Evrenye, günümüzde Kastamonu'nun İnebolu ilçesine bağlı Karadeniz kıyısında tarihi bir köydür. Halk arasındaki söylencede isminin Ahi Evren'den geldiği belirtilen Evrenye, Anadolu'nun en eski Türkmen yerleşim bölgelerinden birinde yer almaktadır. Bu açıdan köyün tarihinin ortaya çıkarılması, Türklük araştırmalarına önemli bir katkı yapacaktır. Osmanlılar, Karadeniz kıyılarının emniyetini artırmak için buralara Türkmenlerin yoğun olarak yerleşmesine ayrı bir ihtimam göstermiş, yine deniz ticareti ve gerektiğinde deniz savaşları için gemi imalatında bölgeyi üs edinmiştir. Bu minvalde Osmanlı denizciliğinin gelişmesine paralel olarak 1500’lü yıllardan itibaren kıyı bölgelerdeki az sayıdaki Rum'un yerine buradaki köylere Türkmenler yerleştirilmiş; Karadeniz ormanlarından getirilen kerestelerle gemiler inşa edilmeye başlanmıştır. Evrenye, bu tarihlerden itibaren bir Türkmen denizci köyü olarak mezkûr politikanın bir parçası olmuş; özellikle 19. yüzyılda gemicilik ve deniz taşımacılığıyla iştihar etmiştir. İstiklal Harbi döneminde kuva-yı milliyeye verdiği destekle de bilinen köyün geçmişine dair literatürdeki bilgiler ise oldukça sınırlıdır. Bu çalışmada Osmanlı arşiv belgeleri üzerinden Evrenye'nin tarihi, idari taksimattaki yeri ve nüfusu tespit edilmek istenmiştir. Buna göre köyün ne zaman kurulduğu, Ahi Evren (Evran)'le irtibatının olup olmadığı, kaç hane ve nüfustan oluştuğu, yüzyıllar içerisinde Osmanlı idari taksimatında nasıl (köy, divan, nahiye) yer aldığı sorularına cevap aranmıştır. Ayrıca çalışmada, 20. yüzyıl başlarında köyün isminin "Enver Paşa" olarak değiştirilip nahiye merkezi yapılması ve bu idari tasarrufa yapılan itirazlar da ele alınmıştır.
{"title":"AHİ EVREN DEN ENVER PAŞA YA: OSMANLI İDARİ TAKSİMATINDA EVRENYE","authors":"A. Taş","doi":"10.24058/tki.2022.464","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.464","url":null,"abstract":"Evrenye, günümüzde Kastamonu'nun İnebolu ilçesine bağlı Karadeniz kıyısında tarihi bir köydür. Halk arasındaki söylencede isminin Ahi Evren'den geldiği belirtilen Evrenye, Anadolu'nun en eski Türkmen yerleşim bölgelerinden birinde yer almaktadır. Bu açıdan köyün tarihinin ortaya çıkarılması, Türklük araştırmalarına önemli bir katkı yapacaktır. Osmanlılar, Karadeniz kıyılarının emniyetini artırmak için buralara Türkmenlerin yoğun olarak yerleşmesine ayrı bir ihtimam göstermiş, yine deniz ticareti ve gerektiğinde deniz savaşları için gemi imalatında bölgeyi üs edinmiştir. Bu minvalde Osmanlı denizciliğinin gelişmesine paralel olarak 1500’lü yıllardan itibaren kıyı bölgelerdeki az sayıdaki Rum'un yerine buradaki köylere Türkmenler yerleştirilmiş; Karadeniz ormanlarından getirilen kerestelerle gemiler inşa edilmeye başlanmıştır. Evrenye, bu tarihlerden itibaren bir Türkmen denizci köyü olarak mezkûr politikanın bir parçası olmuş; özellikle 19. yüzyılda gemicilik ve deniz taşımacılığıyla iştihar etmiştir. İstiklal Harbi döneminde kuva-yı milliyeye verdiği destekle de bilinen köyün geçmişine dair literatürdeki bilgiler ise oldukça sınırlıdır. Bu çalışmada Osmanlı arşiv belgeleri üzerinden Evrenye'nin tarihi, idari taksimattaki yeri ve nüfusu tespit edilmek istenmiştir. Buna göre köyün ne zaman kurulduğu, Ahi Evren (Evran)'le irtibatının olup olmadığı, kaç hane