M. Ak, Merve Şahin, Ç. Özdemir, Dağıstan Tolga Arıöz
Kist hidatik, vücudun neredeyse her yerinde görülebilen parazitik bir hastalıktır. Vücuttaki tutulum yerlerine göre farklı semptomlar ve bulgular verebilirler. Hastalığın etkenleri ise echinococcus granulosus, echinococcus multilocularis, echinococcus oligarthrus, daha nadir olarak da echinococcus vogeli adlarındaki sestodlardır. Ülkemizde genel cerrahi uzmanlarının çok iyi bildiği bu hastalık, ülkemizin gelişen ve değişen sosyal yapısından ve zaman zaman klinik ve radyolojik olarak malignitelerle karışabileceğinden hala sorun teşkil etmektedir. 55 yaşındaki bir kadın hasta karın ağrısı şikayetiyle, kadın doğum ve hastalıkları polikliniğine başvurdu. Özgeçmişinde kist hidatik öyküsü bulunmayan hastanın uterusunda, görüntüleme yöntemleri ile kitle saptandı. Kadın doğum ve hastalıkları servisinde malignite ön tanısıyla histerektomi ve bilateral salpingooeferektomi uygulandı. Mikroskobik olarak yapılan histopatolojik incelemede ise kist hidatik tanısı konuldu. Çalışmamızda nadir görülen primer uterin kist hidatik vakasını sunacağız.
{"title":"Primary Uterine Hydatid Cyst: Case Report","authors":"M. Ak, Merve Şahin, Ç. Özdemir, Dağıstan Tolga Arıöz","doi":"10.48176/esmj.2022.91","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.91","url":null,"abstract":"Kist hidatik, vücudun neredeyse her yerinde görülebilen parazitik bir hastalıktır. Vücuttaki tutulum yerlerine göre farklı semptomlar ve bulgular verebilirler. Hastalığın etkenleri ise echinococcus granulosus, echinococcus multilocularis, echinococcus oligarthrus, daha nadir olarak da echinococcus vogeli adlarındaki sestodlardır. Ülkemizde genel cerrahi uzmanlarının çok iyi bildiği bu hastalık, ülkemizin gelişen ve değişen sosyal yapısından ve zaman zaman klinik ve radyolojik olarak malignitelerle karışabileceğinden hala sorun teşkil etmektedir. 55 yaşındaki bir kadın hasta karın ağrısı şikayetiyle, kadın doğum ve hastalıkları polikliniğine başvurdu. Özgeçmişinde kist hidatik öyküsü bulunmayan hastanın uterusunda, görüntüleme yöntemleri ile kitle saptandı. Kadın doğum ve hastalıkları servisinde malignite ön tanısıyla histerektomi ve bilateral salpingooeferektomi uygulandı. Mikroskobik olarak yapılan histopatolojik incelemede ise kist hidatik tanısı konuldu. Çalışmamızda nadir görülen primer uterin kist hidatik vakasını sunacağız.","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"29 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130898571","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Summary:Iron deficiency anemia (IDA) is the most common form of nutritional anemia worldwide. Despite the availability of various biochemical parameters for its diagnosis, their validity is still debatable. Therefore a simple, cheap and useful tool for diagnosis of IDA is under research. The aim of this study was to find the threshold values of the new Beckman-Coulter parameters in Turkish population, show their utility in the diagnosis of IDA and compare them with other conventional iron parameters. Materials and Methods: A total of 115 female patients with iron deficiency anemia (serum hemoglobin <120 g/L and serum ferritin <20ng/ml), 55 female patients with iron deficiency (serum hemoglobin >120 g/L and serum ferritin <20 ng/ml) and 165 female with healthy individuals were enrolled. Findings: Red blood cell size factor (RSf) and microcytic anemia factor (MAF) showed a significant positive correlation with hemoglobin, mean corpuscular volume (MCV), mean corpuscular hemoglobin (MCH), mean cell hemoglobin concentration (MCHC), serum iron, transferrin saturation and a significant negative correlation with transferrin and total iron binding capacity. Low hemoglobin density (LHD) showed a significant negative correlation with hemoglobin, MCV, MCH, MCHC, serum iron, transferring saturation and a significant positive correlation with transferrin and total iron binding capacity. The receiver-operating characteristic (ROC) curve analysis demonstrated 92.45 fl, 6.71% and 10.14 for RSf, LHD and MAF, respectively. Discussion: Our data demonstrated that these parameters are useful and can be confidentially used in the diagnosis of IDA.
