Yasemin Gonul, M. Aricigil, Pembe Oltulu, Miyase Orhan
Amaç: Larenksin skuamöz hücreli karsinomu, güvenilir prognostik belirteçlerin eksikliği nedeniyle yönetimi zor bir hastalıktır. Literatürde, tümör tomurcuklanması (TB) bazı malignitelerde kötü prognozu öngördüğü gösterilmiştir, ancak larengeal kanserde TB'nin prognostik önemi belirsizliğini korumaktadır. Bu çalışmanın amacı, larenksin skuamöz hücreli karsinomlarında TB'nin prognoza etkisini ve diğer prognostik faktörlerle olan ilişkisini değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntem: Kulak Burun Boğaz kliniğinde 2008-2015 yılları arasında larenksin skuamöz hücreli karsinomu tanısı konulan ve cerrahi tedavi veya postoperatif kemoradyoterapi uygulanan 60 olgu incelendi. Olguların yaşları, özgeçmişleri, TNM (tümör, nod, metastaz) sınıflandırmaları, radyolojik görüntülemeleri, uygulanan cerrahi yöntemleri ve patolojik sonuçları dosyalardan elde edildi. Tümörün Hematoksilen&Eozin boyalı preparatlarından immunhistokimyasal PanCK boyası yapılarak tümör tomurcuklanması skorlamaları patoloji bölümünde değerlendirildi. Elde edilen veriler ile klinikopatolojik değişkenler arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: Bu çalışmada, larenksin skuamöz hücreli karsinomunda perinöral infiltrasyon ile tümör tomurcuklanması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (P=0.006). Ayrıca, tümör tomurcuklanması perinöral infiltrasyon ile patolojik lenf nodu tutulumu açısından bağımsız bir risk faktörü olarak görülmüştür (p=0.003). Patolojik lenf nodu tutulumu, lenfovasküler invazyon açısından bağımsız bir risk faktörü olarak belirlenmiştir (p=0.028). Sonuç: Çalışmamız, larenksin skuamöz hücreli karsinomu için bilinen prognostik faktörler arasında TB ile perinöral infiltrasyon arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir ve bu nedenle tümörün prognozunu belirlemede önemli bir rol oynayabilir.
{"title":"Prognostic Importance of Tumor Buddings in Larynx Squamous Cell Carcinomas","authors":"Yasemin Gonul, M. Aricigil, Pembe Oltulu, Miyase Orhan","doi":"10.30733/std.2023.01609","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01609","url":null,"abstract":"Amaç: Larenksin skuamöz hücreli karsinomu, güvenilir prognostik belirteçlerin eksikliği nedeniyle yönetimi zor bir hastalıktır. Literatürde, tümör tomurcuklanması (TB) bazı malignitelerde kötü prognozu öngördüğü gösterilmiştir, ancak larengeal kanserde TB'nin prognostik önemi belirsizliğini korumaktadır. Bu çalışmanın amacı, larenksin skuamöz hücreli karsinomlarında TB'nin prognoza etkisini ve diğer prognostik faktörlerle olan ilişkisini değerlendirmektir.\u0000Hastalar ve Yöntem: Kulak Burun Boğaz kliniğinde 2008-2015 yılları arasında larenksin skuamöz hücreli karsinomu tanısı konulan ve cerrahi tedavi veya postoperatif kemoradyoterapi uygulanan 60 olgu incelendi. Olguların yaşları, özgeçmişleri, TNM (tümör, nod, metastaz) sınıflandırmaları, radyolojik görüntülemeleri, uygulanan cerrahi yöntemleri ve patolojik sonuçları dosyalardan elde edildi. Tümörün Hematoksilen&Eozin boyalı preparatlarından immunhistokimyasal PanCK boyası yapılarak tümör tomurcuklanması skorlamaları patoloji bölümünde değerlendirildi. Elde edilen veriler ile klinikopatolojik değişkenler arasındaki ilişki incelendi.\u0000Bulgular: Bu çalışmada, larenksin skuamöz hücreli karsinomunda perinöral infiltrasyon ile tümör tomurcuklanması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (P=0.006). Ayrıca, tümör tomurcuklanması perinöral infiltrasyon ile patolojik lenf nodu tutulumu açısından bağımsız bir risk faktörü olarak görülmüştür (p=0.003). Patolojik lenf nodu tutulumu, lenfovasküler invazyon açısından bağımsız bir risk faktörü olarak belirlenmiştir (p=0.028).\u0000Sonuç: Çalışmamız, larenksin skuamöz hücreli karsinomu için bilinen prognostik faktörler arasında TB ile perinöral infiltrasyon arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir ve bu nedenle tümörün prognozunu belirlemede önemli bir rol oynayabilir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"131498444","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bağırsak intusepsiyonları genellikle çocukluk çağında görülen mekanik bağırsak obstrüksiyonu sebeplerinden birisidir.İnvajinasyonların yaklaşık %1-5 i erişkinlerde görülmektedir.Çocukluk çağında görülen vakaların %90 ı idiopatik iken,erişkin intusepsiyonlarında % 90 altta yatan organik bir lezyon bulunmaktadır. Etyolojiye bağlı olarak da tedavi değişmektedir .Sunacağımız 2 olgu aracılığı ile erişkinde görülen intusepsiyon vakaları hakkında bilgi vermeyi amaçladık.