ve nüfustan oluştuğu, yüzyıllar içerisinde Osmanlı idari taksimatında nasıl (köy, divan, nahiye) yer aldığı sorularına cevap aranmıştır. Ayrıca çalışmada, 20. yüzyıl başlarında köyün isminin \"Enver Paşa\" olarak değiştirilip nahiye merkezi yapılması ve bu idari tasarrufa yapılan itirazlar da ele alınmıştır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"62 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124476554","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Osmanlılar XIV. yüzyıldan itibaren çeşitli devlet ve topluluklara vermiş oldukları ahidnamelerle hukuki, siyasi, ekonomik ve diplomatik ilişkilerin temellendirilmesini ve bir esas çerçevesine oturtulmasını sağlamışlardır. Bu bağlamda diplomatik belgeler olarak ahidnameler Osmanlı diplomasi tarihinin ve siyasal tarihinin şekillenmesinde temel belgelerdir. Bu belgeler içerisinde XV. yüzyıldan itibaren metinlerine rastladığımız Macaristan ahidnameleri XV-XVI. yüzyıl Osmanlı-Macaristan ilişkilerini anlama ve değerlendirme bakımından en temel kaynaklar olarak nitelendirilmektedir. Bu çalışmada Osmanlı ahidnamelerinin Osmanlı-Macaristan diplomatik ilişkilerindeki rolü ve diplomasi tarihi bakımından önemi sorgulanmakta ve Osmanlı diplomatik biliminin incelediği bir alan olarak ahidname formunun ortaya çıkışında bu ahidnamelerin yeri ve önemi üzerinde durulmaktadır. Ayrıca çalışmada XVI. yüzyılın başına kadar Osmanlı-Macaristan ilişkilerinin siyasal gelişimi ahidnameler bağlamında incelenmekte ve ardından Osmanlı-Macaristan diplomatik ilişkilerine dair günümüze ulaşan iki Türkçe ahidname metninin Osmanlı-Macar ilişkileri içerisindeki yeri tahlil edilmektedir. Osmanlı-Macaristan ilişkilerine dair ilk Türkçe ahidname olarak II. Bayezid dönemine ait tarihsiz bir ahidname metni günümüze ulaşmıştır. Bu metin György Hazai tarafından 1965 yılında Macarca bir makalede neşredilmesine rağmen Türkiye’de herhangi bir şekilde değerlendirilmemiş ve daha sonraki çalışmalarda –çok az istisnası olmakla birlikte– kullanılmamıştır. Sözü geçen bu metin ne yazık ki orijinal bir metin değil bir surettir. Bu çerçevede bu ahidnamenin orijinalinin düzenlenip düzenlenmediğine dair kesin bir bilgimiz yoktur. Ancak Osmanlı-Macaristan ilişkileri içerisinde çok önemli bir yeri olan bu metin ikili ilişkilerin gelişimi ve kendisinden sonra düzenlenen Türkçe ahidnamelere örneklik teşkil etmesi bakımından büyük bir öneme sahiptir. Bu özelliğine ve önemine binaen bu metnin transkripsiyonu tekrar neşredilmekte ve diplomatik ve tarihsel bakımdan incelenmektedir. Osmanlı-Macaristan diplomatik ilişkileri tarihi açısından günümüze ulaşmış olan en önemli belgelerden bir diğeri ise 1503 tarihli Macaristan ahidnamesidir. Tayyib Gökbilgin tarafından fotokopisi yayınlanarak kısa bir değerlendirmeye tâbi tutulan bu ahidname Türkçe tek orijinal Macar ahidnamesidir. 1503 tarihli ahidname bu açıdan oldukça önemli olmakla birlikte içeriği ile de Osmanlı ahidnameleri arasında ayrı bir yer tutmaktadır. Bir Osmanlı ahidnamesinin ortaya çıkış süreci ile ilgili içerdiği bilgiler son derece kıymetlidir. Ayrıca iki devlet arasında belirlenen sınırların tamamen kayda geçirildiği tek ahidname olan bu belgenin metni Latin harfleriyle ilk kez neşredilmekte ve diplomatik ve tarihsel açıdan incelenmektedir.