{"title":"Clinical Significance of The New Beckman-Coulter Parameters in the Diagnosis of Iron Deficiency Anemia","authors":"Mustafa Karagülle, Y. Aksu, İ. Vetem, O. Akay","doi":"10.48176/esmj.2022.88","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.88","url":null,"abstract":"Summary:Iron deficiency anemia (IDA) is the most common form of nutritional anemia worldwide. Despite the availability of various biochemical parameters for its diagnosis, their validity is still debatable. Therefore a simple, cheap and useful tool for diagnosis of IDA is under research. The aim of this study was to find the threshold values of the new Beckman-Coulter parameters in Turkish population, show their utility in the diagnosis of IDA and compare them with other conventional iron parameters. Materials and Methods: A total of 115 female patients with iron deficiency anemia (serum hemoglobin <120 g/L and serum ferritin <20ng/ml), 55 female patients with iron deficiency (serum hemoglobin >120 g/L and serum ferritin <20 ng/ml) and 165 female with healthy individuals were enrolled. Findings: Red blood cell size factor (RSf) and microcytic anemia factor (MAF) showed a significant positive correlation with hemoglobin, mean corpuscular volume (MCV), mean corpuscular hemoglobin (MCH), mean cell hemoglobin concentration (MCHC), serum iron, transferrin saturation and a significant negative correlation with transferrin and total iron binding capacity. Low hemoglobin density (LHD) showed a significant negative correlation with hemoglobin, MCV, MCH, MCHC, serum iron, transferring saturation and a significant positive correlation with transferrin and total iron binding capacity. The receiver-operating characteristic (ROC) curve analysis demonstrated 92.45 fl, 6.71% and 10.14 for RSf, LHD and MAF, respectively. Discussion: Our data demonstrated that these parameters are useful and can be confidentially used in the diagnosis of IDA.","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"26 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121800913","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Follikülogenez mekanizması çeşitli hormonları, büyüme faktörlerini ve sinyal moleküllerini içeren karmaşık bir süreçtir. Foliküler gelişim mekanizmaları üzerine gelecekteki araştırmalar, dişi reprodüktif yaşamı hakkında daha kapsamlı veriler sağlayacaktır. Vitamin D, steroidogenez yoluyla follikülogenezi etkiler. Granüloza hücrelerinde Vitamin D reseptör sinyali hormon salgılarını steroidojenik enzimler aracılığıyla düzenler. Vitamin D ve follikülogenez ile ilişkili mekanizma hala aydınlatılamamıştır. Follikülogenezin farklı evrelerinde yer alan çeşitli over kaynaklı otokrin-parakrin faktörler çalışmalarda gösterilmiştir. Bu faktörler yoluyla follikülogenez üzerindeki Vitamin D etkileri, altta yatan mekanizmayı anlamak için önemlidir. Sessiz primordial follikül aktivasyonunun inhibitörleri, Forkhead box O3a, anti-müllerian hormon, Fosfataz ve tensin homologu ve p27’dir. Bu faktörler arasından Forkhead box O3a, overde primordial folikül aktivite regülasyonu ve apoptoz mekanizmaları için önemli bir moleküldür. Primer follikülden preantral follikülün gelişiminde rol oynayan faktörler, dönüştürücü büyüme faktörü-β, büyüme ve farklılaşma faktörü 9, kemik morfogenetik protein 4,7,15 ve aktivindir. Bu derleme, steroidogenez ve ovaryan parakrin faktörler aracılığıyla VitD ve follikülogenez arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaçlamaktadır
{"title":"Vitamin D Effects on Folliculogenesis via Ovarian Paracrine Factors","authors":"Damla Gül Fındık","doi":"10.48176/esmj.2022.93","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.93","url":null,"abstract":"Follikülogenez mekanizması çeşitli hormonları, büyüme faktörlerini ve sinyal moleküllerini içeren karmaşık bir süreçtir. Foliküler gelişim mekanizmaları üzerine gelecekteki araştırmalar, dişi reprodüktif yaşamı hakkında daha kapsamlı veriler sağlayacaktır. Vitamin D, steroidogenez yoluyla follikülogenezi etkiler. Granüloza hücrelerinde Vitamin D reseptör sinyali hormon salgılarını steroidojenik enzimler aracılığıyla düzenler. Vitamin D ve follikülogenez ile ilişkili mekanizma hala aydınlatılamamıştır. Follikülogenezin farklı evrelerinde yer alan çeşitli over kaynaklı otokrin-parakrin faktörler çalışmalarda gösterilmiştir. Bu faktörler yoluyla follikülogenez üzerindeki Vitamin D etkileri, altta yatan mekanizmayı anlamak için önemlidir. Sessiz primordial follikül aktivasyonunun inhibitörleri, Forkhead box O3a, anti-müllerian hormon, Fosfataz ve tensin homologu ve p27’dir. Bu faktörler arasından Forkhead box O3a, overde primordial folikül aktivite regülasyonu ve apoptoz mekanizmaları için önemli bir moleküldür. Primer follikülden preantral follikülün gelişiminde rol oynayan faktörler, dönüştürücü büyüme faktörü-β, büyüme ve farklılaşma faktörü 9, kemik morfogenetik protein 4,7,15 ve aktivindir. Bu derleme, steroidogenez ve ovaryan parakrin faktörler