{"title":"Intestinal Intussusception Seen in Adult Patients: Case Report","authors":"Sumeyra Emine Boluk, S. Boluk","doi":"10.30733/std.2021.01637","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01637","url":null,"abstract":"Bağırsak intusepsiyonları genellikle çocukluk çağında görülen mekanik bağırsak obstrüksiyonu sebeplerinden birisidir.İnvajinasyonların yaklaşık %1-5 i erişkinlerde görülmektedir.Çocukluk çağında görülen vakaların %90 ı idiopatik iken,erişkin intusepsiyonlarında % 90 altta yatan organik bir lezyon bulunmaktadır. Etyolojiye bağlı olarak da tedavi değişmektedir .Sunacağımız 2 olgu aracılığı ile erişkinde görülen intusepsiyon vakaları hakkında bilgi vermeyi amaçladık.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"123063358","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ozge Kucur, S. Kavuncuoglu, M. Tarakçıoğlu, M. Payasli, Esin Yildiz Aldemir
Amaç: Orta/geç preterm doğan 11-12 yaşındaki çocukların nörogelişimsel sonuçlarını ve okul başarısını araştırmayı ve prognozu etkileyen risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde Ocak 2004-Aralık 2004 tarihleri arasında izlenen orta ila geç preterm bebekler çalışmaya dahil edildi; çocuklar 2016 yılında hastanemiz pediatri polikliniğinde muayene edildi. Perinatal ve neonatal dönem öyküleri hastane veri tabanından elde edildi. Somatik büyüme özellikleri yorumlandı. Nörogelişim, Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R) ölçeği kullanılarak değerlendirildi. Pediatrik Semptom Kontrol Listesi (PSC) uygulandı. Sosyoekonomik düzeyin nörogelişimsel sonuç üzerindeki etkisi incelendi. Okul performansı karne notları kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Yaş ortalaması 11.6 olan 41 çocuk değerlendirildi. Somatik büyüme ile ilişkili risk faktörleri anne yaşı (>35 yaş), fetal distres ve patent duktus arteriyozus idi. Sepsis, sözel zekada bir azalma ile ilişkilendirildi; periventriküler lökomalazi hem sözel hem de performans zekası üzerinde olumsuz etkilere sahipti. Sosyoekonomik düzey, performans ve tam ölçekli zeka ile orta düzeyde bir korelasyon gösterdi. PSC puanı pozitif olan çocukların zeka bölümü anlamlı olarak daha düşüktü. Sonuç: Orta ila geç preterm bebekler, beynin tam olgunlaşmaması ve doğum sorunları nedeniyle hem nörolojik hem de gelişimsel olarak geride kalmaktadır. Erken prematüre bebeklere benzer şekilde, bu çocuklar uzun süre izlenmelidir; aile desteği, rehabilitasyon ve özel eğitim ihtiyaçları karşılanmalıdır.
{"title":"Neurodevelopmental Outcomes of Moderate/Late Preterm Infants At 11-12 Years of Age","authors":"Ozge Kucur, S. Kavuncuoglu, M. Tarakçıoğlu, M. Payasli, Esin Yildiz Aldemir","doi":"10.30733/std.2023.01597","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01597","url":null,"abstract":"Amaç: Orta/geç preterm doğan 11-12 yaşındaki çocukların nörogelişimsel sonuçlarını ve okul başarısını araştırmayı ve prognozu etkileyen risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.\u0000Hastalar ve Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde Ocak 2004-Aralık 2004 tarihleri arasında izlenen orta ila geç preterm bebekler çalışmaya dahil edildi; çocuklar 2016 yılında hastanemiz pediatri polikliniğinde muayene edildi. Perinatal ve neonatal dönem öyküleri hastane veri tabanından elde edildi. Somatik büyüme özellikleri yorumlandı. Nörogelişim, Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R) ölçeği kullanılarak değerlendirildi. Pediatrik Semptom Kontrol Listesi (PSC) uygulandı. Sosyoekonomik düzeyin nörogelişimsel sonuç üzerindeki etkisi incelendi. Okul performansı karne notları kullanılarak değerlendirildi.\u0000Bulgular: Yaş ortalaması 11.6 olan 41 çocuk değerlendirildi. Somatik büyüme ile ilişkili risk faktörleri anne yaşı (>35 yaş), fetal distres ve patent duktus arteriyozus idi. Sepsis, sözel zekada bir azalma ile ilişkilendirildi; periventriküler lökomalazi hem sözel hem de performans zekası üzerinde olumsuz etkilere sahipti. Sosyoekonomik düzey, performans ve tam ölçekli zeka ile orta düzeyde bir korelasyon gösterdi. PSC puanı pozitif olan çocukların zeka bölümü anlamlı olarak daha düşüktü.\u0000Sonuç: Orta ila geç preterm bebekler, beynin tam olgunlaşmaması ve doğum sorunları nedeniyle hem nörolojik hem de gelişimsel olarak geride kalmaktadır. Erken prematüre bebeklere benzer şekilde, bu çocuklar uzun süre izlenmelidir; aile desteği, rehabilitasyon ve özel eğitim ihtiyaçları karşılanmalıdır.