Pub Date : 2024-05-24DOI: 10.52273/sduhfd..1465944
Erçağ Metiner
Koruma tedbirlerinin, bireylerin temel hak ve hürriyetlere doğrudan müdahale etmesinden dolayı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda her koruma tedbirine hangi koşullarda başvurulabileceği ayrı ayrı ve açıkça düzenlenmiştir. Koruma tedbirlerinin, kanunda belirlenen koşullar gerçekleşmeden hukuka aykırı bir şekilde uygulanması sonucunda, bu tedbirlere maruz kalan kişilerin maddi ve manevi zararlarla karşılaşması mümkündür. 5271 sayılı CMK’ da koruma tedbirleri sebebiyle tazminat istenebilecek haller sınırlı/tahdidi olarak sayılmıştır. Bu haller dışında tazminat talep edebilmek mümkün değildir. Bu çalışmamızda CMK’ da ve diğer kanunlarda açıkça düzenlenmediği için koşullu salıverme süresinden fazla tutuklu kalma halinde kişilere tazminat ödenip ödenmeyeceği hususu tartışılacaktır.
{"title":"Koşullu Salıverme Süresinden Fazla Tutuklu Kalma Halinde CMK M. 141 Uyarınca Tazminat Ödenmesi Özelinde Tazminat Nedenleri Konusunda Beliren Sorunlar","authors":"Erçağ Metiner","doi":"10.52273/sduhfd..1465944","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1465944","url":null,"abstract":"Koruma tedbirlerinin, bireylerin temel hak ve hürriyetlere doğrudan müdahale etmesinden dolayı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda her koruma tedbirine hangi koşullarda başvurulabileceği ayrı ayrı ve açıkça düzenlenmiştir. Koruma tedbirlerinin, kanunda belirlenen koşullar gerçekleşmeden hukuka aykırı bir şekilde uygulanması sonucunda, bu tedbirlere maruz kalan kişilerin maddi ve manevi zararlarla karşılaşması mümkündür. 5271 sayılı CMK’ da koruma tedbirleri sebebiyle tazminat istenebilecek haller sınırlı/tahdidi olarak sayılmıştır. Bu haller dışında tazminat talep edebilmek mümkün değildir. Bu çalışmamızda CMK’ da ve diğer kanunlarda açıkça düzenlenmediği için koşullu salıverme süresinden fazla tutuklu kalma halinde kişilere tazminat ödenip ödenmeyeceği hususu tartışılacaktır.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"5 8","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-24","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141100266","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-05-12DOI: 10.52273/sduhfd..1473291
Fatma Görgülü
Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası (trafik sigortası), Karayolları Trafik Kanununun 91. maddesi uyarınca işletenin üçüncü kişilere verebileceği zararları karşılamak amacıyla oluşturulmuş bir tür zarar sigortasıdır. Trafik kazaları sonucu, yaralanan kişilerin maddi tazminat veya vefat eden kişilerin destekten yoksun kalma tazminatı taleplerinde, kusurlu tarafın trafik sigortası devreye girmektedir. Bu tazminatların hesaplanmasında TBK m. 75 ve yerleşik Yargıtay içtihatları gereğince karar tarihine en yakın tarihteki veriler esas alınmaktadır. Enflasyona bağlı meydana gelen değer kayıplarının uzun süren yargılamalarla birleşmesi, karar tarihine en yakın tarihteki güncel ekonomik verilere göre hesaplanan tazminat miktarlarının sigorta teminat limitinin çokça üstünde kalma sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu durum, yüksek enflasyon koşullarının etkilerini ağırlıklı olarak hissettirdiği zorunlu trafik sigortalarının sigortalılara ve zarar görenlere gerçek anlamda güvence sağlayacak seviyeye yükseltilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Çalışmamızda uygulamada yaşanan sorunlar göz önüne alınarak bu ihtiyacın giderilmesine yönelik çözüm önerileri sunulmuştur.
{"title":"KARAYOLLARI MOTORLU ARAÇLAR ZORUNLU MALİ MESULİYET SİGORTALARINDA (TRAFİK SİGORTASI) ENFLASYON SEBEBİYLE KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ","authors":"Fatma Görgülü","doi":"10.52273/sduhfd..1473291","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1473291","url":null,"abstract":"Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası (trafik sigortası), Karayolları Trafik Kanununun 91. maddesi uyarınca işletenin üçüncü kişilere verebileceği zararları karşılamak amacıyla oluşturulmuş bir tür zarar sigortasıdır. Trafik kazaları sonucu, yaralanan kişilerin maddi tazminat veya vefat eden kişilerin destekten yoksun kalma tazminatı taleplerinde, kusurlu tarafın trafik sigortası devreye girmektedir. Bu tazminatların hesaplanmasında TBK m. 75 ve yerleşik Yargıtay içtihatları gereğince karar tarihine en yakın tarihteki veriler esas alınmaktadır. Enflasyona bağlı meydana gelen değer kayıplarının uzun süren yargılamalarla birleşmesi, karar tarihine en yakın tarihteki güncel ekonomik verilere göre hesaplanan tazminat miktarlarının sigorta teminat limitinin çokça üstünde kalma sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu durum, yüksek enflasyon koşullarının etkilerini ağırlıklı olarak hissettirdiği zorunlu trafik sigortalarının sigortalılara ve zarar görenlere gerçek anlamda güvence sağlayacak seviyeye yükseltilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Çalışmamızda uygulamada yaşanan sorunlar göz önüne alınarak bu ihtiyacın giderilmesine yönelik çözüm önerileri sunulmuştur.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"103 34","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140987246","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-05-06DOI: 10.52273/sduhfd..1462848
Samet Özdemir