aracılığıyla VitD ve follikülogenez arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaçlamaktadır","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"9 4","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"120845666","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Teknolojinin ve endüstrileşmenin hızla ilerlediği son yıllarda, günümüzde kullanılan 100 binden fazla kimyasalın 700’den fazlasının kanserojen olduğu bildirilmektedir. Pek çok toksik maddenin ise insan organizmasına zararı belirlenememiştir. Hematolojik hastalıkların çevresel ve mesleksel toksik maddelerden benzen gibi bazıları ile ilişkisi kanıtlanmış olsa da, bilinmezler çok daha fazladır. Kronik myeloproliferatif neoplazilar bazı genetik mutasyonlarla ilişkilendirilmektedir, ancak bu mutasyona neden olan etmen halen saptanmış değildir. Benzen, solventler, elektromanyetik radyasyon, polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi toksik maddelerin hastalık ile ilişkili olabileceği belirtilmektedir. Toksik maddelerin etik nedenlerle insan sağlığı üzerine etkilerini inceleyen çalışmaların yapılamaması, neden-sonuç ilişkisinin de net olarak belirlenememesine neden olmaktadır. En iyi bilinen meslek hastalığı olan pnömokonyozda olduğu gibi hematolojik hastalıklarda da mesleksel hastalık tanısının konulabilmesi için doğrudan hastalık ile maruziyet ajanı arasında illiyet bağının kurulabilmesi gereklidir. Meslek hastalıkları maruziyetin ortadan kaldırılması ile önlenebilir hastalıklardandır. Hematolojik hastalıkların iş ile ilişkisi ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de klinisyenler tarafından gözden kaçırılabilmektedir. Bu derlemede amaç toplumda son zamanlarda sıklığında artış rapor edilen hematolojik hastalık grubunda yer alan kronik myeloproliferatif neoplaziların mesleksel toksinlerle ilişkilerini mevcut araştırmaların sonuçları ile tartışmak ve mesleksel illiyeti kanıtlanmamış olsa da klinik pratiğimizde bu hastaları değerlendirirken meslek öyküsünün önemini vurgulayabilmektir.
{"title":"The Role of Exposure to Occupational Toxic Substances in the Etiology of Chronic Myeloproliferative Neoplasms","authors":"Bilge Akgündüz, A. Uçan","doi":"10.48176/esmj.2022.92","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.92","url":null,"abstract":"Teknolojinin ve endüstrileşmenin hızla ilerlediği son yıllarda, günümüzde kullanılan 100 binden fazla kimyasalın 700’den fazlasının kanserojen olduğu bildirilmektedir. Pek çok toksik maddenin ise insan organizmasına zararı belirlenememiştir. Hematolojik hastalıkların çevresel ve mesleksel toksik maddelerden benzen gibi bazıları ile ilişkisi kanıtlanmış olsa da, bilinmezler çok daha fazladır. Kronik myeloproliferatif neoplazilar bazı genetik mutasyonlarla ilişkilendirilmektedir, ancak bu mutasyona neden olan etmen halen saptanmış değildir. Benzen, solventler, elektromanyetik radyasyon, polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi toksik maddelerin hastalık ile ilişkili olabileceği belirtilmektedir. Toksik maddelerin etik nedenlerle insan sağlığı üzerine etkilerini inceleyen çalışmaların yapılamaması, neden-sonuç ilişkisinin de net olarak belirlenememesine neden olmaktadır. En iyi bilinen meslek hastalığı olan pnömokonyozda olduğu gibi hematolojik hastalıklarda da mesleksel hastalık tanısının konulabilmesi için doğrudan hastalık ile maruziyet ajanı arasında illiyet bağının kurulabilmesi gereklidir. Meslek hastalıkları maruziyetin ortadan kaldırılması ile önlenebilir hastalıklardandır. Hematolojik hastalıkların iş ile ilişkisi ise tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de klinisyenler tarafından gözden kaçırılabilmektedir. Bu derlemede amaç toplumda son zamanlarda sıklığında artış rapor edilen hematolojik hastalık grubunda yer alan kronik myeloproliferatif neoplaziların mesleksel toksinlerle ilişkilerini mevcut araştırmaların sonuçları ile tartışmak ve mesleksel illiyeti kanıtlanmamış olsa da klinik pratiğimizde bu hastaları değerlendirirken meslek öyküsünün önemini vurgulayabilmektir.","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"229 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134144254","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Giriş: Mide kanseri, dünya çapında en sık teşhis edilen beşinci malignite olup, tanı anında sıklıkla ileri evrede olması nedeniyle mortalitesi yüksektir. Bu çalışmada merkezimizde takip ve tedavi edilen mide kanseri hastalarında genel sağkalım (GS) sonuçlarını ve sağ kalım ile ilişkili prognostik faktörleri araştırmayı amaçladık. Yöntemler: Ocak 2013 - Eylül 2020 yılları arasında takip edilen mide adenokanseri olan 200 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilip kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların erkek/kadın oranı 2.3:1 ve ortanca yaş 63,83± 11,88 yıl olarak tespit edildi. Hastaların %7'sinin evre 1, %12,5'inin evre 2, %23'ünün evre 3 ve %55,5'inin evre 4 olduğu izlendi. Yaş (≤60 ve >60), cinsiyet, tümör histolojik