Son yıllarda D2 edinimi üzerine yapılan çalışmalar, son aşamadaki dilbilgisinde arakesitle ilgili özelliklerin nasıl edinildiğine odaklanmaktadır. Bu temanın bir parçası olarak ortaya atılan Arakesit Varsayımı (Sorace & Filiaci, 2006; Sorace, 2011) D1 ve D2’lere bakmaksızın, sözdizim-söylem arakesitinin edinilmesinin özellikle zor olduğunu iddia etmektedir. Diğer taraftan, Tam Aktarım / Tam Erişim Varsayımı (Schwartz & Sprouse, 1996) ise D2 ediniminin D1 tarafından sınırlandırıldığını ve ED’nin doğrudan erişilebileceğini tahmin etmektedir. Bu çalışma, sözdizimin söylemsel bilgiyle eşlendiği bir alanda D1 aktarımının işlemsel olup olmadığını anlamak için, bu varsayımları D2 Türkçedeki boş ve dolu öznelerin edinimi üzerinden test etmektedir. Bu da, bağlamsal dilbilgisellik yargı testi kullanılarak, ileri düzeyde Türkçe edinen ana dili Korece ve Japonca konuşurlar (n=27) üzerine yapılan bir çalışmayla test edilmiştir. Bu testte, katılımcılardan okumuş oldukları bağlamlı tümcelerin söylemsel açıdan uygun olup olmadığına karar vermeleri istenmiştir (her bir koşul için n=4). İlk iki koşulda boş ve dolu özne kullanımına yönelik söylemsel sınırlılıklar (konu devamı ve konu değişimi) ihlal edilmemişken, söylemsel açıdan uygun olmayan boş ve dolu özne yapıları yaratan son iki koşul ise bu sınırlılıkları ihlal etmiştir. Testin sonuçları D2 konuşurlarının boş ve dolu özne dağılımının söylemsel özelliklerini edinemediklerini ortaya koymuştur. Boş ve dolu özne dağılımını yöneten aynı sınırlılıklar hem D1 hem de D2’de bulunduğu için, bu bulgu sözdizim-söylem arakesitinde D1 aktarımının işlemsel olmadığını ileri sürmektedir; bu da bu Arkesit Varsayımın ileri sürdüğü gibi arakesitteki özelliklerin edinilemeyeceği iddiasıyla örtüşmektedir.
近年来,D2生成的工作集中在如何在最后一步的语言中提取概率的特征上。兴趣版本(Sorace&Filiaci,2006;Sorace,2011)似乎是该主题的一部分,声称查看D1和D2特别困难,并且实施了中断过程。另一方面,完全传输/完全访问版本(Schwartz&Sprouse,1996)假设D2受D1的限制,并且ED可以直接访问。为了了解D1移交是否在我的话与积极信息一致的地区进行,考虑到D2土耳其的缺席和全部特征,对这些假设进行了检验。这已经通过一项使用相关语言学试验对主要土耳其语和日语(n=27)进行的研究进行了测试。在这个测试中,要求他们从参与者身上阅读的附件决定它们是否间接合适(每个条件n=4)。伊尔克·伊基·库尔达bo什韦-多卢özne kullanımına yönelik söylemsel sınırlılıklar。测试结果表明,D2会话不具有空自分配和满自分配的积极特征。支配自由和完全自我分配的相同限制在D1和D2中都存在,这表明D1的交易不是在非语言交流过程中处理的;这个Archetic假设证明了梯度的性质不能尽可能远。
{"title":"D1 Aktarımı Sözdizim-Söylem Ara Kesitinde İşlemsel Mi? Boş ve Dolu Öznelerin D2 Türkçede Edinimi","authors":"Oktay Çınar","doi":"10.32600/huefd.1061445","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1061445","url":null,"abstract":"Son yıllarda D2 edinimi üzerine yapılan çalışmalar, son aşamadaki dilbilgisinde arakesitle ilgili özelliklerin nasıl edinildiğine odaklanmaktadır. Bu temanın bir parçası olarak ortaya atılan Arakesit Varsayımı (Sorace & Filiaci, 2006; Sorace, 2011) D1 ve D2’lere bakmaksızın, sözdizim-söylem arakesitinin edinilmesinin özellikle zor olduğunu iddia etmektedir. Diğer taraftan, Tam Aktarım / Tam Erişim Varsayımı (Schwartz & Sprouse, 1996) ise D2 ediniminin D1 tarafından sınırlandırıldığını ve ED’nin doğrudan erişilebileceğini tahmin etmektedir. Bu çalışma, sözdizimin söylemsel bilgiyle eşlendiği bir alanda D1 aktarımının işlemsel olup olmadığını anlamak için, bu varsayımları D2 Türkçedeki boş ve dolu öznelerin edinimi üzerinden test etmektedir. Bu da, bağlamsal dilbilgisellik yargı testi kullanılarak, ileri düzeyde Türkçe edinen ana dili Korece ve Japonca konuşurlar (n=27) üzerine yapılan bir çalışmayla test edilmiştir. Bu testte, katılımcılardan okumuş oldukları bağlamlı tümcelerin söylemsel açıdan uygun olup olmadığına karar vermeleri istenmiştir (her bir koşul için n=4). İlk iki koşulda boş ve dolu özne kullanımına yönelik söylemsel sınırlılıklar (konu devamı ve konu değişimi) ihlal edilmemişken, söylemsel açıdan uygun olmayan boş ve dolu özne yapıları yaratan son iki koşul ise bu sınırlılıkları ihlal etmiştir. Testin sonuçları D2 konuşurlarının boş ve dolu özne dağılımının söylemsel özelliklerini edinemediklerini ortaya koymuştur. Boş ve dolu özne dağılımını yöneten aynı sınırlılıklar hem D1 hem de D2’de bulunduğu için, bu bulgu sözdizim-söylem arakesitinde D1 aktarımının işlemsel olmadığını ileri sürmektedir; bu da bu Arkesit Varsayımın ileri sürdüğü gibi arakesitteki özelliklerin edinilemeyeceği iddiasıyla örtüşmektedir.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":" ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-05-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"48740544","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