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116483036","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Kontakt lens kullanım alışkanlıklarının, bakım önerilerine uyumun ve hijyen alışkanlıklarının sorgulanması ve bunların oküler yüzey ve mikrobiyal kontaminasyon üzerindeki etkilerini incelemek Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışmada 2021-2022 yıllarında kontakt lens bölümümüze başvuran, takipli 108 yumuşak kontakt lens kullanıcısına, kontakt lens kullanımı için riskli kabul edilen davranış ve kullanım alışkanlıkları soruldu. Hastaların son kullandıkları kontakt lensler saklama kapları ile beraber mikrobiyolojik çalışma için laboratuvara gönderildi. Oküler yüzey analizi için oküler yüzey boyanması, göz yaşı kırılma zamanı ve oküler yüzey hastalık indeksi skorlaması yapıldı. Mikrobiyal kontaminasyon ve oküler yüzey analizi ile kontakt lens kullanım alışkanlıkları arasındaki ilişki analiz edildi. Bulgular: Kliniğimize başvuran kontakt lens kullanıcılarından sadece %6.4 ü tüm kontakt lens kullanım önerilerine uyduğunu bildirdi. Kullanıcıların 72 sinde (%66.7) kültürlerde en az bir üreme olurken, oküler yüzey bozukluğu görülen kullanıcı sayısı ise 60 (%55.6) idi. Kontakt lens ile uyuma (p=0.003) ve lensi belirtilen süreden uzun süre kullanma (p=0.016) oküler yüzey problemlerini arttırıyorken; el hijyenine uymama (p ≤0.001), lens kabı ve solüsyonu belirtilenden uzun süre kullanma (p=0.038) ve solüsyon yerine su kullanmanın (p=0.001) mikrobiyolojik kontaminasyonu arttırdığı gösterilmiştir. Sonuç: Bu ve bundan önceki çalışmalar göstermiştir ki riskli lens kullanım davranışları oküler yüzey- gözyaşı bozuklukları ve mikrobiyal kontaminasyonu arttıran önemli bir problemdir. Toplumda artan lens kullanımıyla beraber yüksek riskli lens kullanım oranları ciddi oküler patolojileri beraberinde getirebilir.
{"title":"Effects of Contact Lens Wearing Habits on Ocular Surface and Microbial Flora","authors":"Neşe Arslan, Alperen Bahar, Huri Sabur","doi":"10.30733/std.2023.01580","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01580","url":null,"abstract":"Amaç: Kontakt lens kullanım alışkanlıklarının, bakım önerilerine uyumun ve hijyen alışkanlıklarının sorgulanması ve bunların oküler yüzey ve mikrobiyal kontaminasyon üzerindeki etkilerini incelemek Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışmada 2021-2022 yıllarında kontakt lens bölümümüze başvuran, takipli 108 yumuşak kontakt lens kullanıcısına, kontakt lens kullanımı için riskli kabul edilen davranış ve kullanım alışkanlıkları soruldu. Hastaların son kullandıkları kontakt lensler saklama kapları ile beraber mikrobiyolojik çalışma için laboratuvara gönderildi. Oküler yüzey analizi için oküler yüzey boyanması, göz yaşı kırılma zamanı ve oküler yüzey hastalık indeksi skorlaması yapıldı. Mikrobiyal kontaminasyon ve oküler yüzey analizi ile kontakt lens kullanım alışkanlıkları arasındaki ilişki analiz edildi.\u0000Bulgular: Kliniğimize başvuran kontakt lens kullanıcılarından sadece %6.4 ü tüm kontakt lens kullanım önerilerine uyduğunu bildirdi. Kullanıcıların 72 sinde (%66.7) kültürlerde en az bir üreme olurken, oküler yüzey bozukluğu görülen kullanıcı sayısı ise 60 (%55.6) idi. Kontakt lens ile uyuma (p=0.003) ve lensi belirtilen süreden uzun süre kullanma (p=0.016) oküler yüzey problemlerini arttırıyorken; el hijyenine uymama (p ≤0.001), lens kabı ve solüsyonu belirtilenden uzun süre kullanma (p=0.038) ve solüsyon yerine su kullanmanın (p=0.001) mikrobiyolojik kontaminasyonu arttırdığı gösterilmiştir.\u0000Sonuç: Bu ve bundan önceki çalışmalar göstermiştir ki riskli lens kullanım davranışları oküler yüzey- gözyaşı bozuklukları ve mikrobiyal kontaminasyonu arttıran önemli bir problemdir. Toplumda artan lens kullanımıyla beraber yüksek riskli lens kullanım oranları ciddi oküler patolojileri beraberinde getirebilir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116219262","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Bu çalışma klasik boğa boynuzu eksizyon paternli dudak kaldırma ameliyat tekniği ile (grup I ), aynı paterndeki insizyonla üst dudakta hazırlanan dermal flep kullanılarak gerçekleştirilen dudak süspansiyonu tekniğinin (grup II) , dudak kaldırma ameliyatlarındaki hasta memnuniyeti ve skar görünümüne etkisini karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır. Hastalar ve Yöntem: Yazar tarafından 2016-2023 yılları arasında ameliyat edilen 48-66 yaş arası 28 kadın hasta iki grupta incelendi. Birinci gruba klasik boğa boynuzu eksizyon paternli dudak kaldırma tekniği ile ameliyat edilen 14 hasta, ikinci gruba aynı paterndeki insizyonla üst dudakta hazırlanan dermal flep kullanılarak dudak süspansiyonu tekniği ile ameliyat edilen 14 hasta dahil edildi. Tüm hastalar lokal anestezi altında ameliyat edildi. Altı ay takip edilen her iki guruptaki hastalara 6. ayın sonunda global estetik iyileştirme ölçeği kullanılarak genel estetik sonuçtan memnuniyet düzeyleri soruldu. Ayrıca bir değerlendirici cerrah, Vancouver skar ölçeğini kullanarak ameliyat sonrası oluşan skarı skorladı. Tüm sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Genel hasta memnuniyeti grup 2'de grup 1'e göre klinik olarak anlamlı olarak daha yüksekti ve grup 2'de grup 1'e göre skar klinik olarak anlamlı olarak daha az bulundu ancak istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Hastalarımızda hem genel estetik açıdan hasta memnuniyetinin daha yüksek, hem de skar görünümünün daha az olması nedeniyle, dermal suspansiyon flebi tekniği kullanılarak yapılan dudak kaldırma ameliyatlarının klasik eksizyon yöntemine değerli bir alternatif olarak katkı sağlayabileceği kanaatine varılmıştır.