alt tipi, tümör boyutu (≤) 5 ve >5 cm), tümör yerleşimi (antrum, korpus, kardia), TNM evresi (1, 2, 3 veya 4), lenfovasküler invazyon (var veya yok), perinöral invazyon (var veya yok), operasyon öyküsü (opere, inoperabl), cerrahi sınır durumu (pozitif veya negatif), progresyon varlığı (var veya yok) ve metastaz varlığı (var veya yok) GS'yi etkileyebilecek prognostik faktörler olarak araştırıldı. Faktörlerin tek değişkenli analizine göre; erken TNM evresi, metastaz yokluğu, adjuvan KRT ve FUFA rejimi almak, artmış GS ile ilişkiliydi (p=0.001). Sadece erken T evresi [OR: 1.38 (%95 CI, 1.046 1.822)], (p=0.023) ve adjuvan KT almak [OR: 4.5 (%95 CI, 1.554-13.046)], (p=0.006) prognostik faktörlerin çok değişkenli lojistik regresyon analizinde artan GS ile ilişkiliydi. Sonuç: Mide adenokarsinomlu hastalarda TNM evresi, adjuvan KRT, kemoterapi rejimi ve küratif cerrahi rezeksiyon GS'yi önemli ölçüde etkiledi.
{"title":"Evaluation of factors affecting overall survival in patients with gastric adenocarcinoma – Single-center experience","authors":"Anıl Can Coşkun, Z. Gök Sargın, Guray Ceylan","doi":"10.48176/esmj.2022.89","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.89","url":null,"abstract":"Giriş: Mide kanseri, dünya çapında en sık teşhis edilen beşinci malignite olup, tanı anında sıklıkla ileri evrede olması nedeniyle mortalitesi yüksektir. Bu çalışmada merkezimizde takip ve tedavi edilen mide kanseri hastalarında genel sağkalım (GS) sonuçlarını ve sağ kalım ile ilişkili prognostik faktörleri araştırmayı amaçladık. Yöntemler: Ocak 2013 - Eylül 2020 yılları arasında takip edilen mide adenokanseri olan 200 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilip kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların erkek/kadın oranı 2.3:1 ve ortanca yaş 63,83± 11,88 yıl olarak tespit edildi. Hastaların %7'sinin evre 1, %12,5'inin evre 2, %23'ünün evre 3 ve %55,5'inin evre 4 olduğu izlendi. Yaş (≤60 ve >60), cinsiyet, tümör histolojik alt tipi, tümör boyutu (≤) 5 ve >5 cm), tümör yerleşimi (antrum, korpus, kardia), TNM evresi (1, 2, 3 veya 4), lenfovasküler invazyon (var veya yok), perinöral invazyon (var veya yok), operasyon öyküsü (opere, inoperabl), cerrahi sınır durumu (pozitif veya negatif), progresyon varlığı (var veya yok) ve metastaz varlığı (var veya yok) GS'yi etkileyebilecek prognostik faktörler olarak araştırıldı. Faktörlerin tek değişkenli analizine göre; erken TNM evresi, metastaz yokluğu, adjuvan KRT ve FUFA rejimi almak, artmış GS ile ilişkiliydi (p=0.001). Sadece erken T evresi [OR: 1.38 (%95 CI, 1.046 1.822)], (p=0.023) ve adjuvan KT almak [OR: 4.5 (%95 CI, 1.554-13.046)], (p=0.006) prognostik faktörlerin çok değişkenli lojistik regresyon analizinde artan GS ile ilişkiliydi. Sonuç: Mide adenokarsinomlu hastalarda TNM evresi, adjuvan KRT, kemoterapi rejimi ve küratif cerrahi rezeksiyon GS'yi önemli ölçüde etkiledi.","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"13 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125119258","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
F. Kahraman, Tülay Oskay, S. Guler, Gökay Taylan, A. Yılmaz, H. Orhan
Introduction: Emergency cardiac consultation is a very big part of cardiology practice and there is not any trial evaluating this subject qualitatively and quantitatively with different perspectives yet. We wanted to investigate this process in terms of correlation between emergency physicians and cardiologists. Methods: Patients who are consulted in a cross-sectional and prospectively 5 different public hospitals were included in the study. In order to examine the nature and intensity of the cardiology consultations and also the diagnostic compatibility, electrocardiography (ECG) and to investigate the adequacy of the first medical treatment were chi-square and correlation analyzes. A P value <0.05 was accepted as a statistical significance limit. Results: Totally 627 patients (502 patients by practitioners and 125 patients by emergency medicine specialists) were consulted to cardiology. The most common admission cause was chest pain (%47.8), and the most common cause of consultation was having no/weak idea about patient’s clinical diagnosis (%39.9). The diagnosis consistency of 48% of consulted patients by EMS was excellent while it was 32.1% in practitioners (p=0.001). Good and excellent ECG interpretation of EMS was 72.8% and it was 50.7% in practitioners (p<0.001). Good and excellent first medical treatment were 46.4% in EMS while it was 38,4 in practitioners (p=0.05). Nearly half of consultations (48.8%) were considered as definitely unnecessary or unnecessary by cardiologists. There was statistically significant correlation between the necessity of consultation and last decision (r=0.811, p<0.001). Conclusion: There is a big variability in emergency cardiac consultations from the standpoint of consultation necessity, ECG interpretation, first medical management quality and accurate diagnosis.
