİN ÖZİN, Dilara Turan Gökçe, Müge Büyükaksoy, Gamze Demi̇rel, Meral Akdoğan Kayhan, Z. Kılıç, Emin Altiparmak","doi":"10.17941/agd.1405423","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1405423","url":null,"abstract":"Giriş ve Amaç: İmmünmodülatör ajanlar inflamatuvar bağırsak hastalığı tedavisinde önemli köşe taşlarından olup pürin sentezini inhibe eden azatioprin ve metotreksat başlıca kullanılmakta olan ajanlardandır. Bu ajanların yanıtsızlık veya yan etki profilleri nedeni ile her zaman efektif dozda kullanılmaları mümkün olmayabilir. Çalışmamızda immünmodülatör ajanların güvenlik profilinin değerlendirilmesi amacı ile tedavi kesilmesini gerektirecek yan etkilerin derlendiği 23 yıllık deneyimin sunulması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 1999-2022 yılları arasında inflamatuvar bağırsak hastalığı tanısı ile takipli olan, halihazırda anti-tümör nekrozis faktör tedavisi almakta olup tedavi dozunda azatioprin veya metotreksat kullanım geçmişi olan hastalarda tedavi kesilmesini gerektirecek yan etkiler geriye dönük olarak incelendi. İmmünmodülatör ajanları tedavi dozunda almamış olan hastalar ile tedavi kesilmesini gerektirmeyecek durumların gözlendiği hastalar dışlandı. Bulgular: Çalışma grubu 310 Crohn hastalığı ve 100 ülseratif koliti olan hasta olmak üzere 410 hastadan oluşuyordu. 325 hastada azatioprin, 85 hastada metotreksat kullanım öyküsü mevcuttu. Hastaların ortalama yaşı 42.6 ± 13.4 yıl olup 257’si erkek (%62.6) idi. Azatioprin kullanım süresi Crohn hastalarında 4.2 ± 3.5 yıl, ülseratif kolit olan hastalarda 3.0 ± 2.6 yıl idi. Azatioprin kullanmış olan hastaların 18’inde (%5.5), metotreksat kullanmış olan hastaların 6’sında (%7) kesilmesini gerektirecek yan etkiler geliştiği tespit edildi ve yan etkilerin tamamı 2. derece yan etkilerden oluşmaktaydı. İmmünmodülatör ajanların tedavi bırakmayı gerektiren yan etki sıklığında iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p: 0.59). Her iki tedavi grubunda da takip süresince tedavi ilişkili hematolojik veya solid organ malignitesi saptanmadı. Sonuç: İnflamatuvar bağırsak hastalığı tanısı ile takipli hastalarda azatioprin ve metotreksat yan etki profili göz önüne alındığında iki grup arasında anlamlı fark olmayıp tedavi süresince yakın takip ile güvenli kullanılabilecek ajanlardır.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"210 1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139320970","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ender Anilir, Feyza SÖNMEZ TOPCU, Ali Oral, Emrah Şahi̇n, Abuzer Di̇ri̇can, B. Ünal
Background and Aims: We aimed to investigate the effect of the high MELD score on perioperative recipient/graft ischemia times and postoperative complications. Materials and Method: One hundred and seventy-two patients who underwent living-donor liver transplantation for end stage liver cirrhosis were included in the study. The patients were grouped and examined according to their MELD score under and above 20. Anhepatic phase, cold ischemia time, operation time, blood product transfusion, total hospital and intensive care unit staying time rates, biliary complications, hepatic vein thrombosis, portal vein thrombosis, postoperative hemorrhage, sepsis, and primary graft dysfunction were analyzed statistically. Results: Cold ischemia time (p = 0.046) was statistically longer in patients with MELD >20. A result very close to the statistically significant P value regarding perioperative blood transfusion was obtained. Conclusion: Cold ischemia time increases with increasing MELD. The MELD score must be taken into consideration when preparing the patient and making a treatment plan.