İktidarın sınırlandırılması, hangi siyasal yönetim sistemi içerisinde olursa olsun, her türlü güç ve yetkinin kötüye kullanılmasının engellenmesini ifade etmektedir. Güç kullanma tekeline sahip olan siyasi iktidarın toplumsal düzenin ve barışın sağlanmasında çok önemli rolü vardır. Ancak bu gücün kötüye kullanılması tehlikesi her zaman mümkündür. Siyasal iktidarın sahip olduğu gücün kötüye kullanılmasını ve bunun yıkıcı sonuçlarını engellemenin yolu, ancak bu iktidarın sınırlandırılması, dengelenmesi ve denetlenmesiyle mümkündür. Özgürlüğün ve güvenliğin sağlanabilmesi için siyasi iktidarın kayıt altına alınması gerektiğinin bilincine varan insanoğlu, iktidarı sınırlandırmanın araçlarını ve kurallarını bulmaya çabalamıştır. Günümüzde hukuk devleti ilkesi, siyasi iktidarı sınırlandırmanın en etkili araçlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu makalenin konusunu, hukuk devleti ilkesi ile siyasi iktidarın sınırlandırılması arasındaki ilişki oluşturmaktadır. Çalışmanın temel amacı, siyasi iktidarı sınırlandırmanın en etkili araçlarından biri olan hukuk devleti ilkesinin 2017 anayasa değişikliği sonrasında değişime uğrayıp uğramadığı, yapılan değişikliklerin hukuk devleti ilkesini güçlendirme yönünde mi yoksa zayıflatma yönünde mi olduğunu analiz etmek ve neticede siyasi iktidarın sınırlandırılması bağlamında hukuk devleti ilkesiyle ilgili anayasal düzenlemeler hakkında genel bir değerlendirmede bulunmaktır. Çalışmada ulaşılan temel bulgu, 2017 Anayasa değişikliklerinin hukuk devleti ilkesini zayıflattığı, dolayısıyla anayasal sistemin iktidarın kötüye kullanılmasını önleyecek düzeyden yoksun olduğudur.
{"title":"2017 ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNİN SİYASİ İKTİDARIN HUKUK DEVLETİ İLKESİ ARACILIĞIYLA SINIRLANDIRILMASI BAĞLAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ","authors":"Samet Özdemir","doi":"10.52273/sduhfd..1462848","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1462848","url":null,"abstract":"İktidarın sınırlandırılması, hangi siyasal yönetim sistemi içerisinde olursa olsun, her türlü güç ve yetkinin kötüye kullanılmasının engellenmesini ifade etmektedir. Güç kullanma tekeline sahip olan siyasi iktidarın toplumsal düzenin ve barışın sağlanmasında çok önemli rolü vardır. Ancak bu gücün kötüye kullanılması tehlikesi her zaman mümkündür. Siyasal iktidarın sahip olduğu gücün kötüye kullanılmasını ve bunun yıkıcı sonuçlarını engellemenin yolu, ancak bu iktidarın sınırlandırılması, dengelenmesi ve denetlenmesiyle mümkündür. Özgürlüğün ve güvenliğin sağlanabilmesi için siyasi iktidarın kayıt altına alınması gerektiğinin bilincine varan insanoğlu, iktidarı sınırlandırmanın araçlarını ve kurallarını bulmaya çabalamıştır. Günümüzde hukuk devleti ilkesi, siyasi iktidarı sınırlandırmanın en etkili araçlarından biri olarak kabul edilmektedir. \u0000Bu makalenin konusunu, hukuk devleti ilkesi ile siyasi iktidarın sınırlandırılması arasındaki ilişki oluşturmaktadır. Çalışmanın temel amacı, siyasi iktidarı sınırlandırmanın en etkili araçlarından biri olan hukuk devleti ilkesinin 2017 anayasa değişikliği sonrasında değişime uğrayıp uğramadığı, yapılan değişikliklerin hukuk devleti ilkesini güçlendirme yönünde mi yoksa zayıflatma yönünde mi olduğunu analiz etmek ve neticede siyasi iktidarın sınırlandırılması bağlamında hukuk devleti ilkesiyle ilgili anayasal düzenlemeler hakkında genel bir değerlendirmede bulunmaktır. \u0000Çalışmada ulaşılan temel bulgu, 2017 Anayasa değişikliklerinin hukuk devleti ilkesini zayıflattığı, dolayısıyla anayasal sistemin iktidarın kötüye kullanılmasını önleyecek düzeyden yoksun olduğudur.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"51 35","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141009876","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-05-05DOI: 10.52273/sduhfd..1470684
Yeliz Bozkurt
In our study, it is aimed to discuss the legal consequences of the termination of the employment contract due to the death of one of the parties, limited to the employees within the scope of the Labour Law, in comparison with the legislation, current judicial decisions and Swiss Law. One of the reasons for the automatic termination of the employment contract is death. As a rule, it is accepted that the employment contract continues to exist in the event of the death of the employer and terminates in the event of the death of the employee. As a principle, it is accepted that the employment contract continues to exist in the event of the death of the employer and terminates in the event of the death of the employee. Nevertheless, in some cases, the employer's death is considered an automatic termination of the employment contract. "In such instance, it is important to ascertaining the legal entitlements of the employee who has been terminated. The legal issues to be addressed in terms of the death of the employer are; determination of the situations in which the employment contract will be deemed to have terminated automatically, the situations that will be entitled to the equitable compensation regulated in the Turkish Code of Obligations and the principles to be taken into consideration in determining the amount of this compensation, the differences arising from the type of employment contract, the status of the workers within the scope of the Labour Law and whether they are entitled to severance and notice payments. In terms of the death of the employee, although the continuation of the contract is certain, some issues may be encountered in determining the various entitlements that the legal heirs of the employee and other beneficiaries can assert vis-à-vis the employer. In this context, the beneficiaries, the amount to be paid and its relationship with similar receivables and compensations of the legal nature and scope of the subsequent payment obligation after death regulated by the Turkish Code of Obligations will be evaluated within the framework of the provisions of the Turkish Code of Obligations and the repealed Labour Law No. 1475 Article 14 that in force on severance pay.