The word order type of Chinese syntax configuration was generally summarized as VO type, however, the study on the syntactic configuration of language type features and tendencies pointed out that in fact it is more inclined to be summarized as OV type. Kyrgyz and Russian were chosen as the contrast languages in this study. The former is a typical OV-type language, and the latter is a typical VO-type language. The effectiveness of syntactic configuration was tested again by comparing these two languages with Chinese.The result shows that the syntactic configuration which is used to confirm the tendency of language types is effective. Through the study of word order types, it is considered that Chinese tends to be regarded as OV type like Kyrgyz, not VO type like Russian.For Chinese learners whose mother tongues are Kyrgyz and Russian, it is significantly important to understand the similarities and differences between Chinese and other OV and VO languages.
{"title":"A Typological Comparison on Chinese Word Order with Kyrgyz and Russian","authors":"M. Keskin","doi":"10.32600/huefd.961743","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.961743","url":null,"abstract":"The word order type of Chinese syntax configuration was generally summarized as VO type, however, the study on the syntactic configuration of language type features and tendencies pointed out that in fact it is more inclined to be summarized as OV type. Kyrgyz and Russian were chosen as the contrast languages in this study. The former is a typical OV-type language, and the latter is a typical VO-type language. The effectiveness of syntactic configuration was tested again by comparing these two languages with Chinese.The result shows that the syntactic configuration which is used to confirm the tendency of language types is effective. Through the study of word order types, it is considered that Chinese tends to be regarded as OV type like Kyrgyz, not VO type like Russian.For Chinese learners whose mother tongues are Kyrgyz and Russian, it is significantly important to understand the similarities and differences between Chinese and other OV and VO languages.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-24","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69712182","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ürgüp, one of the important settlements of Cappadocia region, is located 20 km east of Nevsehir city center. Ürgüp settlement has hosted many civilizations throughout history. Christian and Muslim peoples lived together in this settlement, which dates to very ancient times, until the population exchange in 1923. The Greek people, who had an important population in Cappadocia region, emigrated here leaving cultural heritage artifacts. The aim of the study is to examine and document the houses in the neighborhoods where the Greeks lived in Ürgüp in the 19th century in terms of art and architectural history. Information was given about the climate, natural conditions, topography, historical urban texture of the settlement of Ürgüp and the relations of the Greeks to the city, their socio-cultural and economic status. The Greek dwellings were studied in terms of art and architectural design and a catalog of 18 houses was prepared. An evaluation was made in terms of ground plan features, facade design, decorative features and material aspects of the studied houses and a conclusion was drawn. This studies were carried out on the houses examined in the study and an attempt was made to reproduce the original condition of the buildings. This study provided a basis for the rapidly progressing restoration and repair work in the region. With this study, it was determined that the houses have local characteristics and possess their original values. Baseline data for future preservation and restoration activities in the region will be established.
