Amaç: Kardiyak kitleler nadir görülür; neoplastik ve neoplastik olmayan olarak sınıflandırılır. Kardiyak kitlelerin tanısında ve cerrahi planlanmasında farklı görüntüleme yöntemleri hayati bir rol oynamaktadır. Ekokardiyografi, kitle tespitinde birincil yöntemdir. Kardiyak kitleleri tespit etmek ve takip etmek için bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılır. Bu çalışmada nadir görülen kardiyak kitlelerin tespiti ve tedavi planlamasında radyolojinin rolünü değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: 2018-2021 yılları arasında radyoloji ünitemizde saptanmış kardiyak kitlesi olan beş hastanın başvuru semptomları, kitlelerin tespit edildiği görüntüleme yöntemleri ve görüntüleme bulgularının patolojik tanıları ile uyumlu olup olmadığı değerlendirildi. Bulgular: Lenfoma, pleomorfik sarkom ve hemanjiyom tanısı alan hastaların kitleleri 3 cm'den büyüktü. Malign kitlelerin sınırları belirsizdi ve komşu yapılara invazyon görülmekteydi. Kardiyak hemanjiyom, perikardiyal kist ve miksoma tanısal radyolojik bulgulara sahipti. Sonuç: Kardiyak kitlelerin patolojik tanısına göre görüntüleme bulgularının bilinmesi hasta yönetiminde ve tedavi planlamasında önemlidir.
{"title":"What is the Role of Radiology in Cardiac Masses Imaging Findings of Different Diagnoses","authors":"C. Kadıyoran, P. Yilmaz","doi":"10.30733/std.2021.01523","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01523","url":null,"abstract":"Amaç: Kardiyak kitleler nadir görülür; neoplastik ve neoplastik olmayan olarak sınıflandırılır. Kardiyak kitlelerin tanısında ve cerrahi planlanmasında farklı görüntüleme yöntemleri hayati bir rol oynamaktadır. Ekokardiyografi, kitle tespitinde birincil yöntemdir. Kardiyak kitleleri tespit etmek ve takip etmek için bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılır. Bu çalışmada nadir görülen kardiyak kitlelerin tespiti ve tedavi planlamasında radyolojinin rolünü değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: 2018-2021 yılları arasında radyoloji ünitemizde saptanmış kardiyak kitlesi olan beş hastanın başvuru semptomları, kitlelerin tespit edildiği görüntüleme yöntemleri ve görüntüleme bulgularının patolojik tanıları ile uyumlu olup olmadığı değerlendirildi. Bulgular: Lenfoma, pleomorfik sarkom ve hemanjiyom tanısı alan hastaların kitleleri 3 cm'den büyüktü. Malign kitlelerin sınırları belirsizdi ve komşu yapılara invazyon görülmekteydi. Kardiyak hemanjiyom, perikardiyal kist ve miksoma tanısal radyolojik bulgulara sahipti. Sonuç: Kardiyak kitlelerin patolojik tanısına göre görüntüleme bulgularının bilinmesi hasta yönetiminde ve tedavi planlamasında önemlidir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130146326","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Optogenetik, beyindeki belirli noron gruplarini acmak veya kapatmak icin isigi kullanan biyolojik bir tekniktir. Optogenetigin avantaji, hucre ozgullugunun olmasidir. Bu sekilde belirli noron gruplari hedeflenebilir ve tum fonksiyonlari incelenebilir. Optogenetikte isik bir noronun fonksiyonunu olusturan elektirik potansiyellerine donusturulerek, opsin adi verilen proteinlere sahip spesifik noronlara yuklenir. Beynin belirlenen bolgesine isik tutuldugu zaman, sadece opsin yuklu noronlari aktive olur ve bu sekilde istenen potansiyel olusturulur. Optogenetigin ilk calismalari, beyne optik fiberler araciligiyla isik gonderilmesi, bu sekilde deneklerin fiziksel olarak bir kontrol istasyonuna bagli olmasi seklindedir. Sonraki zamanlarda arastirmacilar, kablosuz elektronigi kullanarak pilsiz bir teknikle deneklerin serbestce hareket edebilmesini saglamis. Ancak bu cihazlar buyuk hacimli ve siklikla kafatasinin disina gorunur bir sekilde tutturulmalari, isigin frekansinin veya yogunlugunun hassas bir sekilde kontrol edilmesine izin vermeyisleri ve bir seferde beynin sadece bir bolgesini uyarabilmeleri nedeniyle kullanilmalari zor olmustur. Isigin beynin hangi alanini sececegi, isigin yogunlugunun kontrolu, isik kaynaklari tarafindan uretilen isi ile harekete gecen noronlarin yanlislikla aktiflestirilmesinin onlenmesi calismalar acisindan onem arz etmektedir. Optogenetik yontemlerin gelisimi bircok hastaligin tani ve tedavi yontemlerinin fotonlarla saglanabilmesini kolaylastiracaktir. Optogenetik yontemle beslenme ile ilgili beyin bolgelerinde yapilan calismalar beslenme bozukluklarinin (hiperfaji, anoreksi vb.) tedavisi aci sindan da oldukca onemlidir.