{"title":"İş Sözleşmesinin Taraflardan Birinin Ölümü ile Sona Ermesine Bağlanan Hukuki Sonuçları Üzerine Genel Bir Değerlendirme","authors":"Yeliz Bozkurt","doi":"10.52273/sduhfd..1470684","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1470684","url":null,"abstract":"In our study, it is aimed to discuss the legal consequences of the termination of the employment contract due to the death of one of the parties, limited to the employees within the scope of the Labour Law, in comparison with the legislation, current judicial decisions and Swiss Law. One of the reasons for the automatic termination of the employment contract is death. As a rule, it is accepted that the employment contract continues to exist in the event of the death of the employer and terminates in the event of the death of the employee. As a principle, it is accepted that the employment contract continues to exist in the event of the death of the employer and terminates in the event of the death of the employee. Nevertheless, in some cases, the employer's death is considered an automatic termination of the employment contract. \"In such instance, it is important to ascertaining the legal entitlements of the employee who has been terminated. The legal issues to be addressed in terms of the death of the employer are; determination of the situations in which the employment contract will be deemed to have terminated automatically, the situations that will be entitled to the equitable compensation regulated in the Turkish Code of Obligations and the principles to be taken into consideration in determining the amount of this compensation, the differences arising from the type of employment contract, the status of the workers within the scope of the Labour Law and whether they are entitled to severance and notice payments. In terms of the death of the employee, although the continuation of the contract is certain, some issues may be encountered in determining the various entitlements that the legal heirs of the employee and other beneficiaries can assert vis-à-vis the employer. In this context, the beneficiaries, the amount to be paid and its relationship with similar receivables and compensations of the legal nature and scope of the subsequent payment obligation after death regulated by the Turkish Code of Obligations will be evaluated within the framework of the provisions of the Turkish Code of Obligations and the repealed Labour Law No. 1475 Article 14 that in force on severance pay.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"301 6","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-05-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141012561","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-04-09DOI: 10.52273/sduhfd..1459877
Mevlüde Poyraz
Kitabın yazarı Dr. Adem Özer, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim görevlisi olarak görevine devam etmektedir. 2022 yılında Adalet Yayınevi tarafından birinci baskısı gerçekleştirilen, 381 sayfadan oluşan kitabın özü, esasında yazarın, Gazi Üniversitesi Doktora Programı kapsamında, Prof. Dr. Fatma Taşdemir danışmanlığında oluşturulan “Uluslararası İnsancıl Hukuk (jus in bello) Açısından Otonom Silah Sistemleri” adlı doktora tezinden esinlenilerek oluşturulmuştur. Yazarın bu konuda, yazdığı bu kitap dışında, makaleleri ve bildirileri de mevcuttur. Kitabın esin kaynağı olan doktora teziyle Özer, Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, 2023 Yılı En İyi Doktora Tezi Ödülünü almıştır. Kitabın temel amacı, gelecekte silahlı çatışmalarda kullanılması muhtemel olan otonom silah sistemlerinin, uluslararası hukuk açısından yaratacağı sorunları, uluslararası insancıl hukuk, uluslararası insan hakları hukuku ve hesap verebilirlik temelinde uluslararası ceza hukuku çerçevesinde değerlendirmektir. Literatürdeki farklı çalışmalar, uluslararası anlaşmalar, uluslararası teamül hukuku, uluslararası hukukun genel ilkeleri, mahkeme kararları, sivil toplum kuruluşlarının raporları göz önüne alınarak mukayese yöntemiyle değerlendirilerek oluşturulan çalışmada Özer, kitabını, anlama öğretisi olarak tanımlanabilecek, “yorumsamacı yaklaşım” ile ele aldığını belirtmektedir. Aktardığı bilgileri tablolar ve şekiller ile de desteklemiştir. Çok çeşitli ve sayıca oldukça fazla kaynağa yer veren yazarın kaynakçasını; uluslararası hukuk alanında yazılmış bir kitap olmasından dolayı çoğunlukla yabancı kaynaklar oluşturmuştur. Ele aldığı konuları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Sözleşme, Belirli Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Cenevre Sözleşmesi gibi sözleşmelerin