ÖZ İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kütüphânesi AY 4554 numarada kayıtlı 1171/1757 tarihli Kur’ân-ı Kerîm, tezhip cihetinden döneminin klâsik yolda yapılmış ince işçilikli eserlerinden biridir. Türk kitap sanatları tarihinde müzehhib imzaları nâdiren karşımıza çıkmakta, bu sanatkârların kimlik bilgilerine çoğu zaman rastlanmamaktadır. Yazma eserde müzehhib imzasının bulunması, bizi, eseri tanıtmaya teşvik etmiştir. Eserin müzehhibi olan “Ali” hakkında yaptığımız araştırmalarda, bu dönemde Osmanlı Sarayı’nda çalışmış aynı isimde iki sanatkârın vâr olduğunun bilgisine ulaşılmıştır. Yanısıra, Süleymâniye Kütüphânesi Nuri Arlasez Koleksiyonu 314 numarada kayıtlı, 1172/1759 tarihli Kur’ân-ı Kerîm’in müzehhib imzasından, “Ali” adlı sanatkârın Osmanlı Sarayı’nda Enderȗn’da çalıştığı anlaşılmaktadır. Tarihlerdeki yakınlık ve bezemelerdeki bazı benzerlikler, bize her iki sanatkârın da aynı kişi olabileceğini düşündürmektedir. Çalışmada, makaleye konu olan eserin bezemelerinin desen ve motiflerinin aydınger kâğıdı üzerine fırça ve mürekkep yardımı ile çizilip dijital ortama aktarılmak sȗretiyle tesbit edilip tanıtılması; ilâveten sanat tarihimizde bilinmeyen bir müzehhibin kimliği ve eserlerine dâir az da olsa bir ışık yakabilmek amaçlanmıştır.
{"title":"AN ILLUMINATION OF THE HOLY QURAN SIGNED BY THE ARTIST ALI AND THOUGHTS ON THE IDENTITY OF THE ILLUMINATOR","authors":"Ebru KARAHAN DALBAŞ","doi":"10.61304/did.1373689","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1373689","url":null,"abstract":"ÖZ \u0000İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Kütüphânesi AY 4554 numarada kayıtlı 1171/1757 tarihli Kur’ân-ı Kerîm, tezhip cihetinden döneminin klâsik yolda yapılmış ince işçilikli eserlerinden biridir. Türk kitap sanatları tarihinde müzehhib imzaları nâdiren karşımıza çıkmakta, bu sanatkârların kimlik bilgilerine çoğu zaman rastlanmamaktadır. Yazma eserde müzehhib imzasının bulunması, bizi, eseri tanıtmaya teşvik etmiştir. Eserin müzehhibi olan “Ali” hakkında yaptığımız araştırmalarda, bu dönemde Osmanlı Sarayı’nda çalışmış aynı isimde iki sanatkârın vâr olduğunun bilgisine ulaşılmıştır. Yanısıra, Süleymâniye Kütüphânesi Nuri Arlasez Koleksiyonu 314 numarada kayıtlı, 1172/1759 tarihli Kur’ân-ı Kerîm’in müzehhib imzasından, “Ali” adlı sanatkârın Osmanlı Sarayı’nda Enderȗn’da çalıştığı anlaşılmaktadır. Tarihlerdeki yakınlık ve bezemelerdeki bazı benzerlikler, bize her iki sanatkârın da aynı kişi olabileceğini düşündürmektedir. Çalışmada, makaleye konu olan eserin bezemelerinin desen ve motiflerinin aydınger kâğıdı üzerine fırça ve mürekkep yardımı ile çizilip dijital ortama aktarılmak sȗretiyle tesbit edilip tanıtılması; ilâveten sanat tarihimizde bilinmeyen bir müzehhibin kimliği ve eserlerine dâir az da olsa bir ışık yakabilmek amaçlanmıştır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"23 67","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139000848","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Endülüs yaklaşık sekiz asır boyunca Müslümanların hâkimiyetinde kalmış olan ve Avrupa topraklarında olması hasebiyle ehemmiyet arz eden bir bölgedir. Doğu ve Batı medeniyetlerinin sentezlendiği, Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığı Endülüs, İslâm Tarihi’nde acı olaylarla hatırlansa da ardında bıraktığı ilmî, edebî, mimarî ve tezyînî mirası ile medeniyet tarihine damga vurmuştur. Hristiyanların yüzyıllar boyunca devam eden reconquista emeli 1492 senesinde Gırnata’nın düşmesi ile maksadına ulaşmış, ilk zamanlar Müslümanlar’dan kalan bu miras nisbeten korunmuş olsa da 16. yüzyıldan itibaren Müslümanların izini Endülüs’ten tamamen silme hırsıyla binlerce mimarî eser yıkılmıştır. Günümüzde Kurtuba, İşbiliye, Malaga, Gırnata şehirlerinde ayakta kalan birkaç eser bize Endülüs’ün mimari ve sanatta ne kadar üst seviyede olduğunu göstermektedir. Endülüs sanat ve mimarisinin en önemli eserlerinden biri de saraylardır. Saray hem hükümdar ve ailesinin yaşadığı mahrem alan, hem de devlet işlerinin yürütüldüğü idare merkezi olması itibariyle önemlidir. Estetik ve sanatsal özellikleri ile saraylar, temsil ettiği devletin kültür, medeniyet ve sanat özellikleri yanında siyasi ve ekonomik gücünü de yansıttıkları için saray mimarisine önem verilmiştir. Bu çalışmada Saragusta Ca’feriye Sarayı, Mürsiye Dâru’s-suğra, Gırnata Dârü’l-hürre, Mâleka El-kasaba, İşbiliye El-kasr gibi Endülüs’ün daha az bilinen saray yapıları tanıtılacaktır.