{"title":"OSMANLI-MACAR AHİDNAMELERİ BAĞLAMINDA OSMANLI-MACARİSTAN İLİŞKİLERİNİN GELİŞİMİ VE II. BAYEZİD DÖNEMİNE AİT TÜRKÇE MACARİSTAN AHİDNAMELERİ ÜZERİNE İNCELEMELER","authors":"Büşra Aktaş Kütükçü","doi":"10.24058/tki.2022.465","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.465","url":null,"abstract":"Osmanlılar XIV. yüzyıldan itibaren çeşitli devlet ve topluluklara vermiş oldukları ahidnamelerle hukuki, siyasi, ekonomik ve diplomatik ilişkilerin temellendirilmesini ve bir esas çerçevesine oturtulmasını sağlamışlardır. Bu bağlamda diplomatik belgeler olarak ahidnameler Osmanlı diplomasi tarihinin ve siyasal tarihinin şekillenmesinde temel belgelerdir. Bu belgeler içerisinde XV. yüzyıldan itibaren metinlerine rastladığımız Macaristan ahidnameleri XV-XVI. yüzyıl Osmanlı-Macaristan ilişkilerini anlama ve değerlendirme bakımından en temel kaynaklar olarak nitelendirilmektedir. Bu çalışmada Osmanlı ahidnamelerinin Osmanlı-Macaristan diplomatik ilişkilerindeki rolü ve diplomasi tarihi bakımından önemi sorgulanmakta ve Osmanlı diplomatik biliminin incelediği bir alan olarak ahidname formunun ortaya çıkışında bu ahidnamelerin yeri ve önemi üzerinde durulmaktadır. Ayrıca çalışmada XVI. yüzyılın başına kadar Osmanlı-Macaristan ilişkilerinin siyasal gelişimi ahidnameler bağlamında incelenmekte ve ardından Osmanlı-Macaristan diplomatik ilişkilerine dair günümüze ulaşan iki Türkçe ahidname metninin Osmanlı-Macar ilişkileri içerisindeki yeri tahlil edilmektedir. Osmanlı-Macaristan ilişkilerine dair ilk Türkçe ahidname olarak II. Bayezid dönemine ait tarihsiz bir ahidname metni günümüze ulaşmıştır. Bu metin György Hazai tarafından 1965 yılında Macarca bir makalede neşredilmesine rağmen Türkiye’de herhangi bir şekilde değerlendirilmemiş ve daha sonraki çalışmalarda –çok az istisnası olmakla birlikte– kullanılmamıştır. Sözü geçen bu metin ne yazık ki orijinal bir metin değil bir surettir. Bu çerçevede bu ahidnamenin orijinalinin düzenlenip düzenlenmediğine dair kesin bir bilgimiz yoktur. Ancak Osmanlı-Macaristan ilişkileri içerisinde çok önemli bir yeri olan bu metin ikili ilişkilerin gelişimi ve kendisinden sonra düzenlenen Türkçe ahidnamelere örneklik teşkil etmesi bakımından büyük bir öneme sahiptir. Bu özelliğine ve önemine binaen bu metnin transkripsiyonu tekrar neşredilmekte ve diplomatik ve tarihsel bakımdan incelenmektedir. Osmanlı-Macaristan diplomatik ilişkileri tarihi açısından günümüze ulaşmış olan en önemli belgelerden bir diğeri ise 1503 tarihli Macaristan ahidnamesidir. Tayyib Gökbilgin tarafından fotokopisi yayınlanarak kısa bir değerlendirmeye tâbi tutulan bu ahidname Türkçe tek orijinal Macar ahidnamesidir. 1503 tarihli ahidname bu açıdan oldukça önemli olmakla birlikte içeriği ile de Osmanlı ahidnameleri arasında ayrı bir yer tutmaktadır. Bir Osmanlı ahidnamesinin ortaya çıkış süreci ile ilgili içerdiği bilgiler son derece kıymetlidir. Ayrıca iki devlet arasında belirlenen sınırların tamamen kayda geçirildiği tek ahidname olan bu belgenin metni Latin harfleriyle ilk kez neşredilmekte ve diplomatik ve tarihsel açıdan incelenmektedir.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"118 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122066409","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İstanbul’un iaşesindeki önemli rolünün yanı sıra aynı zamanda iktisadî ve sosyal işlevleriyle de dikkat çeken İstanbul bostanları, hakkında çok az çalışma yapılmış bir konudur. Bu bakımdan bu çalışma ile hem XVIII. yüzyılda İstanbul’da sur dışında bulunan bostanların durumunu tespit etmek hem de İstanbul’un şehir dokusunun tespitine katkıda bulunmak hedeflenmektedir. Çalışmada XVIII. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’un sur dışı bostanlarının mevkileri, sahipleri ve çalışanları incelenmiştir. Çalışmanın temel kaynağı I. Mahmud dönemine (1730-1754) ait 25 Receb 1145 (11 Ocak 1733) tarihli defterdir. Bu defter Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nde (BOA) nüfus defteri olarak 1 numarada kayıtlıdır. Nüfus defterine göre 1733 yılında İstanbul kara surları boyunca Yedikule’den Ayvansaray’a kadar 77, Eyüp’te 78 ve Eyüp’e bağlı Hasköy’de -Fener ve Balat semtlerinin karşısında- 12 olmak üzere toplam 167 bostan mevcuttur. Bostan sahiplerinin ezici çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmaktadır (%96,37). Müslümanların mülkiyetindeki bostanların %14,85’i vakıflara, %13,33’ü kadınlara aittir. Bostan sahibi olan veya bostan tasarruf eden Müslümanlar arasında orta ve alt düzey memurlar ile esnafın yanı sıra padişah kızları, paşalar, yeniçeri ağası, Enderun ağası, şeyhülislâm, kazasker, padişah imamı (İmam-ı şehriyârî-i sâbık) ve kâdî gibi üst düzeyde devlet memurlarının varlığı, bostanların önemli bir gelir kaynağı olduğuna işaret etmektedir. 1733 yılında İstanbul Sur dışı bostanlarında 637 kişi çalışıyordu. Bostan başına ortalama dört çalışan düşüyordu. Bunların %70’ini Arnavutlar ve Rumlar oluşturuyordu. Ayrıca çalışanların en az %60’ının Rumeli, Trakya ve Anadolu’dan gelmiş olması istihdam alanı olarak bostanların işlevini de göstermektedir.