{"title":"Optogenetik ve Beslenme","authors":"Esra Fidan","doi":"10.30733/std.2021.01522","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01522","url":null,"abstract":"Optogenetik, beyindeki belirli noron gruplarini acmak veya kapatmak icin isigi kullanan biyolojik bir tekniktir. \u0000Optogenetigin avantaji, hucre ozgullugunun olmasidir. Bu sekilde belirli noron gruplari hedeflenebilir ve tum \u0000fonksiyonlari incelenebilir. Optogenetikte isik bir noronun fonksiyonunu olusturan elektirik potansiyellerine \u0000donusturulerek, opsin adi verilen proteinlere sahip spesifik noronlara yuklenir. Beynin belirlenen bolgesine \u0000isik tutuldugu zaman, sadece opsin yuklu noronlari aktive olur ve bu sekilde istenen potansiyel olusturulur. \u0000Optogenetigin ilk calismalari, beyne optik fiberler araciligiyla isik gonderilmesi, bu sekilde deneklerin fiziksel \u0000olarak bir kontrol istasyonuna bagli olmasi seklindedir. Sonraki zamanlarda arastirmacilar, kablosuz elektronigi \u0000kullanarak pilsiz bir teknikle deneklerin serbestce hareket edebilmesini saglamis. Ancak bu cihazlar buyuk hacimli \u0000ve siklikla kafatasinin disina gorunur bir sekilde tutturulmalari, isigin frekansinin veya yogunlugunun hassas bir \u0000sekilde kontrol edilmesine izin vermeyisleri ve bir seferde beynin sadece bir bolgesini uyarabilmeleri nedeniyle \u0000kullanilmalari zor olmustur. Isigin beynin hangi alanini sececegi, isigin yogunlugunun kontrolu, isik kaynaklari \u0000tarafindan uretilen isi ile harekete gecen noronlarin yanlislikla aktiflestirilmesinin onlenmesi calismalar acisindan \u0000onem arz etmektedir. Optogenetik yontemlerin gelisimi bircok hastaligin tani ve tedavi yontemlerinin fotonlarla \u0000saglanabilmesini kolaylastiracaktir. Optogenetik yontemle beslenme ile ilgili beyin bolgelerinde yapilan calismalar \u0000beslenme bozukluklarinin (hiperfaji, anoreksi vb.) tedavisi aci sindan da oldukca onemlidir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-02","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126945926","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Bu çalışmada, karaciğer yağlanması ile hastaların demografik özellikleri, kan değerleri ve özellikle yüksek dansiteli dışı lipoproteinin yüksek dansiteli lipoproteine oranı (Non-HDL/HDL) arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmak hedeflenmiştir. Hastalar ve Yöntem: Şubat 2020 ile Eylül 2020 tarihleri arasında ultrasonografi ile karaciğer yağlanması saptanan 164 hasta ile saptanmayan 188 hastanın laboratuvar ve ultrasonografi sonuçları prospektif olarak değerlendirildi. Hastaların; boy, ağırlık, karaciğer enzimleri, vitamin d düzeyleri ve lipid değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Karaciğer yağlanması varlığı ile; ağırlık, ALT, AST, vücut kitle indeksi, trigliserid, yüksek dansiteli dışı lipoprotein düzeyleri ve Non-HDL/HDL arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Yağlanma şiddeti ile ağırlık, ALT, vücut kitle indeksi ve Non-HDL/HDL arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Monosit sayısının yüksek dansiteli lipoproteine oranı ve vitamin D düzeyi ile karaciğer yağlanması varlığı arasında bir ilişki saptanmadı. Non-HDL/HDL oranı ile non-alkolik karaciğer yağlanması arasında ilişki saptanmıştır (r=0.158). Non-HDL/HDL oranının, non-alkolik karaciğer yağlanması tanısındaki pozitif ve negatif prediktif değerleri sırasıyla %56,3 ve %60,9 olarak bulunmuştur. Sonuç: Non-HDL/HDL oranı ile karaciğer yağlanması arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Non-HDL/HDL oranı; karaciğer yağlanmasında kullanılabilecek yeni, kullanışlı ve kolay ulaşılabilen bir belirteçtir.
