Big data brings along a new decision-making culture through data mining aided decision-making mechanisms. One of the biggest sources of this mechanism is meta-data and that creates a suitable condition for mass-monitoring surveillance. The belief in these systems creates a discussion about usage of big data as a social classification tool, big data hubris, and big data divide. The aim of this study is to discuss the possible destructive results of big data especially as a social classification tool and new surveillance practices. In that point, this study focuses on the idea that big data paves the way to the new surveillance or dragnet surveillance practices and the possibility of social classification, and these might construct a world of increasing disadvantage. Through this panoptic sort, it comes with the problem of a serious power imbalance, simplification and decontextualization. It might result in the danger of loss of privacy and erosion of long-term privacy norms, a routine classification, manipulation of the future behaviors, antidemocratic control system, panoptic missort, data-antisubordination, abuse of civil rights and security problems.
{"title":"Big Data, Digitization and New Surveillance Practices: New Decision-Making Culture and Panoptic Classification","authors":"Elif ÖZUZ DAĞDELEN, Tuğça POYRAZ","doi":"10.32600/huefd.1229239","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1229239","url":null,"abstract":"Big data brings along a new decision-making culture through data mining aided decision-making mechanisms. One of the biggest sources of this mechanism is meta-data and that creates a suitable condition for mass-monitoring surveillance. The belief in these systems creates a discussion about usage of big data as a social classification tool, big data hubris, and big data divide. The aim of this study is to discuss the possible destructive results of big data especially as a social classification tool and new surveillance practices. In that point, this study focuses on the idea that big data paves the way to the new surveillance or dragnet surveillance practices and the possibility of social classification, and these might construct a world of increasing disadvantage. Through this panoptic sort, it comes with the problem of a serious power imbalance, simplification and decontextualization. It might result in the danger of loss of privacy and erosion of long-term privacy norms, a routine classification, manipulation of the future behaviors, antidemocratic control system, panoptic missort, data-antisubordination, abuse of civil rights and security problems.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-04-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135718525","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışma, Türkiye’deki özel bir televizyon kanalında yayınlanmış olan yerli televizyon dizisi, Sefirin Kızı üzerinden köy kökenli, köy veya kırsalda yaşayan toplumsal grupların nasıl gösterildiğine ve bu gösterimler üzerinden ‘köylü’ kimliğinin nasıl inşa edildiğine odaklanmaktadır. Bir başka deyişle, Sefirin Kızı bağlamında köylünün toplumsal aktör olarak temsiline ve temsil biçimlerine, bu temsiller üzerinden ‘köylü’ olan grupların nasıl belirginleştirildiğine ve ötekileştirildiğini araştırmaktadır. Çalışmada, köylünün damgalanması ile ortaya çıkan ötekileştirme ve toplumsal ayrışmanın söylemsel yönleri ve ‘köylü’ kimliğinin söylemsel inşası Eleştirel Söylem Çözümlemesi’nin (ESÇ) ilke, kavram ve yöntembilimsel araçları ile incelenmekte ve köylünün etiketlenmesi ve ötekileştirilmesi söylemlerine dair bir eleştirel söylem çözümlemesi sunulmaktadır. Bu çerçevede çalışma, Theo van Leeuwen tarafından toplumsal aktörlerin dilsel/göstergebilimsel gösterimlerini çözümlemek için ileri sürülen kuramsal çerçeveye dayanmakta ve kuramsal çerçevenin sunduğu dışlama ve dahilleme kavramlarını irdelemektedir. Daha özele indirgendiğinde rol atama, özelleştirme ve genelleştirme, birey ve grup gösterimi, adlandırma ve ulamlama gibi kavramsal araçlar çerçevesinde damgalanan ‘köylü’ kimliğine dair ortaya çıkan ayrımcı ve ötekileştirici söyleme, eleştirel bir çözümleme getirmektedir. Çözümlemede hem dilsel hem de dil-dışı göstergelere odaklanan çalışma, Sefirin Kızı dizisi bağlamında köylünün ve köylülüğün çoğunlukla dışlandığını bulgulamıştır. Köylünün ve köylülüğün dahillendiği bağlamlara da işaret eden çalışma, bu durumlarda ise olumsuz gösterildiği, ötekileştirildiği ve daha istenmedik olarak etiketlendiğini göstermektedir. Ek olarak, köylünün ve köylülüğün bu söylem pratikleri üzerinden damgalandığını tartışmaktadır.