{"title":"Endülüs Sarayları","authors":"Sümeyra OCAK AHMED","doi":"10.61304/did.1368283","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1368283","url":null,"abstract":"Endülüs yaklaşık sekiz asır boyunca Müslümanların hâkimiyetinde kalmış olan ve Avrupa topraklarında olması hasebiyle ehemmiyet arz eden bir bölgedir. Doğu ve Batı medeniyetlerinin sentezlendiği, Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığı Endülüs, İslâm Tarihi’nde acı olaylarla hatırlansa da ardında bıraktığı ilmî, edebî, mimarî ve tezyînî mirası ile medeniyet tarihine damga vurmuştur. Hristiyanların yüzyıllar boyunca devam eden reconquista emeli 1492 senesinde Gırnata’nın düşmesi ile maksadına ulaşmış, ilk zamanlar Müslümanlar’dan kalan bu miras nisbeten korunmuş olsa da 16. yüzyıldan itibaren Müslümanların izini Endülüs’ten tamamen silme hırsıyla binlerce mimarî eser yıkılmıştır. Günümüzde Kurtuba, İşbiliye, Malaga, Gırnata şehirlerinde ayakta kalan birkaç eser bize Endülüs’ün mimari ve sanatta ne kadar üst seviyede olduğunu göstermektedir. \u0000Endülüs sanat ve mimarisinin en önemli eserlerinden biri de saraylardır. Saray hem hükümdar ve ailesinin yaşadığı mahrem alan, hem de devlet işlerinin yürütüldüğü idare merkezi olması itibariyle önemlidir. Estetik ve sanatsal özellikleri ile saraylar, temsil ettiği devletin kültür, medeniyet ve sanat özellikleri yanında siyasi ve ekonomik gücünü de yansıttıkları için saray mimarisine önem verilmiştir. Bu çalışmada Saragusta Ca’feriye Sarayı, Mürsiye Dâru’s-suğra, Gırnata Dârü’l-hürre, Mâleka El-kasaba, İşbiliye El-kasr gibi Endülüs’ün daha az bilinen saray yapıları tanıtılacaktır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"9 13","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139000125","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Tarihî eserlerdeki çürüme ve bozulma, kimyasal değişikliklerden, böcek ve mikroorganizmalardan, fazla ısı, ışık ve nemden, saklama veya sergileme hatalarından kaynaklanmaktadır. Eğer kısa vadede eserin restorasyonu mümkün değilse en azından doğru yöntemlerle temel konservasyon işlemlerini yapmak ve eseri uygun bir ortamda saklamak veya sergilemek gerekir. Bir kimse ne kadar iyi bir restoratör olursa olsun, ne kadar titiz çalışırsa çalışsın, hattat değilse yazıya yaptığı müdahaleler derhal belli olur. Resmî kurumlar dışında daha çok antika, müzayede, koleksiyoner ve sahafiye piyasasına çalışan serbest restoratörler de yetişmiştir; ancak bunların önemli bir kısmı ticarî kaygılarla çalıştıkları için hat eserlerinin restorasyonunda ne yazık ki çok başarılı olamamışlardır. Hat eserlerinin restorasyonu konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, yazıda karşılaşılan imlâ veya harekeleme hatalarının tashih edilmesi meselesidir. Bu konu esasen ihtilaflı bir konu olmakla birlikte, bariz bir şekilde anlam değişmesine uğramış yazım hatalarının düzeltilmesi fikri daha ağır basmaktadır. Bu çalışmada, orijinal hat eserlerinin restorasyonu ve konservasyonuyla ilgili prensipler üzerinde durulacak ve bazı restorasyon çalışmalarından örnekler verilecektir.