{"title":"Evaluation of Cardiology Consultation Quality and Quantity Requested from Emergency Departments in Turkey","authors":"F. Kahraman, Tülay Oskay, S. Guler, Gökay Taylan, A. Yılmaz, H. Orhan","doi":"10.48176/esmj.2022.87","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.87","url":null,"abstract":"Introduction: Emergency cardiac consultation is a very big part of cardiology practice and there is not any trial evaluating this subject qualitatively and quantitatively with different perspectives yet. We wanted to investigate this process in terms of correlation between emergency physicians and cardiologists.\u0000Methods: Patients who are consulted in a cross-sectional and prospectively 5 different public hospitals were included in the study. In order to examine the nature and intensity of the cardiology consultations and also the diagnostic compatibility, electrocardiography (ECG) and to investigate the adequacy of the first medical treatment were chi-square and correlation analyzes. A P value <0.05 was accepted as a statistical significance limit.\u0000Results: Totally 627 patients (502 patients by practitioners and 125 patients by emergency medicine specialists) were consulted to cardiology. The most common admission cause was chest pain (%47.8), and the most common cause of consultation was having no/weak idea about patient’s clinical diagnosis (%39.9). The diagnosis consistency of 48% of consulted patients by EMS was excellent while it was 32.1% in practitioners (p=0.001). Good and excellent ECG interpretation of EMS was 72.8% and it was 50.7% in practitioners (p<0.001). Good and excellent first medical treatment were 46.4% in EMS while it was 38,4 in practitioners (p=0.05). Nearly half of consultations (48.8%) were considered as definitely unnecessary or unnecessary by cardiologists. There was statistically significant correlation between the necessity of consultation and last decision (r=0.811, p<0.001).\u0000Conclusion: There is a big variability in emergency cardiac consultations from the standpoint of consultation necessity, ECG interpretation, first medical management quality and accurate diagnosis.\u0000","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"5 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121779038","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Introduction: Levetiracetam a second-generation antiepileptic drug with a broad spectrum and a wide safety margin, is used in both focal and generalized seizure treatment. In this study, we decided determine efficacy, side effects and safety of levetiracetam monotherapy in children with epilepsy. Methods: The medical records of consecutive 102 patients who were treated with levetiracetam monotherapy were evaluated retrospectively. Results: Total of 102 patients on levetiracetam monotherapy, 50 (49%) girls and 52 (51%) boys, were evaluated. Median age of the patients is 121.5 (62.25-178.5) months. Majority of the patients (95.1%) had generalized epilepsy. Twenty-seven (26.5%) patients had concomitant neurological problems. Dosing of levetiracetam was 20-80 mg/kg/day. Twenty eight (27.5%) patients had adverse reactions. The most common side effects were nervousness (10.8%) and enuresis nocturna (3.9%). Nervousness (4.9%), enuresis nocturna (1%) and headache (1%) were the reason for discontinuation. Twenty four (51.1%) of abnormal pre-treatment EEG had recovered and 74 (72.5%) of patients were seizure free after levetiracetam treatment. There was a statistically significant difference between levetiracetam treatment pre- and post-EEG abnormality (p=0.001). All over 10 (9.8%) patients were discontinued the treatment due to adverse effects (n:7, 6.9%) and inefficacy (n:3, 3%) at the 12 month of the treatment. The retention rate was 90.2%. Conclusion: This study suggests that levetiracetam monotherapy had high percentage of seizure reduction, low rates of serious adverse events and inefficacy, significant difference on pre-treatment EEG recovery in children.