{"title":"Architectural Evaluation on the Houses in the Neighborhoods Where the Greeks Lived in Ürgüp in the 19th Century","authors":"Aytülü Dirik, P. Tekinalp","doi":"10.32600/huefd.1040470","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1040470","url":null,"abstract":"Ürgüp, one of the important settlements of Cappadocia region, is located 20 km east of Nevsehir city center. Ürgüp settlement has hosted many civilizations throughout history. Christian and Muslim peoples lived together in this settlement, which dates to very ancient times, until the population exchange in 1923. The Greek people, who had an important population in Cappadocia region, emigrated here leaving cultural heritage artifacts. The aim of the study is to examine and document the houses in the neighborhoods where the Greeks lived in Ürgüp in the 19th century in terms of art and architectural history. Information was given about the climate, natural conditions, topography, historical urban texture of the settlement of Ürgüp and the relations of the Greeks to the city, their socio-cultural and economic status. The Greek dwellings were studied in terms of art and architectural design and a catalog of 18 houses was prepared. An evaluation was made in terms of ground plan features, facade design, decorative features and material aspects of the studied houses and a conclusion was drawn. This studies were carried out on the houses examined in the study and an attempt was made to reproduce the original condition of the buildings. This study provided a basis for the rapidly progressing restoration and repair work in the region. With this study, it was determined that the houses have local characteristics and possess their original values. Baseline data for future preservation and restoration activities in the region will be established.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69708458","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
With the development of technology, pandemics have become global in the twenty-first century. The speed in communication and transportation has increased in recent years, and the COVID-19 disease experienced today has become the most devastating pandemic of this century. During this period, the elderly were named as the risk group. In addition, various social and political attitudes towards the elderly have emerged. When all these are evaluated together, it can be said that we are faced with a new social fact. Starting from this, the present study tries to understand this new phenomenon from the elders' own experiences. The study is a qualitative study to explore the economic, cultural, social, psychological and family relationships and spatial perceptions of the elderly aged 60 and over who have recovered from COVID-19 disease before, during and after the illness. In this direction, by using purposeful sampling and snowball sampling together, a total of 10 people aged between 60 and 75 living in Hatay were reached. As a result, it was seen that the themes of fear and social pressure became the most distinct themes Besides these, internalized stigma was another prominent theme.
{"title":"Experiences of Elderly’s Covid-19: Hatay Case","authors":"Işıl Avşar Arık, Ferhat Arik","doi":"10.32600/huefd.1080996","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1080996","url":null,"abstract":"With the development of technology, pandemics have become global in the twenty-first century. The speed in communication and transportation has increased in recent years, and the COVID-19 disease experienced today has become the most devastating pandemic of this century. During this period, the elderly were named as the risk group. In addition, various social and political attitudes towards the elderly have emerged. When all these are evaluated together, it can be said that we are faced with a new social fact. Starting from this, the present study tries to understand this new phenomenon from the elders' own experiences. The study is a qualitative study to explore the economic, cultural, social, psychological and family relationships and spatial perceptions of the elderly aged 60 and over who have recovered from COVID-19 disease before, during and after the illness. In this direction, by using purposeful sampling and snowball sampling together, a total of 10 people aged between 60 and 75 living in Hatay were reached. As a result, it was seen that the themes of fear and social pressure became the most distinct themes Besides these, internalized stigma was another prominent theme.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69709163","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Temel felsefeleri bakımından iki farklı ve hatta zıt noktadan hareket eden Nietzsche ve Marx, içinde bulundukları dönemin insanları baskıladığı ve onlar için yaşanamaz bir hale getirdiği konusunda bir ortak noktada buluşmaktadırlar. Nietzsche, içinde bulunduğu dönemin ahlak anlayışında köle ahlakının egemen olmasına yoğun bir eleştiride bulunurken Marx, kapitalist üretim ve tahakküm biçimlerine eleştiride bulunmuştur. Bu noktadan hareketle yazımızda Nietzsche ve Marx’ın ahlak ve özgürlük ilişkisine dair düşünceleri serimlenmiştir. Nietzsche’nin ahlak konusundaki görüşlerini açıklayabilmek için öncelikle onun bilgi ve varlık felsefesine dair görüşleri açıklanmış ve bu çerçevede nihilizm ile insan hakkındaki düşüncelerine yer verilmiştir. Ardından bu görüşleri temelinde ortaya koymuş olduğu ahlak anlayışı ve bu ahlakı yaratacak olan üstün insan görüşüne yer verilmiştir. Daha sonra Marx’ın ahlak görüşünü ele alabilmek için onun toplumsal bir varlık olarak ele aldığı insan tasavvuruna değinilmiş ve bu insanın yabancılaşmadan özgürlüğe geçişine dair düşünceleri açıklanmıştır. Son olarak ise Nietzsche ve Marx’ın ahlak ve özgürlüğe dair benzer ve farklı yönleri ele alınmıştır.
