Bu makalede, Batı İslam coğrafyasında Maliki mezhebine mensup bir şahsiyet olarak eğitim almış olmasına rağmen, çok yönlü yetişmiş bir İslam filozofu olan İbn Rüşd’ün özgünlüğü, Yahudi düşüncesindeki yeri, konumu ve şöhreti ele alınacaktır. Tarafsız değerlendirmeye muhtaç olan bilimin bu mevzuyu aydınlatmada bugün daha fazla önem kazandığı açıktır. Zira Müslümanlara karşı oluşan ön yargı ve ön kabullerin meselenin hakikatini ortaya koymada büyük bir engel teşkil ettiği görülmektedir. Nitekim Batı düşüncesini benimseyenlerin direk Antik-Yunan felsefesine bağlamak suretiyle İslam düşünürlerini taklitçiler olarak görmeleri böyle bir yaklaşımdan ileri gelmektedir. Konunun önemine binaen İbn Rüşd’ün özgünlüğü ortaya konularak neden Aristo’dan farklı olduğuna işaret edilecektir. Böylece İbn Rüşd’ün Yahudiler arasında tanınması ve popüler hale gelmesinin bir neticesi olarak nesebi aidiyeti üzerinde meydana gelen eleştiri ve ithamlar değerlendirilecektir. Yine Yahudi düşüncesi için biçimlendirici ve belirleyici rol konumunda olan İbn Rüşd müktesebatının Yahudi toplumuna aktarılma serüveni işlenecek, ne zaman, nasıl ve kimler vasıtasıyla bu transfer sürecinin gerçekleştiği irdelenecektir.
{"title":"Yahudilerin İbn Rüşd Algısı","authors":"Taha Sürmeli","doi":"10.61304/did.1458085","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1458085","url":null,"abstract":"Bu makalede, Batı İslam coğrafyasında Maliki mezhebine mensup bir şahsiyet olarak eğitim almış olmasına rağmen, çok yönlü yetişmiş bir İslam filozofu olan İbn Rüşd’ün özgünlüğü, Yahudi düşüncesindeki yeri, konumu ve şöhreti ele alınacaktır. Tarafsız değerlendirmeye muhtaç olan bilimin bu mevzuyu aydınlatmada bugün daha fazla önem kazandığı açıktır. Zira Müslümanlara karşı oluşan ön yargı ve ön kabullerin meselenin hakikatini ortaya koymada büyük bir engel teşkil ettiği görülmektedir. Nitekim Batı düşüncesini benimseyenlerin direk Antik-Yunan felsefesine bağlamak suretiyle İslam düşünürlerini taklitçiler olarak görmeleri böyle bir yaklaşımdan ileri gelmektedir. Konunun önemine binaen İbn Rüşd’ün özgünlüğü ortaya konularak neden Aristo’dan farklı olduğuna işaret edilecektir. Böylece İbn Rüşd’ün Yahudiler arasında tanınması ve popüler hale gelmesinin bir neticesi olarak nesebi aidiyeti üzerinde meydana gelen eleştiri ve ithamlar değerlendirilecektir. Yine Yahudi düşüncesi için biçimlendirici ve belirleyici rol konumunda olan İbn Rüşd müktesebatının Yahudi toplumuna aktarılma serüveni işlenecek, ne zaman, nasıl ve kimler vasıtasıyla bu transfer sürecinin gerçekleştiği irdelenecektir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":" 71","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-07","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141374685","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İslâm ibadet geleneğinde hutbe, dini ve toplumsal irşad faaliyetlerinin gerçekleştirildiği önemli bir uygulamadır. Hutbe sırasında cemaatin uyması gereken birtakım yasaklar rivayet kültürümüzde yer almaktadır. Bu rivayetler, hutbe dinlemeye engel olan konuşmayı, namaz kılmayı ve Kur’an okumayı içeren bir dizi yasağa işaret etmektedir. Hutbeyi dinlemenin hükmü, hutbe esnasındaki yasakların çerçevesi ve ilgili yasaklara dair fukahanın vermiş olduğu hükümler bu araştırmanın konusudur. Rivayetlere dayanarak, hutbe esnasında namaz kılınıp kılınmamasına dair fukahanın iki farklı yaklaşımı ortaya çıkmış; konuşmanın ise mekruh veya haram olduğu yönünde görüşler dile getirilmiştir. Selam vermek veya almak, hapşırana rahmet duasında bulunmak, imamın hutbesine iştirak etmek maksadıyla dualarına “âmin” demek ve Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) adı anıldığında salâtüselâm getirmek gibi detaylarda farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Araştırmamızda söz konusu rivayetler ve hükümler ayrı ayrı değerlendirilmiş, hutbenin büyük bir önemi haiz olduğu ve cemaatin hutbeyi dinlemeye engel olacak her türlü davranıştan uzak durması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
{"title":"Cuma Hutbesini Dinlemekle İlgili Rivayetler ve Hükümler","authors":"Fürkan Çakir, Süleyman Şahin","doi":"10.61304/did.1451711","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1451711","url":null,"abstract":"İslâm ibadet geleneğinde hutbe, dini ve toplumsal irşad faaliyetlerinin gerçekleştirildiği önemli bir uygulamadır. Hutbe sırasında cemaatin uyması gereken birtakım yasaklar rivayet kültürümüzde yer almaktadır. Bu rivayetler, hutbe dinlemeye engel olan konuşmayı, namaz kılmayı ve Kur’an okumayı içeren bir dizi yasağa işaret etmektedir. Hutbeyi dinlemenin hükmü, hutbe esnasındaki yasakların çerçevesi ve ilgili yasaklara dair fukahanın vermiş olduğu hükümler bu araştırmanın konusudur. Rivayetlere dayanarak, hutbe esnasında namaz kılınıp