{"title":"XVIII. YÜZYILDA İSTANBUL UN SUR DIŞI BOSTANLARI (YEDİKULE-AYVANSARAY, EYÜP VE HASKÖY)","authors":"Serpil Sönmez","doi":"10.24058/tki.2022.457","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.457","url":null,"abstract":"İstanbul’un iaşesindeki önemli rolünün yanı sıra aynı zamanda iktisadî ve sosyal işlevleriyle de dikkat çeken İstanbul bostanları, hakkında çok az çalışma yapılmış bir konudur. Bu bakımdan bu çalışma ile hem XVIII. yüzyılda İstanbul’da sur dışında bulunan bostanların durumunu tespit etmek hem de İstanbul’un şehir dokusunun tespitine katkıda bulunmak hedeflenmektedir. Çalışmada XVIII. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’un sur dışı bostanlarının mevkileri, sahipleri ve çalışanları incelenmiştir. Çalışmanın temel kaynağı I. Mahmud dönemine (1730-1754) ait 25 Receb 1145 (11 Ocak 1733) tarihli defterdir. Bu defter Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi’nde (BOA) nüfus defteri olarak 1 numarada kayıtlıdır. Nüfus defterine göre 1733 yılında İstanbul kara surları boyunca Yedikule’den Ayvansaray’a kadar 77, Eyüp’te 78 ve Eyüp’e bağlı Hasköy’de -Fener ve Balat semtlerinin karşısında- 12 olmak üzere toplam 167 bostan mevcuttur. Bostan sahiplerinin ezici çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmaktadır (%96,37). Müslümanların mülkiyetindeki bostanların %14,85’i vakıflara, %13,33’ü kadınlara aittir. Bostan sahibi olan veya bostan tasarruf eden Müslümanlar arasında orta ve alt düzey memurlar ile esnafın yanı sıra padişah kızları, paşalar, yeniçeri ağası, Enderun ağası, şeyhülislâm, kazasker, padişah imamı (İmam-ı şehriyârî-i sâbık) ve kâdî gibi üst düzeyde devlet memurlarının varlığı, bostanların önemli bir gelir kaynağı olduğuna işaret etmektedir. 1733 yılında İstanbul Sur dışı bostanlarında 637 kişi çalışıyordu. Bostan başına ortalama dört çalışan düşüyordu. Bunların %70’ini Arnavutlar ve Rumlar oluşturuyordu. Ayrıca çalışanların en az %60’ının Rumeli, Trakya ve Anadolu’dan gelmiş olması istihdam alanı olarak bostanların işlevini de göstermektedir.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"3 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128877703","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Vakıflar iktisadi fonksiyonları ve ifa ettikleri önemli kamu hizmetleri yanında, şehirlerin sosyo-ekonomik görünümünün en önemli göstergeleri olmaları bakımından da birçok araştırmaya konu olmaktadır. Vakfedilen akar/gelirler içinde ziraat yapılan arazilerin bulunması, hasat ve ürün fiyatları gibi tarımsal üretime yönelik bilgiye ulaşılmasına imkân vermektedir. Sosyal ve ekonomik tarih araştırmaları bakımından önemli ve ayrıntılı veriler içeren ‘Vakıf Muhasebe Defterleri’nden, vakıfların iktisadi fonksiyonları ve yaratılan istihdam potansiyeli yanında ürün fiyatları, ücretler, yevmiyeler, çalışan sayıları, icra ettikleri tamirat ve bakım işleri, keza ifa ettikleri kamu hizmetlerine dair önemli bilgiler edinilebilmektedir. Bu çalışmada ele alınan ve 1574 yılında kurulan Muradiye Vakfı, Manisa’nın en büyük ve önemli vakıflarından biridir. Vakfın bütçesi içinde en önemli gelir kaynağını kırsal kesimden elde edilen gelirler oluşturmaktadır. Bu çalışma ile vakfın 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın erken dönemleri arasında mali durumunun analiz edilmesi amaçlanmıştır. Ele alınan dönem Celali İsyanları’nın etkilerinin yoğun bir şekilde yaşandığı bir dönemdir. Buna rağmen vakfın dönemsel mali sıkıntılar yaşamakla birlikte, faaliyetlerini engelleyecek derin bir kriz yaşamadığı görülmüştür.