这项研究的重点是居住在国外的村庄、村庄或社区团体如何展示在土耳其私人电视频道播出的当地电视连续剧,以及“村庄”的身份是如何建立在这些节目之上的。换言之,Sefiri的女儿正在调查村庄作为社会行动者和村庄代表是如何被定义和实施的,以及这些代表上的“村庄”群体是如何被界定和实施的。在工作中,第一个举措是促进村庄防洪建设,科学引导和识别“村庄”身份,在对指示的审查中,对村庄的概念和程序工具以及标签和宣传进行了审查。在这个框架中,Theo van Leeuwen的工作支持社会行为者的结果和包容性,以分析以前法律框架的语言/可视化,并添加了监管框架提供的结果和包容的概念。当更具体地说是间接的时,在概念工具框架中定义的“村庄”的识别,如分配、定制和概括、个人和团体表现以及宣传和推广,是一种比较解决方案。在分析中,这项专注于语言和非语言的研究发现,塞菲里女儿系列抛弃了村庄和村庄的大部分。标记村庄与村庄之间联系的作品表明,在这些情况下,它被标记为负面的、重复的和出乎意料的。此外,村里和村里正在讨论说话的做法。
{"title":"Televizyonda Köylünün Ötekileştirilmesi: Sefirin Kızı Dizisindeki ‘Köylü’ Söylemleri Üzerine Eleştirel Söylem Çözümlemesi","authors":"Emel KÖKPINAR KAYA","doi":"10.32600/huefd.1191593","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1191593","url":null,"abstract":"Bu çalışma, Türkiye’deki özel bir televizyon kanalında yayınlanmış olan yerli televizyon dizisi, Sefirin Kızı üzerinden köy kökenli, köy veya kırsalda yaşayan toplumsal grupların nasıl gösterildiğine ve bu gösterimler üzerinden ‘köylü’ kimliğinin nasıl inşa edildiğine odaklanmaktadır. Bir başka deyişle, Sefirin Kızı bağlamında köylünün toplumsal aktör olarak temsiline ve temsil biçimlerine, bu temsiller üzerinden ‘köylü’ olan grupların nasıl belirginleştirildiğine ve ötekileştirildiğini araştırmaktadır. Çalışmada, köylünün damgalanması ile ortaya çıkan ötekileştirme ve toplumsal ayrışmanın söylemsel yönleri ve ‘köylü’ kimliğinin söylemsel inşası Eleştirel Söylem Çözümlemesi’nin (ESÇ) ilke, kavram ve yöntembilimsel araçları ile incelenmekte ve köylünün etiketlenmesi ve ötekileştirilmesi söylemlerine dair bir eleştirel söylem çözümlemesi sunulmaktadır. Bu çerçevede çalışma, Theo van Leeuwen tarafından toplumsal aktörlerin dilsel/göstergebilimsel gösterimlerini çözümlemek için ileri sürülen kuramsal çerçeveye dayanmakta ve kuramsal çerçevenin sunduğu dışlama ve dahilleme kavramlarını irdelemektedir. Daha özele indirgendiğinde rol atama, özelleştirme ve genelleştirme, birey ve grup gösterimi, adlandırma ve ulamlama gibi kavramsal araçlar çerçevesinde damgalanan ‘köylü’ kimliğine dair ortaya çıkan ayrımcı ve ötekileştirici söyleme, eleştirel bir çözümleme getirmektedir. Çözümlemede hem dilsel hem de dil-dışı göstergelere odaklanan çalışma, Sefirin Kızı dizisi bağlamında köylünün ve köylülüğün çoğunlukla dışlandığını bulgulamıştır. Köylünün ve köylülüğün dahillendiği bağlamlara da işaret eden çalışma, bu durumlarda ise olumsuz gösterildiği, ötekileştirildiği ve daha istenmedik olarak etiketlendiğini göstermektedir. Ek olarak, köylünün ve köylülüğün bu söylem pratikleri üzerinden damgalandığını tartışmaktadır.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-04-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"69709139","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
In postcolonial studies, the missionary is inevitably associated with colonialism. This is explained by the fact that the missionaries’ main task was to spread Christianity by preaching the “blessings of civilisation” and implementing “the white man's burden”. This study adopts Edward W. Said's Orientalist discourse to critique the construct of the representation of indigenous peoples in Wilkie Collins's (1824-1889) The Black Robe (1881). Said's ideas are particularly instrumental in critically analysing the Western (mis)representation of Native Americans as savages who need to be civilised. The Black Robe is a partly epistolary novel revolving around a series of unfortunate events by Lewis Romayne, whose remorse for the accidental murder of a young man haunts him for the rest of his life. This research reveals inconsistencies regarding the author's religious views in the novel. It is argued that while Collins's anti-Catholic sarcasm aims to expose the corruption of religious orders, this attitude does not apply to colonial discourse. Rather, Catholicism is purposefully used as a divisive imperialist tool in the novel, and therefore the missionaries serve as colonial agents who “bless” discriminatory acts of British imperial policy, hence the image of the black robe that represents the colonial legacy consolidating the influence of British imperial power through religion. In The Black Robe, indigenous peoples are described as “bloodthirsty savages” and it is believed that their souls can be saved under the influence of Christianity. This enforcement also represents colonial hegemony, through which American Indians are subjected to social and cultural assimilation. The ideology of white racial supremacy manifests itself in the justification of the colonial missions, which claim that they have legitimate and religious rights over the land and culture of the natives.