kılınmamasına dair fukahanın iki farklı yaklaşımı ortaya çıkmış; konuşmanın ise mekruh veya haram olduğu yönünde görüşler dile getirilmiştir. Selam vermek veya almak, hapşırana rahmet duasında bulunmak, imamın hutbesine iştirak etmek maksadıyla dualarına “âmin” demek ve Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) adı anıldığında salâtüselâm getirmek gibi detaylarda farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Araştırmamızda söz konusu rivayetler ve hükümler ayrı ayrı değerlendirilmiş, hutbenin büyük bir önemi haiz olduğu ve cemaatin hutbeyi dinlemeye engel olacak her türlü davranıştan uzak durması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"6 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141382224","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kendisine ilk muharrik burhanı da denilen hareket burhanı, felsefe tarihinin en eski kozmolojik burhanlarından biridir. Aristoteles ilk defa bunu açıkladığı için onun adıyla özdeşleşmiştir. Molla Sadrâ, Aristoteles’in burhanını Vâcibü’l-Vücûd’u ispatlama yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle kabul etmez ve yeni bir hareket burhanı açıklar. Ancak Molla Sadra, hareketi varlığın zati niteliği bildiğinden onun hareket burhanı Aristoteles’in burhanının aksine kozmolojik değil, ontolojik bir burhandır. Molla Sadra bu burhanı; hareketin mahiyeti, gereksinimi, türü, muharrike ihtiyacı ve muharrik türleri olmak üzere beş öncül üzerine bina eder. O, ilk muharrikin etkin illet ve ereksel illet düzleminde âlemle ilişki içinde olduğuna inandığı için Vâcibü’l-Vücûd’u hareketin faili ve hareketin ereği bağlamında ispatlamaya çalışır. Molla Sadrâ, hareket burhanıyla mümkün varlıkların fâil illete olan ihtiyacını açıkladığı gibi, imkân âlemindeki düzeni ve cevheri hareketle mümkün varlıkların yetkinleşme çabalarını da açıklar. Bu çalışmada Molla Sadrâ’nın hareket burhanı ile Aristoteles’in hareket burhanının farkı ele alınacak ve Molla Sadra burhanın Vâcibü’l-Vücûd’u ispatlama yeterliliği incelenecektir.
{"title":"Molla Sadrâ’da Vâcibü’l-Vücûd’un İspatında Burhan-ı Hareket","authors":"Sedat Baran","doi":"10.61304/did.1431559","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1431559","url":null,"abstract":"Kendisine ilk muharrik burhanı da denilen hareket burhanı, felsefe tarihinin en eski kozmolojik burhanlarından biridir. Aristoteles ilk defa bunu açıkladığı için onun adıyla özdeşleşmiştir. Molla Sadrâ, Aristoteles’in burhanını Vâcibü’l-Vücûd’u ispatlama yeterliliğine sahip olmadığı gerekçesiyle kabul etmez ve yeni bir hareket burhanı açıklar. Ancak Molla Sadra, hareketi varlığın zati niteliği bildiğinden onun hareket burhanı Aristoteles’in burhanının aksine kozmolojik değil, ontolojik bir burhandır. Molla Sadra bu burhanı; hareketin mahiyeti, gereksinimi, türü, muharrike ihtiyacı ve muharrik türleri olmak üzere beş öncül üzerine bina eder. O, ilk muharrikin etkin illet ve ereksel illet düzleminde âlemle ilişki içinde olduğuna inandığı için Vâcibü’l-Vücûd’u hareketin faili ve hareketin ereği bağlamında ispatlamaya çalışır. Molla Sadrâ, hareket burhanıyla mümkün varlıkların fâil illete olan ihtiyacını açıkladığı gibi, imkân âlemindeki düzeni ve cevheri hareketle mümkün varlıkların yetkinleşme çabalarını da açıklar. Bu çalışmada Molla Sadrâ’nın hareket burhanı ile Aristoteles’in hareket burhanının farkı ele alınacak ve Molla Sadra burhanın Vâcibü’l-Vücûd’u ispatlama yeterliliği incelenecektir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"12 s3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141383463","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Müslüman düşüncesinde akliyyât-sem‘iyyât ilişkisi, aksiyomatik anlamda süreklilik arz eden önemli bir konudur. Literatürde bu iki alan arasındaki kadim ilişkiyi, kavramsal alaka boyutuyla en iyi açıklayan âlimlerden biri Kādî Abdülcebbâr’dır. Ehl-i sünnet de akıl; hikmeti ve işlevselliği yönüyle dinî anlamada insan için önemli bir nimet olarak görülmüş, haber ve duyular gibi temel bilgi kaynaklarından kabul edilmiştir. İslâm’da akıl-nakil ilişkisi öncelikle maslahat açısından aklın kendi değeri bağlamında sonra da nakli doğru anlama yönüyle ele alınmıştır. Kelâmda inanç meseleleri, varlığa nazar ederek elde edilen çıkarımla yani bilginin nesnesiyle uyumu kuralı perspektifinde rasyonel zeminde temellendirilmeye çalışılmıştır. Kādî Abdülcebbâr, bu muhtevayı kendine özgü yöntemiyle daha ileri bir seviyeye taşımıştır. Kādî’ye göre nazar, nübüvvet ve şeriatle gelen teklifleri kavrama, uygulama ve kemâl elde etmede en önemli unsurdur. Çalışma konu hakkında kendinden önce oluşan birikimsel geleneği dikkate alarak özgün bir metot oluşturan Kādî’nin kelâm yönteminde akıl-nakil ilişkisinde aklın yetkinliği problemine getirdiği çözüme dair genel bir bakış niteliğindedir.