{"title":"Is Levetiracetam Monotherapy Effective And Safe In Children With Epilepsy","authors":"A. Ekici, S. Yimenicioglu, Havva Kaya","doi":"10.48176/esmj.2022.86","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.86","url":null,"abstract":"Introduction: Levetiracetam a second-generation antiepileptic drug with a broad spectrum and a wide safety margin, is used in both focal and generalized seizure treatment. In this study, we decided determine efficacy, side effects and safety of levetiracetam monotherapy in children with epilepsy.\u0000Methods: The medical records of consecutive 102 patients who were treated with levetiracetam monotherapy were evaluated retrospectively.\u0000Results: Total of 102 patients on levetiracetam monotherapy, 50 (49%) girls and 52 (51%) boys, were evaluated. Median age of the patients is 121.5 (62.25-178.5) months. Majority of the patients (95.1%) had generalized epilepsy. Twenty-seven (26.5%) patients had concomitant neurological problems. Dosing of levetiracetam was 20-80 mg/kg/day. Twenty eight (27.5%) patients had adverse reactions. The most common side effects were nervousness (10.8%) and enuresis nocturna (3.9%). Nervousness (4.9%), enuresis nocturna (1%) and headache (1%) were the reason for discontinuation. Twenty four (51.1%) of abnormal pre-treatment EEG had recovered and 74 (72.5%) of patients were seizure free after levetiracetam treatment. There was a statistically significant difference between levetiracetam treatment pre- and post-EEG abnormality (p=0.001). All over 10 (9.8%) patients were discontinued the treatment due to adverse effects (n:7, 6.9%) and inefficacy (n:3, 3%) at the 12 month of the treatment. The retention rate was 90.2%.\u0000Conclusion: This study suggests that levetiracetam monotherapy had high percentage of seizure reduction, low rates of serious adverse events and inefficacy, significant difference on pre-treatment EEG recovery in children.\u0000","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"33 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-11-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126926855","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Yasemin Tombak, Tacettin Mirzaoglu, Ö. Karaahmet, F. Karaahmet, E. Gurcay
Giriş: Vitamin D’nin kemik mineralizasyonunun yanı sıra metabolik ve nöromusküler stabiliteyi sağlayıcı etkileri de bulunmaktadır. Bu çalışmadaki amaç yaygın kas iskelet sistemi ağrısı (YKA) ile başvuran hastalarda vitamin D düzeyini değerlendirmek, eksikliğinde olası etkili faktörleri belirlemekti. Yöntemler: Çalışmaya Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine Ocak 2018 ile Ocak 2020 tarihleri arasında başvuran, kronik bir hastalığı ve sürekli kullandığı bir ilacı olmayan, vitamin D düzeyleri ile kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz ve parathormon takipleri bulunan 241 YKA olan hasta dahil edildi. Hastaların eğitim düzeyi, maddi geliri ve giyim şekli sorgulandı. Giyim şekillerine göre kadın hastalar tüm vücudu güneşe maruz kalabilenler (açık), sadece elleri ve yüzleri güneş görenler (kapalı) olarak ikiye ayrıldı. Bulgular: Hastaların %87.1’i (210) kadın olup, yaş ortalaması 48±10.7 yıl ve vitamin D düzeyi ortalaması 11.3±6.1 ng/ml idi. Kadın hastalarda erkek hastalara göre (p=0.000) ve kapalı hastalarda açık hastalara göre (p=0.000) vitamin D eksikliğinin daha fazla olduğu görüldü. Mevsimlere göre karşılaştırma yapıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu (p=0.003), bu durumun özellikle yaz mevsimi ile ilkbahar mevsimi arasındaki farktan kaynaklandığı belirlendi. Sonuç: YKA olan, özellikle kadın ve kapalı giyim tarzı olan hastalarda ve kıştan ilkbahar aylarına geçişlerde Vitamin D eksikliği dikkate alınmalıdır.