Temel felsefeleri bakımından iki farklıve hatta zıt noktadan hareket eden Nietz ve Marx,içinde bulunduklarıdönemin insanlarıbaskıladığıve-onlar için yaşanamaz bir hale getirdiği konusunda bir ortak noktada buluşmaktadırlar。尼采因其对奴隶法由马克思统治的时代、资本主义生产和稳定的道德理解而受到批评。在这一点上,我们的写作反思了尼采和马克思与自由的关系。为了阐明尼采的道德观,他首先阐述了自己对知识哲学和存在哲学的看法,并在此框架下给出了他对有意识的人的思想。之后,这些会议的道德意识被赋予了创造这种道德意识的人类观。后来,马克思的道德观转变为他作为社会资产的人的设计,这个人解释了他关于自由过渡而不异化的思想。最后,尼采和马克思在道德和自由方面有着不同的看法。
{"title":"Morality and Freedom from the Perspective of Nietzsche and Marx","authors":"Burcu Gedi̇kli̇, Mehmet Eren Gedi̇kli̇","doi":"10.32600/huefd.1028658","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1028658","url":null,"abstract":"Temel felsefeleri bakımından iki farklı ve hatta zıt noktadan hareket eden Nietzsche ve Marx, içinde bulundukları dönemin insanları baskıladığı ve onlar için yaşanamaz bir hale getirdiği konusunda bir ortak noktada buluşmaktadırlar. Nietzsche, içinde bulunduğu dönemin ahlak anlayışında köle ahlakının egemen olmasına yoğun bir eleştiride bulunurken Marx, kapitalist üretim ve tahakküm biçimlerine eleştiride bulunmuştur. Bu noktadan hareketle yazımızda Nietzsche ve Marx’ın ahlak ve özgürlük ilişkisine dair düşünceleri serimlenmiştir. Nietzsche’nin ahlak konusundaki görüşlerini açıklayabilmek için öncelikle onun bilgi ve varlık felsefesine dair görüşleri açıklanmış ve bu çerçevede nihilizm ile insan hakkındaki düşüncelerine yer verilmiştir. Ardından bu görüşleri temelinde ortaya koymuş olduğu ahlak anlayışı ve bu ahlakı yaratacak olan üstün insan görüşüne yer verilmiştir. Daha sonra Marx’ın ahlak görüşünü ele alabilmek için onun toplumsal bir varlık olarak ele aldığı insan tasavvuruna değinilmiş ve bu insanın yabancılaşmadan özgürlüğe geçişine dair düşünceleri açıklanmıştır. Son olarak ise Nietzsche ve Marx’ın ahlak ve özgürlüğe dair benzer ve farklı yönleri ele alınmıştır.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"106 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69708391","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
The purpose of this study is to examine the epistemological basis of elementary concepts such as natural law, state of nature, contract and property used in the construction of public realm and private spheres in John Locke's political theory. Unlike other contractual theorists, John Locke grounds the key arguments of his political theory by testing it with his own epistemology, which he developed against the elementary principles of Cartesian philosophy. According to Locke, the Cartesian thesis that there are some innate ideas sealed or innately given to the human mind will enable the legislators or controllers in a political society to legitimize their power in line with their own political interests. According to Locke, the main reason for this is that the idea of innate ideas appears as a belief, and it becomes easier to rule people or communities who believe in it and to exert power on them. The aim of John Locke is to eliminate the confusion mentioned above by grounding a whole political theory, starting from his own epistemology, from the law of nature to the social contract, from the political society to the concept of property. In this context, in the first part of the study, the epistemological foundations of the concept of natural law will be discussed, and in the second part, the problems in the execution of the natural law will be shown. In the third and last part, concepts such as contract, political society and property will be examined by bringing them side by side with Locke's epistemological analysis. From this point of view, the relationship between the basic concepts of Locke's political philosophy, the state of nature, natural law, contract and property, and his original epistemology, which he developed through his critique of innate ideas, will be investigated.