{"title":"Kādî Abdülcebbâr’da Akıl-Nakil İlişkisi Bağlamında Aklın Önemi","authors":"Lütfi Bozkale","doi":"10.61304/did.1450040","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1450040","url":null,"abstract":"Müslüman düşüncesinde akliyyât-sem‘iyyât ilişkisi, aksiyomatik anlamda süreklilik arz eden önemli bir konudur. Literatürde bu iki alan arasındaki kadim ilişkiyi, kavramsal alaka boyutuyla en iyi açıklayan âlimlerden biri Kādî Abdülcebbâr’dır. Ehl-i sünnet de akıl; hikmeti ve işlevselliği yönüyle dinî anlamada insan için önemli bir nimet olarak görülmüş, haber ve duyular gibi temel bilgi kaynaklarından kabul edilmiştir. İslâm’da akıl-nakil ilişkisi öncelikle maslahat açısından aklın kendi değeri bağlamında sonra da nakli doğru anlama yönüyle ele alınmıştır. Kelâmda inanç meseleleri, varlığa nazar ederek elde edilen çıkarımla yani bilginin nesnesiyle uyumu kuralı perspektifinde rasyonel zeminde temellendirilmeye çalışılmıştır. Kādî Abdülcebbâr, bu muhtevayı kendine özgü yöntemiyle daha ileri bir seviyeye taşımıştır. Kādî’ye göre nazar, nübüvvet ve şeriatle gelen teklifleri kavrama, uygulama ve kemâl elde etmede en önemli unsurdur. Çalışma konu hakkında kendinden önce oluşan birikimsel geleneği dikkate alarak özgün bir metot oluşturan Kādî’nin kelâm yönteminde akıl-nakil ilişkisinde aklın yetkinliği problemine getirdiği çözüme dair genel bir bakış niteliğindedir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"12 12","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141383454","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Özet Kelamcı usulcüler fıkıh usulüne dair ele aldıkları meseleleri belli bir furuՙ mezhebinin görüşlerine bağlı kalmadan dil ve kelam anlayışları üzerine inşa etmişlerdir. Bu sebeple kelamcı usulcülerin eserlerinde kelami mülahazalar önemli ölçüde vurgulanmıştır. Emir-irade ilişkisi de fıkıh usulü kaynaklarında tartışılan, mezheplerin kelamî anlayışları çerçevesinde temellendirilen ve mezheplerin zihin kodlarını ortaya koyan meselelerdendir. Genel olarak Mu‘tezilî usulcüler emrin emredenin iradesini gerektirdiğini, çoğunluğu oluşturan diğer usulcüler emrin emredenin iradesini gerektirmediğini savunmuşlardır. Bu çalışmada öncelikle birçok dinî disiplinde tartışılan irade sıfatı ele alınmış ve özellikle felsefeciler, Sünnî kelamcılar ve Mu‘tezilî kelamcıların irade kavramına dair tanım ve değerlendirmeleri ortaya konulmuştur. Bu çalışmada Kâdî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) emrin irade gerektirdiği yönündeki görüş açığa kavuşturulmuş ve bu meselenin Mu‘tezilî paradigma içerisindeki yeri ve temellendirmesi ele alınmıştır. Daha sonra emir-irade ilişkisi noktasındaki görüşleri esas alınarak Kâdî Abdülcebbâr’ın mutlak emrin delaleti ile ilgili meselelere yaklaşımı ortaya konulmuştur. Söz konusu meselelerin temellendirilmesinde Mu‘tezile’nin ayırıcı görüşleri olan teklif, Tanrı’nın adaleti ve hüsün-kubuh anlayışının etkisi ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, kelâmî bir ilke olan Tanrı’nın adaleti meselesinin amir-irade ilişkisi ve emrin delaleti çerçevesinde tartışılan usule dair meselelerin temellendirilmesindeki yerinin ortaya konulması hedeflenmiştir.
