One feature distinguishing the fiqh madhhabs (sects) that emerged in Islamic history from each other is their theological and philosophical views. When the jurisprudence of the madhhabs is analysed, it is seen that the practical rulings emerge according to a particular theological and philosophical background. For example, the ontological background of the Ḥanafīs is reflected in their views on property, which one of the most fundamental issues of law. They considered existence from a material point of view. They did not accept the benefits that do not have a material existence and that arise depending on the substance of material assets as property in law. What is not property cannot be damaged. Therefore, it cannot be compensated. The Ḥanafīs adhered to their ontological principles to maintain their legal consistency. However, these principles caused some problems to arise over time. Although they overcame these problems with the principle of necessity, this was not enough to eliminate the problem. This problem came to the agenda even in the last periods of the Ottoman Empire. However, there was a new systematics in the field of law then. The issue was dealt with in the articles of law, not in the theoretical texts in which the accumulated knowledge of the madhhab was transmitted. The ontological principles of the Ḥanafīs were distributed to many areas of law within the new system. However, in the last period of the Ottoman Empire and contemporary studies, only the part of the subject reflected in the law of obligations has been addressed. However, areas such as the Press Law and the Penal Code seem to have been ignored, as well. When the other legal texts are analysed, a situation different from that in Med̲j̲elle stands out. The Press Law and the Penal Code had already done what the Med̲j̲elle commissions could do much later. In these laws, things that do not exist in material terms are legally recognized as property.
{"title":"Is The Intangible Compensated? The Problem of Compensation for Intangibles in Ḥanafī Madhhab and Late Ottoman Law","authors":"Muhammed Emin Kizilay","doi":"10.33460/beuifd.1376211","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1376211","url":null,"abstract":"One feature distinguishing the fiqh madhhabs (sects) that emerged in Islamic history from each other is their theological and philosophical views. When the jurisprudence of the madhhabs is analysed, it is seen that the practical rulings emerge according to a particular theological and philosophical background. For example, the ontological background of the Ḥanafīs is reflected in their views on property, which one of the most fundamental issues of law. They considered existence from a material point of view. They did not accept the benefits that do not have a material existence and that arise depending on the substance of material assets as property in law. What is not property cannot be damaged. Therefore, it cannot be compensated. The Ḥanafīs adhered to their ontological principles to maintain their legal consistency. However, these principles caused some problems to arise over time. Although they overcame these problems with the principle of necessity, this was not enough to eliminate the problem. This problem came to the agenda even in the last periods of the Ottoman Empire. However, there was a new systematics in the field of law then. The issue was dealt with in the articles of law, not in the theoretical texts in which the accumulated knowledge of the madhhab was transmitted. The ontological principles of the Ḥanafīs were distributed to many areas of law within the new system. However, in the last period of the Ottoman Empire and contemporary studies, only the part of the subject reflected in the law of obligations has been addressed. However, areas such as the Press Law and the Penal Code seem to have been ignored, as well. When the other legal texts are analysed, a situation different from that in Med̲j̲elle stands out. The Press Law and the Penal Code had already done what the Med̲j̲elle commissions could do much later. In these laws, things that do not exist in material terms are legally recognized as property.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"12 7","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139187370","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Mehmet Aktaş’ın 2021 yılında neşredilen Tanım veya Hakikat: Cüveynî’nin Kelâm Sisteminin Analizi başlıklı çalışması, Cüveynî’nin (ö. 478/1085) eserlerinden hareketle, hâlleri kabul eden Eş‘arî kelâmcıların savunduğu kelâmî tanım anlayışını ortaya koymaktadır. Aktaş, kelâmî tanım anlayışının, felsefî tümellerden farklı bir yapıya sahip kelâmî tümel modeli olan hâllerle oluşturulduğunu, cevher-araz katmanında realizm, nesneler katmanında ise nominalizm iddialarını barındırdığını ve bu anlayışa sahip Cüveynî’nin yarı/kısmî özcü şeklinde nitelendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Aktaş’ın çalışması, Aristotelesçi tanım teorisine alternatif bir teori olan kelâmî tanım teorisini açığa çıkarması ve bu teorinin niçin öne sürüldüğüne cevap vermesi bakımından mantık felsefesi çalışmaları için yeni bir alana işaret etmektedir.
{"title":"Kelâmî Mantık Çalışmaları Mantık Felsefesi İçin Ne Anlam İfade Eder?","authors":"Emrah Alağaş","doi":"10.33460/beuifd.1384242","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1384242","url":null,"abstract":"Mehmet Aktaş’ın 2021 yılında neşredilen Tanım veya Hakikat: Cüveynî’nin Kelâm Sisteminin Analizi başlıklı çalışması, Cüveynî’nin (ö. 478/1085) eserlerinden hareketle, hâlleri kabul eden Eş‘arî kelâmcıların savunduğu kelâmî tanım anlayışını ortaya koymaktadır. Aktaş, kelâmî tanım anlayışının, felsefî tümellerden farklı bir yapıya sahip kelâmî tümel modeli olan hâllerle oluşturulduğunu, cevher-araz katmanında realizm, nesneler katmanında ise nominalizm iddialarını barındırdığını ve bu anlayışa sahip Cüveynî’nin yarı/kısmî özcü şeklinde nitelendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Aktaş’ın çalışması, Aristotelesçi tanım teorisine alternatif bir teori olan kelâmî tanım teorisini açığa çıkarması ve bu teorinin niçin öne sürüldüğüne cevap vermesi bakımından mantık felsefesi çalışmaları için yeni bir alana işaret etmektedir.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"16 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-11-29","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139211810","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Dinî literatüre göre Allah’ın isimleri ve sıfatları yaratıcı ile kulun münasebetinin ilk basamağı kabul edilebilir. Bu münasebeti anlayabilmek, Allah’ı tanıyıp bilmek, ona yaklaşmak ve ondan istimdat için esmâ-i hüsnâ vasıta kılınabilir. Sırf bu yönüyle bile esmâ-i hüsnânın ele alınması, insanın hakikat arayışına ve kâinatla yaratıcısı arasındaki bağı anlamasına katkı sağlamak adına mühimdir. Öteden beri esmâ-i hüsnânın okunması ve ezberlenmesinin fazilet ve teberrüküne işaret edildiği gibi, anlamlarıyla birlikte öğrenilmesi ve kavranmasına da önem gösterilmiştir. Nitekim her bir isim sahip olduğu hassaya göre kâinatta ve insanda çeşitli tecellilerin zuhuruna sebebiyet vermiştir/vermektedir. Dolayısıyla her dönemde müminler esmâ-i hüsnâ ile sadece ibadet etmemiş, varlıklarını ve yaratılış gayelerini anlamlandırmaya yönelik sorulara uygun cevapları da bu isimlerin mana âleminde bulmuşlardır. Türk edebiyatında zaman içerisinde zengin bir literatüre dönüşen esmâ-i hüsnâ şerhleri, tevhîd ve münâcâtlardan sonra, doğrudan Allah’a dair edebî türlerin üçüncüsü olarak yerini almıştır. İnanan insanın teveccühü ve ihtiyaçları çerçevesinde, Allah’ın isim ve sıfatlarına dayanarak telif edilen türlerden “esmâ-i hüsnâ şerhleri” edebiyatımızda hemen her dönem rağbet görmüştür. Bu bağ-lamda çalışmamız Osmanlı Devleti’nin son devrini ve Cumhuriyet’in ilk yıllarını görmüş, hem devlet hizmetlerinde hem de matbuat âleminde çeşitli faaliyetlerde bulunmuş olan İzmirli Bıçakçızâde İsmail Hakkı Bey’i (1862-1950) ve onun 1936’da kaleme aldığı Esmâü’l-Hüsnâ’nın Nazmen Tefsîri adlı manzum esmâ-i hüsnâ şerhini konu edinmektedir. Aynı zamanda şair olan İsmail Hakkı Bey çok yönlü ve velut kimliğine rağmen, tanınmışlığı mahdut kalmış bir isimdir. Mezkûr eseri ise harf inkılabından sonra Arap alfabesiyle yazıldığı bilinen ve üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamış ilk Türkçe manzum esmâ-i hüsnâ şerhidir. Bu çalışmamızda öncelikle İsmail Hakkı Bey’in hayatı ve eserleri hak-kında bilgi verilmiş, akabinde esmâ-i hüsnâ şerhinin müellif nüshasına dayalı tahlili yapılarak metni neşredilmiştir.