{"title":"RESTORATION AND CONSERVATION IN CALLIGRAPHIC WORKS","authors":"Fatih Özkafa","doi":"10.61304/did.1378376","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1378376","url":null,"abstract":"Tarihî eserlerdeki çürüme ve bozulma, kimyasal değişikliklerden, böcek ve mikroorganizmalardan, fazla ısı, ışık ve nemden, saklama veya sergileme hatalarından kaynaklanmaktadır. Eğer kısa vadede eserin restorasyonu mümkün değilse en azından doğru yöntemlerle temel konservasyon işlemlerini yapmak ve eseri uygun bir ortamda saklamak veya sergilemek gerekir. Bir kimse ne kadar iyi bir restoratör olursa olsun, ne kadar titiz çalışırsa çalışsın, hattat değilse yazıya yaptığı müdahaleler derhal belli olur. Resmî kurumlar dışında daha çok antika, müzayede, koleksiyoner ve sahafiye piyasasına çalışan serbest restoratörler de yetişmiştir; ancak bunların önemli bir kısmı ticarî kaygılarla çalıştıkları için hat eserlerinin restorasyonunda ne yazık ki çok başarılı olamamışlardır. Hat eserlerinin restorasyonu konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, yazıda karşılaşılan imlâ veya harekeleme hatalarının tashih edilmesi meselesidir. Bu konu esasen ihtilaflı bir konu olmakla birlikte, bariz bir şekilde anlam değişmesine uğramış yazım hatalarının düzeltilmesi fikri daha ağır basmaktadır. \u0000 \u0000Bu çalışmada, orijinal hat eserlerinin restorasyonu ve konservasyonuyla ilgili prensipler üzerinde durulacak ve bazı restorasyon çalışmalarından örnekler verilecektir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"75 8","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"138999710","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Öz Tezyini Kûfî yazı, Anadolu’da ilk olarak Selçuklu mimârî ve yazılı eserleriyle belirmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında tezyini Kûfi yazı Bursa, Edirne, İznik mimârî si ve çinilerinde görülürken, yönetim merkezinin İstanbul’a taşınmasından sonra mimârî alanda giderek azalmıştır. Bu dönemde yetişen Şeyh Hamdullah ve takipçileriyle birlikte Osmanlı hat sanatında “Celi Sülüs” yazı türü yaygınlaşmış, sanat ve mimârî alanında en sık kullanılan yazı türü haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nde 16. yy. ile 19. yy. sonlarına kadar tezyini Kûfi yazı kullanımı sınırlı kalmıştır. Tezyini Kûfi yazı kullanımı 1863 senesinde yapımı tamamlanan Kağıthane Sadabad Camii mihrap yazısı ile üç asır aradan sonra tekrar Osmanlı mimarisinde görülmeye başlamıştır. 19. yy. son döneminde yazar, matbaacı ve sanatkâr olan Ebüzziyâ Mehmed Tevfik Bey, mimarî, tezyinât, tekstil, yayıncılık gibi farklı alanlarda tezyini Kûfi yazıyı uygulayarak, kullanımı bırakılmış olan yazının Osmanlı Devletinin son döneminde tekrar yaygınlaşmasına öncülük etmiştir. Tezyini Kûfi yazı, Osmanlı Devletinin son yüz yılında bir çok kamu kurumu ve dini yapıda, bir çok kurum levhası, cami ve mescid mihraplarında kullanıldığı görülmektedir. Tezyini Kûfi yazı özellikle Sultan II.Abdülhamit devrinde imar edilen yapılarda kullanılmıştır. Araştırmada Birinci Ulusal mimarlık akımı olarak bilinen ve 19. yüzyıl sonu ile 20. Yüzyıl başı arasında yapılan pek çok Osmanlı dönemi yapısında tezyini Kûfi yazının yapı içlerinde ve kurumların levhalarında tercih edildiği görülmektedir. Özellikle Sultan II. Abdülhamid dönemi Osmanlı mimarisindeki resmî kurumlarda Kûfi yazı uygulamalarının tercih edilmesi, devlet yönetiminin ülkeyi modernleştirerek yeni bir kimlik inşa etme hedefleri doğrultusunda farklı ve yenilikçi bir bakış olarak tezyini Kûfi yazıyı bilinçli olarak tercih ettiğine işaret etmektedir.