{"title":"A Discussion on the Political Context of Locke's Critique of Innate Ideas","authors":"Erman Kaçar","doi":"10.32600/huefd.986287","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.986287","url":null,"abstract":"The purpose of this study is to examine the epistemological basis of elementary concepts such as natural law, state of nature, contract and property used in the construction of public realm and private spheres in John Locke's political theory. Unlike other contractual theorists, John Locke grounds the key arguments of his political theory by testing it with his own epistemology, which he developed against the elementary principles of Cartesian philosophy. According to Locke, the Cartesian thesis that there are some innate ideas sealed or innately given to the human mind will enable the legislators or controllers in a political society to legitimize their power in line with their own political interests. According to Locke, the main reason for this is that the idea of innate ideas appears as a belief, and it becomes easier to rule people or communities who believe in it and to exert power on them. The aim of John Locke is to eliminate the confusion mentioned above by grounding a whole political theory, starting from his own epistemology, from the law of nature to the social contract, from the political society to the concept of property. In this context, in the first part of the study, the epistemological foundations of the concept of natural law will be discussed, and in the second part, the problems in the execution of the natural law will be shown. In the third and last part, concepts such as contract, political society and property will be examined by bringing them side by side with Locke's epistemological analysis. From this point of view, the relationship between the basic concepts of Locke's political philosophy, the state of nature, natural law, contract and property, and his original epistemology, which he developed through his critique of innate ideas, will be investigated.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-10","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69712262","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Dijital sosyolojinin sunduğu metodolojik yaklaşım ve yöntemler, bilişim teknolojilerine erişimin ve kullanım becerilerinin toplumsallaşma açısından önemini vurgular niteliktedir. Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisiyle ortaya çıkan ¨fiziki/sosyal mesafe¨ kuralı ile yüz yüze iletişimin sınırlanması, sosyal ilişkilerin çeşitli bilişim ve iletişim teknoloji araçları üzerinden sürdürülmesini zorunlu kıldığı gibi akademik araştırmalar için de dijital sosyolojinin yöntemsel yaklaşımlarını gündeme taşımıştır. Bu makaleye konu olan doktora araştırması kapsamında, yorumcu/inşacı yaklaşımla, kendilik teknolojileri olarak tavsiye algoritmalarının çevrimiçi içerik platformları üzerinden nasıl çalıştığına odaklanılmış ve COVID-19 pandemisinde 12 katılımcı ile videokonferans tekniği kullanılarak görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Videokonferans tekniği yüz-yüze derinlemesine görüşmeye alternatif bir teknik olarak kullanılmıştır. Bu çalışmada videokonferans tekniğinin; araştırma konusu ve sorusu, araştırma sahası, araştırmacının rolü ve etiği, araştırmanın katılımcıları, öncekinden farklı yeniden normale dönüşte iletişim şekli, güven ve samimiyet, geçerlilik ve güvenilirlik ve etik, kimlik doğrulama ve ses kaydı olmak üzere dokuz tema açısından avantajları ve kısıtlılıkları değerlendirilmiştir. COVID-19 pandemisi gibi kriz süreçlerinde araştırmanın katılımcıları tarafından belirlenen zaman ve ortamda, yüz yüze aynı mekanda fiziksel olarak bir araya gelme ihtiyacı olmadan görüşme imkânı sunması ve belirlenen araştırma konusu ve sahası itibariyle katılımcıların sosyo-ekonomik düzeyinin orta-üst ve dijital beceri seviyesinin de benzer bir seviyede olması, videokonferans tekniğinin bu araştırmada kullanımı açısından öne çıkan avantajlarını oluşturmuştur. Diğer yandan, mahremiyet gerektiren araştırma konularında veri güvenliğinin de dikkate alınmasını gerektiren araştırma konularında, toplum içindeki dijital bölünme nedeniyle farklı kesimlerin bu dijital araç ve hizmetlere eşitsiz erişimi olması ve kısıtlı bilişim ve iletişim teknolojileri kullanım becerilerine sahip olmaları durumunda bu tekniğin kısıtlılıkları ortaya çıkmaktadır.