摘要 神学方法论学者在 usul al-fiqh 中处理的问题是建立在他们对语言和神学的理解之上的,他们并不拘泥于某个特定教派的观点。因此,神学方法论学者的著作在很大程度上强调了神学方面的考虑。命令与意志之间的关系是 usul al-fiqh 资料中讨论的问题之一,它以各教派的神学理解为基础,揭示了各教派的思想准则。一般来说,穆塔兹派法学家认为命令需要命令者的意志,而占大多数的其他法学家则认为命令不需要命令者的意志。在本研究中,首先讨论了在许多宗教学科中都有讨论的意志属性,特别是提出了哲学家、逊尼派神学家和穆罕默德派神学家对意志概念的定义和评价。在本研究中,澄清了卡迪-贾巴尔(Qāḍī ʿAbd al-Jabbār,卒于 415/1025)关于命令需要意志的观点,并讨论了这一问题在穆罕默德范式中的地位和理由。然后,根据他对命令与意志之间关系的观点,揭示了卡迪-阿布德-贾巴尔处理与绝对命令的证据相关问题的方法。在论证这些问题时,揭示了穆塔兹派独特观点的影响,即献祭、真主的正义和对 hüsün-kubuh 的理解。在本研究中,旨在揭示作为神学原则的真主的正义问题在论证意志与意志和命令的证据之间的关系框架内所讨论的程序问题中的地位。
{"title":"KÂDÎ ABDÜLCEBBÂR’DA EMİR-İRADE İLİŞKİSİ VE MUTLAK EMRİN DELALETİNE DAİR MESELELER","authors":"Yasin Akan","doi":"10.61304/did.1427388","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1427388","url":null,"abstract":"Özet \u0000Kelamcı usulcüler fıkıh usulüne dair ele aldıkları meseleleri belli bir furuՙ mezhebinin görüşlerine bağlı kalmadan dil ve kelam anlayışları üzerine inşa etmişlerdir. Bu sebeple kelamcı usulcülerin eserlerinde kelami mülahazalar önemli ölçüde vurgulanmıştır. Emir-irade ilişkisi de fıkıh usulü kaynaklarında tartışılan, mezheplerin kelamî anlayışları çerçevesinde temellendirilen ve mezheplerin zihin kodlarını ortaya koyan meselelerdendir. Genel olarak Mu‘tezilî usulcüler emrin emredenin iradesini gerektirdiğini, çoğunluğu oluşturan diğer usulcüler emrin emredenin iradesini gerektirmediğini savunmuşlardır. Bu çalışmada öncelikle birçok dinî disiplinde tartışılan irade sıfatı ele alınmış ve özellikle felsefeciler, Sünnî kelamcılar ve Mu‘tezilî kelamcıların irade kavramına dair tanım ve değerlendirmeleri ortaya konulmuştur. Bu çalışmada Kâdî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) emrin irade gerektirdiği yönündeki görüş açığa kavuşturulmuş ve bu meselenin Mu‘tezilî paradigma içerisindeki yeri ve temellendirmesi ele alınmıştır. Daha sonra emir-irade ilişkisi noktasındaki görüşleri esas alınarak Kâdî Abdülcebbâr’ın mutlak emrin delaleti ile ilgili meselelere yaklaşımı ortaya konulmuştur. Söz konusu meselelerin temellendirilmesinde Mu‘tezile’nin ayırıcı görüşleri olan teklif, Tanrı’nın adaleti ve hüsün-kubuh anlayışının etkisi ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, kelâmî bir ilke olan Tanrı’nın adaleti meselesinin amir-irade ilişkisi ve emrin delaleti çerçevesinde tartışılan usule dair meselelerin temellendirilmesindeki yerinin ortaya konulması hedeflenmiştir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"86 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141385461","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kur’ân-ı Kerim’in ibadetler ve muâmelatla ilgili âyetlerine ahkâm âyetleri, bu âyetleri inceleyen tefsirlere ise Aḥkâmu’l-Ḳur’ân adı verilmektedir. Bu çalışmada hicrî 3. asrın sonları ile 4. asrın başlarında yaşamış olan Tahâvî’nin Aḥkâmu’l-Ḳur’ân’ı ile hicrî 4. asırda yaşayan Cessâs’ın aynı adı taşıyan tefsiri karşılaştırılmaktadır. Eserleri kıyaslanacak olan her iki müellif Hanefî mezhebinin sistemini benimsemiş olan âlimlerdir. Çalışmamızdaki karşılaştırma adı geçen iki müfessirin kullanmış oldukları genel yöntem ile sınırlı tutulmaktadır. Karşılaştırmaya geçmeden önce bu âlimlerin, eserlerinde takındıkları tutumlara ışık tutucu olacağı düşünülerek, yaşadıkları ortamlar ve hayatları hakkında kısa bilgiler verilmektedir. Eserler arasındaki karşılaştırma iki müfessirin rivâyet malzemelerini istihdamları ve re’ye müracaatları açısından iki ana başlık altında yürütülmektedir. Rivayet konusu kapsamında her iki müfessirin Kur’ân’ı; Kur’ân’la, sünnetle, sahâbe ve tâbiûn sözüyle, nüzul sebepleriyle, nâsih-mensuh ile, kıraat ile tefsir etmeleri incelenmektedir. Re’y konusu kapsamında ise; tefsirlerin hadis ve fıkıh usulüne, Sarf ve Nahiv ilimlerine müracaatları örneklerle birlikte açıklanmaktadır.