{"title":"Vitamin D Levels in Patients with Diffuse Musculoskeletal Pain","authors":"Yasemin Tombak, Tacettin Mirzaoglu, Ö. Karaahmet, F. Karaahmet, E. Gurcay","doi":"10.48176/esmj.2022.84","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.84","url":null,"abstract":"Giriş: Vitamin D’nin kemik mineralizasyonunun yanı sıra metabolik ve nöromusküler stabiliteyi sağlayıcı etkileri de bulunmaktadır. Bu çalışmadaki amaç yaygın kas iskelet sistemi ağrısı (YKA) ile başvuran hastalarda vitamin D düzeyini değerlendirmek, eksikliğinde olası etkili faktörleri belirlemekti.\u0000Yöntemler: Çalışmaya Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine Ocak 2018 ile Ocak 2020 tarihleri arasında başvuran, kronik bir hastalığı ve sürekli kullandığı bir ilacı olmayan, vitamin D düzeyleri ile kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz ve parathormon takipleri bulunan 241 YKA olan hasta dahil edildi. Hastaların eğitim düzeyi, maddi geliri ve giyim şekli sorgulandı. Giyim şekillerine göre kadın hastalar tüm vücudu güneşe maruz kalabilenler (açık), sadece elleri ve yüzleri güneş görenler (kapalı) olarak ikiye ayrıldı.\u0000Bulgular: Hastaların %87.1’i (210) kadın olup, yaş ortalaması 48±10.7 yıl ve vitamin D düzeyi ortalaması 11.3±6.1 ng/ml idi. Kadın hastalarda erkek hastalara göre (p=0.000) ve kapalı hastalarda açık hastalara göre (p=0.000) vitamin D eksikliğinin daha fazla olduğu görüldü. Mevsimlere göre karşılaştırma yapıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu (p=0.003), bu durumun özellikle yaz mevsimi ile ilkbahar mevsimi arasındaki farktan kaynaklandığı belirlendi.\u0000Sonuç: YKA olan, özellikle kadın ve kapalı giyim tarzı olan hastalarda ve kıştan ilkbahar aylarına geçişlerde Vitamin D eksikliği dikkate alınmalıdır.\u0000","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-11-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"123923435","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Mehmet Arslan, A. Barutcu, Şeyda Ferah Arslan, Ali Duygu
Introduction: Strain analysis with 2D speckle tracking echocardiography could be used in the diagnosis of severe coronary artery disease. The aim of this study is to evaluate the effectiveness of 2D speckle tracking echocardiography in a group of patients with positive myocardial Perfusion Scintigraphy (MPS) but without severe coronary artery disease (CAD). Methods: Forty (25 female, age: 58.85±9.73) patients with the of angina pectoris and ischemia was found in MPS but non-obstructive CAD (<50% stenosis) was observed in coronary angiography was included. Strain analysis was performed in all patients using 2D speckle tracking echocardiography. Longitudinal strains weremeasured for 17 LV myocardial segments. LV segments were grouped as ischemic and non-ischemic segments according to MPS results and strain parameters of 680 segments were compared. Results: The mean longitudinal strain values of the segments with ischemia were -20.24±6.0%, and the segments without ischemia were found as -20.11±6.46%, and no statistically significant difference was observed (p>0.05). In subgroup analyzes based on gender, hypertension, diabetes mellitus, hyperlipidemia, and hypertriglyceridemia, no difference was observed between ischemic and non-ischemic segments in terms of longitudinal strain. Conclusion: In the patient group without severe coronary artery disease, no difference was observed between the staining parameters in the left ventricle 2D longitudinal strain analysis in terms of MPS positive segments and MPS negative segments. Considering previous studies, by using 2D strain analysis in combination with MPS, we can avoid unnecessary coronary artery angiography in special cases such as kidney failure, suspected MPS positivity.
{"title":"Evaluation of Myocardial Ischemia with Myocardial Perfusion Scintigraphy and 2D- Speckle Tracking Echocardiography in Non-Obstructive Coronary Artery Patient Group","authors":"Mehmet Arslan, A. Barutcu, Şeyda Ferah Arslan, Ali Duygu","doi":"10.48176/esmj.2022.85","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.85","url":null,"abstract":"Introduction: Strain analysis with 2D speckle tracking echocardiography could be used in the diagnosis of severe coronary artery disease. The aim of this study is to evaluate the effectiveness of 2D speckle tracking echocardiography in a group of patients with positive myocardial Perfusion Scintigraphy (MPS) but without severe coronary artery disease (CAD).\u0000Methods: Forty (25 female, age: 58.85±9.73) patients with the of angina pectoris and ischemia was found in MPS but non-obstructive CAD (<50% stenosis) was observed in coronary angiography was included. Strain analysis was performed in all patients using 2D speckle tracking echocardiography. Longitudinal strains weremeasured for 17 LV myocardial segments. LV segments were grouped as ischemic and non-ischemic segments according to MPS results and strain parameters of 680 segments were compared.\u0000Results: The mean longitudinal strain values of the segments with ischemia were -20.24±6.0%, and the segments without ischemia were found as -20.11±6.46%, and no statistically significant difference was observed (p>0.05). In subgroup analyzes based on gender, hypertension, diabetes mellitus, hyperlipidemia, and hypertriglyceridemia, no difference was observed between ischemic and non-ischemic segments in terms of longitudinal strain.\u0000Conclusion: In the patient group without severe coronary artery disease, no difference was observed between the staining parameters in the left ventricle 2D longitudinal strain analysis in terms of MPS positive segments and MPS negative segments. Considering previous studies, by using 2D strain analysis in combination with MPS, we can avoid unnecessary coronary artery angiography in special cases such as kidney failure, suspected MPS positivity.\u0000","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"83 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-11-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115354239","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Introduction: Spontaneous pneumothorax and pneumomediastinum are uncommon complications of COVID-19 viral pneumonia and these complications remain unknown largely. This study aimed to determine the relationship between pneumothorax, pneumomediastinum, and COVID-19 prognosis. Methods: Between March 2020 and January 2021, 82 COVID-19 (+) patients diagnosed with pneumothorax and pneumomediastinum were evaluated retrospectively. Data were obtained from the medical records of the patients, including demographic information, laboratory evaluations, radiological evaluations (PA lung, Thorax CT), clinical management, prognosis, and survival. Results: While 74 (90.2%) of the patients had COVID-19 proven by the laboratory, 8 (9.8%) patients were diagnosed based on their clinical picture and computed tomography (CT) findings. Seventy-six patients (92.7%) had pneumothorax, while 10 (12.1%) had additional pneumomediastinum and 6 patients (7.3%) isolated pneumomediastinum. There was no significant difference in the median duration of pneumothorax based on the presence (median: 8.55, IQR: 13) days) or absence (median: 2.5, IQR: 10) of mechanical ventilation (Mann-Whitney U Z=1.548, p=0.122). Most of the inflammatory markers as well as blood gas values differed significantly between the deceased and survived patients (p<0.05). Age, treatment groups, and the presence of comorbidities were the significant variables associated with survival in univariate analyses. A multivariate analysis revealed pH and sex as the only significant independent predictors of survival. Conclusion: Spontaneous pneumothorax and pneumomediastinum are rare complications of COVID-19 viral pneumonia. They can occur at any time during the course of the disease. In general, elderly patients with comorbidities who are exposed to mechanical ventilation seem to be at increased risk.