{"title":"The Divine Mandate of Colonialism: Orientalism in Wilkie Collins’s 'The Black Robe'","authors":"Yakut AKBAY","doi":"10.32600/huefd.1232254","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1232254","url":null,"abstract":"In postcolonial studies, the missionary is inevitably associated with colonialism. This is explained by the fact that the missionaries’ main task was to spread Christianity by preaching the “blessings of civilisation” and implementing “the white man's burden”. This study adopts Edward W. Said's Orientalist discourse to critique the construct of the representation of indigenous peoples in Wilkie Collins's (1824-1889) The Black Robe (1881). Said's ideas are particularly instrumental in critically analysing the Western (mis)representation of Native Americans as savages who need to be civilised. The Black Robe is a partly epistolary novel revolving around a series of unfortunate events by Lewis Romayne, whose remorse for the accidental murder of a young man haunts him for the rest of his life. This research reveals inconsistencies regarding the author's religious views in the novel. It is argued that while Collins's anti-Catholic sarcasm aims to expose the corruption of religious orders, this attitude does not apply to colonial discourse. Rather, Catholicism is purposefully used as a divisive imperialist tool in the novel, and therefore the missionaries serve as colonial agents who “bless” discriminatory acts of British imperial policy, hence the image of the black robe that represents the colonial legacy consolidating the influence of British imperial power through religion. In The Black Robe, indigenous peoples are described as “bloodthirsty savages” and it is believed that their souls can be saved under the influence of Christianity. This enforcement also represents colonial hegemony, through which American Indians are subjected to social and cultural assimilation. The ideology of white racial supremacy manifests itself in the justification of the colonial missions, which claim that they have legitimate and religious rights over the land and culture of the natives.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-04-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135718524","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu makalenin amacı çevirmeni yapısalcılık sonrası yaklaşımlar ışığında resim okumaları aracılığıyla “üretimin öznesi” (Barthes, 2017, s. 177) olarak yeniden ele almaktır. Çalışmanın çıkış noktası, görsel bir temsil olarak resmin bir “söylem” (Barthes, 2017, s. 125) olarak çözümlenebileceği ve “yazılabilir” (Barthes, 2016a, s. 16) bir metin olarak okunabileceği düşüncesidir. Buradan hareketle, yapısalcılık sonrası yaklaşımın dil ve anlama yönelik çıkarımları, Roland Barthes’ın resim bağlamında irdelediği “yazı”, “metin” ve “özne” (Barthes, 2017, s. 176) kavramlarıyla yorumlanmakta, bunların okur ve çevirmen ile ilişkisi kurulmaya çalışılmaktadır. Batı sanatının başyapıtlardan biri olan Diego Rodríguez de Silva y Velázquez’in Las Meninas [Nedimeler] (1656) tablosu çalışmanın inceleme nesnesidir ve okur odaklı bir bakış açısıyla “yazılabilir metin” olarak ele alınmaktadır. Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler: İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi adlı kitabındaki “Arkadan Gelenler” başlıklı yazısı ise eserin çevirisi olarak kabul edilmektedir. Las Meninas eserinin egemenlik söylemi, tuvale bakan birbirinden farklı öznelerin perspektif ve temsil çerçevesindeki okumaları doğrultusunda çözümlenmektedir ve “merkez” sorunsalı temelinde tartışmaya açılmaktadır. Bu tartışmaların önemli noktalarına yapılan vurguların sonucu olarak ortaya çıkan anlamın devingenliği, okurun ve çevirmenin bu noktada işlevi Foucault çevirisi üzerinden yeniden yorumlanmaktadır. İncelemenin sonunda, Foucault’nun resmin dilini doğal bir dile çevirdiği için sadece çevirmen olarak değil, anlamı yeniden üretmesi nedeniyle “üretimin öznesi” olarak da tanımlanabileceği öne sürülmektedir. Nitekim resim, metin ve çeviri arasında “yazılabilir metin” ve “yeniden üretim” kavramları temelinde kurulabilecek bir ilişkiselliğin vurgulandığı bu çalışmanın, çevirmenin inceleneceği kuramsal içerikli çalışmalara katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.