{"title":"MELD Skoru Yüksek Canlı Vericili Karaciğer Nakli Alıcılarında Perioperatif Bulgular ve Postoperatif Komplikasyonlar","authors":"Ender Anilir, Feyza SÖNMEZ TOPCU, Ali Oral, Emrah Şahi̇n, Abuzer Di̇ri̇can, B. Ünal","doi":"10.17941/agd.1405010","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1405010","url":null,"abstract":"Background and Aims: We aimed to investigate the effect of the high MELD score on perioperative recipient/graft ischemia times and postoperative complications. Materials and Method: One hundred and seventy-two patients who underwent living-donor liver transplantation for end stage liver cirrhosis were included in the study. The patients were grouped and examined according to their MELD score under and above 20. Anhepatic phase, cold ischemia time, operation time, blood product transfusion, total hospital and intensive care unit staying time rates, biliary complications, hepatic vein thrombosis, portal vein thrombosis, postoperative hemorrhage, sepsis, and primary graft dysfunction were analyzed statistically. Results: Cold ischemia time (p = 0.046) was statistically longer in patients with MELD >20. A result very close to the statistically significant P value regarding perioperative blood transfusion was obtained. Conclusion: Cold ischemia time increases with increasing MELD. The MELD score must be taken into consideration when preparing the patient and making a treatment plan.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139320919","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
H. A. Yaşar, Mehmet Berk Örüncü, G. Utkan, Hakan Akbulut
Giriş ve Amaç: Rektum kanserinin prognozunu predikte edebilmek; hasta yönetiminde uygun tedaviyi uygulayabilmek, gereksiz tedavilerden kaçınabilmek ve medikal kaynakları uygun kullanabilmek için önemlidir. Bu çalışmada neoadjuvan kemoradyoterapi uygulanan lokal ileri rektum kanseri tanısı olan hastalarda sağkalım ile ilişkili faktörleri araştırdık. Gereç ve Yöntem: 2014-2018 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’na başvuran lokal ileri rektum kanseri tanısı olan 78 hastanın klinik, patolojik, laboratuvar verileri hastane kayıtlarından retrospektif olarak tarandı. Sağkalım üzerine etkili faktörler log-rank testi ile değerlendirildi. Sağkalım analizleri Kaplan-Meier metodu ile yapıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 78 hastanın ortanca yaşı 61 idi. Hastaların %34.6’sı (n: 27) kadın, %65.4’ü (n: 51) erkek idi. Ortanca sağkalım süresi 62 ay olarak saptandı. Postoperatif N2 lenf nodu pozitifliği ve postoperatif tümör derecesi 3 olan, radyoterapinin tamamlanamadığı, adjuvan tedavi almayan ve ileri yaşta olan hastalarda istatistiksel anlamlı olarak toplam sağkalım daha kötü saptandı (p < 0.05). Sonuç: Neoadjuvan kemoradyoterapinin standart tedavi haline geldiği fakat radyoterapi uygulamasının uzun süreli radyoterapi ya da kısa süreli radyoterapi olarak değişiklik gösterebildiği bu süreçte yaş, radyoterapinin tamamlanması, postoperatif N2 nod pozitifliği, postoperatif tümör derecesi ve adjuvan tedavi sağkalımı etkileyen faktörler olarak tanımlandı.