自发性气胸和纵隔气是COVID-19病毒性肺炎的罕见并发症,这些并发症在很大程度上仍不为人所知。本研究旨在确定气胸、纵隔气肿与COVID-19预后的关系。方法:对2020年3月至2021年1月期间诊断为气胸和纵隔气的82例COVID-19(+)患者进行回顾性分析。数据来自患者的医疗记录,包括人口统计信息、实验室评估、放射学评估(PA肺、胸部CT)、临床管理、预后和生存。结果:74例(90.2%)患者经实验室证实为新型冠状病毒肺炎,8例(9.8%)患者通过临床影像和CT检查确诊。76例(92.7%)为气胸,10例(12.1%)为附加纵隔气肿,6例(7.3%)为孤立性纵隔气肿。存在(中位数:8.55,IQR: 13)天)或不存在(中位数:2.5,IQR: 10)机械通气的气胸持续时间中位数无显著差异(Mann-Whitney U Z=1.548, p=0.122)。多数炎症指标及血气值在死亡与存活患者间差异有统计学意义(p<0.05)。在单变量分析中,年龄、治疗组和合并症的存在是与生存率相关的重要变量。一项多变量分析显示pH值和性别是唯一显著的独立生存预测因子。结论:自发性气胸和纵隔气是新型冠状病毒肺炎的罕见并发症。它们可以在疾病过程中的任何时候发生。一般来说,有合并症的老年患者暴露于机械通气似乎风险增加。
{"title":"Spontaneous Pneumothorax and Pneumomediastinum in COVID-19 Pneumonia","authors":"A. Pekçolaklar","doi":"10.48176/esmj.2022.68","DOIUrl":"https://doi.org/10.48176/esmj.2022.68","url":null,"abstract":"Introduction: Spontaneous pneumothorax and pneumomediastinum are uncommon complications of COVID-19 viral pneumonia and these complications remain unknown largely. This study aimed to determine the relationship between pneumothorax, pneumomediastinum, and COVID-19 prognosis.\u0000Methods: Between March 2020 and January 2021, 82 COVID-19 (+) patients diagnosed with pneumothorax and pneumomediastinum were evaluated retrospectively. Data were obtained from the medical records of the patients, including demographic information, laboratory evaluations, radiological evaluations (PA lung, Thorax CT), clinical management, prognosis, and survival. \u0000Results: While 74 (90.2%) of the patients had COVID-19 proven by the laboratory, 8 (9.8%) patients were diagnosed based on their clinical picture and computed tomography (CT) findings. Seventy-six patients (92.7%) had pneumothorax, while 10 (12.1%) had additional pneumomediastinum and 6 patients (7.3%) isolated pneumomediastinum. There was no significant difference in the median duration of pneumothorax based on the presence (median: 8.55, IQR: 13) days) or absence (median: 2.5, IQR: 10) of mechanical ventilation (Mann-Whitney U Z=1.548, p=0.122). Most of the inflammatory markers as well as blood gas values differed significantly between the deceased and survived patients (p<0.05). Age, treatment groups, and the presence of comorbidities were the significant variables associated with survival in univariate analyses. A multivariate analysis revealed pH and sex as the only significant independent predictors of survival.\u0000Conclusion: Spontaneous pneumothorax and pneumomediastinum are rare complications of COVID-19 viral pneumonia. They can occur at any time during the course of the disease. In general, elderly patients with comorbidities who are exposed to mechanical ventilation seem to be at increased risk. \u0000","PeriodicalId":348820,"journal":{"name":"Eskisehir Medical Journal, Eskisehir City Hospital","volume":"53 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-31","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115826041","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}