{"title":"Kufic Inscriptions on the Buildings Built in the Last Century of the Ottoman Empire","authors":"Erdem Göktepe","doi":"10.61304/did.1353871","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1353871","url":null,"abstract":"Öz \u0000Tezyini Kûfî yazı, Anadolu’da ilk olarak Selçuklu mimârî ve yazılı eserleriyle belirmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında tezyini Kûfi yazı Bursa, Edirne, İznik mimârî si ve çinilerinde görülürken, yönetim merkezinin İstanbul’a taşınmasından sonra mimârî alanda giderek azalmıştır. Bu dönemde yetişen Şeyh Hamdullah ve takipçileriyle birlikte Osmanlı hat sanatında “Celi Sülüs” yazı türü yaygınlaşmış, sanat ve mimârî alanında en sık kullanılan yazı türü haline gelmiştir. \u0000Osmanlı Devleti’nde 16. yy. ile 19. yy. sonlarına kadar tezyini Kûfi yazı kullanımı sınırlı kalmıştır. Tezyini Kûfi yazı kullanımı 1863 senesinde yapımı tamamlanan Kağıthane Sadabad Camii mihrap yazısı ile üç asır aradan sonra tekrar Osmanlı mimarisinde görülmeye başlamıştır. 19. yy. son döneminde yazar, matbaacı ve sanatkâr olan Ebüzziyâ Mehmed Tevfik Bey, mimarî, tezyinât, tekstil, yayıncılık gibi farklı alanlarda tezyini Kûfi yazıyı uygulayarak, kullanımı bırakılmış olan yazının Osmanlı Devletinin son döneminde tekrar yaygınlaşmasına öncülük etmiştir. \u0000Tezyini Kûfi yazı, Osmanlı Devletinin son yüz yılında bir çok kamu kurumu ve dini yapıda, bir çok kurum levhası, cami ve mescid mihraplarında kullanıldığı görülmektedir. Tezyini Kûfi yazı özellikle Sultan II.Abdülhamit devrinde imar edilen yapılarda kullanılmıştır. \u0000Araştırmada Birinci Ulusal mimarlık akımı olarak bilinen ve 19. yüzyıl sonu ile 20. Yüzyıl başı arasında yapılan pek çok Osmanlı dönemi yapısında tezyini Kûfi yazının yapı içlerinde ve kurumların levhalarında tercih edildiği görülmektedir. Özellikle Sultan II. Abdülhamid dönemi Osmanlı mimarisindeki resmî kurumlarda Kûfi yazı uygulamalarının tercih edilmesi, devlet yönetiminin ülkeyi modernleştirerek yeni bir kimlik inşa etme hedefleri doğrultusunda farklı ve yenilikçi bir bakış olarak tezyini Kûfi yazıyı bilinçli olarak tercih ettiğine işaret etmektedir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"3 39","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139001073","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Güncel verilere göre Meksika’da binlerce Müslüman yaşamaktadır ve İslâm ülkede en az beş asırlık bir tarihe sahiptir. Önceki dönemlerde Afrika, Asya ve Avrupa’dan ülkeye gelen Müslümanlar süreklilik arz eden bir varlık gösteremese de 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan göç dalgalarıyla birlikte İslâm ülkede bilfiil yaşanmaya başlamıştır. Ağırlıklı olarak Hıristiyan olmakla birlikte Latin Amerika toplumları bazı Batı toplumlarında gözlemlenen güçlü İslâm karşıtı tavırları sergilememektedir. Özellikle 1980’lerden sonra gerçekleştirilen tebliğ faaliyetleriyle çok sayıda Meksikalının da ihtida ettiği gözlemlenmektedir. Hâlihazırda Meksiko, Torreón, Guadalajara ve San Cristóbal de las Casas’ın da dâhil olduğu birçok Meksika şehrinde Müslüman cemaatler bulunmakta ve faaliyet göstermektedir. Fırsatlara gelince, atılabilecek çok sayıda adım vardır. İslâm, entelektüel, kültürel ve/veya mistik yolu izleyerek küresel müminler ailesine daha çok Meksikalıyı davet edebilir. İslâm’ın Meksika’daki varlığının geçmişi ve şimdisiyle birlikte ele alındığı ve geleceğe yönelik bazı öneriler sunulan bu çalışmanın Türkçe akademik literatürdeki bir boşluğu doldurarak konuyla ilgilenen araştırmacılar için bir zemin teşkil etmesi amaçlanmaktadır.