{"title":"Reading Translator as The “Subject of Production” Through Post-Structuralist Approaches: Las Meninas Painting in Focus","authors":"Yasine ÇETİN EYLEK, Fusun ATASEVEN","doi":"10.32600/huefd.1248744","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1248744","url":null,"abstract":"Bu makalenin amacı çevirmeni yapısalcılık sonrası yaklaşımlar ışığında resim okumaları aracılığıyla “üretimin öznesi” (Barthes, 2017, s. 177) olarak yeniden ele almaktır. Çalışmanın çıkış noktası, görsel bir temsil olarak resmin bir “söylem” (Barthes, 2017, s. 125) olarak çözümlenebileceği ve “yazılabilir” (Barthes, 2016a, s. 16) bir metin olarak okunabileceği düşüncesidir. Buradan hareketle, yapısalcılık sonrası yaklaşımın dil ve anlama yönelik çıkarımları, Roland Barthes’ın resim bağlamında irdelediği “yazı”, “metin” ve “özne” (Barthes, 2017, s. 176) kavramlarıyla yorumlanmakta, bunların okur ve çevirmen ile ilişkisi kurulmaya çalışılmaktadır. Batı sanatının başyapıtlardan biri olan Diego Rodríguez de Silva y Velázquez’in Las Meninas [Nedimeler] (1656) tablosu çalışmanın inceleme nesnesidir ve okur odaklı bir bakış açısıyla “yazılabilir metin” olarak ele alınmaktadır. Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler: İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi adlı kitabındaki “Arkadan Gelenler” başlıklı yazısı ise eserin çevirisi olarak kabul edilmektedir. Las Meninas eserinin egemenlik söylemi, tuvale bakan birbirinden farklı öznelerin perspektif ve temsil çerçevesindeki okumaları doğrultusunda çözümlenmektedir ve “merkez” sorunsalı temelinde tartışmaya açılmaktadır. Bu tartışmaların önemli noktalarına yapılan vurguların sonucu olarak ortaya çıkan anlamın devingenliği, okurun ve çevirmenin bu noktada işlevi Foucault çevirisi üzerinden yeniden yorumlanmaktadır. İncelemenin sonunda, Foucault’nun resmin dilini doğal bir dile çevirdiği için sadece çevirmen olarak değil, anlamı yeniden üretmesi nedeniyle “üretimin öznesi” olarak da tanımlanabileceği öne sürülmektedir. Nitekim resim, metin ve çeviri arasında “yazılabilir metin” ve “yeniden üretim” kavramları temelinde kurulabilecek bir ilişkiselliğin vurgulandığı bu çalışmanın, çevirmenin inceleneceği kuramsal içerikli çalışmalara katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135748186","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışma 1980-2010 yılları arasında OECD ülkelerine göç eden Türk göçmen stokunun göç eğilimlerini makro iktisadi parametrelerde meydana gelen dönüşümler ile etkileşimi çerçevesinde ele almaktadır. Neoliberal politikalar ve küreselleşen dünya dinamikleri, günümüz göç sürecinin sistemler ve ağlar arası bir etkileşim bağlamında değerlendirilmesinin zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Bireylerin göç sürecinde izledikleri stratejiler sistemler arasındaki yapısal boyutlar değişimi çerçevesinde şekillenmektedir. Bu kapsamda 1980-2010 yılları arasında 19 OECD ülkesindeki Türk göçmen stokunun yığılım gösterdiği alanları, vasıf ve cinsiyet kategorilerini içeren panel veri seti kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre 1980-2010 yılları arasında Türk göçmen stoku şu değişimleri kaydetmiştir: (1) Ülke profili açısından yayılım alanını genişletmiş ve devletler arası anlaşmalardan bağımsızlaşmıştır, (2) Cinsiyetler açısından göçün ciddi bir feminizasyonu söz konusu olmuş ve kadın-erkek kategorileri arasındaki farkın yıllar içerisinde kapandığı görülmüştür, (3) Göçmen stokunun vasıf kategorileri arasında ayrım yıllar içerisinde şiddetlenmiştir. Düşük ve orta vasıf kategorileri yıllar içerisinde yüksek vasıflı göçmen stokuna dönüşmüş ve bu eğilim giderek artmıştır, (4) Göçmen stokunda yüksek vasıflı kişilerin yıllar içinde hızlı yükselişinin merkez ülkelerin ekonomik kalkınma anlayışındaki değişimler ile paralellik gösterdiği gözlemlenmiştir, (5) Göçmen stoku yıllar açısından düşük vasıflıdan yüksek vasıflıya dönüşüm geçirirken yığılımlarını etkileyen faktörler açısından kendi içlerinde de farklılaştığı tespit edilmiştir.
{"title":"1980-2010 Yılları Arasında OECD Ülkelerinde Bulunan Farklı Vasıf Kategorilerindeki Türk İş Gücünün Göç Eğilimlerinin Sosyolojik İncelenmesi","authors":"Serkan COŞKUN","doi":"10.32600/huefd.1218059","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1218059","url":null,"abstract":"Bu çalışma 1980-2010 yılları arasında OECD ülkelerine göç eden Türk göçmen stokunun göç eğilimlerini makro iktisadi parametrelerde meydana gelen dönüşümler ile etkileşimi çerçevesinde ele almaktadır. Neoliberal politikalar ve küreselleşen dünya dinamikleri, günümüz göç sürecinin sistemler ve ağlar arası bir etkileşim bağlamında değerlendirilmesinin zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Bireylerin göç sürecinde izledikleri stratejiler sistemler arasındaki yapısal boyutlar değişimi çerçevesinde şekillenmektedir. Bu kapsamda 1980-2010 yılları arasında 19 OECD ülkesindeki Türk göçmen stokunun yığılım gösterdiği alanları, vasıf ve cinsiyet kategorilerini içeren panel veri seti kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre 1980-2010 yılları arasında Türk göçmen stoku şu değişimleri kaydetmiştir: (1) Ülke profili açısından yayılım alanını genişletmiş ve devletler arası anlaşmalardan bağımsızlaşmıştır, (2) Cinsiyetler açısından göçün ciddi bir feminizasyonu söz konusu olmuş ve kadın-erkek kategorileri arasındaki farkın yıllar içerisinde kapandığı görülmüştür, (3) Göçmen stokunun vasıf kategorileri arasında ayrım yıllar içerisinde şiddetlenmiştir. Düşük ve orta vasıf kategorileri yıllar içerisinde yüksek vasıflı göçmen stokuna dönüşmüş ve bu eğilim giderek artmıştır, (4) Göçmen stokunda yüksek vasıflı kişilerin yıllar içinde hızlı yükselişinin merkez ülkelerin ekonomik kalkınma anlayışındaki değişimler ile paralellik gösterdiği gözlemlenmiştir, (5) Göçmen stoku yıllar açısından düşük vasıflıdan yüksek vasıflıya dönüşüm geçirirken yığılımlarını etkileyen faktörler açısından kendi içlerinde de farklılaştığı tespit edilmiştir.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136007430","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