{"title":"Bıçakçızâde İsmail Hakkı ve Manzum Esmâ-i Hüsnâ Şerhi","authors":"Kübra Yilmaz","doi":"10.33460/beuifd.1371908","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1371908","url":null,"abstract":"Dinî literatüre göre Allah’ın isimleri ve sıfatları yaratıcı ile kulun münasebetinin ilk basamağı kabul edilebilir. Bu münasebeti anlayabilmek, Allah’ı tanıyıp bilmek, ona yaklaşmak ve ondan istimdat için esmâ-i hüsnâ vasıta kılınabilir. Sırf bu yönüyle bile esmâ-i hüsnânın ele alınması, insanın hakikat arayışına ve kâinatla yaratıcısı arasındaki bağı anlamasına katkı sağlamak adına mühimdir. Öteden beri esmâ-i hüsnânın okunması ve ezberlenmesinin fazilet ve teberrüküne işaret edildiği gibi, anlamlarıyla birlikte öğrenilmesi ve kavranmasına da önem gösterilmiştir. Nitekim her bir isim sahip olduğu hassaya göre kâinatta ve insanda çeşitli tecellilerin zuhuruna sebebiyet vermiştir/vermektedir. Dolayısıyla her dönemde müminler esmâ-i hüsnâ ile sadece ibadet etmemiş, varlıklarını ve yaratılış gayelerini anlamlandırmaya yönelik sorulara uygun cevapları da bu isimlerin mana âleminde bulmuşlardır. Türk edebiyatında zaman içerisinde zengin bir literatüre dönüşen esmâ-i hüsnâ şerhleri, tevhîd ve münâcâtlardan sonra, doğrudan Allah’a dair edebî türlerin üçüncüsü olarak yerini almıştır. İnanan insanın teveccühü ve ihtiyaçları çerçevesinde, Allah’ın isim ve sıfatlarına dayanarak telif edilen türlerden “esmâ-i hüsnâ şerhleri” edebiyatımızda hemen her dönem rağbet görmüştür. Bu bağ-lamda çalışmamız Osmanlı Devleti’nin son devrini ve Cumhuriyet’in ilk yıllarını görmüş, hem devlet hizmetlerinde hem de matbuat âleminde çeşitli faaliyetlerde bulunmuş olan İzmirli Bıçakçızâde İsmail Hakkı Bey’i (1862-1950) ve onun 1936’da kaleme aldığı Esmâü’l-Hüsnâ’nın Nazmen Tefsîri adlı manzum esmâ-i hüsnâ şerhini konu edinmektedir. Aynı zamanda şair olan İsmail Hakkı Bey çok yönlü ve velut kimliğine rağmen, tanınmışlığı mahdut kalmış bir isimdir. Mezkûr eseri ise harf inkılabından sonra Arap alfabesiyle yazıldığı bilinen ve üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamış ilk Türkçe manzum esmâ-i hüsnâ şerhidir. Bu çalışmamızda öncelikle İsmail Hakkı Bey’in hayatı ve eserleri hak-kında bilgi verilmiş, akabinde esmâ-i hüsnâ şerhinin müellif nüshasına dayalı tahlili yapılarak metni neşredilmiştir.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"15 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-11-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139236519","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Memlükler dönemi (1250-1517) Mısır, özellikle Moğol istilası sonrasında âlimlerin göç ettiği, büyük ilim adamlarının yetiştiği münbit bir coğrafya haline gelmiştir. Bu vaziyet, Osmanlıların (1299-1922) bölgeyi fetihleri sonrasındaki valiler döneminde de bir müddet devam etmiştir. İlgili süreç içerisinde âlimler, hacimli külliyât eser-ler telif etmişler, erken dönemlerden kendi dönemlerine kadar rivâyet-dirâyet üs-lubunca ilim geleneğini sürdürerek sonraki nesillere aktarmışlardır. Bu hacimli an-siklopedik teliflerden birisi de Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî eş-Şâmî’nin (ö. 942/1536) ömrünün son zamanlarında tamamladığı Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ibâd adlı Hz. Muhammed (s) konulu devasa eserdir. Eser, Hz. Peygamber’i tüm yönleriyle ele aldığı için delâil, siyer-meğâzî, şemâil, hasâis, mu‘cizât, fezâil ve biyografiler, tıbb-ı Nebevî gibi alanlarda rivayetler ve zengin bilgiler içermektedir. Aynı zamanda müellif Şâmî, kendi dönemine kadar telif edilmiş geniş bir edebiyat-tan yararlanarak onlara atıflarda bulunmuştur. Bu kadar şümullü bir kaynaktan ya-rarlanması, eserde Arap diline ait önemli nazım ve nesir metinleri ihtiva etmesini sonuçlandırmış böylece değişik temalarda mebzul miktarda Arap şiiri eserde yer almıştır. Ayrıca eser rivayet-dirayet üslubuyla mevcut muhtelif metinleri içerme-sinden ötürü üslûp bakımından câlibi dikkattir. Bu bağlamda rivayetçilik, tasvirîlik, tematik şiir anlatımları, ilmîlik, öğreticilik, açıklayıcılık, kantlayıcılık ve destansı-lık müellifin benimsediği belli anlatım üsluplarıdır. Ayrıca eserde eyyâmü’l-Arab ve siyer-meğâzî anlatımlarına bolca yer verilmesi siyer-tarih metinlerinin Arap diliyle münasebetinin irdelenmesini gerektirmiştir. Eserde gramer analizlerinin yapılması ve her konu sonunda müfredât ve sözlük kısımlarının oluşturulması onu orijinal kı-lan hususiyetlerdendir. Böylece modern dönemde dil vb. eğitim setlerinde ve de muhtelif bilimsel eserlerde müfredat bölümleri oluşturan eserlere öncülük yapmış-tır. Müellif Şâmî’nin kaleme aldığı Sübülü’l-hüdâ adlı eser, içerdiği edebî metinler ve Arap diline dair müfredâtlar, tahlil ve analizler bakımından kıymet ifade eden ve araştırılması gereken bir eserdir. Ayrıca müellifinin Arap diline dair müellefâtının olması, eserinde onlara atıflarda bulunması da müellifin siyer ve tarih âlimi olma-sının yanında önemli bir Arap dilcisi olduğunun ispatı mahiyetindedir.