{"title":"Meksika’da İslam: Tarihçe, Vaziyet ve Fırsatlar","authors":"Ömer Kemal BUHARİ","doi":"10.61304/did.1269001","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1269001","url":null,"abstract":"Güncel verilere göre Meksika’da binlerce Müslüman yaşamaktadır ve İslâm ülkede en az beş asırlık bir tarihe sahiptir. Önceki dönemlerde Afrika, Asya ve Avrupa’dan ülkeye gelen Müslümanlar süreklilik arz eden bir varlık gösteremese de 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan göç dalgalarıyla birlikte İslâm ülkede bilfiil yaşanmaya başlamıştır. Ağırlıklı olarak Hıristiyan olmakla birlikte Latin Amerika toplumları bazı Batı toplumlarında gözlemlenen güçlü İslâm karşıtı tavırları sergilememektedir. Özellikle 1980’lerden sonra gerçekleştirilen tebliğ faaliyetleriyle çok sayıda Meksikalının da ihtida ettiği gözlemlenmektedir. Hâlihazırda Meksiko, Torreón, Guadalajara ve San Cristóbal de las Casas’ın da dâhil olduğu birçok Meksika şehrinde Müslüman cemaatler bulunmakta ve faaliyet göstermektedir. Fırsatlara gelince, atılabilecek çok sayıda adım vardır. İslâm, entelektüel, kültürel ve/veya mistik yolu izleyerek küresel müminler ailesine daha çok Meksikalıyı davet edebilir. İslâm’ın Meksika’daki varlığının geçmişi ve şimdisiyle birlikte ele alındığı ve geleceğe yönelik bazı öneriler sunulan bu çalışmanın Türkçe akademik literatürdeki bir boşluğu doldurarak konuyla ilgilenen araştırmacılar için bir zemin teşkil etmesi amaçlanmaktadır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"4 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135768612","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu makale klasik ve modern çeviri yöntemleri ve Kur’an metninin çeviri metin türleriyle ilişkisi bağlamında genel olarak Kur’an, özel olarak ise Kur’an’da geçen kinayeli ifadelerin Türkçeye tercüme usulü hakkındadır. Kur’an çevirilerinde özellikle de kinaye, deyim ve mecaz gibi edebi özellik taşıyan ifadelerin Türkçeye tercüme edilmesinde doğru usulün takip edilmesi söz konusu çevirilerin doğruluğunu etkileyen önemli hususlardandır. Bu makalede kinayeli ifadelerin tercümesinde bu usulün belirlenmesi amacıyla öncelikle kinaye konusuna değinilerek kinayenin tanımı yapılmıştır. Daha sonra çeviri metin türleri aktarılarak Kur’an metninin bu metin türleriyle ilişkisi incelenmiş, klasik ve modern dönemde ortaya çıkmış çeşitli tercüme yöntemleri esas alınarak kinayeli ifadelerin tercümesinde bu yöntemlerin işlevselliği araştırılmıştır. Sonuç olarak klasik lafzî ve tefsîrî tercüme yöntemlerinin kinayeli ifadeleri doğru tercümede yeterli olmadıkları; bunlara ilaveten düzenleme, eşdeğerlik, yerlileştirme, yabancılaştırma gibi modern çeviri yöntemlerinin de kullanılması gerektiği görülmüş ve kinayeli ifadelerin Türkçedeki karşılığına göre hangi durumlarda hangi tercüme yöntemlerinin tercih edilmesi gerektiğine dair bir usul belirlenmeye çalışılmıştır.
{"title":"Translation Method of Allegory Expressions in the Qur’an in the Context of Classical and Modern Translation Methods","authors":"Cumali BAYLU","doi":"10.61304/did.1302061","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1302061","url":null,"abstract":"Bu makale klasik ve modern çeviri yöntemleri ve Kur’an metninin çeviri metin türleriyle ilişkisi bağlamında genel olarak Kur’an, özel olarak ise Kur’an’da geçen kinayeli ifadelerin Türkçeye tercüme usulü hakkındadır. Kur’an çevirilerinde özellikle de kinaye, deyim ve mecaz gibi edebi özellik taşıyan ifadelerin Türkçeye tercüme edilmesinde doğru usulün takip edilmesi söz konusu çevirilerin doğruluğunu etkileyen önemli hususlardandır. Bu makalede kinayeli ifadelerin tercümesinde bu usulün belirlenmesi amacıyla öncelikle kinaye konusuna değinilerek kinayenin tanımı yapılmıştır. Daha sonra çeviri metin türleri aktarılarak Kur’an metninin bu metin türleriyle ilişkisi incelenmiş, klasik ve modern dönemde ortaya çıkmış çeşitli tercüme yöntemleri esas alınarak kinayeli ifadelerin tercümesinde bu yöntemlerin işlevselliği araştırılmıştır. Sonuç olarak klasik lafzî ve tefsîrî tercüme yöntemlerinin kinayeli ifadeleri doğru tercümede yeterli olmadıkları; bunlara ilaveten düzenleme, eşdeğerlik, yerlileştirme, yabancılaştırma gibi modern çeviri yöntemlerinin de kullanılması gerektiği görülmüş ve kinayeli ifadelerin Türkçedeki karşılığına göre hangi durumlarda hangi tercüme yöntemlerinin tercih edilmesi