19. yüzyıldan itibaren toplumsal hayatta kadının görünür olmasıyla birlikte endişeye kapılan bazı erkek yazarlar, özneleşen kadınları eserlerinde kötücüllükle, felaketle ve kaosla ilişkilendirerek bir anlamda cezalandırmışlardır. Toplumsal yaşamda görünür olan kadını olumsuz özelliklerle bezeyerek gösteren eserlerde femme fatale imgesi ortaya çıkmış, Türk edebiyatında da modernleşmenin başlamasıyla birlikte ilk örnekleri görülmüştür. Femme fatale tipi, kadınsılığını kullanarak erkekleri kendine âşık eden, oyunlarla amacına ulaşmaya çalışan ve eserin sonunda mutlaka felakete sebep olacak eylemlerde bulunan bir tiptir. Yazdığı oyunlarla toplumsal meselelere değinen Abdülhak Hâmid, kadının Batı’da olduğu gibi Osmanlı’da da ön plana çıkması sebebiyle eserlerinde femme fatale karakterler inşa ederek, ideolojik söylem içerisinde kadının durması gereken yeri örtük bir biçimde göstermiştir. Femme fatale’ın kavramsal sınırlarını çizerek başlayan bu çalışma, Abdülhak Hâmid’in İçli Kız ve Finten isimli oyunlarında inşa ettiği femme fatale tiplere odaklanmaktadır. Yazarın bu inşa sürecinde femme fatale tipler merkezde olmak üzere diğer kadın karakterleri algılayışı üzerinde de durulmuş, yazarın femme fatale imgesini oluştururken beslendiği kaynaklar örneklerle gösterilmiştir.
{"title":"Femme Fatale Image in the Plays of Abdulhak Hâmid: The Examples of İçli Kız and Finten","authors":"Barış Berhem ACAR, Seda ÇETİN","doi":"10.32600/huefd.1188953","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1188953","url":null,"abstract":"19. yüzyıldan itibaren toplumsal hayatta kadının görünür olmasıyla birlikte endişeye kapılan bazı erkek yazarlar, özneleşen kadınları eserlerinde kötücüllükle, felaketle ve kaosla ilişkilendirerek bir anlamda cezalandırmışlardır. Toplumsal yaşamda görünür olan kadını olumsuz özelliklerle bezeyerek gösteren eserlerde femme fatale imgesi ortaya çıkmış, Türk edebiyatında da modernleşmenin başlamasıyla birlikte ilk örnekleri görülmüştür. Femme fatale tipi, kadınsılığını kullanarak erkekleri kendine âşık eden, oyunlarla amacına ulaşmaya çalışan ve eserin sonunda mutlaka felakete sebep olacak eylemlerde bulunan bir tiptir. Yazdığı oyunlarla toplumsal meselelere değinen Abdülhak Hâmid, kadının Batı’da olduğu gibi Osmanlı’da da ön plana çıkması sebebiyle eserlerinde femme fatale karakterler inşa ederek, ideolojik söylem içerisinde kadının durması gereken yeri örtük bir biçimde göstermiştir. Femme fatale’ın kavramsal sınırlarını çizerek başlayan bu çalışma, Abdülhak Hâmid’in İçli Kız ve Finten isimli oyunlarında inşa ettiği femme fatale tiplere odaklanmaktadır. Yazarın bu inşa sürecinde femme fatale tipler merkezde olmak üzere diğer kadın karakterleri algılayışı üzerinde de durulmuş, yazarın femme fatale imgesini oluştururken beslendiği kaynaklar örneklerle gösterilmiştir.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-02-19","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135285314","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
In July 1819, Keats began to compose The Fall of Hyperion, an allegorical poem about the Titans vanquished by the Olympian deities, concentrating upon the fall of Hyperion. Yet, Keats grew frustrated with the poem’s progress and left it incomplete in September 1819. In this fragment, the poet-narrator encounters Moneta, the goddess of memory, who guides him to draw a boundary between genuine poets and pseudo-poets. The poet-narator’s confrontation with Moneta lies at the centre of this unfinished poem. Therefore, this article explores the poet-narrator’s relationship with Moneta by employing the Kristevan theory of abjection. Moneta is a pivotal character around whom the discussion of the abject coheres since she simultaneously incorporates the abject and that which expels the abject. Moneta represents the attempt to expel the abject because she as a mentor guides the poet-narrator to maintain boundaries between poets and dreamers. Nevertheless, she also emerges as a smothering maternal figure for the poet-narrator. The poet-narrator journeys into Moneta’s “globed” mind that “enwombs” the tragedy of the Titans to recount their story (Fall I.245, 276-7). This journey is regarded as a venture into the realm of the abject maternal body. During this journey, the death-bearing visage of the maternal muse appears. Thus, the poet-narrator confronts the abject as he descends into the pre-linguistic realm where the abject emerges through the sickening collapse of borders. This paper argues that the poetic voice is choked and the poem remains incomplete owing to this confrontation with the abject mother that swamps the symbolic.