{"title":"MANİSA MURADİYE VAKFI NIN 1596-1609 YILLARI ARASINDAKİ BİLANÇO ANALİZİ","authors":"R. H. Öztürk","doi":"10.24058/tki.2022.463","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.463","url":null,"abstract":"Vakıflar iktisadi fonksiyonları ve ifa ettikleri önemli kamu hizmetleri yanında, şehirlerin sosyo-ekonomik görünümünün en önemli göstergeleri olmaları bakımından da birçok araştırmaya konu olmaktadır. Vakfedilen akar/gelirler içinde ziraat yapılan arazilerin bulunması, hasat ve ürün fiyatları gibi tarımsal üretime yönelik bilgiye ulaşılmasına imkân vermektedir. Sosyal ve ekonomik tarih araştırmaları bakımından önemli ve ayrıntılı veriler içeren ‘Vakıf Muhasebe Defterleri’nden, vakıfların iktisadi fonksiyonları ve yaratılan istihdam potansiyeli yanında ürün fiyatları, ücretler, yevmiyeler, çalışan sayıları, icra ettikleri tamirat ve bakım işleri, keza ifa ettikleri kamu hizmetlerine dair önemli bilgiler edinilebilmektedir. Bu çalışmada ele alınan ve 1574 yılında kurulan Muradiye Vakfı, Manisa’nın en büyük ve önemli vakıflarından biridir. Vakfın bütçesi içinde en önemli gelir kaynağını kırsal kesimden elde edilen gelirler oluşturmaktadır. Bu çalışma ile vakfın 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın erken dönemleri arasında mali durumunun analiz edilmesi amaçlanmıştır. Ele alınan dönem Celali İsyanları’nın etkilerinin yoğun bir şekilde yaşandığı bir dönemdir. Buna rağmen vakfın dönemsel mali sıkıntılar yaşamakla birlikte, faaliyetlerini engelleyecek derin bir kriz yaşamadığı görülmüştür.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"3 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127695185","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu makalede XV., XVI. ve XVII. yüzyıllarda Yoros (Beykoz) Kazası’nın iktisadî durumu ele alındı. Kaynaklarımızı başta Tahrir Defterleri ve Şer'iyye Sicilleri oluşturdu. XVII. yüzyılın ikinci yarısında kazanın iktisadî yapısı için Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yer alan bilgilerden yararlanıldı. Ayrıca konu hakkında bilgi veren araştırmalar da değerlendirildi. İlk olarak kaza dâhilinde yaşayan halktan alınan raiyyet rüsumunun hangi kalemlerden oluştuğu ve yılda bunlardan ne kadar vergi alındığı tablolar ve çizelgelerle ortaya konuldu. Tarıma elverişli toprakların miktarı belirlenmeye çalışıldı. Ziraata açık topraklarda hububat türünden hangi ürünlerin ekildiği, yılda ne kadar ürün elde edildiği, bunlardan ne kadar aynî vergi alındığı ve bunun nakdî değerinin ne kadar olduğu tablolarla gösterildi. Ayrıca bu hububat kalemlerinin yıllık üretim kapasiteleri çizelgelerle belirlenmeye çalışıldı. Kaza dâhilinde yapılan meyve ve sebze üretiminin ne kadar olduğu ne tür sebze ve meyve yetiştirildiği, bağ ve bahçelerin kapasiteleri tablolarla ortaya konuldu. Hayvancılığın sanayi işletmeleri hangi boyutta olduğu tespite çalışıldı. Sanayi ürünü olarak kendir üretiminin iskân birimlerine göre dağılımı, kaza dâhilinde sanayi işletmesi olarak ne kadar değirmen ve bezirhane bulunduğu belirlendi. Yoros’ta ne kadar iskele ve bazar bulunduğu ortaya konulmaya çalışıldı.
{"title":"XV., XVI. VE XVII. YÜZYILLARDA YOROS (BEYKOZ) KAZASINDA İKTİSADÎ HAYAT","authors":"M. Bostan","doi":"10.24058/tki.2022.460","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.460","url":null,"abstract":"Bu makalede XV., XVI. ve XVII. yüzyıllarda Yoros (Beykoz) Kazası’nın iktisadî durumu ele alındı. Kaynaklarımızı başta Tahrir Defterleri ve Şer'iyye Sicilleri oluşturdu. XVII. yüzyılın ikinci yarısında kazanın iktisadî yapısı için Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde yer alan bilgilerden yararlanıldı. Ayrıca konu hakkında bilgi veren araştırmalar da değerlendirildi. İlk olarak kaza dâhilinde yaşayan halktan alınan raiyyet rüsumunun hangi kalemlerden oluştuğu ve yılda bunlardan ne kadar vergi alındığı tablolar ve çizelgelerle ortaya konuldu. Tarıma elverişli toprakların miktarı belirlenmeye çalışıldı. Ziraata açık topraklarda hububat türünden hangi ürünlerin ekildiği, yılda ne kadar ürün elde edildiği, bunlardan ne kadar aynî vergi alındığı ve bunun nakdî değerinin ne kadar olduğu tablolarla gösterildi. Ayrıca bu hububat kalemlerinin yıllık üretim kapasiteleri çizelgelerle belirlenmeye çalışıldı. Kaza dâhilinde yapılan meyve ve sebze üretiminin ne kadar olduğu ne tür sebze ve meyve yetiştirildiği, bağ ve bahçelerin kapasiteleri tablolarla ortaya konuldu. Hayvancılığın sanayi işletmeleri hangi boyutta olduğu tespite çalışıldı. Sanayi ürünü olarak kendir üretiminin iskân birimlerine göre dağılımı, kaza dâhilinde sanayi işletmesi olarak ne kadar değirmen ve bezirhane bulunduğu belirlendi. Yoros’ta ne kadar iskele ve bazar bulunduğu ortaya konulmaya çalışıldı.