gerektiğine dair bir usul belirlenmeye çalışılmıştır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"66 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135768614","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Sosyal bilimlerin hemen her alanında olduğu gibi İslâmî İlimlerde ve hadis tenkidinde ilk aranan özellik, tenkidin objektif olması gerektiğidir. Ancak belli oranda bir öznellikten kurtulmak mümkün olamamaktadır. Hadis tenkidinin gerek râvi değerlendirmesi anlamına gelen sened tenkidi gerekse hadis metninin içeriğinin diğer veriler ışığında değerlendirilmesi münekkidin bakışına göre farklılık gösterir. Bu çalışmada sıhhat değeri bakımından çokça tartışılmış olan bir rivayet üzerinden sened tenkidinin ictihâdîliğinin ortaya konması amaçlanmıştır. Söz konusu rivayet, Hz. Ali’nin ikindi namazını vaktinde kılamaması sonrasında Hz. Peygamber'in dua etmesi ve ardından güneşin döndürülmesini anlatır. Rivayet bazı âlimlerce uydurma olarak değerlendirilirken bazılarınca büyük bir mucize olarak görülmektedir. Otoritelerin râviler hakkındaki tespitleri tavsîfî bir metodla taranmış, elde edilen veriler analiz ve tümevarım yöntemiyle işlenmiştir. Çalışma sonunda ilk dönemde farklı hükümler veren rical âlimlerinin sözlerinin sonraki dönemlerde, nakledilen metnin içeriğine bağlı olarak tercih konusu yapıldığı görülmüştür. Bu yolla müteahhir dönem münekkidi, kendi görüşünü destekleyen hükümleri kullanarak hadisin sıhhati ile ilgili muhtelif sonuçlara ulaşabilmiştir.
{"title":"The Subjectivity of Sanad Criticism in the Example of the Narration of the Return of the Sun for ‘Ali b. Abū Tālib","authors":"Şule Yüksel UYSAL","doi":"10.61304/did.1333637","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1333637","url":null,"abstract":"Sosyal bilimlerin hemen her alanında olduğu gibi İslâmî İlimlerde ve hadis tenkidinde ilk aranan özellik, tenkidin objektif olması gerektiğidir. Ancak belli oranda bir öznellikten kurtulmak mümkün olamamaktadır. Hadis tenkidinin gerek râvi değerlendirmesi anlamına gelen sened tenkidi gerekse hadis metninin içeriğinin diğer veriler ışığında değerlendirilmesi münekkidin bakışına göre farklılık gösterir. Bu çalışmada sıhhat değeri bakımından çokça tartışılmış olan bir rivayet üzerinden sened tenkidinin ictihâdîliğinin ortaya konması amaçlanmıştır. Söz konusu rivayet, Hz. Ali’nin ikindi namazını vaktinde kılamaması sonrasında Hz. Peygamber'in dua etmesi ve ardından güneşin döndürülmesini anlatır. Rivayet bazı âlimlerce uydurma olarak değerlendirilirken bazılarınca büyük bir mucize olarak görülmektedir. Otoritelerin râviler hakkındaki tespitleri tavsîfî bir metodla taranmış, elde edilen veriler analiz ve tümevarım yöntemiyle işlenmiştir. Çalışma sonunda ilk dönemde farklı hükümler veren rical âlimlerinin sözlerinin sonraki dönemlerde, nakledilen metnin içeriğine bağlı olarak tercih konusu yapıldığı görülmüştür. Bu yolla müteahhir dönem münekkidi, kendi görüşünü destekleyen hükümleri kullanarak hadisin sıhhati ile ilgili muhtelif sonuçlara ulaşabilmiştir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"39 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135768473","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Satım akdinde satıma konu olan malın miktarı genelde akitte belirtilir. Ancak bazen malın miktarının akitten sonra akitte belirtilenden daha fazla olduğu görülebilir. Bu durumda ortaya çıkan ziyade miktarın fıkhî hükmünün bilinmesi gerekir. Aksi takdirde taraflar nizaya ve tartışmaya düşer. Bu makalede toptan fiyatlı mallarda akitten sonra ortaya çıkan ziyade miktarın fıkhî hükmü ve akde tesiri ele alınmaktadır. Bu vesile ile tarafların böyle bir durumda nizaya düşmemesi, satım akitlerinden sonra ortaya çıkabilecek maldaki ziyade miktarlar konusunda müşteri ve satıcının daha dikkatli olması ve akit beyanına bununla ilgili açıklamaların eklenmesinin sağlanması hedeflenmektedir. Bu kazanımlar da sağlıklı akitlerin yapılmasına ve iktisadi istikrara gereken faydayı temin edecektir. Makalede öncelikle dokümantasyon yöntemi izlenerek kaynaklara ulaşılmış, bu kaynaklardaki görüşler ve delilleri tahlil edilip tüme varım ve tümdengelim yöntemleriyle fıkhî hükümler tespit edilmiştir. Satım akdinin; ziyade miktarın asıl ve vasıf olmasına göre bâtıl, fâsit, sahih, lâzım ve gayri lâzım gibi farklı hükümlere sahip olabildiği sonucuna ulaşılmıştır.