{"title":"Şâmî’nin Sübülü’l-Hüdâ Adlı Eserinde Anlatım Üslupları ve Arap Dili Kaynakları","authors":"M. Sezer","doi":"10.33460/beuifd.1352163","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1352163","url":null,"abstract":"Memlükler dönemi (1250-1517) Mısır, özellikle Moğol istilası sonrasında âlimlerin göç ettiği, büyük ilim adamlarının yetiştiği münbit bir coğrafya haline gelmiştir. Bu vaziyet, Osmanlıların (1299-1922) bölgeyi fetihleri sonrasındaki valiler döneminde de bir müddet devam etmiştir. İlgili süreç içerisinde âlimler, hacimli külliyât eser-ler telif etmişler, erken dönemlerden kendi dönemlerine kadar rivâyet-dirâyet üs-lubunca ilim geleneğini sürdürerek sonraki nesillere aktarmışlardır. Bu hacimli an-siklopedik teliflerden birisi de Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî eş-Şâmî’nin (ö. 942/1536) ömrünün son zamanlarında tamamladığı Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ibâd adlı Hz. Muhammed (s) konulu devasa eserdir. Eser, Hz. Peygamber’i tüm yönleriyle ele aldığı için delâil, siyer-meğâzî, şemâil, hasâis, mu‘cizât, fezâil ve biyografiler, tıbb-ı Nebevî gibi alanlarda rivayetler ve zengin bilgiler içermektedir. Aynı zamanda müellif Şâmî, kendi dönemine kadar telif edilmiş geniş bir edebiyat-tan yararlanarak onlara atıflarda bulunmuştur. Bu kadar şümullü bir kaynaktan ya-rarlanması, eserde Arap diline ait önemli nazım ve nesir metinleri ihtiva etmesini sonuçlandırmış böylece değişik temalarda mebzul miktarda Arap şiiri eserde yer almıştır. Ayrıca eser rivayet-dirayet üslubuyla mevcut muhtelif metinleri içerme-sinden ötürü üslûp bakımından câlibi dikkattir. Bu bağlamda rivayetçilik, tasvirîlik, tematik şiir anlatımları, ilmîlik, öğreticilik, açıklayıcılık, kantlayıcılık ve destansı-lık müellifin benimsediği belli anlatım üsluplarıdır. Ayrıca eserde eyyâmü’l-Arab ve siyer-meğâzî anlatımlarına bolca yer verilmesi siyer-tarih metinlerinin Arap diliyle münasebetinin irdelenmesini gerektirmiştir. Eserde gramer analizlerinin yapılması ve her konu sonunda müfredât ve sözlük kısımlarının oluşturulması onu orijinal kı-lan hususiyetlerdendir. Böylece modern dönemde dil vb. eğitim setlerinde ve de muhtelif bilimsel eserlerde müfredat bölümleri oluşturan eserlere öncülük yapmış-tır. Müellif Şâmî’nin kaleme aldığı Sübülü’l-hüdâ adlı eser, içerdiği edebî metinler ve Arap diline dair müfredâtlar, tahlil ve analizler bakımından kıymet ifade eden ve araştırılması gereken bir eserdir. Ayrıca müellifinin Arap diline dair müellefâtının olması, eserinde onlara atıflarda bulunması da müellifin siyer ve tarih âlimi olma-sının yanında önemli bir Arap dilcisi olduğunun ispatı mahiyetindedir.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"49 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-11-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139272294","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Öz İslami ilimlerin telifinde birçok farklı yöntem takip edilmiştir. Bunlardan biri de “ihti-sar” yöntemidir. Bu yöntemle telif edilen eserler genel olarak “muhtasar” eserler diye şöhret bulmuştur. Ayrıntıya girmeden konuları kısa ve özlü biçimde ele alan eserlere muhtasar dendiği gibi hacimli bir eserin özetlenmiş şekline de muhtasar denmektedir. Dil ilimlerinde erken dönemlerden itibaren başlamış olan ihtisar yöntemi belâgat il-minde de bu ilmin bağımsız bir ilme dönüşmesinden itibaren varlığını sürdürmüştür. Belâgat ilminde ilk ihtisar çalışması, Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Delâilü’l-i‘câz fî dirâye-ti’l-îcâz ve Esrâru’l-belâga adlı eserlerinin konularını yeniden tertip ve tasnif ederek özetleyen Fahreddin Râzî’nin Nihâyetü’l-i ‘câz fî dirâyeti’l-îcâz adlı eseri kabul edilir. Ancak bu ilimdeki ihtisar çalışmaları daha çok Sekkâkî’nin Miftâhu’l-‘ulûm’unun belâgata dair üçüncü bölümü etrafında yoğunlaşmıştır. Miftâhu’l-‘ulûm üzerine birçok ihtisar çalışması yapılmış olmakla birlikte bu esrin ilk muhtasarı İbnü’n-Nâzım diye meşhur olan Bedreddin b. Malik’in el-Mısbâh adlı eseridir. Bu çalışmada belâgat il-minde ihtisar geleneği hakkında giriş mahiyetinde kısaca bilgi verilecek ardından da Bedreddin b. Malik’in el-Mısbâh adlı eseri özelinde belâgat ilminde ihtisar geleneğinin artı ve eksileri irdelenmeye çalışılacaktır. Bu çerçevede ilgili eserin ana metin olan Miftâhu’l-‘ulûm’da yaptığı ihtisarlar, ziyadeler, kolaylaştırmalar ve bu eserin tertibinde yaptığı değişiklikler gibi durumlar ele alınacaktır. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı ihti-sar geleneğinin bir tekrardan ibaret olduğu ve ait olduğu ilim dalına bir katkı yapmadı-ğı eleştirilerine haklılık payı irdelenmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Arap Dili ve Belâgati, İhtisar, Sekkâkî, Bedreddin b. Malik, miftâhu’l-‘ulûm, el-Mısbâh Ana Fikir: Belâgat ilminde bir telif yöntemi olan "ihtisâr"ın eskinin tekrarından ibaret olmayıp bu ilme katkılarının delilleri. Öne Çıkanlar: 1. Belâgat ilminde ihtisar yöntemi diğer ilimlere göre daha geç dönem-lerde başlamıştır. 2. Belâgat ilminde ihtisar faaliyetleri Sekkâkî'nin Miftâhu'l-'ulûm adlı esri etrafında yoğunlaşmıştır. 3. Miftâhu'l-ulûm'un ilk muhtasarı Bereddin b. Malik'in el-Mısbâh adlı eseri, en meş-hur muhtasarı ise Kazvînî'nin Telhîsu'l-Miftâh'ıdır. 4. el-Mısbâh ilim dünyasında hayli ilgi görmüş kendisinden sonra bu alanda telif edilen birçok esere kaynaklık etmiştir. 5. el-Mısbâh mücerred bir özetleme değildir. Buna ek olarak ana metnin tertibinde yaptığı değişiklik ve ziyadeler başta olmak üzere alana birçok katkı sunmuştur.