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"56 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127498168","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında halkın eğitim seviyesini yükseltmek gayesiyle bazı kararlar hızla yürürlüğe koyuldu ve bir süre sonra semeresini vermeye başladı. Fakat yükseköğretimde arzulanan başarı henüz kaydedilememişti. Yeterli sayıda eğitim kurumunun olmayışı meselenin çözümünü zorlaştıran en büyük etkendi. Bu maksatla Avrupa ülkelerinde uygulandığı gibi yükseköğretimde uzaktan eğitim sürecinin başlatılmasına karar verildi. Uzaktan eğitim hususunu Cumhuriyet devrinde dile getiren ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey oldu. Bununla birlikte Mustafa Necati Bey’in vekâletinden ancak yıllar sonra bu konuda somut adımlar atılabildi ve hazırlanan uzaktan eğitim programları yükseköğretim kapısında bekleyen milyonlarca gence sunuldu. Bu makalede Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Necati Bey’in ilk ifadesi başlangıç kabul edilerek, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nin kuruluşuna kadar geçen dönemde yükseköğretimde uzaktan eğitime geçiş süreci ele alındı. Öğrencilerin ve eğitimcilerin yaşadığı problemler, uzaktan eğitim kurumları, kurumların işleyişi gibi meseleler TBMM zabıtları, dönem basını ve ilgili literatür ele alınarak açıklanmaya çalışıldı.
{"title":"CUMHURİYET DÖNEMİNDE YÜKSEKÖĞRETİMDE UZAKTAN EĞİTİME GEÇİŞ SÜRECİ (1923-1982)","authors":"Demet Cansız","doi":"10.24058/tki.2022.455","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.455","url":null,"abstract":"Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında halkın eğitim seviyesini yükseltmek gayesiyle bazı kararlar hızla yürürlüğe koyuldu ve bir süre sonra semeresini vermeye başladı. Fakat yükseköğretimde arzulanan başarı henüz kaydedilememişti. Yeterli sayıda eğitim kurumunun olmayışı meselenin çözümünü zorlaştıran en büyük etkendi. Bu maksatla Avrupa ülkelerinde uygulandığı gibi yükseköğretimde uzaktan eğitim sürecinin başlatılmasına karar verildi. Uzaktan eğitim hususunu Cumhuriyet devrinde dile getiren ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey oldu. Bununla birlikte Mustafa Necati Bey’in vekâletinden ancak yıllar sonra bu konuda somut adımlar atılabildi ve hazırlanan uzaktan eğitim programları yükseköğretim kapısında bekleyen milyonlarca gence sunuldu. Bu makalede Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Necati Bey’in ilk ifadesi başlangıç kabul edilerek, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nin kuruluşuna kadar geçen dönemde yükseköğretimde uzaktan eğitime geçiş süreci ele alındı. Öğrencilerin ve eğitimcilerin yaşadığı problemler, uzaktan eğitim kurumları, kurumların işleyişi gibi meseleler TBMM zabıtları, dönem basını ve ilgili literatür ele alınarak açıklanmaya çalışıldı.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"2 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"117218435","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışmada XVI. asrın tanınmış âlim ve şairlerinden Vusûlî Mehmed Çelebi’nin askerler başta olmak üzere padişah, komutan ve halka yönelik nasihatleri içeren Nesâyih-i Cündiyye adlı eseri ele alınacaktır. Bu eser, müellifi bilinmeyen Risâle-i Cündiyye adlı bir risalenin “nesayihi cündiyye” başlıklı ilk faslına mukaddime ve hâtime eklenerek vücuda getirilmiştir. Tür bakımından nasihatname ve siyasetname özelliklerini gösteren Nesâyih-i Cündiyye, uzun manzum mensur bir mukaddime, asıl konunun işlendiği bölüm ve kısa bir hâtimeden müteşekkildir. Mukaddimede; besmele, hamdele, münacat, tevhid ve na‘t bölümlerinin ardından Sultan II. Selim’in övüldüğü methiyeler yer almaktadır. Asıl konunun işlendiği bölümde sebebi telif, nasihatler ve konuya uygun hikâyeler bulunmaktadır. Nasihatlerin “nesâyih-i cündiyye” başlıkları ile ayrı ayrı işlendiği bu bölümde; sır saklamak, padişaha itaat etmek, ihsan ve lütuf, takva ve taat, komutanın kararında sebatkâr olması ve askerlerini tanıyıp onları tehlikelerden koruması, akıllı ve olgun kimselerle bir arada bulunmak ve sabır hakkında nasihatler ile konulara uygun hikâyeler yer almaktadır. Metnin hâtime bölümünde ise kısa bir hitam cümlesi ile mesnevi şeklinde dört beyitlik bir dua manzumesi bulunmaktadır. Makalede, Vusûlî Mehmed Çelebi’nin hayatı ve eserlerine kısaca değinilerek Nesâyih-i Cündiyye’nin incelemesine geçilmiştir. Nesâyih-i Cündiyye’nin kısaca tanıtıldığı bu bölümde sırasıyla; Risâle-i Cündiyye ile benzer ve farklı yönleri üzerinde durulmakta, eserin nüshası tanıtılarak tür, şekil ve üslup özelliklerine değinilmekte ve son olarak muhteva bakımından ele alınarak eserin özetine yer verilmektedir. İnceleme, genel bir değerlendirmenin yapıldığı sonuç kısmıyla tamamlanmaktadır. İkinci bölümde ise Nesâyih-i Cündiyye’nin transkripsiyonlu metni ile metinde geçen ayet, hadis, şiir ve kelam-ı kibar gibi Arapça-Farsça kısımların tercüme ve kaynakları sunulmaktadır.