maddeleriyle dayanak oluşturmuş; Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi mahkeme kararlarıyla da desteklemiştir. Kitabın muhataplarının uluslararası hukuk ile etkileşim içerisinde olan kişiler olduğu düşünüldüğünde, dilinin anlaşılır olduğu ve her türlü görüş karşılaştırmasıyla okuyucunun zihninde de bir düşünce oluşturacağı söylenebilir. Kitap konusu itibariyle üstün teknolojiyle oluşturulan muhtemel bir sistemi ele aldığından okuyucunun düşünme yetisini zorlayan, zihinsel etkinliklerle anlamlandırabileceği bir alan oluşturmaktadır. Özer de konunun başlangıçta düşünce dünyasını tarumar ettiğini, anlamlı insan kontrolünün olmadığı böyle bir sistemin var olabileceğinin mümkün gelmediğini ancak teknolojik gelişmeler ışığında geliştirilebileceklerini kabul ettiğini belirtmiştir. Söz konusu eser, alanında yazılmış nadir eserlerden olması ve muhtemel gelecekte yüzleşeceğimiz/yüzleşmek zorunda kalacağımız sorunlara işaret ettiğinden büyük önem atfed
本书作者阿德姆-厄泽尔博士目前仍在安卡拉哈奇-巴伊拉姆-韦利大学(Ankara Hacı Bayram Veli University)经济与行政学院国际关系系担任讲师。该书共 381 页,第一版于 2022 年由 Adalet 出版社出版,其精髓来自作者的博士论文《从国际人道主义法(战时法)的角度看自主武器系统》,该论文是在法特玛-塔什德米尔(Fatma Taşdemir)教授的指导下,在加齐大学博士课程范围内完成的。除该书外,作者还发表了有关该主题的文章和论文。作为本书的灵感来源,厄泽尔的博士论文获得了卡拉德尼兹技术大学国际关系系颁发的 2023 年最佳博士论文奖。该书的主要目的是在国际人道主义法、国际人权法和国际刑法的框架内,以问责制为基础,评估未来可能在武装冲突中使用的自主武器系统将在国际法方面造成的问题。厄泽尔在研究报告中指出,他是以 "解释论方法"(可定义为理解论)来处理本书的,该方法基于比较法,考虑了不同的文献研究、国际协定、习惯国际法、国际法一般原则、法院判决以及非政府组织的报告。他还用表格和数字来支持他所传达的信息。作者的参考书目中包含了种类繁多、数量庞大的资料来源,其中大部分是国外资料来源,因为这是一本国际法领域的著作。作者以《欧洲人权公约》、《禁止酷刑公约》、《特定常规武器公约》、《世界人权宣言》、《公民权利和政治权利国际公约》、《日内瓦公约》等公约的条款为基础,并以国际法院、国际刑事法院、卢旺达问题国际刑事法庭和欧洲人权法院等法院的判决为佐证。考虑到本书的读者是与国际法打交道的人,可以说本书的语言是通俗易懂的,通过比较各种观点,可以在读者的头脑中形成一个概念。由于该书涉及的主题是一个可能的系统,而该系统是以卓越的技术创造出来的,因此它是一个挑战读者思维能力的领域,读者可以通过思维活动来理解它。厄泽尔还表示,这个主题最初打破了他的思想世界,他认为不可能存在这样一个没有有意义的人类控制的系统,但他接受了这种说法,即随着技术的发展,这些系统可以被开发出来。这本著作非常重要,因为它是该领域少有的著作之一,并指出了我们未来可能要面对的问题。
{"title":"SİLAHLANDIRILMIŞ YAPAY ZEKA OTONOM SİLAH SİSTEMLERİ VE ULUSLARARASI HUKUK","authors":"Mevlüde Poyraz","doi":"10.52273/sduhfd..1459877","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1459877","url":null,"abstract":"Kitabın yazarı Dr. Adem Özer, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim görevlisi olarak görevine devam etmektedir. 2022 yılında Adalet Yayınevi tarafından birinci baskısı gerçekleştirilen, 381 sayfadan oluşan kitabın özü, esasında yazarın, Gazi Üniversitesi Doktora Programı kapsamında, Prof. Dr. Fatma Taşdemir danışmanlığında oluşturulan “Uluslararası İnsancıl Hukuk (jus in bello) Açısından Otonom Silah Sistemleri” adlı doktora tezinden esinlenilerek oluşturulmuştur. Yazarın bu konuda, yazdığı bu kitap dışında, makaleleri ve bildirileri de mevcuttur. Kitabın esin kaynağı olan doktora teziyle Özer, Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, 2023 Yılı En İyi Doktora Tezi Ödülünü almıştır. \u0000Kitabın temel amacı, gelecekte silahlı çatışmalarda kullanılması muhtemel olan otonom silah sistemlerinin, uluslararası hukuk açısından yaratacağı sorunları, uluslararası insancıl hukuk, uluslararası insan hakları hukuku ve hesap verebilirlik temelinde uluslararası ceza hukuku çerçevesinde değerlendirmektir. Literatürdeki farklı çalışmalar, uluslararası anlaşmalar, uluslararası teamül hukuku, uluslararası hukukun genel ilkeleri, mahkeme kararları, sivil toplum kuruluşlarının raporları göz önüne alınarak mukayese yöntemiyle değerlendirilerek oluşturulan çalışmada Özer, kitabını, anlama öğretisi olarak tanımlanabilecek, “yorumsamacı yaklaşım” ile ele aldığını belirtmektedir. Aktardığı bilgileri tablolar ve şekiller ile de desteklemiştir. Çok çeşitli ve sayıca oldukça fazla kaynağa yer veren yazarın kaynakçasını; uluslararası hukuk alanında yazılmış bir kitap olmasından dolayı çoğunlukla yabancı kaynaklar oluşturmuştur. Ele aldığı konuları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Sözleşme, Belirli Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, Cenevre Sözleşmesi gibi sözleşmelerin maddeleriyle dayanak oluşturmuş; Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi mahkeme kararlarıyla da desteklemiştir. Kitabın muhataplarının uluslararası hukuk ile etkileşim içerisinde olan kişiler olduğu düşünüldüğünde, dilinin anlaşılır olduğu ve her türlü görüş karşılaştırmasıyla okuyucunun zihninde de bir düşünce oluşturacağı söylenebilir. Kitap konusu itibariyle üstün teknolojiyle oluşturulan muhtemel bir sistemi ele aldığından okuyucunun düşünme yetisini zorlayan, zihinsel etkinliklerle anlamlandırabileceği bir alan oluşturmaktadır. Özer de konunun başlangıçta düşünce dünyasını tarumar ettiğini, anlamlı insan kontrolünün olmadığı böyle bir sistemin var olabileceğinin mümkün gelmediğini ancak teknolojik gelişmeler ışığında geliştirilebileceklerini kabul ettiğini belirtmiştir. Söz konusu eser, alanında yazılmış nadir eserlerden olması ve muhtemel gelecekte yüzleşeceğimiz/yüzleşmek zorunda kalacağımız sorunlara işaret ettiğinden büyük önem atfed","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"8 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140725616","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-03-24DOI: 10.52273/sduhfd..1434543