{"title":"The Tradition of Abridgement in Rhetoric: Example of al-Miṣbāḥ fī ikhtiṣār al-Miftāḥ","authors":"Hüseyin Arslan","doi":"10.33460/beuifd.1369504","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1369504","url":null,"abstract":"Öz İslami ilimlerin telifinde birçok farklı yöntem takip edilmiştir. Bunlardan biri de “ihti-sar” yöntemidir. Bu yöntemle telif edilen eserler genel olarak “muhtasar” eserler diye şöhret bulmuştur. Ayrıntıya girmeden konuları kısa ve özlü biçimde ele alan eserlere muhtasar dendiği gibi hacimli bir eserin özetlenmiş şekline de muhtasar denmektedir. Dil ilimlerinde erken dönemlerden itibaren başlamış olan ihtisar yöntemi belâgat il-minde de bu ilmin bağımsız bir ilme dönüşmesinden itibaren varlığını sürdürmüştür. Belâgat ilminde ilk ihtisar çalışması, Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Delâilü’l-i‘câz fî dirâye-ti’l-îcâz ve Esrâru’l-belâga adlı eserlerinin konularını yeniden tertip ve tasnif ederek özetleyen Fahreddin Râzî’nin Nihâyetü’l-i ‘câz fî dirâyeti’l-îcâz adlı eseri kabul edilir. Ancak bu ilimdeki ihtisar çalışmaları daha çok Sekkâkî’nin Miftâhu’l-‘ulûm’unun belâgata dair üçüncü bölümü etrafında yoğunlaşmıştır. Miftâhu’l-‘ulûm üzerine birçok ihtisar çalışması yapılmış olmakla birlikte bu esrin ilk muhtasarı İbnü’n-Nâzım diye meşhur olan Bedreddin b. Malik’in el-Mısbâh adlı eseridir. Bu çalışmada belâgat il-minde ihtisar geleneği hakkında giriş mahiyetinde kısaca bilgi verilecek ardından da Bedreddin b. Malik’in el-Mısbâh adlı eseri özelinde belâgat ilminde ihtisar geleneğinin artı ve eksileri irdelenmeye çalışılacaktır. Bu çerçevede ilgili eserin ana metin olan Miftâhu’l-‘ulûm’da yaptığı ihtisarlar, ziyadeler, kolaylaştırmalar ve bu eserin tertibinde yaptığı değişiklikler gibi durumlar ele alınacaktır. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı ihti-sar geleneğinin bir tekrardan ibaret olduğu ve ait olduğu ilim dalına bir katkı yapmadı-ğı eleştirilerine haklılık payı irdelenmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Arap Dili ve Belâgati, İhtisar, Sekkâkî, Bedreddin b. Malik, miftâhu’l-‘ulûm, el-Mısbâh Ana Fikir: Belâgat ilminde bir telif yöntemi olan \"ihtisâr\"ın eskinin tekrarından ibaret olmayıp bu ilme katkılarının delilleri. Öne Çıkanlar: 1. Belâgat ilminde ihtisar yöntemi diğer ilimlere göre daha geç dönem-lerde başlamıştır. 2. Belâgat ilminde ihtisar faaliyetleri Sekkâkî'nin Miftâhu'l-'ulûm adlı esri etrafında yoğunlaşmıştır. 3. Miftâhu'l-ulûm'un ilk muhtasarı Bereddin b. Malik'in el-Mısbâh adlı eseri, en meş-hur muhtasarı ise Kazvînî'nin Telhîsu'l-Miftâh'ıdır. 4. el-Mısbâh ilim dünyasında hayli ilgi görmüş kendisinden sonra bu alanda telif edilen birçok esere kaynaklık etmiştir. 5. el-Mısbâh mücerred bir özetleme değildir. Buna ek olarak ana metnin tertibinde yaptığı değişiklik ve ziyadeler başta olmak üzere alana birçok katkı sunmuştur.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"142 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-11-14","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139276599","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Yüce Allah insanları doğru yola iletmek üzere gönderdiği peygamberlere kendi dönemlerine uygun bir takım mucizeler vermiştir. Son peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (sas) döneminde belâgat ve fesâhatin ileri seviyede olduğu için kendisine, bir sûresinin hatta bir âyetinin benzerini bile getirmede insanların ve cinlerin aciz kaldıkları mu‘ciz kelâm Kur’an-ı Kerim indirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması ve Cenab-ı Hakk’ın murâdının ortaya konulması için İslam’ın bidayetinden günümüze değin birçok tefsir yazılmıştır. Yazılan bu tefsirlerin bir kısmı Kur’an-ı Kerim’in fıkhî, içtimâî, tasavvufi vb. yönünü ele alırken diğer bir kısmı da edebî ve i‘câz yönünü incelemiştir. Kur’an-ı Kerim’in edebî inceliklerini araştıran eserlerin bir kısmı bunu Kur’an-ı Kerim’in tamamı veya bazı sûreleri ekseninde gerçekleştirirken bir kısmı da tek bir âyeti merkeze alıp o âyette var olan edebî unsurları ortaya koymaya çalışmıştır. Bu alana matuf çalışmalardan biri de 18. yüzyıl Osmanlı müelliflerinden Ömer b. Ali el-İspirî’nin kaleme aldığı er-Risâletü’l-cûdiyye adlı eseridir. Erzurum’un İspir kasabasında dünyaya gelen Ömer b. Ali el-İspirî ilk eğitimini memleketinde tamamlamıştır. Ardından İstanbul’a giden İspirî burada Seyyid Mürtezâ ve Akkirmânî gibi dönemin önde gelen âlimlerinden dersler almıştır. Uzun yıllar Fatih Medresesi’nde müderrislik görevinde bulunan İspirî bir taraftan eğitim-öğretim faaliyeti ile meşgul olurken diğer taraftan da eser telifini ihmal etmemiştir. Kırka yakın telifi bulunan İspirî’nin kaleme aldığı eserlerden biri de er-Risâletü’l-cûdiyye adlı eseridir. İspirî bu risâlede, edebî inceliklerine değindiği Hûd sûresinin 44. âyetini ilmü’l-beyân, ilmü’l-me‘ânî, el-fesâhatü’l-lafziyye ve elfesâhatü’l-ma‘neviyye açısından açıklamaya çalışmıştır. Ömer b. Ali el-İspirî ve er-Risâletü’l-cûdiyye adlı eserinin konu edildiği bu çalışmada önce İspirî’nin hayatına ve eserlerine yer verilmiş, ardından zikri geçen eseri nüshaları, konusu, kaynakları, metodu vb. açılardan incelenmiştir.