{"title":"VUSÛLÎ MEHMED ÇELEBİ NİN NESÂYİH-İ CÜNDİYYE Sİ","authors":"Muzaffer Kılıç","doi":"10.24058/tki.2022.449","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.449","url":null,"abstract":"Bu çalışmada XVI. asrın tanınmış âlim ve şairlerinden Vusûlî Mehmed Çelebi’nin askerler başta olmak üzere padişah, komutan ve halka yönelik nasihatleri içeren Nesâyih-i Cündiyye adlı eseri ele alınacaktır. Bu eser, müellifi bilinmeyen Risâle-i Cündiyye adlı bir risalenin “nesayihi cündiyye” başlıklı ilk faslına mukaddime ve hâtime eklenerek vücuda getirilmiştir. Tür bakımından nasihatname ve siyasetname özelliklerini gösteren Nesâyih-i Cündiyye, uzun manzum mensur bir mukaddime, asıl konunun işlendiği bölüm ve kısa bir hâtimeden müteşekkildir. Mukaddimede; besmele, hamdele, münacat, tevhid ve na‘t bölümlerinin ardından Sultan II. Selim’in övüldüğü methiyeler yer almaktadır. Asıl konunun işlendiği bölümde sebebi telif, nasihatler ve konuya uygun hikâyeler bulunmaktadır. Nasihatlerin “nesâyih-i cündiyye” başlıkları ile ayrı ayrı işlendiği bu bölümde; sır saklamak, padişaha itaat etmek, ihsan ve lütuf, takva ve taat, komutanın kararında sebatkâr olması ve askerlerini tanıyıp onları tehlikelerden koruması, akıllı ve olgun kimselerle bir arada bulunmak ve sabır hakkında nasihatler ile konulara uygun hikâyeler yer almaktadır. Metnin hâtime bölümünde ise kısa bir hitam cümlesi ile mesnevi şeklinde dört beyitlik bir dua manzumesi bulunmaktadır. Makalede, Vusûlî Mehmed Çelebi’nin hayatı ve eserlerine kısaca değinilerek Nesâyih-i Cündiyye’nin incelemesine geçilmiştir. Nesâyih-i Cündiyye’nin kısaca tanıtıldığı bu bölümde sırasıyla; Risâle-i Cündiyye ile benzer ve farklı yönleri üzerinde durulmakta, eserin nüshası tanıtılarak tür, şekil ve üslup özelliklerine değinilmekte ve son olarak muhteva bakımından ele alınarak eserin özetine yer verilmektedir. İnceleme, genel bir değerlendirmenin yapıldığı sonuç kısmıyla tamamlanmaktadır. İkinci bölümde ise Nesâyih-i Cündiyye’nin transkripsiyonlu metni ile metinde geçen ayet, hadis, şiir ve kelam-ı kibar gibi Arapça-Farsça kısımların tercüme ve kaynakları sunulmaktadır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"2006 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129765151","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Edebi eserler sanatçının bir olayı, olguyu, durumu ya da nesneyi nasıl algıladığını gösteren sanatsal ifadelerdir. Klasik Türk edebiyatının bilinen ilk mesnevisi Yusuf Has Hacip’in 11. yüzyılda yazdığı Kutadgu Bilig eseri de ideal bir devletin, toplumun ve insanın nasıl olması gerektiğini anlatması yönüyle bir siyasetname olarak karşımıza çıkar. Eser aynı zamanda “barış”, “savaş”, “düşman” ve “düşmanlık” kavramlarına ışık tutan kuramsal bir mesnevidir. Bu çalışmanın amacı Kutadgu Bilig’de barış, savaş ve düşman kavramlarının nasıl ortaya konulduğunu incelemektir. Ayrıca “barış, savaş, düşman ve düşmanlık” konusunda daha önce yapılmış çalışmalara farklı bir bakış açısı sunmak, böylece alanı genişletmektir. Bu düşünceden hareketle edebi eserlerin savaş ve barış gibi toplumsal meselelere farklı bir bakış açısı kazandırdığını örnekleriyle ortaya koymak da gerekir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Kutadgu Bilig’e göre barışın anlamı”, ikinci bölümde “Kutadgu Bilig’e göre savaşın anlamı” anlatılmıştır. Üçüncü bölümde ise “düşman ve düşmanlık” kavramlarının Yusuf Has Hacip’e göre nasıl anlaşıldığı araştırılmış ve bununla ilgili beyitler ele alınıp açıklanmıştır. Kutadgu Bilig’de fertlerin, toplumların ve devletlerin uzun süre ayakta kalabilmesi için gerekli olan nitelikler sıralanmıştır. Devletin düzenini ayakta tutan en önemli şey insanlar arası güvenin tesis edilmesidir. Devletin idaresini elinde tutanlar iç ve dış düşmanlarını iyi tanımalı ve düşmanı her yönüyle takip etmelidir. Bu, halkın da emniyet ve huzur içerisinde yönetilmesi için gereklidir. Bu çalışma “Kutadgu Bilig’e göre düşman çeşitleri nelerdir, bu düşmanlarla nasıl mücadele edilmelidir, kimlerin düşmanı çok olur, düşmanın zararları nelerdir, düşmanı olmak her zaman kötü bir şey midir ya da insana düşmanın faydası olabilir mi?” sorularını da cevaplamaktadır.