{"title":"Relationship Between Nonalcoholic Fatty Liver and Non High Density Lipoprotein to High Density Lipoprotein Ratio","authors":"Recep Alanli, M. Kucukay, K. Yalçın","doi":"10.30733/std.2021.01518","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01518","url":null,"abstract":"Amaç: Bu çalışmada, karaciğer yağlanması ile hastaların demografik özellikleri, kan değerleri ve özellikle yüksek dansiteli dışı lipoproteinin yüksek dansiteli lipoproteine oranı (Non-HDL/HDL) arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmak hedeflenmiştir. Hastalar ve Yöntem: Şubat 2020 ile Eylül 2020 tarihleri arasında ultrasonografi ile karaciğer yağlanması saptanan 164 hasta ile saptanmayan 188 hastanın laboratuvar ve ultrasonografi sonuçları prospektif olarak değerlendirildi. Hastaların; boy, ağırlık, karaciğer enzimleri, vitamin d düzeyleri ve lipid değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Karaciğer yağlanması varlığı ile; ağırlık, ALT, AST, vücut kitle indeksi, trigliserid, yüksek dansiteli dışı lipoprotein düzeyleri ve Non-HDL/HDL arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Yağlanma şiddeti ile ağırlık, ALT, vücut kitle indeksi ve Non-HDL/HDL arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Monosit sayısının yüksek dansiteli lipoproteine oranı ve vitamin D düzeyi ile karaciğer yağlanması varlığı arasında bir ilişki saptanmadı. Non-HDL/HDL oranı ile non-alkolik karaciğer yağlanması arasında ilişki saptanmıştır (r=0.158). Non-HDL/HDL oranının, non-alkolik karaciğer yağlanması tanısındaki pozitif ve negatif prediktif değerleri sırasıyla %56,3 ve %60,9 olarak bulunmuştur. Sonuç: Non-HDL/HDL oranı ile karaciğer yağlanması arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Non-HDL/HDL oranı; karaciğer yağlanmasında kullanılabilecek yeni, kullanışlı ve kolay ulaşılabilen bir belirteçtir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115618152","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Usher sendromu işitme ve görme kaybına yol açan klinik ve genetik olarak heterojen bir sendromdur.Üç tip Ushers sendromu, işitme kaybının şiddetine ve vestibüler semptomların varlığına veya yokluğuna bağlı olarak tanımlanmıştır.Ushers sendromu ile ilişkili birkaç zihinsel bozukluk görülse de, tıp camiasında aynı farkındalığın eksikliği görülmektedir Ushers sendromu ve psikozu ile ilgili sadece birkaç olgu sunumu olmuştur ve bu olgularda görsel ve işitsel halüsinasyonlar baskın özelliktir.Bu nedenle yazar, herhangi bir halüsinasyon olmaması durumunda benzersiz bir ushers sendromu ve psikoz vakasını tartışır.
{"title":"A Rare Case of Psychosis in Ushers s Syndrome in Absence of Hallucinations","authors":"H. Kshamaa, M. Aswath, L. Pandit","doi":"10.30733/std.2021.01514","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01514","url":null,"abstract":"Usher sendromu işitme ve görme kaybına yol açan klinik ve genetik olarak heterojen bir sendromdur.Üç tip Ushers sendromu, işitme kaybının şiddetine ve vestibüler semptomların varlığına veya yokluğuna bağlı olarak tanımlanmıştır.Ushers sendromu ile ilişkili birkaç zihinsel bozukluk görülse de, tıp camiasında aynı farkındalığın eksikliği görülmektedir Ushers sendromu ve psikozu ile ilgili sadece birkaç olgu sunumu olmuştur ve bu olgularda görsel ve işitsel halüsinasyonlar baskın özelliktir.Bu nedenle yazar, herhangi bir halüsinasyon olmaması durumunda benzersiz bir ushers sendromu ve psikoz vakasını tartışır.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122342116","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Obezite cerrahisindeki en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biri, derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner emboliyi (PE) kapsayan venöz tromboembolizm (VTE) olaylarıdır. Bu çalışmada, bariyatrik cerrahi yapılan ve standart doz profilaksisi uygulanan hastalarda VTE sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: 2015-2019 yılları arasında morbid obezite nedeni ile ameliyat edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya, laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan ve standart doz Enoksaparin profilaksisi uygulanan olgular dahil edildi. Hastaların demografik verileri, preoperatif hazırlık ve postoperatif antiembolik tedavi koşulları kaydedildi. Bulgular: Laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan 87 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 66'sı (%75,8) kadın 21'i (%24,1) erkekti. Ortalama yaş 38,7 (18-55) idi. Ortalama hastanede kalış süresi 6,6 (3-69) gündü. Dört hastada (%4,5) postoperatif komplikasyon gelişti. İki hastada PE, birer olguda sızıntıya bağlı mediastinit ve kesi fıtığı meydana geldi. Sonuç: Mevcut profilaksi yöntemlerine rağmen, VTE, obezite cerrahisi geçiren hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. Yüksek doz düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) kullanımı kanamaya neden olabilirken, düşük doz DMAH kullanımı ise VTE olasılığını artırmaktadır. Bu durum, DMAH'ların bir sınırlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken dönemde artırılmış doz ve taburculuk sonrası standart doz uygulaması için yeni çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
{"title":"Standard Dose Prophylaxis Application and Venous Thromboembolism Findings in Patients Who Had Bariatric Surgery","authors":"M. Yıldırım, M. Işik","doi":"10.30733/std.2021.01513","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01513","url":null,"abstract":"Amaç: Obezite cerrahisindeki en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biri, derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner emboliyi (PE) kapsayan venöz tromboembolizm (VTE) olaylarıdır. Bu çalışmada, bariyatrik cerrahi yapılan ve standart doz profilaksisi uygulanan hastalarda VTE sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: 2015-2019 yılları arasında morbid obezite nedeni ile ameliyat edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya, laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan ve standart doz Enoksaparin profilaksisi uygulanan olgular dahil edildi. Hastaların demografik verileri, preoperatif hazırlık ve postoperatif antiembolik tedavi koşulları kaydedildi. Bulgular: Laparoskopik sleeve gastrektomi yapılan 87 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 66'sı (%75,8) kadın 21'i (%24,1) erkekti. Ortalama yaş 38,7 (18-55) idi. Ortalama hastanede kalış süresi 6,6 (3-69) gündü. Dört hastada (%4,5) postoperatif komplikasyon gelişti. İki hastada PE, birer olguda sızıntıya bağlı mediastinit ve kesi fıtığı meydana geldi. Sonuç: Mevcut profilaksi yöntemlerine rağmen, VTE, obezite cerrahisi geçiren hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. Yüksek doz düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) kullanımı kanamaya neden olabilirken, düşük doz DMAH kullanımı ise VTE olasılığını artırmaktadır. Bu durum, DMAH'ların bir sınırlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken dönemde artırılmış doz ve taburculuk sonrası standart doz uygulaması için yeni çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"114591570","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Aim: This study aimed to evaluate the incidence of hypermetabolic axillary lymph nodes due to COVID-19 vaccines and the factors affecting hypermetabolic axillary lymph nodes in F18-fluorodeoxyglucose (FDG) positron emission tomography/computed tomography (PET/CT) in on cology patients. Patients and Methods: Among the patients who underwent FDG PET/CT in our institution between January 15, 2021, and June 15, 2021, those who received one or two doses of COVID-19 vaccine (CoronaVac or Biontech) were included in the study. Presence and number of ipsilateral hypermetabolic axillary lymph nodes, FDG uptake, and whether there was a difference between these data after the 1st and 2nd vaccination were investigated. Results: Unilateral hypermetabolic axillary lymph nodes was observed in 9.9% (18/182) of the patients [9.6% (9/94) after 1st dose, 10.2% (9/88) after 2nd dose] vaccinated with CoronaVac; It was detected in 37.5% (9/24) of the patients [35% (7/20) after 1st dose, 50% (2/4) after 2nd dose] who vaccinated with Biontech. A negative correlation was found between the presence of hypermetabolic axillary lymph nodes and age in patients who vaccinated with CoronaV ac. Conclusion: The frequency of hipermetabolik aksiller lenf nodu after CoronaVac was lower than that observed after mRNA vaccines, a small group of patients in our study, and lower than reported in the literature. However, the statistical difference could not be evaluated due to the insufficient number of patients in the Biontech group. A brief history of vaccination is recommended before FDG PET/CT to reduce false positives. The potential role of FDG PET/CT in comparing the efficacy of vaccines produced with dif ferent biotechnologies should be searched in studies with large r patient populations.