{"title":"TAHÂVÎ (öl.321/933) ve CESSÂS’IN (öl.371/981) AḤKÂMU’L-ḲUR՝ÂN’LARININ RİVAYET ve RE’Y KULLANIMLARI AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI","authors":"Zeyneb Soyarslan","doi":"10.61304/did.1355780","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1355780","url":null,"abstract":"Kur’ân-ı Kerim’in ibadetler ve muâmelatla ilgili âyetlerine ahkâm âyetleri, bu âyetleri inceleyen tefsirlere ise Aḥkâmu’l-Ḳur’ân adı verilmektedir. Bu çalışmada hicrî 3. asrın sonları ile 4. asrın başlarında yaşamış olan Tahâvî’nin Aḥkâmu’l-Ḳur’ân’ı ile hicrî 4. asırda yaşayan Cessâs’ın aynı adı taşıyan tefsiri karşılaştırılmaktadır. Eserleri kıyaslanacak olan her iki müellif Hanefî mezhebinin sistemini benimsemiş olan âlimlerdir. Çalışmamızdaki karşılaştırma adı geçen iki müfessirin kullanmış oldukları genel yöntem ile sınırlı tutulmaktadır. Karşılaştırmaya geçmeden önce bu âlimlerin, eserlerinde takındıkları tutumlara ışık tutucu olacağı düşünülerek, yaşadıkları ortamlar ve hayatları hakkında kısa bilgiler verilmektedir. Eserler arasındaki karşılaştırma iki müfessirin rivâyet malzemelerini istihdamları ve re’ye müracaatları açısından iki ana başlık altında yürütülmektedir. Rivayet konusu kapsamında her iki müfessirin Kur’ân’ı; Kur’ân’la, sünnetle, sahâbe ve tâbiûn sözüyle, nüzul sebepleriyle, nâsih-mensuh ile, kıraat ile tefsir etmeleri incelenmektedir. Re’y konusu kapsamında ise; tefsirlerin hadis ve fıkıh usulüne, Sarf ve Nahiv ilimlerine müracaatları örneklerle birlikte açıklanmaktadır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"31 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141382865","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Fahreddin Râzî’nin (öl. 606/1210) babası olan Diyâuddîn Ömer, çok yönlü bir âlim olup fıkıh, usûl, tasavvuf, hitabet, edebiyat ve kelâm gibi alanlarda etkin bir kişiliğe sahiptir. Hitabetinin güçlü olmasından dolayı kendisine “Hatîbü’r-Rey” unvanı verilmiş ve sonraki süreçte bu lakapla tanınmıştır. Onun bu edebî yönü kelâmi görüşlerine de yansımıştır. O, imâmetle ilgili fikirlerini temellendirirken şiirlerden de yararlanmış ve şiirleri birer araç olarak kullanmıştır. Nihâyetü’l-merâm fî Dirâyeti’l-kelâm adlı kayıp eserinin ikinci cildinin bulunmasıyla beraber onun fikirleri hakkında geniş malumata sahip olunmuştur. Diyâuddîn Ömer, İmâmet meselesinde Sünnî geleneksel düşünceyi kabul etmekle beraber konuyla ilgili farklı fikirler ortaya atan, kendinden önceki devirde yaşayan kelâm ve fıkıh âlimlerinin görüşlerini dönemin koşulları perspektifinde yeniden ele alan ve içinde bulunduğu toplumun sosyopolitik problemleri hakkında teolojik bir bakış açısı sunan ve çözüm önerileri geliştiren önemli bir bilgindir. Bu çalışmada, İmâm tayin etmenin gerekliliği, İmâmda bulunması gereken nitelikler, imâmetin nasıl gerçekleşeceği, imâmın görevden alınmasının imkânı, aynı dönemde iki İmâmın bulunmasının imkânı, İmâmın nass ile mi tayin edileceği, biat ile mi seçileceği, Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstününün/faziletlisinin kim olduğu, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali’nin halifelikleri gibi konular Diyâuddîn Ömer perspektifinden incelenmiştir. The Theory of Imamate in the Ash'arite Kalam Tradition: The Example of Diyâuddîn Ömer er-Râzî Abstract Diyâuddîn Ömer, the father of Fahreddin Râzî (d. 606/1210), is a versatile scholar and has an active personality in fields such as fiqh, usûl, mysticism, oratory, literature and theology. Due to his strong oratory, he was given the title "Hatîbü'r-Rey”, and he was known with this nickname in the following period. This literary aspect of his was also reflected in his theological views. While basing his ideas on the İmâmate, he also benefited from poems and used them as tools. With the discovery of the second volume of his lost work called Nihâyetü'l-merâm fî Dirâyeti'l-kelâm, extensive information has been obtained about his ideas. Diyâuddîn Ömer, although accepting the Sunni traditional thought on the issue of Imamate, is an important person who puts forward different ideas on the subject, reconsiders the views of the theological and fiqh scholars living in the previous period in the perspective of the conditions of the period, and offers a theological perspective on the sociopolitical problems of the society he is in and develops solution suggestions. He is a scholar. In this study, the necessity of appointing an İmâm, the qualifications that the İmâm should have, how the İmâmate will take place, the possibility of dismissing the İmâm, the possibility of having two İmâms in the same period, whether the İmâm will be appointed by nass or elected by allegiance, Hz. Who is the most virtuous/superior of people after th