数字社会学提供的方法论方法在获取科学技术和集体使用能力方面受到重视。新冠肺炎的全球影响是,根据“物理/社交距离”规则,数百人的接触受到限制,需要通过各种知识和通信技术继续保持社会关系,这对学术研究来说是必要的。这位医生对这篇文章的研究重点是它如何在咨询算法的环境内部平台上运行,并使用视频会议技术对新冠肺炎大流行的12名参与者进行了采访。视频会议被用作一种替代技术,可以更深入地了解这项技术。在本研究中,视频会议技术araştırma konusu ve sorusu,araştşrma sahası,araşs tırmacının rolüve etiği,araştıermanın katılımcıları,öncekinden farklıyeniden normale dönüşte iletişimşekli,güven ve samimiyet,geçerlik ve güvenilirlirlik ve etik,kimlik doğrulama ve ses kaydıolmaküzere dokuz temaçısından avantaylarıve kısştlılıklarıdeğerlendirilmiştir。在新冠肺炎大流行的同时,危机过程和环境中的参与者确定了该研究,数百名参与者无需在同一地点聚会即可获得会议机会,以及该领域参与者的社会经济和数字技能的平均水平,视频会议技术在这项研究中发挥了先进的优势。另一方面,对隐私的研究需要集中在数据安全方面,由于数字划分了公众,这项技术的局限性似乎是这些数字工具和服务的不平等,而有限的知识和通信技术有能力使用它们。
{"title":"COVID-19 Sürecinde Kendilik Teknolojileri Üzerine Videokonferans Tekniği ile Dijital Araştırma Yapmak","authors":"Tuğba Erdem, Aylin GÖRGÜN BARAN","doi":"10.32600/huefd.1076497","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1076497","url":null,"abstract":"Dijital sosyolojinin sunduğu metodolojik yaklaşım ve yöntemler, bilişim teknolojilerine erişimin ve kullanım becerilerinin toplumsallaşma açısından önemini vurgular niteliktedir. Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisiyle ortaya çıkan ¨fiziki/sosyal mesafe¨ kuralı ile yüz yüze iletişimin sınırlanması, sosyal ilişkilerin çeşitli bilişim ve iletişim teknoloji araçları üzerinden sürdürülmesini zorunlu kıldığı gibi akademik araştırmalar için de dijital sosyolojinin yöntemsel yaklaşımlarını gündeme taşımıştır. Bu makaleye konu olan doktora araştırması kapsamında, yorumcu/inşacı yaklaşımla, kendilik teknolojileri olarak tavsiye algoritmalarının çevrimiçi içerik platformları üzerinden nasıl çalıştığına odaklanılmış ve COVID-19 pandemisinde 12 katılımcı ile videokonferans tekniği kullanılarak görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Videokonferans tekniği yüz-yüze derinlemesine görüşmeye alternatif bir teknik olarak kullanılmıştır. Bu çalışmada videokonferans tekniğinin; araştırma konusu ve sorusu, araştırma sahası, araştırmacının rolü ve etiği, araştırmanın katılımcıları, öncekinden farklı yeniden normale dönüşte iletişim şekli, güven ve samimiyet, geçerlilik ve güvenilirlik ve etik, kimlik doğrulama ve ses kaydı olmak üzere dokuz tema açısından avantajları ve kısıtlılıkları değerlendirilmiştir. COVID-19 pandemisi gibi kriz süreçlerinde araştırmanın katılımcıları tarafından belirlenen zaman ve ortamda, yüz yüze aynı mekanda fiziksel olarak bir araya gelme ihtiyacı olmadan görüşme imkânı sunması ve belirlenen araştırma konusu ve sahası itibariyle katılımcıların sosyo-ekonomik düzeyinin orta-üst ve dijital beceri seviyesinin de benzer bir seviyede olması, videokonferans tekniğinin bu araştırmada kullanımı açısından öne çıkan avantajlarını oluşturmuştur. Diğer yandan, mahremiyet gerektiren araştırma konularında veri güvenliğinin de dikkate alınmasını gerektiren araştırma konularında, toplum içindeki dijital bölünme nedeniyle farklı kesimlerin bu dijital araç ve hizmetlere eşitsiz erişimi olması ve kısıtlı bilişim ve iletişim teknolojileri kullanım becerilerine sahip olmaları durumunda bu tekniğin kısıtlılıkları ortaya çıkmaktadır.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":" ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"48999995","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
The article focuses on the Church of St. Barbara in the Göreme Valley in Nevşehir, Cappadocia. Today the church is within the borders of the Göreme Open Air Museum which is a cluster of many churches, refectories and additional units. The church is unique with its architectural plan and elaborate nonfigurative elements in red ochre. Painted panels of a secondary phase do not cover up this red paint decoration but they are on the already-vacant parts of the naos. Remarkably, almost all motifs differ from each other in detail or in form. Furthermore, certain compartments of the building are reserved for certain motifs. Thus, it becomes clear that ruddled motifs and compositions can be named as parts of a ‘red ochre painting programme’ in which they are hierarchically arranged in the naos and each of them gain their specifical meaning thanks to the detailing. Such a programme must have been comprehended by the first users and accepted and vindicated by the painters of the second layer. The only church exactly