全能的真主曾赋予他派遣的先知一些奇迹,以引导人们走上正确的道路。在先知穆罕默德(愿主赐福之,并使其平安)时期,他作为最后一位先知被派遣,《古兰经》因为他的高超口才而降示给他,《古兰经》的降示是人类和精灵都无法带来类似于苏拉(sûrah)甚至经文的奇迹。为了理解《古兰经》并揭示全能的真主的旨意,从伊斯兰教诞生之初到今天,人们已经写了很多塔夫西尔(tafsirs)。其中一些塔夫论著涉及《古兰经》的法学、社会学、神秘学等方面,而另一些则研究文学和 i'jaz 方面。一些研究《古兰经》文学精妙之处的作品是以整部《古兰经》或某些章节为轴心进行研究的,而另一些作品则试图通过关注单节经文来揭示其中的文学元素。这一领域的作品之一是 18 世纪奥斯曼作家之一 Ömer b. Ali al-Ispirī 撰写的 al-Risālat al-jūdiyya。Ömer b. Ali al-Ispirî 出生于埃尔祖鲁姆的伊斯皮尔镇,在家乡完成了小学教育。之后,他前往伊斯坦布尔,师从当时的著名学者赛义德-穆尔泰扎(Sayyid Mürtezā)和阿基尔马尼(Akkirmānī)。İspirî 曾在法提赫伊斯兰学校 (Fatih Madrasah) 担任穆德里斯 (muderris) 多年,在忙于教育和培训活动的同时,他也不忘创作自己的作品。伊斯皮里有近四十部作品,其中一部是《al-Risālat al-jūdiyya》。在这篇论文中,伊斯皮里试图从 ilm al-bayān、ilm al-ma'ānī、al-fasāhat al-lafziyya 和 al-fasāhat al-ma'neviyya 的角度来解释《胡德经》第 44 节经文,其中他谈到了该经文在文学上的微妙之处。在这篇关于欧麦尔-本-阿里-伊斯提里及其作品《al-Risālat al-jūdiyya》的研究中,首先介绍了伊斯提里的生平和作品,然后从抄本、主题、来源、方法等方面分析了上述作品。
{"title":"Umar b. Ali al-Ispiri and his study named er-Risâletü’l-cûdiyye","authors":"Osman Bostan","doi":"10.33460/beuifd.1283848","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1283848","url":null,"abstract":"Yüce Allah insanları doğru yola iletmek üzere gönderdiği peygamberlere kendi dönemlerine uygun bir takım mucizeler vermiştir. Son peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (sas) döneminde belâgat ve fesâhatin ileri seviyede olduğu için kendisine, bir sûresinin hatta bir âyetinin benzerini bile getirmede insanların ve cinlerin aciz kaldıkları mu‘ciz kelâm Kur’an-ı Kerim indirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması ve Cenab-ı Hakk’ın murâdının ortaya konulması için İslam’ın bidayetinden günümüze değin birçok tefsir yazılmıştır. Yazılan bu tefsirlerin bir kısmı Kur’an-ı Kerim’in fıkhî, içtimâî, tasavvufi vb. yönünü ele alırken diğer bir kısmı da edebî ve i‘câz yönünü incelemiştir. Kur’an-ı Kerim’in edebî inceliklerini araştıran eserlerin bir kısmı bunu Kur’an-ı Kerim’in tamamı veya bazı sûreleri ekseninde gerçekleştirirken bir kısmı da tek bir âyeti merkeze alıp o âyette var olan edebî unsurları ortaya koymaya çalışmıştır. Bu alana matuf çalışmalardan biri de 18. yüzyıl Osmanlı müelliflerinden Ömer b. Ali el-İspirî’nin kaleme aldığı er-Risâletü’l-cûdiyye adlı eseridir. Erzurum’un İspir kasabasında dünyaya gelen Ömer b. Ali el-İspirî ilk eğitimini memleketinde tamamlamıştır. Ardından İstanbul’a giden İspirî burada Seyyid Mürtezâ ve Akkirmânî gibi dönemin önde gelen âlimlerinden dersler almıştır. Uzun yıllar Fatih Medresesi’nde müderrislik görevinde bulunan İspirî bir taraftan eğitim-öğretim faaliyeti ile meşgul olurken diğer taraftan da eser telifini ihmal etmemiştir. Kırka yakın telifi bulunan İspirî’nin kaleme aldığı eserlerden biri de er-Risâletü’l-cûdiyye adlı eseridir. İspirî bu risâlede, edebî inceliklerine değindiği Hûd sûresinin 44. âyetini ilmü’l-beyân, ilmü’l-me‘ânî, el-fesâhatü’l-lafziyye ve elfesâhatü’l-ma‘neviyye açısından açıklamaya çalışmıştır. Ömer b. Ali el-İspirî ve er-Risâletü’l-cûdiyye adlı eserinin konu edildiği bu çalışmada önce İspirî’nin hayatına ve eserlerine yer verilmiş, ardından zikri geçen eseri nüshaları, konusu, kaynakları, metodu vb. açılardan incelenmiştir.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"38 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139348939","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Çağdaş dünyada sosyal medya, bireylerin dinî kimliklerinin oluşturulması, şekillendirilmesi, sürdürülmesinde ve ifade edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu araştırmanın amacı, Müslüman olan Japonların yeni dinî kimliklerinin oluşturulmasında ve sürdürülmesinde sosyal medyanın ne kadar etkili olduğunu ve aynı şekilde Japon Müslümanların yeni dinî inançlarını beyan etmek ve açıklamak için sosyal medyayı ne ölçüde kullandıklarını incelemektir. Makale Japonya’da iki buçuk yıla yakın yürütülen saha çalışmasının verilerine dayanmaktadır. Nitel araştırma veri toplama yöntemleri olan yarı yapılandırılmış mülakat, katılımcı gözlem ve saha notlarına başvurulmuştur. Mülakatlar, kartopu ve amaçlı örneklem metotları ile ulaşılan ve yaşları 19 ile 81 arası değişen 32 kadın 30 erkek toplam 62 kişi ile yapılmıştır. Çeşitli cami, mescit ve derneklerin etkinliklerine katılmak suretiyle Japon Müslümanlar ile iletişime devam ederek gözlemler yapılmış ve saha notları tutulmuştur. Hedef, sosyal medya ve dinî kimlik konusunun Japon Müslümanların deneyimleri özelinde ne anlam ifade ettiğini anlamak olduğu için veriler fenomenolojik bir bakış açısıyla incelenmiştir. Araştırmada, sosyal medyanın Japonların Müslüman kimliği ile karşılaşma ve bu kimliğin oluşumu üzerine fazla bir rolü olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte, azınlık olan ve Japonya’nın muhtelif bölgelerine dağılmış ve başka türlü bir araya gelmeleri kolaylıkla mümkün olmayacak Japon Müslümanların birbirleriyle ve göçmen Müslümanlar ile bağlantılar kurarak dinî kimliklerini şekillendirme, sürdürme ve meşrulaştırmasında sosyal medyanın son derece mühim bir rolü bulunmaktadır. Öte yandan, sosyal medya Japon Müslümanların yeni dinî kimliklerini kendi toplumlarına beyan etmek için sık başvurdukları bir araç değildir.