Cannur Ercan
Gebelik sırasında ya da çok daha öncesinde gebelik planlanmasında takip ve rutin kontrollerin gerçekleştirilmesi için hekimlere başvurulmaktadır. Bu kontrollerle amaçlanan, gebeliğin seyrinin sağlıklı olup olmadığı, fetüste sağlık sorunları varsa buna karşı neler yapılabileceğinin belirlenmesidir. En nihayetinde kişilik hakkı kapsamında aile planlamasına ilişkin olarak hukuki çerçevede rahim tahliyesine karar verilip veril(e)meyeceği meselesi gündeme gelecektir. Oldukça riskli, fakat bir o kadar da olağan bir biyolojik süreç olan gebelikte, bahsi geçen olasılıklar ancak uzman bir hekim tarafından değerlendirilerek ortaya konulabilecektir. Dolayısıyla söz konusu prenatal tanı testleri gebe kadın tarafından ister kabul edilecek ister reddedilecek olsun işlem öncesinde gebe kadının hekim tarafından doğru kapsam ve içerikle aydınlatılmış olması gerekmektedir. Çalışmamızda buna ilişkin meseleler üzerinde durulacaktır. Hekimin aydınlatma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle hukuki sorumluluğu meselesinin bir bütün olarak hakkıyla ele alınması, bu kapsamdaki bir çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. Çalışmanın konusu hekimin buna ilişkin hukuki sorumluluğunun çıkış noktası olarak prenatal tanı yöntemleri hakkında aydınlatma yükümlülüğü ile sınırlandırılmıştır. Çalışmada ayrıca hekimin genel anlamda aydınlatma yükümlülüğüne de yer verilmiştir. Uygulamada ayrıca bazı hekimlerin kendini hukuki sorumluluk bakımından garanti altına almak için her gebede gerekmediği halde gebe kadının iradesine tesir ederek fetüs bakımından riskli bir süreç olan amniyosentezi neredeyse rutin olarak uyguladığı görülmektedir. Böylece tabiri caizse kehanet kendini olumsuz anlamda gerçekleştirmekte; hekim, hukuki sorumluluktan kendini kurtarmak isterken bunun tam ortasında bulmaktadır. Değinilen gerekçeler, meselenin güncelliği nedeniyle yeniden ele alınması gereksinimi doğurmaktadır.
{"title":"Prenatal Tanı Yöntemleri Hakkında Hekimin Aydınlatma Yükümlülüğü","authors":"Cannur Ercan","doi":"10.52273/sduhfd..1434543","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1434543","url":null,"abstract":"Gebelik sırasında ya da çok daha öncesinde gebelik planlanmasında takip ve rutin kontrollerin gerçekleştirilmesi için hekimlere başvurulmaktadır. Bu kontrollerle amaçlanan, gebeliğin seyrinin sağlıklı olup olmadığı, fetüste sağlık sorunları varsa buna karşı neler yapılabileceğinin belirlenmesidir. En nihayetinde kişilik hakkı kapsamında aile planlamasına ilişkin olarak hukuki çerçevede rahim tahliyesine karar verilip veril(e)meyeceği meselesi gündeme gelecektir. Oldukça riskli, fakat bir o kadar da olağan bir biyolojik süreç olan gebelikte, bahsi geçen olasılıklar ancak uzman bir hekim tarafından değerlendirilerek ortaya konulabilecektir. Dolayısıyla söz konusu prenatal tanı testleri gebe kadın tarafından ister kabul edilecek ister reddedilecek olsun işlem öncesinde gebe kadının hekim tarafından doğru kapsam ve içerikle aydınlatılmış olması gerekmektedir. Çalışmamızda buna ilişkin meseleler üzerinde durulacaktır. \u0000 \u0000Hekimin aydınlatma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle hukuki sorumluluğu meselesinin bir bütün olarak hakkıyla ele alınması, bu kapsamdaki bir çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. Çalışmanın konusu hekimin buna ilişkin hukuki sorumluluğunun çıkış noktası olarak prenatal tanı yöntemleri hakkında aydınlatma yükümlülüğü ile sınırlandırılmıştır. Çalışmada ayrıca hekimin genel anlamda aydınlatma yükümlülüğüne de yer verilmiştir. Uygulamada ayrıca bazı hekimlerin kendini hukuki sorumluluk bakımından garanti altına almak için her gebede gerekmediği halde gebe kadının iradesine tesir ederek fetüs bakımından riskli bir süreç olan amniyosentezi neredeyse rutin olarak uyguladığı görülmektedir. Böylece tabiri caizse kehanet kendini olumsuz anlamda gerçekleştirmekte; hekim, hukuki sorumluluktan kendini kurtarmak isterken bunun tam ortasında bulmaktadır. Değinilen gerekçeler, meselenin güncelliği nedeniyle yeniden ele alınması gereksinimi doğurmaktadır.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":" 73","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-24","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140385960","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-02-28DOI: 10.52273/sduhfd..1436465