{"title":"Lip Lift With Dermal Suspension Flap Technique: Effect on Patient Satisfaction and Scar Appearance","authors":"Omer Buhsem","doi":"10.30733/std.2023.01600","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01600","url":null,"abstract":"Amaç: Bu çalışma klasik boğa boynuzu eksizyon paternli dudak kaldırma ameliyat tekniği ile (grup I ), aynı paterndeki insizyonla üst dudakta hazırlanan dermal flep kullanılarak gerçekleştirilen dudak süspansiyonu tekniğinin (grup II) , dudak kaldırma ameliyatlarındaki hasta memnuniyeti ve skar görünümüne etkisini karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır.\u0000Hastalar ve Yöntem: Yazar tarafından 2016-2023 yılları arasında ameliyat edilen 48-66 yaş arası 28 kadın hasta iki grupta incelendi. Birinci gruba klasik boğa boynuzu eksizyon paternli dudak kaldırma tekniği ile ameliyat edilen 14 hasta, ikinci gruba aynı paterndeki insizyonla üst dudakta hazırlanan dermal flep kullanılarak dudak süspansiyonu tekniği ile ameliyat edilen 14 hasta dahil edildi. Tüm hastalar lokal anestezi altında ameliyat edildi. Altı ay takip edilen her iki guruptaki hastalara 6. ayın sonunda global estetik iyileştirme ölçeği kullanılarak genel estetik sonuçtan memnuniyet düzeyleri soruldu. Ayrıca bir değerlendirici cerrah, Vancouver skar ölçeğini kullanarak ameliyat sonrası oluşan skarı skorladı. Tüm sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildi.\u0000Bulgular: Genel hasta memnuniyeti grup 2'de grup 1'e göre klinik olarak anlamlı olarak daha yüksekti ve grup 2'de grup 1'e göre skar klinik olarak anlamlı olarak daha az bulundu ancak istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05).\u0000Sonuç: Hastalarımızda hem genel estetik açıdan hasta memnuniyetinin daha yüksek, hem de skar görünümünün daha az olması nedeniyle, dermal suspansiyon flebi tekniği kullanılarak yapılan dudak kaldırma ameliyatlarının klasik eksizyon yöntemine değerli bir alternatif olarak katkı sağlayabileceği kanaatine varılmıştır.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125751699","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Durmuş Ali Aslanlar, O. Aydemir, Muammer Kunt, Ekin Koç, Mehmet Koc
Amaç: Bu çalışmada; SARS-CoV-2’nin İngiltere Varyantı (VOC 202012/01-B.1.1.7) ile enfekte olan hastaların demografik ve klinik özelliklerinin saptanması ve İngiltere Varyantı olmayan SARS-CoV-2 ile enfekte hastalarla karşılaştırılarak farklılıkların ortaya konması amaçlanmaktadır. Hastalar ve Yöntem: Konya İli'nde 02-11 Şubat 2021 tarihleri arasında PCR testi pozitif olarak sonuçlanan ve varyant analiz sonucu VOC 202012/01 (B.1.1.7) olan 671 vaka ile aynı tarihler arasında PCR test sonucu pozitif olan ve varyant olmayan 2284 vakanın, Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Yönetim Sistemindeki (HSYS) kayıtları 24.02.2021 tarihi baz alınarak taranmıştır. Yapılan taramada yaş, cinsiyet, temaslılık durumu, daha önce COVID-19 geçirme durumu, hastaneye ve yoğun bakım ünitesine yatma durumu, yatış süresi, entübasyon ve exitus durumları kaydedilmiştir. Bulgular: Varyant varlığı/yokluğuna göre hastanede yatış durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p= 0,234). Varyant pozitif olan hastaların %1.9'u, varyant pozitif olmayanların ise %3.9'u yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Varyant pozitif olmayan hastalarda YBÜ'ye kabul oranı, pozitif olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (p= 0.013). Sonuç: Bu çalışmanın bulguları ışığında SARS-CoV-2 VOC 202012/01(B.1.1.7)'nin hastaneye yatış ve yoğun bakıma yatış açısından daha tehlikeli olmadığını söylemek mümkündür.