{"title":"Factors affecting survival in locally advanced rectal cancer - Single center experience","authors":"H. A. Yaşar, Mehmet Berk Örüncü, G. Utkan, Hakan Akbulut","doi":"10.17941/agd.1349002","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1349002","url":null,"abstract":"Giriş ve Amaç: Rektum kanserinin prognozunu predikte edebilmek; hasta yönetiminde uygun tedaviyi uygulayabilmek, gereksiz tedavilerden kaçınabilmek ve medikal kaynakları uygun kullanabilmek için önemlidir. Bu çalışmada neoadjuvan kemoradyoterapi uygulanan lokal ileri rektum kanseri tanısı olan hastalarda sağkalım ile ilişkili faktörleri araştırdık. Gereç ve Yöntem: 2014-2018 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’na başvuran lokal ileri rektum kanseri tanısı olan 78 hastanın klinik, patolojik, laboratuvar verileri hastane kayıtlarından retrospektif olarak tarandı. Sağkalım üzerine etkili faktörler log-rank testi ile değerlendirildi. Sağkalım analizleri Kaplan-Meier metodu ile yapıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 78 hastanın ortanca yaşı 61 idi. Hastaların %34.6’sı (n: 27) kadın, %65.4’ü (n: 51) erkek idi. Ortanca sağkalım süresi 62 ay olarak saptandı. Postoperatif N2 lenf nodu pozitifliği ve postoperatif tümör derecesi 3 olan, radyoterapinin tamamlanamadığı, adjuvan tedavi almayan ve ileri yaşta olan hastalarda istatistiksel anlamlı olarak toplam sağkalım daha kötü saptandı (p < 0.05). Sonuç: Neoadjuvan kemoradyoterapinin standart tedavi haline geldiği fakat radyoterapi uygulamasının uzun süreli radyoterapi ya da kısa süreli radyoterapi olarak değişiklik gösterebildiği bu süreçte yaş, radyoterapinin tamamlanması, postoperatif N2 nod pozitifliği, postoperatif tümör derecesi ve adjuvan tedavi sağkalımı etkileyen faktörler olarak tanımlandı.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"41 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-19","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121581574","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Backgorund and Aims: The aim of this retrospective study is to evaluate the relationship between the number of injection sites and healing outcomes in 224 patients with chronic anal fissure who underwent anal Botulinum toxin treatment. Materials and Methods: The medical records of 224 patients who received anal Botulinum toxin treatment for chronic anal fissure were retrospectively analyzed. Patients were categorized into three groups based on the number of injection sites: Group A (two injection sites, n = 34), Group B (three injection sites, n = 109), and Group C (four injection sites, n = 81). Each injection contains 20 IU of Botulinum toxin. Healing outcomes, pain reduction, wound healing, and symptom resolution were evaluated. A comprehensive analysis of patient records and clinical data was performed. Demographic information, treatment details, healing outcomes, and adverse events were assessed. Results: Cox regression analysis revealed a significant association between the number of injection sites and healing outcomes. At all three post-operative time points, patients treated at multiple sites (Group C) reported higher recovery levels compared to patients treated at two sites (Group A). Conclusion: This study demonstrated a significant relationship between the number of injection sites treated with anal Botulinum toxin and healing outcomes in patients with chronic anal fissures. These findings highlight the importance of considering the number of injection sites. The study contributes to the understanding of anal Botulinum toxin treatment for chronic anal fissure, emphasizing its potential to improve patient care and overall quality of life.
{"title":"Kronik anal fissür için anal Botulinium toksin enjeksiyonu: 224 hastadan oluşan retrospektif bir kohortta etkinlik ve güvenlik analizi","authors":"Cengiz Di̇bekoğlu","doi":"10.17941/agd.1347472","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1347472","url":null,"abstract":"Backgorund and Aims: The aim of this retrospective study is to evaluate the relationship between the number of injection sites and healing outcomes in 224 patients with chronic anal fissure who underwent anal Botulinum toxin treatment. Materials and Methods: The medical records of 224 patients who received anal Botulinum toxin treatment for chronic anal fissure were retrospectively analyzed. Patients were categorized into three groups based on the number of injection sites: Group A (two injection sites, n = 34), Group B (three injection sites, n = 109), and Group C (four injection sites, n = 81). Each injection