{"title":"Eş’arî Kelâm Geleneğinde İmâmet Nazariyesi: Diyâuddîn Ömer er-Râzî Örneği","authors":"Hamdi Yalçin","doi":"10.61304/did.1422343","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1422343","url":null,"abstract":"Fahreddin Râzî’nin (öl. 606/1210) babası olan Diyâuddîn Ömer, çok yönlü bir âlim olup fıkıh, usûl, tasavvuf, hitabet, edebiyat ve kelâm gibi alanlarda etkin bir kişiliğe sahiptir. Hitabetinin güçlü olmasından dolayı kendisine “Hatîbü’r-Rey” unvanı verilmiş ve sonraki süreçte bu lakapla tanınmıştır. Onun bu edebî yönü kelâmi görüşlerine de yansımıştır. O, imâmetle ilgili fikirlerini temellendirirken şiirlerden de yararlanmış ve şiirleri birer araç olarak kullanmıştır. Nihâyetü’l-merâm fî Dirâyeti’l-kelâm adlı kayıp eserinin ikinci cildinin bulunmasıyla beraber onun fikirleri hakkında geniş malumata sahip olunmuştur. \u0000Diyâuddîn Ömer, İmâmet meselesinde Sünnî geleneksel düşünceyi kabul etmekle beraber konuyla ilgili farklı fikirler ortaya atan, kendinden önceki devirde yaşayan kelâm ve fıkıh âlimlerinin görüşlerini dönemin koşulları perspektifinde yeniden ele alan ve içinde bulunduğu toplumun sosyopolitik problemleri hakkında teolojik bir bakış açısı sunan ve çözüm önerileri geliştiren önemli bir bilgindir. Bu çalışmada, İmâm tayin etmenin gerekliliği, İmâmda bulunması gereken nitelikler, imâmetin nasıl gerçekleşeceği, imâmın görevden alınmasının imkânı, aynı dönemde iki İmâmın bulunmasının imkânı, İmâmın nass ile mi tayin edileceği, biat ile mi seçileceği, Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstününün/faziletlisinin kim olduğu, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali’nin halifelikleri gibi konular Diyâuddîn Ömer perspektifinden incelenmiştir. \u0000 \u0000The Theory of Imamate in the Ash'arite Kalam Tradition: The Example of Diyâuddîn Ömer er-Râzî \u0000Abstract \u0000Diyâuddîn Ömer, the father of Fahreddin Râzî (d. 606/1210), is a versatile scholar and has an active personality in fields such as fiqh, usûl, mysticism, oratory, literature and theology. Due to his strong oratory, he was given the title \"Hatîbü'r-Rey”, and he was known with this nickname in the following period. This literary aspect of his was also reflected in his theological views. While basing his ideas on the İmâmate, he also benefited from poems and used them as tools. With the discovery of the second volume of his lost work called Nihâyetü'l-merâm fî Dirâyeti'l-kelâm, extensive information has been obtained about his ideas. \u0000Diyâuddîn Ömer, although accepting the Sunni traditional thought on the issue of Imamate, is an important person who puts forward different ideas on the subject, reconsiders the views of the theological and fiqh scholars living in the previous period in the perspective of the conditions of the period, and offers a theological perspective on the sociopolitical problems of the society he is in and develops solution suggestions. He is a scholar. In this study, the necessity of appointing an İmâm, the qualifications that the İmâm should have, how the İmâmate will take place, the possibility of dismissing the İmâm, the possibility of having two İmâms in the same period, whether the İmâm will be appointed by nass or elected by allegiance, Hz. Who is the most virtuous/superior of people after th","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"30 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141382431","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Deconstruction is not about destroying a whole, but about understanding how it is constructed. It is first taking it apart and then trying to understand the whole. It can also be considered as a kind of self-criticism towards the work of art, which is deconstructed to create paradoxical situations and reconstruct it. It is the breaking down of fundamentalism, of stereotypes, of traditional thought patterns, and the search for new ways and different motivational methodologies in the inspiration jargon of Islamic art. This study is not a technical roadmap on how to apply deconstruction in Islamic arts or the methods by which deconstruction can be realized in Islamic arts. On the contrary, it is based on the hypothesis that some intellectual gaps, contradictions and information pollution can be found by re-evaluating and deconstructing the ornamental and decorative elements of Islamic arts such as architecture, metal, wood, stone, brick, tile, ceramic, calligraphy, miniature, illumination, illumination, binding, marbling, etc. from the perspective of the 21st century consciousness' thinking, perception, power to interpret the world, etc. As a matter of fact, in an example of deconstruction on cultural and artistic interaction, it was revealed that new answers could be obtained with different questions.