{"title":"SARS-CoV-2 VOC 202012/01(B.1.1.7) Variant: Is it More Dangerous ?","authors":"Durmuş Ali Aslanlar, O. Aydemir, Muammer Kunt, Ekin Koç, Mehmet Koc","doi":"10.30733/std.2023.01606","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01606","url":null,"abstract":"Amaç: Bu çalışmada; SARS-CoV-2’nin İngiltere Varyantı (VOC 202012/01-B.1.1.7) ile enfekte olan hastaların demografik ve klinik özelliklerinin saptanması ve İngiltere Varyantı olmayan SARS-CoV-2 ile enfekte hastalarla karşılaştırılarak farklılıkların ortaya konması amaçlanmaktadır. Hastalar ve Yöntem: Konya İli'nde 02-11 Şubat 2021 tarihleri arasında PCR testi pozitif olarak sonuçlanan ve varyant analiz sonucu VOC 202012/01 (B.1.1.7) olan 671 vaka ile aynı tarihler arasında PCR test sonucu pozitif olan ve varyant olmayan 2284 vakanın, Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Yönetim Sistemindeki (HSYS) kayıtları 24.02.2021 tarihi baz alınarak taranmıştır. Yapılan taramada yaş, cinsiyet, temaslılık durumu, daha önce COVID-19 geçirme durumu, hastaneye ve yoğun bakım ünitesine yatma durumu, yatış süresi, entübasyon ve exitus durumları kaydedilmiştir. Bulgular: Varyant varlığı/yokluğuna göre hastanede yatış durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p= 0,234). Varyant pozitif olan hastaların %1.9'u, varyant pozitif olmayanların ise %3.9'u yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Varyant pozitif olmayan hastalarda YBÜ'ye kabul oranı, pozitif olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (p= 0.013). Sonuç: Bu çalışmanın bulguları ışığında SARS-CoV-2 VOC 202012/01(B.1.1.7)'nin hastaneye yatış ve yoğun bakıma yatış açısından daha tehlikeli olmadığını söylemek mümkündür.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122876848","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Otolog meme rekonstrüksiyonunda postoperatif dönemde kosta kıkırdağı müdahalesine bağlı olarak alıcı bölgede ağrı olur. Bu çalışmada meme rekonstrüksiyonunda alıcı saha hazırlanırken kosta koruyucu cerrahi yaklaşımının postoperatif ağrı üzerine etkisini kostal koruyucu olmayan yaklaşımla karşılaştırarak ortaya koymayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2018-2022 yılları arasında opere edilen 25 hasta dahil edildi. Gruplar internal mammarian arter (IMA) izole etme tekniklerine göre ayrıldı. Grup 1: Kosta koruyucu cerrahi uygulanan hastalar(n=9), Grup 2: Kosta kıkırdak rezeksiyonu uygulanan hastalar(n=16). Postoperatif dönemde her iki grupta da Hasta Kontrollü Analjezi pompası (HKA) kullanım süresi, kullanılan morfin dozu, erken ve geç ağrı skorları kaydedildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 49,8 idi. Postoperatif erken ve geç dönemde herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Tüm flep transferleri başarılı oldu. Ortalama HKA süresi grup 1'de 24±1,41 saat, grup 2'de 26,31±1,62 saat idi. Grup 1'de morfin dozu 9,67±1 mg, grup 2'de 23,93±3,02 mg idi. Erken ağrı skoru grup 1'de 2,89±1,16, grup 2'de ise 5,18±1,22 idi. Geç ağrı skorları grup 1'de 2,11±0,98 ve grup 2'de 2,75±0,77 idi. Grupların morfin dozu ve erken ağrı skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,01). HKA kullanım süresi(p=0,3) ile geç ağrı skorları(p=0,07) arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Sonuç olarak, otolog meme rekonstrüksiyonunda alıcı bölge hazırlığında erken dönemde kostal koruyucu cerrahinin ağrıyı önemli ölçüde azalttığını düşünüyoruz.