{"title":"Hypermetabolic Axillary Lymphadenopathy on FDG PET/CT Due to COVID-19 Vaccination","authors":"O. Sahin","doi":"10.30733/std.2021.01517","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01517","url":null,"abstract":"Aim: This study aimed to evaluate the incidence of hypermetabolic axillary lymph nodes due to COVID-19 \u0000vaccines and the factors affecting hypermetabolic axillary lymph nodes in F18-fluorodeoxyglucose (FDG) \u0000positron emission tomography/computed tomography (PET/CT) in on cology patients. \u0000Patients and Methods: Among the patients who underwent FDG PET/CT in our institution between \u0000January 15, 2021, and June 15, 2021, those who received one or two doses of COVID-19 vaccine \u0000(CoronaVac or Biontech) were included in the study. Presence and number of ipsilateral hypermetabolic \u0000axillary lymph nodes, FDG uptake, and whether there was a difference between these data after the 1st \u0000and 2nd vaccination were investigated. \u0000Results: Unilateral hypermetabolic axillary lymph nodes was observed in 9.9% (18/182) of the patients \u0000[9.6% (9/94) after 1st dose, 10.2% (9/88) after 2nd dose] vaccinated with CoronaVac; It was detected in \u000037.5% (9/24) of the patients [35% (7/20) after 1st dose, 50% (2/4) after 2nd dose] who vaccinated with \u0000Biontech. A negative correlation was found between the presence of hypermetabolic axillary lymph nodes \u0000and age in patients who vaccinated with CoronaV ac. \u0000Conclusion: The frequency of hipermetabolik aksiller lenf nodu after CoronaVac was lower than that \u0000observed after mRNA vaccines, a small group of patients in our study, and lower than reported in the \u0000literature. However, the statistical difference could not be evaluated due to the insufficient number of \u0000patients in the Biontech group. A brief history of vaccination is recommended before FDG PET/CT to \u0000reduce false positives. The potential role of FDG PET/CT in comparing the efficacy of vaccines produced \u0000with dif ferent biotechnologies should be searched in studies with large r patient populations.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"131343529","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
A. Cizmecioglu, Burcu Yormaz, Hilay Akay Cizmecioglu, M. Goktepe, Nijat Ahmadli, D. Ergun, B. Tulek, F. Kanat
Amaç: Hipoksemi, koronavirüs hastalığında (COVID-19) prognozu belirlemek için kullanılan hayati bir kriterdir. Bu çalışmada, COVID-19 hastalarında hipoksiye bağlı hastalık şiddetini tanımlamada kapiller dolum zamanının (KDZ) etkinliği değerlendirilmiştir. Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma, COVID-19 hastaları ve yaşça eşleştirilmiş bir sağlıklı grubu ile gerçekleştirilmiştir. Ölçüm için optimum test ortamı sağlandı ve yöntemimizi standartlaştırmak ve ölçümleri (milisaniye cinsinden) kaydetmek için sabit bir akıllı telefon platformu kullanıldı. Kaydedilen videolar daha sonra bir video işleme programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya toplamda 39 COVID-19 hastası ve 40 kontrol grubu katıldı. Hastalar hastalık şiddetlerine göre orta (n= 25) veya ağır (n= 14) gruplara ayrıldı. Her iki orta / şiddetli grubun ortalama oksijen satürasyonu %94'ün üzerindeydi. Hastalık şiddetine göre KDZ ölçümleri şiddetli grupta orta gruba göre daha yüksekti (p= 0.009). Lenfopeni olmayan hastalarda (n= 18), KDZ değerlerinin şiddetli grupta arttığı saptandı (p= 0.008). Covid-19’lu hastaların takibinde KDZ kullanımı uygulanabilirdi (AUC: 0.91; %95 SH 0.848-0.978; P= 0.001) Sonuç: Sonuçlarımız, COVID-19’lu hastalarda KDZ süresinin uzayabileceğini göstermektedir. Lenfopenisi olmayan ve O2 seviyesi normal olan hastalarda, KDZ uzamasının saptanması yoğun bakıma erken kabul için bir kriter olabilir.