contains 20 IU of Botulinum toxin. Healing outcomes, pain reduction, wound healing, and symptom resolution were evaluated. A comprehensive analysis of patient records and clinical data was performed. Demographic information, treatment details, healing outcomes, and adverse events were assessed. Results: Cox regression analysis revealed a significant association between the number of injection sites and healing outcomes. At all three post-operative time points, patients treated at multiple sites (Group C) reported higher recovery levels compared to patients treated at two sites (Group A). Conclusion: This study demonstrated a significant relationship between the number of injection sites treated with anal Botulinum toxin and healing outcomes in patients with chronic anal fissures. These findings highlight the importance of considering the number of injection sites. The study contributes to the understanding of anal Botulinum toxin treatment for chronic anal fissure, emphasizing its potential to improve patient care and overall quality of life.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"391 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124410111","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
H. A. Yaşar, G. Utkan, N. Yildirim, B. Öksüzoğlu, İsa Dede, Y. Ürün, Hakan Akbulut
Giriş ve Amaç: Bu çalışmanın amacı, kan grupları ile mide kanseri riski arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çok merkezli, gözlemsel, vaka-kontrol çalışmasına 2000-2016 yılları arasında mide kanseri tanısı ile takip edilen ve serolojik olarak ABO kan grubu belli olan hastalar dahil edildi. Kontrol grubu olarak ise Türk Kızılayı’na kan bağışında bulunan sağlıklı kişiler seçildi ve sağlıklı kişilerin kan gruplarına Türk Kızılayı’nın kayıtlarından ulaşıldı. İstatistiksel analizler için SPSS versiyon 13 kullanıldı. Bulgular: Mide kanseri tanısı olan grup ile kontrol grubu arasında kan grupları açısından dağılımlar istatistiksel olarak farklı idi. Mide kanseri tanısı olan hastalarda A kan grubu daha fazla görülmekteydi (p < 0.001). Gruplar O grubu, non-O grubu olarak sınıflandırıldığında; mide kanseri tanısı olan grupta hastaların %29’unda (n: 253) O grubu, %71’inde (n: 627) non-O grubu tespit edildi. Kontrol grubunda ise vakaların %34’ünde O grubu ve %66’sında non-O grubu saptandı. Mide kanseri tanısı olan hastalar ile kontrol grubu karşılaştırıldığında mide kanserli hastalarda O grubu dışı kan gruplarının daha fazla görüldüğü tespit edildi (p: 0.010). Sonuç: Bu çalışmada, daha önce farklı ülkelerde yapılmış çalışmalara benzer olarak ülkemizde de O dışı (özellikle A grubu) kan grubuna sahip olmak artmış mide kanseri riski ile ilişkili bulundu.
{"title":"The relation between gastric cancer and ABO blood groups: multicenter, observational, case-control study","authors":"H. A. Yaşar, G. Utkan, N. Yildirim, B. Öksüzoğlu, İsa Dede, Y. Ürün, Hakan Akbulut","doi":"10.17941/agd.1348998","DOIUrl":"https://doi.org/10.17941/agd.1348998","url":null,"abstract":"Giriş ve Amaç: Bu çalışmanın amacı, kan grupları ile mide kanseri riski arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çok merkezli, gözlemsel, vaka-kontrol çalışmasına 2000-2016 yılları arasında mide kanseri tanısı ile takip edilen ve serolojik olarak ABO kan grubu belli olan hastalar dahil edildi. Kontrol grubu olarak ise Türk Kızılayı’na kan bağışında bulunan sağlıklı kişiler seçildi ve sağlıklı kişilerin kan gruplarına Türk Kızılayı’nın kayıtlarından ulaşıldı. İstatistiksel analizler için SPSS versiyon 13 kullanıldı. Bulgular: Mide kanseri tanısı olan grup ile kontrol grubu arasında kan grupları açısından dağılımlar istatistiksel olarak farklı idi. Mide kanseri tanısı olan hastalarda A kan grubu daha fazla görülmekteydi (p < 0.001). Gruplar O grubu, non-O grubu olarak sınıflandırıldığında; mide kanseri tanısı olan grupta hastaların %29’unda (n: 253) O grubu, %71’inde (n: 627) non-O grubu tespit edildi. Kontrol grubunda ise vakaların %34’ünde O grubu ve %66’sında non-O grubu saptandı. Mide kanseri tanısı olan hastalar ile kontrol grubu karşılaştırıldığında mide kanserli hastalarda O grubu dışı kan gruplarının daha fazla görüldüğü tespit edildi (p: 0.010). Sonuç: Bu çalışmada, daha önce farklı ülkelerde yapılmış çalışmalara benzer olarak ülkemizde de O dışı (özellikle A grubu) kan grubuna sahip olmak artmış mide kanseri riski ile ilişkili bulundu.","PeriodicalId":118745,"journal":{"name":"Akademik Gastroenteroloji Dergisi","volume":"24 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116724650","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}