{"title":"Yeni Dinî Kimlik Oluşum, Şekillenme ve İfade Etme Aşamalarında Sosyal Medyanın Rolü: Japon Müslümanlar Örneği","authors":"Elif Büşra Kocalan","doi":"10.33460/beuifd.1101617","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1101617","url":null,"abstract":"Çağdaş dünyada sosyal medya, bireylerin dinî kimliklerinin oluşturulması, şekillendirilmesi, sürdürülmesinde ve ifade edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu araştırmanın amacı, Müslüman olan Japonların yeni dinî kimliklerinin oluşturulmasında ve sürdürülmesinde sosyal medyanın ne kadar etkili olduğunu ve aynı şekilde Japon Müslümanların yeni dinî inançlarını beyan etmek ve açıklamak için sosyal medyayı ne ölçüde kullandıklarını incelemektir. Makale Japonya’da iki buçuk yıla yakın yürütülen saha çalışmasının verilerine dayanmaktadır. Nitel araştırma veri toplama yöntemleri olan yarı yapılandırılmış mülakat, katılımcı gözlem ve saha notlarına başvurulmuştur. Mülakatlar, kartopu ve amaçlı örneklem metotları ile ulaşılan ve yaşları 19 ile 81 arası değişen 32 kadın 30 erkek toplam 62 kişi ile yapılmıştır. Çeşitli cami, mescit ve derneklerin etkinliklerine katılmak suretiyle Japon Müslümanlar ile iletişime devam ederek gözlemler yapılmış ve saha notları tutulmuştur. Hedef, sosyal medya ve dinî kimlik konusunun Japon Müslümanların deneyimleri özelinde ne anlam ifade ettiğini anlamak olduğu için veriler fenomenolojik bir bakış açısıyla incelenmiştir. Araştırmada, sosyal medyanın Japonların Müslüman kimliği ile karşılaşma ve bu kimliğin oluşumu üzerine fazla bir rolü olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte, azınlık olan ve Japonya’nın muhtelif bölgelerine dağılmış ve başka türlü bir araya gelmeleri kolaylıkla mümkün olmayacak Japon Müslümanların birbirleriyle ve göçmen Müslümanlar ile bağlantılar kurarak dinî kimliklerini şekillendirme, sürdürme ve meşrulaştırmasında sosyal medyanın son derece mühim bir rolü bulunmaktadır. Öte yandan, sosyal medya Japon Müslümanların yeni dinî kimliklerini kendi toplumlarına beyan etmek için sık başvurdukları bir araç değildir.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"49 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122698015","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İlk devirlerden itibaren Müslümanlar nezdinde kadılık görevini ancak liyakat sahibi kimselerin yerine getirebileceği prensipte benimsenmiş, kadıların yeterli ölçüde hukuk bilgisine ve melekesine sahip kimseler arasından seçilmesine özen gösterilmiş, bunu temin için medreseler kurulmuştur. Kadıların kazâî saha dışında idarî yapıda da etkin olduğu Osmanlı Devleti’nde medrese sistemi daha da geliştirilmiş, yüksek öğretim veren Sahn ve Süleymaniye medreseleri kurulmuş, hukukçular bu müesseselerin mezunları arasından atanmıştır. Zamanla bir çeşit stajyerlik mahiyetinde olan mülâzemet sistemi de uygulamaya konulmuş, görevini hakkıyla yapacak kimselerin kadı olarak seçilebilmesini temin için birçok tedbir alınmış, düzenlemeler yapılmıştır. Bunlar arasında bilhassa imtihanlar liyakatlı adayların belirlenmesinin en önemli yollarından biri olarak görülmüştür. Tanzimat’tan sonra ise sistemde köklü değişiklikler gerçekleştirilmiş, kadı atamalarında imtihana neticelerinin esas alınmasına dayanan yeni bir derecelendirme usulü uygulamaya konulmuştur. Kadı yetiştiren okullar kurulmuş, bu okullara girişte, tahsil esnasında ve mezuniyette oldukça ciddi şekilde yapıldığı anlaşılan imtihanlar icrâ edilmiştir. İmtihanlar hiç şüphesiz ölçme ve değerlendirme faaliyetinin en esaslı unsurudur. Ölçme ve değerlendirme, eğitim sürecinin birçok bileşeni ile ilgili fikir veren bir basamaktır ve müfredat, değerlendirme kriterleri, ilkelerin koruması gibi hususlarla yakından ilişkilidir. Bu makalenin konusunu Osmanlı Devleti’nde kadılar için yapılan imtihanlar teşkil etmektedir. Günümüzde Osmanlı dönemi eğitim sisteminin ve kazâ teşkilatının işleyişine dair pek çok eser ve makale bulunmakla birlikte, bu konuyu müstakil olarak ele alan çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu makalede, kadılık mesleğine giriş süreci ve tayin kriterleri ile alakalı olması açısından önem arz eden bu konu etraflı bir şekilde incelenmiş, kadı adaylarına uygulanan imtihanlar hakkında bilgi vermek amaçlanmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde Tanzimat’a kadar olan dönemde, ikinci bölümünde Tanzimat sonrasında kadılar için yapılan imtihanlar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde 19. yüzyılda kadı okullarında en ağırlıklı ders olan Dürer dersi ile Filibeli Halil Fevzi Efendi tarafından Dürerü’l-hükkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm’dan hazırlanıp 1867’de risale olarak neşredilen imtihan sorularının tercümesi yapılmış, muhtevası tanıtılarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Çalışmanın son kısmında ise bu imtihanın soruları ile cevaplarının tercümesi yer almaktadır.