{"title":"Is Capillary Refill Time an Early Prognostic Factor in COVID-19 Patients","authors":"A. Cizmecioglu, Burcu Yormaz, Hilay Akay Cizmecioglu, M. Goktepe, Nijat Ahmadli, D. Ergun, B. Tulek, F. Kanat","doi":"10.30733/std.2021.01521","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01521","url":null,"abstract":"Amaç: Hipoksemi, koronavirüs hastalığında (COVID-19) prognozu belirlemek için kullanılan hayati bir kriterdir. Bu çalışmada, COVID-19 hastalarında hipoksiye bağlı hastalık şiddetini tanımlamada kapiller dolum zamanının (KDZ) etkinliği değerlendirilmiştir. Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışma, COVID-19 hastaları ve yaşça eşleştirilmiş bir sağlıklı grubu ile gerçekleştirilmiştir. Ölçüm için optimum test ortamı sağlandı ve yöntemimizi standartlaştırmak ve ölçümleri (milisaniye cinsinden) kaydetmek için sabit bir akıllı telefon platformu kullanıldı. Kaydedilen videolar daha sonra bir video işleme programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya toplamda 39 COVID-19 hastası ve 40 kontrol grubu katıldı. Hastalar hastalık şiddetlerine göre orta (n= 25) veya ağır (n= 14) gruplara ayrıldı. Her iki orta / şiddetli grubun ortalama oksijen satürasyonu %94'ün üzerindeydi. Hastalık şiddetine göre KDZ ölçümleri şiddetli grupta orta gruba göre daha yüksekti (p= 0.009). Lenfopeni olmayan hastalarda (n= 18), KDZ değerlerinin şiddetli grupta arttığı saptandı (p= 0.008). Covid-19’lu hastaların takibinde KDZ kullanımı uygulanabilirdi (AUC: 0.91; %95 SH 0.848-0.978; P= 0.001) Sonuç: Sonuçlarımız, COVID-19’lu hastalarda KDZ süresinin uzayabileceğini göstermektedir. Lenfopenisi olmayan ve O2 seviyesi normal olan hastalarda, KDZ uzamasının saptanması yoğun bakıma erken kabul için bir kriter olabilir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129088447","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Y. Durduran, L. Demir, M. Uyar, Hasan Kucukkendirci, Güllü Eren, T. Şahin
Amaç: Bu çalışmada; bir halk sağlığı problemi olarak ele alınan ve bulaş riski yüksek olan COVID-19 hastalığına ilişkin doğru ve yanlış bilinenleri tespit etmek amaçlanmıştır. Gereçler ve Yöntem: Çalışma https://docs.google.com/forms adresinden online olarak Mayıs 2020 tarihinde gerçekleştirildi. Anket formu, sosyodemografik özellikler ve COVID-19 ile ilgili 40 sorudan oluşmaktadır. Çalışma sonrasında anket sorularına verilen cevaplar SPPS veri programına giriş yapılarak analiz edildi. Bulgular: Araştırmaya katılan 580 kişinin 363’ü (% 62,6) kadındı. Katılımcıların ortanca yaşı 34,0 (18,077,0) idi. Anketi dolduranların 342'si (% 59,0) evli, 438'i (% 75,5) üniversite ve yüksek lisans mezunu idi. Araştırmaya dahil edilen bireylerin 497'si (%85,6) COVID-19 hakkında bilgi sahibi olmak için televizyon/ haber kanallarını izlediklerini belirttiler. COVID-19 ile ilgili soruların çoğu katılımcılar tarafından doğru cevaplandı. En çok doğru yanıtlanan önerme oranı % 99,5 (577), en az doğru yanıtlanan önerme oranı %23,6 (137) idi. Önermelere verilen doğru yanıtlar açısından cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p <0.05). Sonuç: Katılımcıların büyük çoğunluğunun COVID-19 ile ilgili en az bir haber kaynağından yararlandığı belirlendi. Katılımcılar genellikle COVID-19 hakkında doğru bilgiye sahipti. Çoğunlukla yanlış bilinen konular hakkında toplumun farkındalığını artırmak için eğitim programları planlanabilir.
{"title":"The Accurate and Inaccurate Conceptions Acquired by Society Throughout the COVID-19 Pandemic","authors":"Y. Durduran, L. Demir, M. Uyar, Hasan Kucukkendirci, Güllü Eren, T. Şahin","doi":"10.30733/std.2021.01499","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01499","url":null,"abstract":"Amaç: Bu çalışmada; bir halk sağlığı problemi olarak ele alınan ve bulaş riski yüksek olan COVID-19 hastalığına ilişkin doğru ve yanlış bilinenleri tespit etmek amaçlanmıştır. Gereçler ve Yöntem: Çalışma https://docs.google.com/forms adresinden online olarak Mayıs 2020 tarihinde gerçekleştirildi. Anket formu, sosyodemografik özellikler ve COVID-19 ile ilgili 40 sorudan oluşmaktadır. Çalışma sonrasında anket sorularına verilen cevaplar SPPS veri programına giriş yapılarak analiz edildi. Bulgular: Araştırmaya katılan 580 kişinin 363’ü (% 62,6) kadındı. Katılımcıların ortanca yaşı 34,0 (18,077,0) idi. Anketi dolduranların 342'si (% 59,0) evli, 438'i (% 75,5) üniversite ve yüksek lisans mezunu idi. Araştırmaya dahil edilen bireylerin 497'si (%85,6) COVID-19 hakkında bilgi sahibi olmak için televizyon/ haber kanallarını izlediklerini belirttiler. COVID-19 ile ilgili soruların çoğu katılımcılar tarafından doğru cevaplandı. En