{"title":"The Effect of Rib-Sparing Internal Mammarian Vascular Approach with in Breast Reconstruction on Postoperative Pain Management","authors":"B. Erçin","doi":"10.30733/std.2023.01607","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01607","url":null,"abstract":"Amaç: Otolog meme rekonstrüksiyonunda postoperatif dönemde kosta kıkırdağı müdahalesine bağlı olarak alıcı bölgede ağrı olur. Bu çalışmada meme rekonstrüksiyonunda alıcı saha hazırlanırken kosta koruyucu cerrahi yaklaşımının postoperatif ağrı üzerine etkisini kostal koruyucu olmayan yaklaşımla karşılaştırarak ortaya koymayı amaçladık.\u0000Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 2018-2022 yılları arasında opere edilen 25 hasta dahil edildi. Gruplar internal mammarian arter (IMA) izole etme tekniklerine göre ayrıldı. Grup 1: Kosta koruyucu cerrahi uygulanan hastalar(n=9), Grup 2: Kosta kıkırdak rezeksiyonu uygulanan hastalar(n=16). Postoperatif dönemde her iki grupta da Hasta Kontrollü Analjezi pompası (HKA) kullanım süresi, kullanılan morfin dozu, erken ve geç ağrı skorları kaydedildi.\u0000Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 49,8 idi. Postoperatif erken ve geç dönemde herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Tüm flep transferleri başarılı oldu. Ortalama HKA süresi grup 1'de 24±1,41 saat, grup 2'de 26,31±1,62 saat idi. Grup 1'de morfin dozu 9,67±1 mg, grup 2'de 23,93±3,02 mg idi. Erken ağrı skoru grup 1'de 2,89±1,16, grup 2'de ise 5,18±1,22 idi. Geç ağrı skorları grup 1'de 2,11±0,98 ve grup 2'de 2,75±0,77 idi. Grupların morfin dozu ve erken ağrı skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,01). HKA kullanım süresi(p=0,3) ile geç ağrı skorları(p=0,07) arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05).\u0000Sonuç: Sonuç olarak, otolog meme rekonstrüksiyonunda alıcı bölge hazırlığında erken dönemde kostal koruyucu cerrahinin ağrıyı önemli ölçüde azalttığını düşünüyoruz.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"114597377","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. A. Karaselek, Serkan Kuccukturk, Hasan Kapaklı, Esra Hazar, S. Guner, S. Keleş, E. Kurar, I. Reisli
Amaç: DCLRE1C genindeki mutasyonlar Artemis proteininin fonksiyonel olarak bozulmasına neden olur ve T/B hücre gelişimi olumsuz etkilenir. Bu mutasyonun bir sonucu olarak, genellikle ağır kombine ve kombine immün yetmezlik (CID) kliniği ortaya çıkar. Akraba evliliğinin yaygın olduğu bölgemizde bu mutasyona bağlı CID vakalarına sıklıkla rastlanmaktadır. Bu nedenle şüpheli hastalar ilgili gen mutasyonu açısından vakit kaybetmeden değerlendirilmelidir. Mutasyonların tespitinde daha karmaşık ve maliyetli yöntemlerin kullanılmakla birlikte daha ucuz ve hızlı yöntemlere ihtiyaç olduğu açıktır. Bundan dolayı çalışmada DCLRE1C geni ekzon 3 (c.194C>T; p.T65I) ve ekzon 14 (c.1669_1670insA; p.T577Nfs*21) mutasyonlarının Polimeraz Zincir Reaksiyonu-Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmi (PZR-RFLP) yöntemi kullanılarak belirlenmesi amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: Çalışma 2017-2020 yılları arasında kliniğimizde DCLRE1C mutasyonu ile takip edilen 14 hasta, 2 ebeveyn ve 10 sağlıklı kontrol dahil edildi. Mutasyon bölgeleri ve uygun restriksiyon enzimleri içeren primerler ile PZR-RFLP analizi gerçekleştirildi. Bulgular: Analiz sonucunda 12 hasta DCLRE1C geni ekzon 3 açısından homozigot mutant, 2 ebeveyn ekzon 3 açısından heterozigot, 2 hasta ekzon 3 ve ekzon 14 açısından compound heterozigote genotipde olduğu bulundu. Mutasyonlar, Sanger DNA dizilimi ile doğrulandı. PZR-RFLP yöntemi ile ilgili bölgedeki mutasyonlar hızlı ve güvenilir bir şekilde belirlendi. Sonuç: Çalışma, PZR-RFLP yönteminin primer immün yetmezliklerde özellikle bilinen mutasyonların tespiti ve aile taraması gibi durumlarda kullanılabilecek ucuz, güvenli ve hızlı bir yöntem olduğunu göstermiştir.