{"title":"An Attempt to Understand Islamic Arts With Deconstruction","authors":"Yaşar Özrili","doi":"10.61304/did.1423036","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1423036","url":null,"abstract":"Deconstruction is not about destroying a whole, but about understanding how it is constructed. It is first taking it apart and then trying to understand the whole. It can also be considered as a kind of self-criticism towards the work of art, which is deconstructed to create paradoxical situations and reconstruct it. It is the breaking down of fundamentalism, of stereotypes, of traditional thought patterns, and the search for new ways and different motivational methodologies in the inspiration jargon of Islamic art. This study is not a technical roadmap on how to apply deconstruction in Islamic arts or the methods by which deconstruction can be realized in Islamic arts. On the contrary, it is based on the hypothesis that some intellectual gaps, contradictions and information pollution can be found by re-evaluating and deconstructing the ornamental and decorative elements of Islamic arts such as architecture, metal, wood, stone, brick, tile, ceramic, calligraphy, miniature, illumination, illumination, binding, marbling, etc. from the perspective of the 21st century consciousness' thinking, perception, power to interpret the world, etc. As a matter of fact, in an example of deconstruction on cultural and artistic interaction, it was revealed that new answers could be obtained with different questions.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"47 50","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141384682","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kur’ân’ı Kerîm’in tefsiri, nüzulüyle birlikte başlamıştır. Kur’ân’ın ilk müfessiri de Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Kur’ân’ın içerdiği manaları ve incelikleri ortaya çıkarma gayreti sahâbe ve tâbiînle de devam etmiştir. Kur’ân’ın inzâl döneminde hitap ettiği kitle tarafından genel anlamıyla anlaşıldığı ve tereddüt edilen hususlar içinde Hz. Peygamber’in gerekli açıklamaları yaptığı vâkidir. Vücûh-Nezâir ilmi tefsir ilminin bir alt dalı veya tefsir usulünde ulûmü’l-Kur’ân içerisinde ele alınan, tedvini İslâmi ilimlerin tasnifinden ve hatta rivayet tefsirlerinin ortaya çıkışından da önceye dayanan, Kur’ân-î araştırmaların ve bir anlamda Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirinin en erken örnekleri olan, kökü ve okunuşu aynı olmakla birlikte Kur’ân lafızlarının geçtiği her yerde kazandığı farklı anlamları araştıran, yazılı ve özgün nakil biçimiyle, Kur’ân’ın meydan okuyan mucizevî yönlerinden biri olan ilimdir. Tarihten günümüze gelinen noktada vücûh-nezâir ilmine dair çeşitli tanımlar yapılmıştır. Ancak yapılan bu tanımlar ilk dönem müelliflerinin maksadını tam olarak yansıtmadığı gibi, bu ilmi muhtevasının ve mecrasının dışına taşımış, özellikle de son dönem vücûh-nezâir anlayışıyla, nezâir boyutu çok farklı bir anlama bürünmüş, dolayısıyla ilmin asıl kaynağı ve amacından uzaklaşılmıştır. Bu saha da ilk eseri telif eden Mukâtil b. Süleyman’dan, günümüze gelinceye kadar vücûh tanımında bazı nüanslar dışında genel olarak benzerlik mevcut iken, nezâir tanımında ise epeyce farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Kavramların özellikle nezâir teriminin, “vücûh-nezâir” literatüründeki kullanımdan farklı şekillerde tanımlanmasının başlıca sebebi kanaatimizce, bu alanda yazılan ilk dönem eserlerinde, bu ilmin tanımının net bir şekilde yapılmamış olmasıdır. Zira bu ilmin ilk derli toplu tanımı, doğuşundan yaklaşık dört yüz elli yıl kadar sonra İbnü’l-Cevzî (ö.592/1201) tarafından yapılmıştır.