çok doğru yanıtlanan önerme oranı % 99,5 (577), en az doğru yanıtlanan önerme oranı %23,6 (137) idi. Önermelere verilen doğru yanıtlar açısından cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p <0.05). Sonuç: Katılımcıların büyük çoğunluğunun COVID-19 ile ilgili en az bir haber kaynağından yararlandığı belirlendi. Katılımcılar genellikle COVID-19 hakkında doğru bilgiye sahipti. Çoğunlukla yanlış bilinen konular hakkında toplumun farkındalığını artırmak için eğitim programları planlanabilir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124306452","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Aim: Psychological dependence and smoking desire are as important as physical dependence on smoking. The aim of this study is to evaluate the effects of the addiction levels and smoking urge of people who want to quit smoking on their success. Patients and Methods: This study, which is a cross-sectional analytical study, was conducted people who applied to a smoking cessation clinic between 10 January 2020 - 30 April 2020. Sociodemographic information form, the Fagerstrom Nicotine Dependence Test (FNDT) and the Test for the Assessment of the Psychological Addiction of Smoking (APAS) were applied and CO levels were measured. Motivational interviews were made and treatments were arranged if necessary. The Carbon monoxide (CO) levels of the patients who were called for control one month later were measured and the Questionnaire of Smoking Urges (QSU) was applied. Those with a CO level of 5 ppm and above were considered to be unable to quit smoking. Results: The average age of 176 patients participating in the study was 37.68±11.89 years and 81.3% were male. The mean of cigarette consumption per pack was 23.42±16.06, the average FNDT was 6.13±2.39 and the CO was 13.33±6.31 ppm. APAS scale mean score was 15.19±2.63 points. According to the FNDT score, 41.5% of the patients were highly dependent, and 6.8% according to the APAS score were severely dependent. Control CO level of the patients who came for control one month later was found to be 5.03±3.03 ppm. Accordingly, 67.6% of the patients could not quit smoking, and the mean QSU score was 33.56±15.71. FNDT, APAS and QSU scale mean scores of those who quit smoking were statistically significantly lower than those who did not quit smoking (p=0.015, p<0.001 and p=0.025, respectively). Conclusion: Those who are high psychological dependence to smoking have low success to quitting smoking. Psychological addiction such as nicotine addiction of those who apply to smoking cessation clinics should be evaluated and ways of coping with smoking desire should be expl ained during motivational interviews.
{"title":"Sigara İçenlerde Psikolojik Bağımlılığın ve Sigara İçme İsteğinin Bırakma Başarısı Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi","authors":"Ruhuşen Kutlu","doi":"10.30733/std.2021.01509","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01509","url":null,"abstract":"Aim: Psychological dependence and smoking desire are as important as physical dependence on smoking. \u0000The aim of this study is to evaluate the effects of the addiction levels and smoking urge of people who want \u0000to quit smoking on their success. \u0000Patients and Methods: This study, which is a cross-sectional analytical study, was conducted people who \u0000applied to a smoking cessation clinic between 10 January 2020 - 30 April 2020. Sociodemographic information \u0000form, the Fagerstrom Nicotine Dependence Test (FNDT) and the Test for the Assessment of the Psychological \u0000Addiction of Smoking (APAS) were applied and CO levels were measured. Motivational interviews were made \u0000and treatments were arranged if necessary. The Carbon monoxide (CO) levels of the patients who were called \u0000for control one month later were measured and the Questionnaire of Smoking Urges (QSU) was applied. \u0000Those with a CO level of 5 ppm and above were considered to be unable to quit smoking. \u0000Results: The average age of 176 patients participating in the study was 37.68±11.89 years and 81.3% were \u0000male. The mean of cigarette consumption per pack was 23.42±16.06, the average FNDT was 6.13±2.39 \u0000and the CO was 13.33±6.31 ppm. APAS scale mean score was 15.19±2.63 points. According to the FNDT \u0000score, 41.5% of the patients were highly dependent, and 6.8% according to the APAS score were severely \u0000dependent. Control CO level of the patients who came for control one month later was found to be 5.03±3.03 \u0000ppm. Accordingly, 67.6% of the patients could not quit smoking, and the mean QSU score was 33.56±15.71. \u0000FNDT, APAS and QSU scale mean scores of those who quit smoking were statistically significantly lower than \u0000those who did not quit smoking (p=0.015, p<0.001 and p=0.025, respectively). \u0000Conclusion: Those who are high psychological dependence to smoking have low success to quitting smoking. \u0000Psychological addiction such as nicotine addiction of those who apply to smoking cessation clinics should be \u0000evaluated and ways of coping with smoking desire should be expl ained during motivational interviews.