{"title":"Moneta: Keats’in 'The Fall of Hyperion' Şiirinde Zelil Anne","authors":"Gökhan ALBAYRAK","doi":"10.32600/huefd.1190158","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1190158","url":null,"abstract":"In July 1819, Keats began to compose The Fall of Hyperion, an allegorical poem about the Titans vanquished by the Olympian deities, concentrating upon the fall of Hyperion. Yet, Keats grew frustrated with the poem’s progress and left it incomplete in September 1819. In this fragment, the poet-narrator encounters Moneta, the goddess of memory, who guides him to draw a boundary between genuine poets and pseudo-poets. The poet-narator’s confrontation with Moneta lies at the centre of this unfinished poem. Therefore, this article explores the poet-narrator’s relationship with Moneta by employing the Kristevan theory of abjection. Moneta is a pivotal character around whom the discussion of the abject coheres since she simultaneously incorporates the abject and that which expels the abject. Moneta represents the attempt to expel the abject because she as a mentor guides the poet-narrator to maintain boundaries between poets and dreamers. Nevertheless, she also emerges as a smothering maternal figure for the poet-narrator. The poet-narrator journeys into Moneta’s “globed” mind that “enwombs” the tragedy of the Titans to recount their story (Fall I.245, 276-7). This journey is regarded as a venture into the realm of the abject maternal body. During this journey, the death-bearing visage of the maternal muse appears. Thus, the poet-narrator confronts the abject as he descends into the pre-linguistic realm where the abject emerges through the sickening collapse of borders. This paper argues that the poetic voice is choked and the poem remains incomplete owing to this confrontation with the abject mother that swamps the symbolic.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135599126","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Beaune’da dünyaya gelen, kariyeri boyunca çok sayıda ülkeden eskizler alarak atölyesine dönüş yapan sanatçı Félix François Georges Philibert Ziem’in 1856 yılında yapmış olduğu İstanbul yolculuğu Sultan Abdülmecid’in saltanat yıllarına (1839-1861) denk gelmektedir. Tanzimat Fermanı ile modernleşme sürecine giren Osmanlı’daki özgürleşen ortam sanatçıyı İstanbul’a getirmiştir. Egzotizm ’in değil, izlenimlerin peşine düşen Ziem Ayasofya’nın başrolünde olduğu resimlerinde İstanbul’un kalabalıklarını, çeşmelerini, balıkçılarını, boğaz ve haliç sularında giden yelkenlilerini resmetmiştir. Sanatçının İstanbul ile bu flörtü birçok araştırmacının ve eleştirmenin dikkatini çekerken ‘’Ziem vatanına ihanet etti’’ yorumları yapılmıştır. Ziem resimlerinde kentin belgesel betimlerini yansıtmaktan ziyade deniz üzerindeki yaşamın pitoresk yönünü ortaya koymayı amaçlamıştır. Maddi kazanımları ile çağdaşları tarafından yoğun bir şekilde kıskanılan Félix Ziem, kariyerinin bir noktasından sonra benzer kompozisyonları sürekli olarak tekrarladığı için eleştirmenler tarafından tüccar olarak nitelendirilmiştir. Yaşarken bu denli ün sahibi olan bir sanatçının günümüzdeki tanınırlık oranının azlığı ise dikkat çekicidir. Çalışma kapsamında Vincent Van Gogh tarafından övgülere layık görülen, Claude Monet’nin jüri üyeliğini yapan, henüz hayattayken bir vasiyet üzerine Louvre Müzesi’ne girmeyi başaran, adına müzeler açılan, caddelere ismi verilen ve sanat hayatı boyunca zenginlerin gözbebeği olan Félix Ziem’in İstanbul resimleri merkeze alınarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
{"title":"The Art of Félix Ziem Following the Light of the Mediterranean and His Istanbul-Themed Works","authors":"Alp Doğu ESER","doi":"10.32600/huefd.1189444","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1189444","url":null,"abstract":"Beaune’da dünyaya gelen, kariyeri boyunca çok sayıda ülkeden eskizler alarak atölyesine dönüş yapan sanatçı Félix François Georges Philibert Ziem’in 1856 yılında yapmış olduğu İstanbul yolculuğu Sultan Abdülmecid’in saltanat yıllarına (1839-1861) denk gelmektedir. Tanzimat Fermanı ile modernleşme sürecine giren Osmanlı’daki özgürleşen ortam sanatçıyı İstanbul’a getirmiştir. Egzotizm ’in değil, izlenimlerin peşine düşen Ziem Ayasofya’nın başrolünde olduğu resimlerinde İstanbul’un kalabalıklarını, çeşmelerini, balıkçılarını, boğaz ve haliç sularında giden yelkenlilerini