Muhammed Emre Tulay
Ülkemiz ve dünyadaki istatistiki veriler ile uluslararası hukukta atılan yasal adımlara bakıldığında kamuoyunda oluşan haklı beklentiyi karşılamak ve nihayetinde kişilerin huzurlu bir hayat sürme hakkını korumak adına, 12.5.2022 tarih ve 7406 sayılı Kanunla birlikte TCK m. 123/A altında ısrarlı takip suçu, Türk hukuk sisteminde yerini almıştır. TCK’da hürriyete karşı suçlar altında konumlandırılan bu yeni düzenleme, suçun yapısal unsurları bakımından değerlendirmeye muhtaçtır. Bu noktada fail ve mağdurun kimler olabileceği, seçimlik hareketlerin yorumu, kastın kapsamı, onunla bağlantılı şekilde hata kurumunun yansımaları ve suçun özel görünüş şekilleri ayrı ayrı incelenmelidir. Konu analizinde Alman Ceza Kanunu 238. maddesinde yer alan düzenleme ve ilgili norm hakkındaki doktrin görüşlerinden de istifade edilmiştir. Alman Hukukunda 2007 yılında yasada yerini alan normatif düzenlemenin 2017 ve 2021 tarihli değişikliklerle revize edilmesi, kanun koyucunun tercihlerinde gözlemlenen değişiklikler de kanunlar arası mukayeseyi önemli kılmaktadır. TCK m. 123/A hükmünün henüz 2022 tarihinde hukuk sistemine giren yeni bir norm olması ve ısrarlı takibin sözlü davranışın tipik hareketin parçası olduğu cinsel taciz, tehdit, hakaret gibi suçlarla birlikte işlenebilme olasılığı karşısında, maddi ceza hukuku perspektifinden yaptığımız hukuki analizlerin Türk hukuk doktrinine katkı sunması ve uygulamaya yol göstermesi umut edilmektedir.
{"title":"Israrlı Takip Suçunun Suç Teorisi ile Uyumu Üzerine Bir Değerlendirme","authors":"Muhammed Emre Tulay","doi":"10.52273/sduhfd..1436465","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1436465","url":null,"abstract":"Ülkemiz ve dünyadaki istatistiki veriler ile uluslararası hukukta atılan yasal adımlara bakıldığında kamuoyunda oluşan haklı beklentiyi karşılamak ve nihayetinde kişilerin huzurlu bir hayat sürme hakkını korumak adına, 12.5.2022 tarih ve 7406 sayılı Kanunla birlikte TCK m. 123/A altında ısrarlı takip suçu, Türk hukuk sisteminde yerini almıştır. TCK’da hürriyete karşı suçlar altında konumlandırılan bu yeni düzenleme, suçun yapısal unsurları bakımından değerlendirmeye muhtaçtır. Bu noktada fail ve mağdurun kimler olabileceği, seçimlik hareketlerin yorumu, kastın kapsamı, onunla bağlantılı şekilde hata kurumunun yansımaları ve suçun özel görünüş şekilleri ayrı ayrı incelenmelidir. Konu analizinde Alman Ceza Kanunu 238. maddesinde yer alan düzenleme ve ilgili norm hakkındaki doktrin görüşlerinden de istifade edilmiştir. Alman Hukukunda 2007 yılında yasada yerini alan normatif düzenlemenin 2017 ve 2021 tarihli değişikliklerle revize edilmesi, kanun koyucunun tercihlerinde gözlemlenen değişiklikler de kanunlar arası mukayeseyi önemli kılmaktadır. TCK m. 123/A hükmünün henüz 2022 tarihinde hukuk sistemine giren yeni bir norm olması ve ısrarlı takibin sözlü davranışın tipik hareketin parçası olduğu cinsel taciz, tehdit, hakaret gibi suçlarla birlikte işlenebilme olasılığı karşısında, maddi ceza hukuku perspektifinden yaptığımız hukuki analizlerin Türk hukuk doktrinine katkı sunması ve uygulamaya yol göstermesi umut edilmektedir.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"112 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-02-28","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140422448","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-01-20DOI: 10.52273/sduhfd..1401385
Hayri Bozgeyi̇k, Yakup Maci̇t
Türkiye ile AB arasındaki üyelik süreci Ortaklık Anlaşması ile başlamış ve zaman içinde önemli aşamalar kat edilmiştir. Bu ilişki sonraki süreçte tam üyeliği de kapsayacak şekilde devam etmiştir. Siyasi nedenlerle inişli ve çıkışlı bir seyir izlese de bu ilişki genel olarak olumlu yönde ilerlemiştir. Bu kapsamda Türkiye’nin AB'ye üye olma hedefi doğrultusunda birçok farklı alanda düzenleme yapılmıştır. Marka hukuku alanında yapılan düzenlemeler de bu kapsamdadır. Böylece Türkiye için küresel ticarette rekabet edecek bir marka hukuku sisteminin oluşturulması amaçlanmıştır. Çalışmamızda öncelikle AB marka hukukunun gelişim süreci, ardından Türkiye’de marka hukuku alanında yaşanan gelişmeler ele alınacaktır. İlerleyen bölümde AB ve bazı Avrupa ülkelerinin marka hukuku alanındaki gelişmeler ile bunların Türk Marka hukuku üzerindeki yasal ve yargısal uygulamalar üzerindeki etkileri incelenecektir.