similar to the Church of St. Barbara in its plan type is the Çarıklı Church in close proximity in the same museum. It is interesting that the churches exactly similar in architecture but totally dissimilar in painting programme are coexistent in the Göreme enclave on whose institutional organization so little is known. Still, that the panel paintings did not cover up the detailed red paint decoration indicates that the ruddled programme was approved or appreciated by the hierarchical order of the Göreme enclave. This study intends to examine the nonfigurative repertoire of the region, the architectural plan of the church and intends to shortly evaluate iconoclast and iconophile way of thought on figural imagery. By doing this, the study aims to comment on the meaning the church had in the Göreme circuit, and to hypothesize on the congregation who used the church.
{"title":"Kappadokia Bölgesi Göreme Vadisi Azize Barbara Kilisesi Resim Programına Yeniden Bakış","authors":"H. Karaca","doi":"10.32600/huefd.1053719","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1053719","url":null,"abstract":"The article focuses on the Church of St. Barbara in the Göreme Valley in Nevşehir, Cappadocia. Today the church is within the borders of the Göreme Open Air Museum which is a cluster of many churches, refectories and additional units. The church is unique with its architectural plan and elaborate nonfigurative elements in red ochre. Painted panels of a secondary phase do not cover up this red paint decoration but they are on the already-vacant parts of the naos. Remarkably, almost all motifs differ from each other in detail or in form. Furthermore, certain compartments of the building are reserved for certain motifs. Thus, it becomes clear that ruddled motifs and compositions can be named as parts of a ‘red ochre painting programme’ in which they are hierarchically arranged in the naos and each of them gain their specifical meaning thanks to the detailing. Such a programme must have been comprehended by the first users and accepted and vindicated by the painters of the second layer. The only church exactly similar to the Church of St. Barbara in its plan type is the Çarıklı Church in close proximity in the same museum. It is interesting that the churches exactly similar in architecture but totally dissimilar in painting programme are coexistent in the Göreme enclave on whose institutional organization so little is known. Still, that the panel paintings did not cover up the detailed red paint decoration indicates that the ruddled programme was approved or appreciated by the hierarchical order of the Göreme enclave. This study intends to examine the nonfigurative repertoire of the region, the architectural plan of the church and intends to shortly evaluate iconoclast and iconophile way of thought on figural imagery. By doing this, the study aims to comment on the meaning the church had in the Göreme circuit, and to hypothesize on the congregation who used the church.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69708892","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
The issue for the teaching a language with the same modality and a language with a modality being different from L1 involves various teaching approaches and strategies. However, due to limited theoretical and empirical knowledge there are a large number of serious problems on pedagogical standards in TİD teaching for hearing L2 learners despite a growth in the number of courses. In addition, a sustainable acquisition planning has not yet been achieved due to the limited knowledge of policymakers on visual-spatial modality and TİD. This critical paper is an overview of the current implementations in different aspects such as curriculum design, teacher qualification, acquisition planning etc. in TİD pedagogy and addresses two basic questions: (i) how is TİD traditionally taught for hearing learners as a L2 in classrooms? and (ii) how are the L2 courses designed to ensure the modality-specific requirements? Overall, the results demonstrate that TİD curricula (MoNE, 2011a; 2011b; 2021) currently in use are mainly adaptations of grammatical and lexical features of Turkish and consequently, this “spoken-driven” approach does not offer hearing L2 learners the possibility of interacting and communicating with TİD at all.