resmetmiştir. Sanatçının İstanbul ile bu flörtü birçok araştırmacının ve eleştirmenin dikkatini çekerken ‘’Ziem vatanına ihanet etti’’ yorumları yapılmıştır. Ziem resimlerinde kentin belgesel betimlerini yansıtmaktan ziyade deniz üzerindeki yaşamın pitoresk yönünü ortaya koymayı amaçlamıştır. Maddi kazanımları ile çağdaşları tarafından yoğun bir şekilde kıskanılan Félix Ziem, kariyerinin bir noktasından sonra benzer kompozisyonları sürekli olarak tekrarladığı için eleştirmenler tarafından tüccar olarak nitelendirilmiştir. Yaşarken bu denli ün sahibi olan bir sanatçının günümüzdeki tanınırlık oranının azlığı ise dikkat çekicidir. Çalışma kapsamında Vincent Van Gogh tarafından övgülere layık görülen, Claude Monet’nin jüri üyeliğini yapan, henüz hayattayken bir vasiyet üzerine Louvre Müzesi’ne girmeyi başaran, adına müzeler açılan, caddelere ismi verilen ve sanat hayatı boyunca zenginlerin gözbebeği olan Félix Ziem’in İstanbul resimleri merkeze alınarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135047394","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ulus-devlet ve sömürgecilikten ortaya çıkmış olan tarih yazım anlayışının kapsayıcılığı tartışmalı olan noktaları içerisinde barındırmaktadır, zira tarih yazım anlayışı sömürgecilik merkezli olduğunda, odaklanılan nokta da sermaye döngüsü olmaktadır. Dolayısıyla tarih yazımında konu edinilecek her şey sermaye döngüsüne katkı sağlaması ölçüsünde anlam kazanmakta ve kendisine yer edinmektedir. Bu bağlamda ekonomik temelli bir anlayış içerisinde özne için sömüren ve sömürülen ayrımı söz konusudur. Fakat bu şekilde bir okuma, batı merkezli bir tarih yazımıdır. Diğer bir ifade ile, egemen öznenin varlığı doğrultusunda onun epistemik kaygılarını yansıtan ve ötekini oluşturan bir yazımdır. Batı merkezli olması, egemen bir öznenin istemlerini yansıtması ve sermaye döngüsüne hizmet etmesi nedeniyle de hiçbir imkana sahip olmayan ve bir yere ait olmayan sınıflardan bahsedilebilir mi sorusunu akla getirmektedir, dolayısıyla hegemonya dışında kalmış olan, ezilen, dile getirilmek istenilmeyen ve en altta olan bu sınıfları ifade etmek klasik tarih yazımı ile mümkün gözükmemektedir. Bu bağlamda edebiyat aracılığı ile söz konusu alt tabakaları ifade edecek, onlara ait olanın ne olduğunu araştıracak ve onlara ait temsil oluşturacak bir okumanın yapılması bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu noktada ise çalışmanın amacı, Günther Wallraff’ın “En Alttakiler” adlı eserinden hareketle zamanında Almanya’ya çalışmak için giden Türk işçilerin varlığını ‘madun kimlik’ adı altında incelemektir. Böylelikle en altta olanı ortaya çıkaran ve işaret eden bir arka plan dahilinde bu gruplara dair bir söylem analizi yapılmaya çalışılacaktır.
{"title":"Günther Wallraff’ın “En Alttakiler” (Ganz Unten) Adlı Eserinde Madun Kimliğin Eleştirel Söylem Analizi","authors":"Ayşegül Aycan SOLAKER, Zafer GÜNDÜZ","doi":"10.32600/huefd.1176641","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1176641","url":null,"abstract":"Ulus-devlet ve sömürgecilikten ortaya çıkmış olan tarih yazım anlayışının kapsayıcılığı tartışmalı olan noktaları içerisinde barındırmaktadır, zira tarih yazım anlayışı sömürgecilik merkezli olduğunda, odaklanılan nokta da sermaye döngüsü olmaktadır. Dolayısıyla tarih yazımında konu edinilecek her şey sermaye döngüsüne katkı sağlaması ölçüsünde anlam kazanmakta ve kendisine yer edinmektedir. Bu bağlamda ekonomik temelli bir anlayış içerisinde özne için sömüren ve sömürülen ayrımı söz konusudur. Fakat bu şekilde bir okuma, batı merkezli bir tarih yazımıdır. Diğer bir ifade ile, egemen öznenin varlığı doğrultusunda onun epistemik kaygılarını yansıtan ve ötekini oluşturan bir yazımdır. Batı merkezli olması, egemen bir öznenin istemlerini yansıtması ve sermaye döngüsüne hizmet etmesi nedeniyle de hiçbir imkana sahip olmayan ve bir yere ait olmayan sınıflardan bahsedilebilir mi sorusunu akla getirmektedir, dolayısıyla hegemonya dışında kalmış olan, ezilen, dile getirilmek istenilmeyen ve en altta olan bu sınıfları ifade etmek klasik tarih yazımı ile mümkün gözükmemektedir. Bu bağlamda edebiyat aracılığı ile söz konusu alt tabakaları ifade edecek, onlara ait olanın ne olduğunu araştıracak ve onlara ait temsil oluşturacak bir okumanın yapılması bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu noktada ise çalışmanın amacı, Günther Wallraff’ın “En Alttakiler” adlı eserinden hareketle zamanında Almanya’ya çalışmak için giden Türk işçilerin varlığını ‘madun kimlik’ adı altında incelemektir. Böylelikle en altta olanı ortaya çıkaran ve işaret eden bir arka plan dahilinde bu gruplara dair bir söylem analizi yapılmaya çalışılacaktır.