{"title":"Osmanlı’da Kadılar İçin Yapılan İmtihanlar ve 19. Yüzyıldan Bir İmtihan Örneği: Filibeli Halil Fevzi Efendi’nin Risale-i İmtihâniye fî Bâb-i Bey‘i’l-fâsid mine’d-Dürer’i","authors":"E. Di̇nç","doi":"10.33460/beuifd.1177661","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1177661","url":null,"abstract":"İlk devirlerden itibaren Müslümanlar nezdinde kadılık görevini ancak liyakat sahibi kimselerin yerine getirebileceği prensipte benimsenmiş, kadıların yeterli ölçüde hukuk bilgisine ve melekesine sahip kimseler arasından seçilmesine özen gösterilmiş, bunu temin için medreseler kurulmuştur. Kadıların kazâî saha dışında idarî yapıda da etkin olduğu Osmanlı Devleti’nde medrese sistemi daha da geliştirilmiş, yüksek öğretim veren Sahn ve Süleymaniye medreseleri kurulmuş, hukukçular bu müesseselerin mezunları arasından atanmıştır. Zamanla bir çeşit stajyerlik mahiyetinde olan mülâzemet sistemi de uygulamaya konulmuş, görevini hakkıyla yapacak kimselerin kadı olarak seçilebilmesini temin için birçok tedbir alınmış, düzenlemeler yapılmıştır. Bunlar arasında bilhassa imtihanlar liyakatlı adayların belirlenmesinin en önemli yollarından biri olarak görülmüştür. Tanzimat’tan sonra ise sistemde köklü değişiklikler gerçekleştirilmiş, kadı atamalarında imtihana neticelerinin esas alınmasına dayanan yeni bir derecelendirme usulü uygulamaya konulmuştur. Kadı yetiştiren okullar kurulmuş, bu okullara girişte, tahsil esnasında ve mezuniyette oldukça ciddi şekilde yapıldığı anlaşılan imtihanlar icrâ edilmiştir. \u0000İmtihanlar hiç şüphesiz ölçme ve değerlendirme faaliyetinin en esaslı unsurudur. Ölçme ve değerlendirme, eğitim sürecinin birçok bileşeni ile ilgili fikir veren bir basamaktır ve müfredat, değerlendirme kriterleri, ilkelerin koruması gibi hususlarla yakından ilişkilidir. \u0000Bu makalenin konusunu Osmanlı Devleti’nde kadılar için yapılan imtihanlar teşkil etmektedir. Günümüzde Osmanlı dönemi eğitim sisteminin ve kazâ teşkilatının işleyişine dair pek çok eser ve makale bulunmakla birlikte, bu konuyu müstakil olarak ele alan çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu makalede, kadılık mesleğine giriş süreci ve tayin kriterleri ile alakalı olması açısından önem arz eden bu konu etraflı bir şekilde incelenmiş, kadı adaylarına uygulanan imtihanlar hakkında bilgi vermek amaçlanmıştır. \u0000Çalışmanın birinci bölümünde Tanzimat’a kadar olan dönemde, ikinci bölümünde Tanzimat sonrasında kadılar için yapılan imtihanlar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde 19. yüzyılda kadı okullarında en ağırlıklı ders olan Dürer dersi ile Filibeli Halil Fevzi Efendi tarafından Dürerü’l-hükkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm’dan hazırlanıp 1867’de risale olarak neşredilen imtihan sorularının tercümesi yapılmış, muhtevası tanıtılarak değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Çalışmanın son kısmında ise bu imtihanın soruları ile cevaplarının tercümesi yer almaktadır.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115794580","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kur'ân'da farklı şekillerde okunmasına izin verilen kıraat vecihleriyle ilgili ehemmiyetli konuların başında kıraat farklılıklarının ne ile önemli ölçüde bir alakası bulunduğu mevzusu gelmektedir. İster kelimelerin telaffuz keyfiyetinde olsun ister bunların mushaf hattında ve sahâbenin hususi mushaflarında yazılış biçiminde olsun, kıraat farklılıklarıyla alakası olan bazı temel konular bulunmaktadır. Bunlardan biri, kıraat vecihlerinin lehçe farklılıklarıyla alakasıdır. Zira Arap kabilelerinden farklı lehçelerle konuşanların tamamı aynı telaffuz kabiliyetine sahip değillerdi. Kur'ân kelimelerinin seslendirilme şekli de lehçelere göre farklılık gösterebilmekteydi. Bu realiteden hareketle, muhatapların Kur'ân okurken zorlanmamaları için lehçe temelli bazı değişik okuyuşlara müsaade edilmiştir. Fakat bu farklılıklar vahiyle belirlenmiştir. Arap lehçelerine dayanan kıraatlerden seslendirme şekli ile alakalı olan bu çeşit kıraat farklılıkları aynı manayı ifade etmektedir. Lehçe temelli olduğu halde sarf ve nahivle alakalı olan az sayıdaki bazı kıraatlerde ise mana farklılığına rastlanmaktadır. Kıraat farklılıklarıyla ilgili konulardan bir diğeri de kıraatlerin mushaf hattıyla alakasıdır. Ümmetin ihtilafa düşmesini önlemek amacıyla Hz. Osman (r.a), sahâbeden oluşan bir heyete mushafı yazdırmıştır. Bu istinsah, arza-i ahîre ve nesh edilmeyen kıraatler esas alınarak yapılmıştır. Resmü’l-mushafın farklı okumalara imkân tanıması için istinsah edilen bu mushaflar, noktasız ve harekesiz bırakılmıştır. Nesh edilmeyen ancak farklı yazılması gereken kıraat vecihleri ise değişik beldelere gönderilen mushaflar arasında dağıtılmıştır. Mushaflara dağıtılan bu çeşit kıraat farklılıkları arasında mana farkı bulunsa da bunlar birbirlerini değişik açılardan desteklemektedir. Kıraat farklılıklarıyla ilgili başka bir konu da sahâbe mushaflarında bulunan bazı okuyuş farklılıklarıdır. Bunlar mushaf hattına uymadıklarından şâz kabul edilmiş ve sadece tefsir amaçlı kullanılmıştır. Araştırmamızda kıraat vecihlerinin lehçe farklılıkları, mushaf hattı ve sahâbe mushaflarıyla alakasının açıklığa kavuşturulması amaçlanmaktadır.