{"title":"MUKÂTİL’DEN GÜNÜMÜZE VÜCÛH-NEZÂİR TANIMLARI","authors":"Nadiye Bulut","doi":"10.61304/did.1424273","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1424273","url":null,"abstract":"Kur’ân’ı Kerîm’in tefsiri, nüzulüyle birlikte başlamıştır. Kur’ân’ın ilk müfessiri de Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Kur’ân’ın içerdiği manaları ve incelikleri ortaya çıkarma gayreti sahâbe ve tâbiînle de devam etmiştir. Kur’ân’ın inzâl döneminde hitap ettiği kitle tarafından genel anlamıyla anlaşıldığı ve tereddüt edilen hususlar içinde Hz. Peygamber’in gerekli açıklamaları yaptığı vâkidir. \u0000Vücûh-Nezâir ilmi tefsir ilminin bir alt dalı veya tefsir usulünde ulûmü’l-Kur’ân içerisinde ele alınan, tedvini İslâmi ilimlerin tasnifinden ve hatta rivayet tefsirlerinin ortaya çıkışından da önceye dayanan, Kur’ân-î araştırmaların ve bir anlamda Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirinin en erken örnekleri olan, kökü ve okunuşu aynı olmakla birlikte Kur’ân lafızlarının geçtiği her yerde kazandığı farklı anlamları araştıran, yazılı ve özgün nakil biçimiyle, Kur’ân’ın meydan okuyan mucizevî yönlerinden biri olan ilimdir. Tarihten günümüze gelinen noktada vücûh-nezâir ilmine dair çeşitli tanımlar yapılmıştır. Ancak yapılan bu tanımlar ilk dönem müelliflerinin maksadını tam olarak yansıtmadığı gibi, bu ilmi muhtevasının ve mecrasının dışına taşımış, özellikle de son dönem vücûh-nezâir anlayışıyla, nezâir boyutu çok farklı bir anlama bürünmüş, dolayısıyla ilmin asıl kaynağı ve amacından uzaklaşılmıştır. Bu saha da ilk eseri telif eden Mukâtil b. Süleyman’dan, günümüze gelinceye kadar vücûh tanımında bazı nüanslar dışında genel olarak benzerlik mevcut iken, nezâir tanımında ise epeyce farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Kavramların özellikle nezâir teriminin, “vücûh-nezâir” literatüründeki kullanımdan farklı şekillerde tanımlanmasının başlıca sebebi kanaatimizce, bu alanda yazılan ilk dönem eserlerinde, bu ilmin tanımının net bir şekilde yapılmamış olmasıdır. Zira bu ilmin ilk derli toplu tanımı, doğuşundan yaklaşık dört yüz elli yıl kadar sonra İbnü’l-Cevzî (ö.592/1201) tarafından yapılmıştır.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"9 6","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141383627","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Müslüman dünyada 19. ve 20. yüzyılda yaşanan köklü siyasi ve hukuki değişimler sebebiyle günümüzde İslam hukukunun oldukça sınırlı alanları Müslüman-çoğunluklu ülkeler tarafından uygulanmaktadır. Bu alanlar içinde en yaygın olarak tatbik edileni ise aile hukukudur. 19. yüzyılda başlayan yoğun kodifikasyon hareketi, İslam hukukunun en detaylı sayılabilecek hükümlerini ihtiva eden bu alanı da zamanla içine almıştır. 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-u Aile Kararnamesi ile başlayan bu süreç, 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlığını kazanan ülkelerin kanunları ile ivme kazanmıştır. İçinde bulunduğumuz asırda, Körfez ülkelerinde ve son olarak Suudi Arabistan’da ilk kez yapılan aile kanunları ve mevcut kanunlarda süregelen reformlarla süreç devam etmektedir. Bu çalışma, İslam aile hukukunun kodifikasyonu ile başlayan bu süreci, geçirdiği aşamalar, reform talepleri ve reformların kapsamı, reform saikleri ve kullanılan yöntemler bakımından ele almaktadır. Bu kapsamda ortaya çıkan modelleri, yapılan kanun ve reformların içinde bulundukları sosyo-politik bağlam çerçevesinde değerlendirmektedir.
{"title":"Müslüman-Çoğunluklu Ülkelerde Aile Kanunlarının Tarihi Seyri","authors":"Miyase Yavuz Altıntaş","doi":"10.61304/did.1448568","DOIUrl":"https://doi.org/10.61304/did.1448568","url":null,"abstract":"Müslüman dünyada 19. ve 20. yüzyılda yaşanan köklü siyasi ve hukuki değişimler sebebiyle günümüzde İslam hukukunun oldukça sınırlı alanları Müslüman-çoğunluklu ülkeler tarafından uygulanmaktadır. Bu alanlar içinde en yaygın olarak tatbik edileni ise aile hukukudur. 19. yüzyılda başlayan yoğun kodifikasyon hareketi, İslam hukukunun en detaylı sayılabilecek hükümlerini ihtiva eden bu alanı da zamanla içine almıştır. 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-u Aile Kararnamesi ile başlayan bu süreç, 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlığını kazanan ülkelerin kanunları ile ivme kazanmıştır. İçinde bulunduğumuz asırda, Körfez ülkelerinde ve son olarak Suudi Arabistan’da ilk kez yapılan aile kanunları ve mevcut kanunlarda süregelen reformlarla süreç devam etmektedir. Bu çalışma, İslam aile hukukunun kodifikasyonu ile başlayan bu süreci, geçirdiği aşamalar, reform talepleri ve reformların kapsamı, reform saikleri ve kullanılan yöntemler bakımından ele almaktadır. Bu kapsamda ortaya çıkan modelleri, yapılan kanun ve reformların içinde bulundukları sosyo-politik bağlam çerçevesinde değerlendirmektedir.","PeriodicalId":476317,"journal":{"name":"Diyanet İlmi Dergi","volume":"51 8","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-06-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141383983","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}