{"title":"Ziyade Miktar Kavramı ve Toptan Fiyatlı Mallar Bağlamında Ziyade Miktarın Satım Akdine Etkisi","authors":"Abdullah ÇAKIR","doi":"10.61304/did.1315247","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1315247","url":null,"abstract":"Satım akdinde satıma konu olan malın miktarı genelde akitte belirtilir. Ancak bazen malın miktarının akitten sonra akitte belirtilenden daha fazla olduğu görülebilir. Bu durumda ortaya çıkan ziyade miktarın fıkhî hükmünün bilinmesi gerekir. Aksi takdirde taraflar nizaya ve tartışmaya düşer. Bu makalede toptan fiyatlı mallarda akitten sonra ortaya çıkan ziyade miktarın fıkhî hükmü ve akde tesiri ele alınmaktadır. Bu vesile ile tarafların böyle bir durumda nizaya düşmemesi, satım akitlerinden sonra ortaya çıkabilecek maldaki ziyade miktarlar konusunda müşteri ve satıcının daha dikkatli olması ve akit beyanına bununla ilgili açıklamaların eklenmesinin sağlanması hedeflenmektedir. Bu kazanımlar da sağlıklı akitlerin yapılmasına ve iktisadi istikrara gereken faydayı temin edecektir. Makalede öncelikle dokümantasyon yöntemi izlenerek kaynaklara ulaşılmış, bu kaynaklardaki görüşler ve delilleri tahlil edilip tüme varım ve tümdengelim yöntemleriyle fıkhî hükümler tespit edilmiştir. Satım akdinin; ziyade miktarın asıl ve vasıf olmasına göre bâtıl, fâsit, sahih, lâzım ve gayri lâzım gibi farklı hükümlere sahip olabildiği sonucuna ulaşılmıştır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"13 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135768616","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Emevîler, İslâm tarihindeki fetihlerin yanı sıra, idarî tasarruf ve kurumsallaşma faaliyetleri ile bilinir. Aynı dönemin ilmî faaliyetleri ise nispeten azdır. Emevîlerin kudretli halifeleri Muâviye ve Abdülmelik dönemi dahi pozitif ilimler sahasında zayıf kalmıştır. Muâviye’nin torunu Hâlid, bu konuda önemli işler başarmış, antik dillerden yaptırdığı tercüme faaliyetleri ve kimya ilmine merakı ile döneme damgasını vurmuştur. 64/684 tarihinde tahta kimin geçeceği konusunda yaşanan belirsizlik, bu sırada genç yaşta bulunan Hâlid’i yönetimin dışında bırakmış ve hilâfete Mervânîler olarak bilinen akrabaları geçmiştir. Hayatını Humus valisi olarak devam ettiren Hâlid, bir yandan da hakkı olan hilâfet makamını ele geçirmek için arayış içine girmiştir. Bu süreç onu kimya ilmine yöneltmiş, madenleri altına dönüştürmeyi hedeflemiştir. Hâlid, madenlerden altın elde edememiş olsa da Müslümanlar arasında kimya ilminin doğup gelişmesine ve tercüme hareketliliğine zemin hazırlamıştır. Bu da Hâlid’i, İslâm Bilim Tarihi’nde kimya ilminin kurucusu konumuna oturtmuş ve kimya ilmine katkı sağlayan Müslüman bilim adamlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
{"title":"AN UMAYYAD EMIRATE, CONSIDERED AS THE PIONEER OF THE SCIENCE OF CHEMISTRY: KHALID ibn YAZID","authors":"Nadir KARAKUŞ, Muhammed İhsan HACIİSMAİLOĞLU","doi":"10.61304/did.1337544","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1337544","url":null,"abstract":"Emevîler, İslâm tarihindeki fetihlerin yanı sıra, idarî tasarruf ve kurumsallaşma faaliyetleri ile bilinir. Aynı dönemin ilmî faaliyetleri ise nispeten azdır. Emevîlerin kudretli halifeleri Muâviye ve Abdülmelik dönemi dahi pozitif ilimler sahasında zayıf kalmıştır. Muâviye’nin torunu Hâlid, bu konuda önemli işler başarmış, antik dillerden yaptırdığı tercüme faaliyetleri ve kimya ilmine merakı ile döneme damgasını vurmuştur. 