{"title":"Arap Lehçeleri ve Mushaf Hattı ile İrtibatı Açısından Kıraat Farklılıkları","authors":"Yunus İşeri̇","doi":"10.33460/beuifd.1103873","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1103873","url":null,"abstract":"Kur'ân'da farklı şekillerde okunmasına izin verilen kıraat vecihleriyle ilgili ehemmiyetli konuların başında kıraat farklılıklarının ne ile önemli ölçüde bir alakası bulunduğu mevzusu gelmektedir. İster kelimelerin telaffuz keyfiyetinde olsun ister bunların mushaf hattında ve sahâbenin hususi mushaflarında yazılış biçiminde olsun, kıraat farklılıklarıyla alakası olan bazı temel konular bulunmaktadır. Bunlardan biri, kıraat vecihlerinin lehçe farklılıklarıyla alakasıdır. Zira Arap kabilelerinden farklı lehçelerle konuşanların tamamı aynı telaffuz kabiliyetine sahip değillerdi. Kur'ân kelimelerinin seslendirilme şekli de lehçelere göre farklılık gösterebilmekteydi. Bu realiteden hareketle, muhatapların Kur'ân okurken zorlanmamaları için lehçe temelli bazı değişik okuyuşlara müsaade edilmiştir. Fakat bu farklılıklar vahiyle belirlenmiştir. Arap lehçelerine dayanan kıraatlerden seslendirme şekli ile alakalı olan bu çeşit kıraat farklılıkları aynı manayı ifade etmektedir. Lehçe temelli olduğu halde sarf ve nahivle alakalı olan az sayıdaki bazı kıraatlerde ise mana farklılığına rastlanmaktadır. Kıraat farklılıklarıyla ilgili konulardan bir diğeri de kıraatlerin mushaf hattıyla alakasıdır. Ümmetin ihtilafa düşmesini önlemek amacıyla Hz. Osman (r.a), sahâbeden oluşan bir heyete mushafı yazdırmıştır. Bu istinsah, arza-i ahîre ve nesh edilmeyen kıraatler esas alınarak yapılmıştır. Resmü’l-mushafın farklı okumalara imkân tanıması için istinsah edilen bu mushaflar, noktasız ve harekesiz bırakılmıştır. Nesh edilmeyen ancak farklı yazılması gereken kıraat vecihleri ise değişik beldelere gönderilen mushaflar arasında dağıtılmıştır. Mushaflara dağıtılan bu çeşit kıraat farklılıkları arasında mana farkı bulunsa da bunlar birbirlerini değişik açılardan desteklemektedir. Kıraat farklılıklarıyla ilgili başka bir konu da sahâbe mushaflarında bulunan bazı okuyuş farklılıklarıdır. Bunlar mushaf hattına uymadıklarından şâz kabul edilmiş ve sadece tefsir amaçlı kullanılmıştır. Araştırmamızda kıraat vecihlerinin lehçe farklılıkları, mushaf hattı ve sahâbe mushaflarıyla alakasının açıklığa kavuşturulması amaçlanmaktadır.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"7 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115661225","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Futbol günümüzde çok büyük kitlelerin takip ettiği ve binlerce kişinin istihdam edildiği profesyonel sportif etkinlik olarak yaygınlaşmış bir olgudur. Bu sporu icra edenler arasında İslami hassasiyeti bulunan pek çok futbolcu, şeri kurallara uygun olarak hareket etmek istemekte, örneğin inançlarına aykırı olduğu için birtakım sembolleri içeren formaları giymek istemeyebilmektedir. Bundan dolayı bu oyuncuların kulüple yapmış oldukları sözleşmelerin içeriği ve tarafların öne sürdükleri şartların hukuki durumunun ele alınması önem arz etmektedir. Çünkü hayatın akışı içerisindeki insanın tüm eylemlerinin İslam hukuku açısından ya olumlu ya da olumsuz şekilde bir karşılığı vardır. Profesyonel futbolcu ve kulüp arasında yapılan anlaşmanın hukuki niteliği; futbolcunun sözleşmedeki statüsü; sözleşmedeki cezai şartların varlığı; faiz, kumar, ahlaka ve İslami öğretilere aykırı şartların durumu gibi meseleler fıkhi olarak incelenmesi gereken önemli konulardandır. Bunun yanı sıra “futbolcu alım satımı” veya “kiralanması” gibi ifadelerin kullanımın hem insan hakları bakımından hem de hukuk bakımından ne kadar doğru olduğu araştırmaya konu edilecektir. Bu makalede temel olarak kulüp ile futbolcu arasında yapılan “Profesyonel Futbolcu Sözleşmesi”nin içerik ve hükümlerinin ne ölçüde İslam hukukuyla örtüştüğü sorusuna cevap aranmaktadır. Bunun için konu genel olarak iki başlık altında, sırasıyla profesyonel futbolcu sözleşmesi genel hatlarıyla ele alınacak daha sonra bunun fıkhi değerlendirilmesi yapılmaya çalışılacaktır. Böylece İslami hassasiyetleri olan futbolcuların yaptıkları sözleşmelerde İslam hukuku açısından neyin problem olduğundan haberdar olmaları, önemli bir farkındalık yaratacağı ve futbolcuları ona göre hareket etmeye teşvik edeceği umulmaktadır.
{"title":"Profesyonel Futbolcu Sözleşmesinin İslam Hukuku Açısından Analizi","authors":"Cemal Kalkan, Yunus Akyüz","doi":"10.33460/beuifd.1189834","DOIUrl":"https://doi.org/10.33460/beuifd.1189834","url":null,"abstract":"Futbol günümüzde çok büyük kitlelerin takip ettiği ve binlerce kişinin istihdam edildiği profesyonel sportif etkinlik olarak yaygınlaşmış bir olgudur. Bu sporu icra edenler arasında İslami hassasiyeti bulunan pek çok futbolcu, şeri kurallara uygun olarak hareket etmek istemekte, örneğin inançlarına aykırı olduğu için birtakım sembolleri içeren formaları giymek istemeyebilmektedir. Bundan dolayı bu oyuncuların kulüple yapmış oldukları sözleşmelerin içeriği ve tarafların öne sürdükleri şartların hukuki durumunun ele alınması önem arz etmektedir. Çünkü hayatın akışı içerisindeki insanın tüm eylemlerinin İslam hukuku açısından ya olumlu ya da olumsuz şekilde bir karşılığı vardır. Profesyonel futbolcu ve kulüp arasında yapılan anlaşmanın hukuki niteliği; futbolcunun sözleşmedeki statüsü; sözleşmedeki cezai şartların varlığı; faiz, kumar, ahlaka ve İslami öğretilere aykırı şartların durumu gibi meseleler fıkhi olarak incelenmesi gereken önemli konulardandır. Bunun yanı sıra “futbolcu alım satımı” veya “kiralanması” gibi ifadelerin kullanımın hem insan hakları bakımından hem de hukuk bakımından ne kadar doğru olduğu araştırmaya konu edilecektir. Bu makalede temel olarak kulüp ile futbolcu arasında yapılan “Profesyonel Futbolcu Sözleşmesi”nin içerik ve hükümlerinin ne ölçüde İslam hukukuyla örtüştüğü sorusuna cevap aranmaktadır. Bunun için konu genel olarak iki başlık altında, sırasıyla profesyonel futbolcu sözleşmesi genel hatlarıyla ele alınacak daha sonra bunun fıkhi değerlendirilmesi yapılmaya çalışılacaktır. Böylece İslami hassasiyetleri olan futbolcuların yaptıkları sözleşmelerde İslam hukuku açısından neyin problem olduğundan haberdar olmaları, önemli bir farkındalık yaratacağı ve futbolcuları ona göre hareket etmeye teşvik edeceği umulmaktadır.","PeriodicalId":395377,"journal":{"name":"BEÜ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ","volume":"61 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129361304","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}