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135047395","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Şiilik mezhebinin 7. İmamı olan İmam Rıza’nın kız kardeşi, Fatma’nın türbesinin bulunması sebebiyle Şiiliğin kutsal şehirleri arasında yer alan Kum şehri, medrese eğitimi ve bu medreselerde gerçekleştirilen ilmi çalışmalar açısından da önemli bir yere sahiptir. İran Meşrutiyet döneminde (1906-1911), İran siyasi hayatının demokrasi, meclis ve hukukun üstünlüğü gibi Batı menşeli modern kavramlarla tanışması ve müçtehitlerin mecliste aktif olarak görev yapması, medreselerin de yeni dönem koşulları içinde yenilenmesi gerektiği tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu ihtiyaç, ilim havzası kavramının da müçtehitlerin gündeminde yer almasını sağlamıştır. İslam sonrası İran tarihinde ve Şii dünyasında önemli bir yere sahip olan Kum şehrinin ilim havzasına dönüşümü ise Ayetullah Şeyh Abdulkerim Yezdi’nin, Necef şehrinden gelmesi ile olmuştur. Ayetullah Yezdi, Kum şehrinin İran halkının ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olması gerektiği ve Şii Dünyası içinde daha güçlü konuma gelmesi gerektiği görüşünü savunmaktaydı. Ayetullah Yezdi, Kum medreselerini sadece idari ve mali alanlarda güçlendirmemiş, ayrıca eğitim müfredatının da günün şartlarına cevap verebilecek şekilde güncellenmesinin temellerini atmıştır. Şeyh Heiri Yezdi’nin çalışmaları neticesinde Kum medreselerinin, Şii Dünyasında itibarı daha fazla artmıştır Ayrıca, Ayetullah Heiri Yezdi’nin reformları neticesinde Kum İlmiye Havzası, dini çalışmalar ve siyasi alanda daha etkili konuma gelmiştir.
诗歌坟墓的第七个。Imma Rız a的女儿,我相信,她在Kum的工作中也很重要,Kum是马德拉萨市,也是这些文明中完成的第一项工作,由于Fatma的性质,位于Shillia圣城。在伊朗的莫斯科时期(1906-1911),伊朗的政治生活作为一种民主、议会和法律优势,汇集了关于移民议会中需要更新新时代以及新时代的辩论。这就要求科学池的概念放在客户当天。伊斯兰教结束后,我回到了库姆的科学池,这在伊朗和什叶派世界都很重要,阿耶图拉·谢赫·阿卜杜勒克里姆·耶兹迪来自Necef。Ayetullah Yezdi、Kumşehrinin Il ran halkının ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olmasıgerektiği veŞii Dünyasıiçinde daha güçlükonuma gelmesi gerektiëi görüşünüsavenmaktaydı。阿耶图拉政府不仅加强了行政和财政领域的金牌,而且根据教师的条件为当天的升级奠定了基础。由于海里·耶兹迪的工作,什叶派世界获得了更多的声誉,包括阿耶图拉·海里·耶兹迪的改革、库姆伊尔米亚机场、宗教工作和政治活动。
{"title":"Ayetullah Abdulkerim Heiri Yezdi’nin Kum İlmiye Havzası’nın Ortaya Çıkışındaki Etkisi","authors":"Mehmet Deniz Karakişla","doi":"10.32600/huefd.1193545","DOIUrl":"https://doi.org/10.32600/huefd.1193545","url":null,"abstract":"Şiilik mezhebinin 7. İmamı olan İmam Rıza’nın kız kardeşi, Fatma’nın türbesinin bulunması sebebiyle Şiiliğin kutsal şehirleri arasında yer alan Kum şehri, medrese eğitimi ve bu medreselerde gerçekleştirilen ilmi çalışmalar açısından da önemli bir yere sahiptir. İran Meşrutiyet döneminde (1906-1911), İran siyasi hayatının demokrasi, meclis ve hukukun üstünlüğü gibi Batı menşeli modern kavramlarla tanışması ve müçtehitlerin mecliste aktif olarak görev yapması, medreselerin de yeni dönem koşulları içinde yenilenmesi gerektiği tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu ihtiyaç, ilim havzası kavramının da müçtehitlerin gündeminde yer almasını sağlamıştır. İslam sonrası İran tarihinde ve Şii dünyasında önemli bir yere sahip olan Kum şehrinin ilim havzasına dönüşümü ise Ayetullah Şeyh Abdulkerim Yezdi’nin, Necef şehrinden gelmesi ile olmuştur. Ayetullah Yezdi, Kum şehrinin İran halkının ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte olması gerektiği ve Şii Dünyası içinde daha güçlü konuma gelmesi gerektiği görüşünü savunmaktaydı. Ayetullah Yezdi, Kum medreselerini sadece idari ve mali alanlarda güçlendirmemiş, ayrıca eğitim müfredatının da günün şartlarına cevap verebilecek şekilde güncellenmesinin temellerini atmıştır. Şeyh Heiri Yezdi’nin çalışmaları neticesinde Kum medreselerinin, Şii Dünyasında itibarı daha fazla artmıştır Ayrıca, Ayetullah Heiri Yezdi’nin reformları neticesinde Kum İlmiye Havzası, dini çalışmalar ve siyasi alanda daha etkili konuma gelmiştir.","PeriodicalId":30677,"journal":{"name":"Hacettepe Universitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-11-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"48005744","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}