{"title":"TÜRK MARKA HUKUKUNUN AB HUKUKU İLE OLAN İLİŞKİSİ","authors":"Hayri Bozgeyi̇k, Yakup Maci̇t","doi":"10.52273/sduhfd..1401385","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1401385","url":null,"abstract":"Türkiye ile AB arasındaki üyelik süreci Ortaklık Anlaşması ile başlamış ve zaman içinde önemli aşamalar kat edilmiştir. Bu ilişki sonraki süreçte tam üyeliği de kapsayacak şekilde devam etmiştir. Siyasi nedenlerle inişli ve çıkışlı bir seyir izlese de bu ilişki genel olarak olumlu yönde ilerlemiştir. Bu kapsamda Türkiye’nin AB'ye üye olma hedefi doğrultusunda birçok farklı alanda düzenleme yapılmıştır. Marka hukuku alanında yapılan düzenlemeler de bu kapsamdadır. Böylece Türkiye için küresel ticarette rekabet edecek bir marka hukuku sisteminin oluşturulması amaçlanmıştır. Çalışmamızda öncelikle AB marka hukukunun gelişim süreci, ardından Türkiye’de marka hukuku alanında yaşanan gelişmeler ele alınacaktır. İlerleyen bölümde AB ve bazı Avrupa ülkelerinin marka hukuku alanındaki gelişmeler ile bunların Türk Marka hukuku üzerindeki yasal ve yargısal uygulamalar üzerindeki etkileri incelenecektir.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"8 6","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139524011","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-01-07DOI: 10.52273/sduhfd..1336867
Nusret Alper Pazarcikli
Avrupa savcılığı, Avrupa Birliğinin mali çıkarlarına yönelik işlenen suçlar bakımından her bir üye devletin kendi bünyesindeki soruşturma birimlerinin yürüteceği soruşturmaların etkin ve süratli yürütülemeyeceği endişesiyle kurulmuştur. Eurojust ise Avrupa Birliği üye Devletleri arasında yargısal anlamda hızlı bilgi aktarım ağını tesis adına kurulmuştur. Avrupa Birliğinin bu iki biriminin amacı neredeyse aynıdır. Zira Avrupa savcılığının kuruluşunda da kurumun Eurojust’tan ayrılarak kurulduğunun belirtilmesi, her iki kurumun amaçlarının aynı olduğunu göstermektedir. Ancak Eurojust üye ülkelerin yargı yerleri arasında yatay bir işbirliğini öngörürken Avrupa savcılığı dikey bir işbirliğini öngörmektedir. Bu nedenle her iki birim arasında işleyiş yönünden farklılıklar vardır. Bu iki birimin arasında hiyerarşik anlamda da bir bağ yoktur; zira iki birim birbirinden bağımsız faaliyet gösterir. Eurojust ile Avrupa Savcılığı arasındaki ilişki bir çatışma değil işbirliği ilişkisidir. Düzenlemelere baktığımızda Avrupa savcılığının bilhassa Avrupa Birliğinin Mali Bütünlüğüne yönelik örgütlü ve sınıraşan suçlarda daha etkin bir rolü olsa da Eurojust’un da birliğe üye olmayan devletlerle olan anlaşması, öncelikli kullanım yetkisine sahip olduğu ağlar ve başka bir takım yetkileri dikkate alındığında her iki birimin birbirini tamamlayıcı özelliği bulunmaktadır. Bu makalemizde Avrupa birliğinin bu iki birimi arasındaki işbirliği ilişkisini aktaracağız.
{"title":"Avrupa Savcılığı ile Eurojust Arasındaki İşbirliği İlişkisi","authors":"Nusret Alper Pazarcikli","doi":"10.52273/sduhfd..1336867","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1336867","url":null,"abstract":"Avrupa savcılığı, Avrupa Birliğinin mali çıkarlarına yönelik işlenen suçlar bakımından her bir üye devletin kendi bünyesindeki soruşturma birimlerinin yürüteceği soruşturmaların etkin ve süratli yürütülemeyeceği endişesiyle kurulmuştur. Eurojust ise Avrupa Birliği üye Devletleri arasında yargısal anlamda hızlı bilgi aktarım ağını tesis adına kurulmuştur. Avrupa Birliğinin bu iki biriminin amacı neredeyse aynıdır. Zira Avrupa savcılığının kuruluşunda da kurumun Eurojust’tan ayrılarak kurulduğunun belirtilmesi, her iki kurumun amaçlarının aynı olduğunu göstermektedir. Ancak Eurojust üye ülkelerin yargı yerleri arasında yatay bir işbirliğini öngörürken Avrupa savcılığı dikey bir işbirliğini öngörmektedir. Bu nedenle her iki birim arasında işleyiş yönünden farklılıklar vardır. Bu iki birimin arasında hiyerarşik anlamda da bir bağ yoktur; zira iki birim birbirinden bağımsız faaliyet gösterir. Eurojust ile Avrupa Savcılığı arasındaki ilişki bir çatışma değil işbirliği ilişkisidir. Düzenlemelere baktığımızda Avrupa savcılığının bilhassa Avrupa Birliğinin Mali Bütünlüğüne yönelik örgütlü ve sınıraşan suçlarda daha etkin bir rolü olsa da Eurojust’un da birliğe üye olmayan devletlerle olan anlaşması, öncelikli kullanım yetkisine sahip olduğu ağlar ve başka bir takım yetkileri dikkate alındığında her iki birimin birbirini tamamlayıcı özelliği bulunmaktadır. Bu makalemizde Avrupa birliğinin bu iki birimi arasındaki işbirliği ilişkisini aktaracağız.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"28 19","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-07","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139448749","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-11DOI: 10.52273/sduhfd..1375949