{"title":"Ignoring Second Modality (M2) Beyond Second Language (L2) in Turkish Sign Language Teaching","authors":"Bahtiyar Makaroğlu","doi":"10.32600/huefd.1020403","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1020403","url":null,"abstract":"The issue for the teaching a language with the same modality and a language with a modality being different from L1 involves various teaching approaches and strategies. However, due to limited theoretical and empirical knowledge there are a large number of serious problems on pedagogical standards in TİD teaching for hearing L2 learners despite a growth in the number of courses. In addition, a sustainable acquisition planning has not yet been achieved due to the limited knowledge of policymakers on visual-spatial modality and TİD. This critical paper is an overview of the current implementations in different aspects such as curriculum design, teacher qualification, acquisition planning etc. in TİD pedagogy and addresses two basic questions: (i) how is TİD traditionally taught for hearing learners as a L2 in classrooms? and (ii) how are the L2 courses designed to ensure the modality-specific requirements? Overall, the results demonstrate that TİD curricula (MoNE, 2011a; 2011b; 2021) currently in use are mainly adaptations of grammatical and lexical features of Turkish and consequently, this “spoken-driven” approach does not offer hearing L2 learners the possibility of interacting and communicating with TİD at all.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69708688","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
In diesem Beitrag wurde der Schleier als ein Leitmotiv in ausgewählten literarischen Texten behandelt. Dafür wurden autobiographische Romane, Jugendliteratur und Kurzgeschichten ausgewählt. Alle wurden auf ein Verschleierungsmotiv untersucht, indem die Wahrnehmung in den einzelnen Werken bewertet wurde. Zudem wurden die heiligen Schriften die Thora, Bibel und der Koran auf Verschleierungsfundamente analysiert. Die Verschleierung in den einzelnen Werken wurde auf religiöse Hintergründe untersucht und das Verhaltensmuster der jeweiligen Wahrnehmung wurde beobachtet. Während der Analyse der Texte wurden auf theoretische Methoden wie Hermeneutik, Rezeptionsästhetik, Psychoanalyse, und Komparatistik zurückgegriffen. Das Hauptwerk dieser Arbeit ist der Tschador von Murathan Mungan, mit dem die restlichen Werke verglichen wurden. Ziel der Arbeit war es eine Antwort auf die Frage, wie die Verschleierung in der deutsch-türkischen Literatur behandelt wird, zu gewinnen. Darüber hinaus wurde untersucht, ob die jeweilige Verschleierung in den Werken wirklich religiös oder nur traditionell bzw. kulturell begründet ist.
{"title":"Der Schleier als ein literarisches Leitmotiv in ausgewählten Werken","authors":"Sinem MOLLAMEHMETOĞLU ÖZBAY","doi":"10.32600/huefd.1008829","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1008829","url":null,"abstract":"In diesem Beitrag wurde der Schleier als ein Leitmotiv in ausgewählten literarischen Texten behandelt. Dafür wurden autobiographische Romane, Jugendliteratur und Kurzgeschichten ausgewählt. Alle wurden auf ein Verschleierungsmotiv untersucht, indem die Wahrnehmung in den einzelnen Werken bewertet wurde. Zudem wurden die heiligen Schriften die Thora, Bibel und der Koran auf Verschleierungsfundamente analysiert. Die Verschleierung in den einzelnen Werken wurde auf religiöse Hintergründe untersucht und das Verhaltensmuster der jeweiligen Wahrnehmung wurde beobachtet. Während der Analyse der Texte wurden auf theoretische Methoden wie Hermeneutik, Rezeptionsästhetik, Psychoanalyse, und Komparatistik zurückgegriffen. Das Hauptwerk dieser Arbeit ist der Tschador von Murathan Mungan, mit dem die restlichen Werke verglichen wurden. Ziel der Arbeit war es eine Antwort auf die Frage, wie die Verschleierung in der deutsch-türkischen Literatur behandelt wird, zu gewinnen. Darüber hinaus wurde untersucht, ob die jeweilige Verschleierung in den Werken wirklich religiös oder nur traditionell bzw. kulturell begründet ist.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":"1 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69708552","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}