{"title":"Identification of the Mutation in DCLRE1C Gene by PCR-RFLP","authors":"M. A. Karaselek, Serkan Kuccukturk, Hasan Kapaklı, Esra Hazar, S. Guner, S. Keleş, E. Kurar, I. Reisli","doi":"10.30733/std.2023.01605","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01605","url":null,"abstract":"Amaç: DCLRE1C genindeki mutasyonlar Artemis proteininin fonksiyonel olarak bozulmasına neden olur ve T/B hücre gelişimi olumsuz etkilenir. Bu mutasyonun bir sonucu olarak, genellikle ağır kombine ve kombine immün yetmezlik (CID) kliniği ortaya çıkar. Akraba evliliğinin yaygın olduğu bölgemizde bu mutasyona bağlı CID vakalarına sıklıkla rastlanmaktadır. Bu nedenle şüpheli hastalar ilgili gen mutasyonu açısından vakit kaybetmeden değerlendirilmelidir. Mutasyonların tespitinde daha karmaşık ve maliyetli yöntemlerin kullanılmakla birlikte daha ucuz ve hızlı yöntemlere ihtiyaç olduğu açıktır. Bundan dolayı çalışmada DCLRE1C geni ekzon 3 (c.194C>T; p.T65I) ve ekzon 14 (c.1669_1670insA; p.T577Nfs*21) mutasyonlarının Polimeraz Zincir Reaksiyonu-Restriksiyon Parça Uzunluk Polimorfizmi (PZR-RFLP) yöntemi kullanılarak belirlenmesi amaçlandı.\u0000Hastalar ve Yöntem: Çalışma 2017-2020 yılları arasında kliniğimizde DCLRE1C mutasyonu ile takip edilen 14 hasta, 2 ebeveyn ve 10 sağlıklı kontrol dahil edildi. Mutasyon bölgeleri ve uygun restriksiyon enzimleri içeren primerler ile PZR-RFLP analizi gerçekleştirildi.\u0000Bulgular: Analiz sonucunda 12 hasta DCLRE1C geni ekzon 3 açısından homozigot mutant, 2 ebeveyn ekzon 3 açısından heterozigot, 2 hasta ekzon 3 ve ekzon 14 açısından compound heterozigote genotipde olduğu bulundu. Mutasyonlar, Sanger DNA dizilimi ile doğrulandı. PZR-RFLP yöntemi ile ilgili bölgedeki mutasyonlar hızlı ve güvenilir bir şekilde belirlendi.\u0000Sonuç: Çalışma, PZR-RFLP yönteminin primer immün yetmezliklerde özellikle bilinen mutasyonların tespiti ve aile taraması gibi durumlarda kullanılabilecek ucuz, güvenli ve hızlı bir yöntem olduğunu göstermiştir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116847862","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. Altaş, B. O. Genc, I. Kilinç, Asli Akyol Gurses
Amaç: Melatoninin sirkadiyen ritmi düzenleyerek antikonvülsan ve nöroprotektif özelliklere sahip olduğu bulunmuştur. Bu etkisinden yola çıkarak Juvenil myoklonik epilepsili (JME) hastalar ve sağlıklı bireylerde melatonin serum düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. JME’li hastalar ile sağlıklı bireylerdeki serum melatonin seviyelerini karşılaştıran ilk çalışma olma özelliğini de taşımaktadır. Hastalar ve Yöntem: Bu çapraz-kesitsel çalışmaya JME’li 30 hasta ve benzer cinsiyet ve yaş dağılımına sahip 30 sağlıklı kontrol dahil edildi. JME’li hastalar ve sağlıklı bireylerden, gece meydana gelen serum melatonin pik düzeyini ve sabahki en düşük serum melatonin düzeyini belirlemek üzere venöz kan örnekleri alınarak ELISA yöntemiyle çalışıldı. Bulgular: Sağlıklı kontrollere kıyasla JME'li hastaların serum MELn (p = 0,002) ve MELm (p = 0,001) düzeyi daha düşük tespit edildi. Ayrıca JME’li hastalar ve kontrol grubu arasında MELn/MELm oranı ve MELn-MELm farkı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar vardı (sırasıyla p = 0,005 ve 0,014). Sonuç: Elde edilen sonuçlar JME’li hastalar ve kontrol grubunda melatoninin sirkadien ritminin korunduğunu fakat hastalarda serum melatonin düzeylerinin kontrollere göre düşük seyrettiğini göstermektedir. Bundan dolayı JME’li hastalarda melatonin düzeyinin tespiti hem hastalık etyolojisinin belirlenmesine hem de gerektiğinde melatonin takviyesi yapılması ile gereksiz ve yüksek doz antiepileptik ilaç kullanımının engellenmesine katkı sağlayabilir.
{"title":"Relationship between Juvenile Myoclonic Epilepsy and Melatonin","authors":"M. Altaş, B. O. Genc, I. Kilinç, Asli Akyol Gurses","doi":"10.30733/std.2023.01575","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01575","url":null,"abstract":"Amaç: Melatoninin sirkadiyen ritmi düzenleyerek antikonvülsan ve nöroprotektif özelliklere sahip olduğu bulunmuştur. Bu etkisinden yola çıkarak Juvenil myoklonik epilepsili (JME) hastalar ve sağlıklı bireylerde melatonin serum düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. JME’li hastalar ile sağlıklı bireylerdeki serum melatonin seviyelerini karşılaştıran ilk çalışma olma özelliğini de taşımaktadır.\u0000Hastalar ve Yöntem: Bu çapraz-kesitsel çalışmaya JME’li 30 hasta ve benzer cinsiyet ve yaş dağılımına sahip 30 sağlıklı kontrol dahil edildi. JME’li hastalar ve sağlıklı bireylerden, gece meydana gelen serum melatonin pik düzeyini ve sabahki en düşük serum melatonin düzeyini belirlemek üzere venöz kan örnekleri alınarak ELISA yöntemiyle çalışıldı.