64/684 tarihinde tahta kimin geçeceği konusunda yaşanan belirsizlik, bu sırada genç yaşta bulunan Hâlid’i yönetimin dışında bırakmış ve hilâfete Mervânîler olarak bilinen akrabaları geçmiştir. Hayatını Humus valisi olarak devam ettiren Hâlid, bir yandan da hakkı olan hilâfet makamını ele geçirmek için arayış içine girmiştir. Bu süreç onu kimya ilmine yöneltmiş, madenleri altına dönüştürmeyi hedeflemiştir. Hâlid, madenlerden altın elde edememiş olsa da Müslümanlar arasında kimya ilminin doğup gelişmesine ve tercüme hareketliliğine zemin hazırlamıştır. Bu da Hâlid’i, İslâm Bilim Tarihi’nde kimya ilminin kurucusu konumuna oturtmuş ve kimya ilmine katkı sağlayan Müslüman bilim adamlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135768608","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kişinin vefatından sonra hatırlanması, ziyaret edilmesi maksadıyla hayatının bir iz düşümü olarak geride kalan son hatırası kabri olmaktadır. İslâm mimarisinde toplumda iz bırakan, manevî açıdan önde olan din büyüklerinin kabirleri ise türbe, künbed, kubbe, meşhed gibi bulunduğu yerin geleneği ve diline göre adlandırılan âbidevî mimari yapılar şeklinde inşâ edilmektedir. Bunun yanında bilhassa Türk-İslâm coğrafyasında Hakk katında ve halk içinde muteber kişilere ait birden fazla mükerrer mezar âbideleri olduğu da bilinmektedir. İster takipçi ve isim benzerliği nedeniyle kabrin tam yerinin bilinememesi, ister Kanuni Sultan Süleyman’ın tahniti gibi mecbur kalınması olsun farklı sebeplerle inşâ edilen mükerrer kabirler, büyük isimlerin hatırlanması ve anılmasını kolaylaştırmakta ancak araştırmaları zorlaştırmaktadır. Bu konuda vasiyet gibi şahsî bir hassasiyet ve talebe dayalı bir sebebe mebni aynı zamanda ilk örneklerden birini teşkil eden Hz. Fâtıma’nın kabri ve makamı meselesi; hayatı, teçhizi, tekfini ve türbesi çerçevesinde bu makalede araştırılarak, İslâm mimarisinde defin-medfûn-kabir- makam ilişkisi açısından bazı sonuçlara ulaşılmaya çalışılmaktadır.
{"title":"MAKAM KABİR BAĞLAMINDA HAZRETİ FÂTIMA’NIN DEFNİ VE EHL-İ BEYT TÜRBESİ MİMARİSİ","authors":"Aliye ÖTEN","doi":"10.61304/did.1347098","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1347098","url":null,"abstract":"Kişinin vefatından sonra hatırlanması, ziyaret edilmesi maksadıyla hayatının bir iz düşümü olarak geride kalan son hatırası kabri olmaktadır. İslâm mimarisinde toplumda iz bırakan, manevî açıdan önde olan din büyüklerinin kabirleri ise türbe, künbed, kubbe, meşhed gibi bulunduğu yerin geleneği ve diline göre adlandırılan âbidevî mimari yapılar şeklinde inşâ edilmektedir. Bunun yanında bilhassa Türk-İslâm coğrafyasında Hakk katında ve halk içinde muteber kişilere ait birden fazla mükerrer mezar âbideleri olduğu da bilinmektedir. İster takipçi ve isim benzerliği nedeniyle kabrin tam yerinin bilinememesi, ister Kanuni Sultan Süleyman’ın tahniti gibi mecbur kalınması olsun farklı sebeplerle inşâ edilen mükerrer kabirler, büyük isimlerin hatırlanması ve anılmasını kolaylaştırmakta ancak araştırmaları zorlaştırmaktadır. Bu konuda vasiyet gibi şahsî bir hassasiyet ve talebe dayalı bir sebebe mebni aynı zamanda ilk örneklerden birini teşkil eden Hz. Fâtıma’nın kabri ve makamı meselesi; hayatı, teçhizi, tekfini ve türbesi çerçevesinde bu makalede araştırılarak, İslâm mimarisinde defin-medfûn-kabir- makam ilişkisi açısından bazı sonuçlara ulaşılmaya çalışılmaktadır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"40 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135768610","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}