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127247614","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Otolog kemik greft kullanımı çeşitli ortopedik girişimlerde altın standarttır. Bu çalışmanın amacı, anterior iliak krestten Jamshidi ile K-teli kılavuzlu, çok yönlü perkütan kemik grefti almanın alternatif bir tekniğini tanıtmak ve bu tekniğin erken karşılaştırmalı klinik sonuçlarını ortaya koymaktır. Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif karşılaştırmalı çalışmaya Ocak-Kasım 2013 tarihleri arasında kemik grefti gerektiren çeşitli el ameliyatları geçiren 38 hasta dahil edildi. Hastaların dahil edilen tanıları; el ve bilek kemiği kırıkları psödoartrozları ve iyi huylu kemik tümörleriydi. Hastaların prospektif olarak toplanan verileri geriye dönük olarak iki grupta değerlendirildi. İliak krest otogreft alımı, sırasıyla grup I ve II'de standart bir açık teknikle ve sonraki bölümde anlatılacak olan yeni bir perkütan teknikle gerçekleştirildi. Hastaların ortalama yaşı sırasıyla grup I ve II'de 29,6 +/6,4 ve 28,6 +/8,2 idi. Hastaların postoperatif ağrı ve cerrahi yara izi algısına bağlı ağrıları Görsel Analog Skala üzerinden derecelendirilmiş; postoperatif 6. ayda kaydedildi. İstatistiksel olarak Mann-Whitney U testi kullanıldı. Bulgular: Perkütan grupta hiçbir majör postoperatif komplikasyon görülmedi. Ağrı açısından, postoperatif 6. ayda orta vadede VAS skorları grup II'de grup I'e göre anlamlı olarak düşük bulundu (p <0.05). Sonuç: İliak krestten Jamshidi ile yeni K-teli kılavuzlu kemik grefti toplama, postoperatif ağrı azaltma açısından güvenli ve hasta dostu bir yöntemdir. Bu teknik, kemik grefti gerektiren küçük eklem ve kemik ameliyatlarında faydalıdır. Bu çalışmanın sonuçları, daha yüksek düzeyde kanıt çalışmaları ile daha da desteklenmelidir.
{"title":"Clinical Results of Minimally Invasive Graft Harvesting from the Anterior Iliac Crest: Description of a Novel Technique","authors":"O. Bilge, I. Korucu, Faik Turkmen, N. Karalezlİ","doi":"10.30733/std.2021.01515","DOIUrl":"https://doi.org/10.30733/std.2021.01515","url":null,"abstract":"Amaç: Otolog kemik greft kullanımı çeşitli ortopedik girişimlerde altın standarttır. Bu çalışmanın amacı, anterior iliak krestten Jamshidi ile K-teli kılavuzlu, çok yönlü perkütan kemik grefti almanın alternatif bir tekniğini tanıtmak ve bu tekniğin erken karşılaştırmalı klinik sonuçlarını ortaya koymaktır. Hastalar ve Yöntem: Bu retrospektif karşılaştırmalı çalışmaya Ocak-Kasım 2013 tarihleri arasında kemik grefti gerektiren çeşitli el ameliyatları geçiren 38 hasta dahil edildi. Hastaların dahil edilen tanıları; el ve bilek kemiği kırıkları psödoartrozları ve iyi huylu kemik tümörleriydi. Hastaların prospektif olarak toplanan verileri geriye dönük olarak iki grupta değerlendirildi. İliak krest otogreft alımı, sırasıyla grup I ve II'de standart bir açık teknikle ve sonraki bölümde anlatılacak olan yeni bir perkütan teknikle gerçekleştirildi. Hastaların ortalama yaşı sırasıyla grup I ve II'de 29,6 +/6,4 ve 28,6 +/8,2 idi. Hastaların postoperatif ağrı ve cerrahi yara izi algısına bağlı ağrıları Görsel Analog Skala üzerinden derecelendirilmiş; postoperatif 6. ayda kaydedildi. İstatistiksel olarak Mann-Whitney U testi kullanıldı. Bulgular: Perkütan grupta hiçbir majör postoperatif komplikasyon görülmedi. Ağrı açısından, postoperatif 6. ayda orta vadede VAS skorları grup II'de grup I'e göre anlamlı olarak düşük bulundu (p <0.05). Sonuç: İliak krestten Jamshidi ile yeni K-teli kılavuzlu kemik grefti toplama, postoperatif ağrı azaltma açısından güvenli ve hasta dostu bir yöntemdir. Bu teknik, kemik grefti gerektiren küçük eklem ve kemik ameliyatlarında faydalıdır. Bu çalışmanın sonuçları, daha yüksek düzeyde kanıt çalışmaları ile daha da desteklenmelidir.","PeriodicalId":332557,"journal":{"name":"Selcuk Tip Dergisi","volume":null,"pages":null},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2021-09-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124776318","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}