Ahmet Ulutaş
Terörle küresel ve bölgesel mücadelede başarının, tek tek devletlerin yürütecekleri mücadeleyle elde edilemeyeceği tespiti dile getirilmektedir. Bu bağlamda, sıklıkla sınır aşan veçheleriyle karşımıza çıkan terörün, özellikle insan ve finans kaynaklarının kurutulması, önem taşımaktadır. Bu noktada, devletler arasında yakın işbirliği ihtiyacı, terör suçlarında, diğer suçlara nazaran çok daha fazla hissedilmektedir. Bu amaçla küresel düzeyde özellikle Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde, bölgesel düzeyde ise Avrupa Konseyi (AK) nezdinde çok sayıda sözleşme ve ek protokol kabul edilmiştir. Bununla birlikte, bugün itibarıyla terörden zarar gören devletlere, diğer devletler tarafından yeterince destek sağlandığını ve anılan sözleşmelerin lafzı ve ruhunda yer alan dayanışma duygusuyla hareket edildiğini söylemek pek mümkün gözükmemektedir. İşte bu noktada, bilhassa 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD’nin önemli ölçüde başı çekmesiyle BM Güvenlik Konseyi tarafından küresel düzeyde bağlayıcı kararlar alınmış ve üye ülkeler nezdinde etkin bir şekilde uygulanması istenilmiştir. Bu bağlamda, Avrupa Birliği de (AB) esas itibarıyla bölgesel bir örgüt olarak terörle mücadele konusunda özellikle 2001 yılından sonra, aldığı önlemleri artırarak dünyanın geri kalanına ayak uydurmak istemiştir. Bu çalışmada, esas itibarıyla AB Genel Mahkemesi’nin 14 Aralık 2022 tarihinde açıkladığı “T 182/21 sayılı Kurdistan Workers’ Party (PKK) v Council of the European Union Kararı” ele alınarak incelenmiştir. Bu yapılırken de öncelikle, anılan karar sürecinden önce PKK tarafından, kısıtlayıcı tedbirler öngören ve terör örgütü listesine dahil eden AB tasarrufları aleyhine yakın tarihte açılmış ve sonuçlanmış davalar hakkında tarihsel perspektiften özlü bilgi sunulacaktır. Bu sayede hem süreç hakkında bilgi verilmesi hem söz konusu kararın mahiyetinin daha iyi kavranılması ve anılan kararların Türkiye bakımından önemine işaret edilmesi amaçlanmıştır.
{"title":"AB Genel Mahkemesi’nin 14 Aralık 2022 Tarihli PKK Kararı’nın Uluslararası Hukuk ve AB Hukuku Perspektifinden Değerlendirilmesi","authors":"Ahmet Ulutaş","doi":"10.52273/sduhfd..1375949","DOIUrl":"https://doi.org/10.52273/sduhfd..1375949","url":null,"abstract":"Terörle küresel ve bölgesel mücadelede başarının, tek tek devletlerin yürütecekleri mücadeleyle elde edilemeyeceği tespiti dile getirilmektedir. Bu bağlamda, sıklıkla sınır aşan veçheleriyle karşımıza çıkan terörün, özellikle insan ve finans kaynaklarının kurutulması, önem taşımaktadır. Bu noktada, devletler arasında yakın işbirliği ihtiyacı, terör suçlarında, diğer suçlara nazaran çok daha fazla hissedilmektedir. Bu amaçla küresel düzeyde özellikle Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde, bölgesel düzeyde ise Avrupa Konseyi (AK) nezdinde çok sayıda sözleşme ve ek protokol kabul edilmiştir. Bununla birlikte, bugün itibarıyla terörden zarar gören devletlere, diğer devletler tarafından yeterince destek sağlandığını ve anılan sözleşmelerin lafzı ve ruhunda yer alan dayanışma duygusuyla hareket edildiğini söylemek pek mümkün gözükmemektedir. İşte bu noktada, bilhassa 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD’nin önemli ölçüde başı çekmesiyle BM Güvenlik Konseyi tarafından küresel düzeyde bağlayıcı kararlar alınmış ve üye ülkeler nezdinde etkin bir şekilde uygulanması istenilmiştir. Bu bağlamda, Avrupa Birliği de (AB) esas itibarıyla bölgesel bir örgüt olarak terörle mücadele konusunda özellikle 2001 yılından sonra, aldığı önlemleri artırarak dünyanın geri kalanına ayak uydurmak istemiştir. Bu çalışmada, esas itibarıyla AB Genel Mahkemesi’nin 14 Aralık 2022 tarihinde açıkladığı “T 182/21 sayılı Kurdistan Workers’ Party (PKK) v Council of the European Union Kararı” ele alınarak incelenmiştir. Bu yapılırken de öncelikle, anılan karar sürecinden önce PKK tarafından, kısıtlayıcı tedbirler öngören ve terör örgütü listesine dahil eden AB tasarrufları aleyhine yakın tarihte açılmış ve sonuçlanmış davalar hakkında tarihsel perspektiften özlü bilgi sunulacaktır. Bu sayede hem süreç hakkında bilgi verilmesi hem söz konusu kararın mahiyetinin daha iyi kavranılması ve anılan kararların Türkiye bakımından önemine işaret edilmesi amaçlanmıştır.","PeriodicalId":510856,"journal":{"name":"Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi","volume":"54 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-11","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139183681","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}