\u0000Bulgular: Sağlıklı kontrollere kıyasla JME'li hastaların serum MELn (p = 0,002) ve MELm (p = 0,001) düzeyi daha düşük tespit edildi. Ayrıca JME’li hastalar ve kontrol grubu arasında MELn/MELm oranı ve MELn-MELm farkı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar vardı (sırasıyla p = 0,005 ve 0,014). Sonuç: Elde edilen sonuçlar JME’li hastalar ve kontrol grubunda melatoninin sirkadien ritminin korunduğunu fakat hastalarda serum melatonin düzeylerinin kontrollere göre düşük seyrettiğini göstermektedir. Bundan dolayı JME’li hastalarda melatonin düzeyinin tespiti hem hastalık etyolojisinin belirlenmesine hem de gerektiğinde melatonin takviyesi yapılması ile gereksiz ve yüksek doz antiepileptik ilaç kullanımının engellenmesine katkı sağlayabilir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"133670277","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Tiroid Hormon Reseptörü Etkileşimli Protein 13 (TRIP13); mayotik rekombinasyonda rol oynayan, iğ-toplanma kontrol noktasında görevli bir proteindir. Son yıllarda yapılan çalışmalar TRIP13’ün glioblastoma multiforme (GBM) de dahil olmak üzere çok sayıda kanserde potansiyel bir tümör indükleyicisi olabileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmada TRIP13’ün küçük bir moleküler inhibitörü olan DCZ0415’in U87 insan GBM hücrelerindeki antikanser etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Gereçler ve Yöntem: DCZ0415’in U87 hücrelerindeki olası antikanser etkisi sitotoksisite analizi, koloni formasyon analizi ve apoptoz analizi ile belirlendi. Ayrıca qRT-PZR analizi ile DCZ0415’in apoptoz, invazyon ve Transforme Edici Büyüme Faktörü-Beta (TGF-β) sinyal yolağı ile ilişkili genlerin mRNA seviyeleri üzerine etkisi araştırıldı. Bulgular: DCZ0415, U87 hücre proliferasyonunu doz ve zaman bağımlı şekilde inhibe etti. U87 hücrelerinde DCZ0415’in 48 saat için IC50 dozu 19,77 μM olarak belirlendi. Bu dozda DCZ0415 uygulaması U87 hücrelerinde apoptozu indükledi ve hücrelerin koloni oluşturma yeteneklerini baskıladı. Ayrıca DCZ0415 apoptoz, invazyon ve TGF-β sinyal yolağı ile ilişkili genlerin mRNA seviyelerini antikanser etkiye yol açabilecek şekilde değiştirdi. Sonuç: Kanserde yeni bir onkogenik faktör olarak değerlendirilen TRIP13’ün bir inhibitörü olan DCZ0415, GBM hücrelerinde antikanser etkiye sahiptir. Bu açıdan, TRIP13’ün GBM için önemli bir terapötik hedef olabileceği ve DCZ0415’in GBM hücrelerinde antikanser etkiye yol açan etkili bir inhibitör olarak değerlendirilebileceği düşünülmektedir.
{"title":"Investigation of the Anticancer Activity of DCZ0415, a Small Molecular Inhibitor of TRIP13, in U87 Human Glioblastoma Multiforme Cells","authors":"Ebru Guclu, İlknur Çınar Ayan","doi":"10.30733/std.2023.01587","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2023.01587","url":null,"abstract":"Amaç: Tiroid Hormon Reseptörü Etkileşimli Protein 13 (TRIP13); mayotik rekombinasyonda rol oynayan, iğ-toplanma kontrol noktasında görevli bir proteindir. Son yıllarda yapılan çalışmalar TRIP13’ün glioblastoma multiforme (GBM) de dahil olmak üzere çok sayıda kanserde potansiyel bir tümör indükleyicisi olabileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmada TRIP13’ün küçük bir moleküler inhibitörü olan DCZ0415’in U87 insan GBM hücrelerindeki antikanser etkinliğinin araştırılması amaçlandı.\u0000Gereçler ve Yöntem: DCZ0415’in U87 hücrelerindeki olası antikanser etkisi sitotoksisite analizi, koloni formasyon analizi ve apoptoz analizi ile belirlendi. Ayrıca qRT-PZR analizi ile DCZ0415’in apoptoz, invazyon ve Transforme Edici Büyüme Faktörü-Beta (TGF-β) sinyal yolağı ile ilişkili genlerin mRNA seviyeleri üzerine etkisi araştırıldı.\u0000Bulgular: DCZ0415, U87 hücre proliferasyonunu doz ve zaman bağımlı şekilde inhibe etti. U87 hücrelerinde DCZ0415’in 48 saat için IC50 dozu 19,77 μM olarak belirlendi. Bu dozda DCZ0415 uygulaması U87 hücrelerinde apoptozu indükledi ve hücrelerin koloni oluşturma yeteneklerini baskıladı. Ayrıca DCZ0415 apoptoz, invazyon ve TGF-β sinyal yolağı ile ilişkili genlerin mRNA seviyelerini antikanser etkiye yol açabilecek şekilde değiştirdi.\u0000Sonuç: Kanserde yeni bir onkogenik faktör olarak değerlendirilen TRIP13’ün bir inhibitörü olan DCZ0415, GBM hücrelerinde antikanser etkiye sahiptir. Bu açıdan, TRIP13’ün GBM için önemli bir terapötik hedef olabileceği ve DCZ0415’in GBM hücrelerinde antikanser etkiye yol açan etkili bir inhibitör olarak değerlendirilebileceği düşünülmektedir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129006959","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}