{"title":"KUTADGU BİLİG DE BARIŞ, SAVAŞ VE DÜŞMAN ALGISI","authors":"Şeyma Sarı","doi":"10.24058/tki.2022.445","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.445","url":null,"abstract":"Edebi eserler sanatçının bir olayı, olguyu, durumu ya da nesneyi nasıl algıladığını gösteren sanatsal ifadelerdir. Klasik Türk edebiyatının bilinen ilk mesnevisi Yusuf Has Hacip’in 11. yüzyılda yazdığı Kutadgu Bilig eseri de ideal bir devletin, toplumun ve insanın nasıl olması gerektiğini anlatması yönüyle bir siyasetname olarak karşımıza çıkar. Eser aynı zamanda “barış”, “savaş”, “düşman” ve “düşmanlık” kavramlarına ışık tutan kuramsal bir mesnevidir. Bu çalışmanın amacı Kutadgu Bilig’de barış, savaş ve düşman kavramlarının nasıl ortaya konulduğunu incelemektir. Ayrıca “barış, savaş, düşman ve düşmanlık” konusunda daha önce yapılmış çalışmalara farklı bir bakış açısı sunmak, böylece alanı genişletmektir. Bu düşünceden hareketle edebi eserlerin savaş ve barış gibi toplumsal meselelere farklı bir bakış açısı kazandırdığını örnekleriyle ortaya koymak da gerekir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Kutadgu Bilig’e göre barışın anlamı”, ikinci bölümde “Kutadgu Bilig’e göre savaşın anlamı” anlatılmıştır. Üçüncü bölümde ise “düşman ve düşmanlık” kavramlarının Yusuf Has Hacip’e göre nasıl anlaşıldığı araştırılmış ve bununla ilgili beyitler ele alınıp açıklanmıştır. Kutadgu Bilig’de fertlerin, toplumların ve devletlerin uzun süre ayakta kalabilmesi için gerekli olan nitelikler sıralanmıştır. Devletin düzenini ayakta tutan en önemli şey insanlar arası güvenin tesis edilmesidir. Devletin idaresini elinde tutanlar iç ve dış düşmanlarını iyi tanımalı ve düşmanı her yönüyle takip etmelidir. Bu, halkın da emniyet ve huzur içerisinde yönetilmesi için gereklidir. Bu çalışma “Kutadgu Bilig’e göre düşman çeşitleri nelerdir, bu düşmanlarla nasıl mücadele edilmelidir, kimlerin düşmanı çok olur, düşmanın zararları nelerdir, düşmanı olmak her zaman kötü bir şey midir ya da insana düşmanın faydası olabilir mi?” sorularını da cevaplamaktadır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"14 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129918636","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türk insanı doğumundan ölümüne kadar hayatını şiirle yaşamaktadır. Yeni doğan bir çocuk hayata ana şiirleri sayılabilecek ninnileri dinleyerek başlar. Sonra sokakta oynarken çocukça şiirler, tekerlemeler söyler. Ablalarından ve abilerinden manzum bilmeceler, dede ve ninelerinden mâniler, mevlitler, ilahiler, tevhitler, dualar dinleyerek büyür. Her yıl idrak ettiği ramazanda iftarda ve sahurda davulcu mânileriyle, şiir tadında kafiyeli dualarla, teravihlerde ilahilerle, teravih sonrası bazen sahura kadar karagöz Hacivat ve hayal oyunlarından nice türkü, şarkı, mâni öğrenerek yetişir. Geleneğe sahip çıkan ailelerde doğum, hacca gitme, sakal bırakma, askere gitme, düğün, ölüm vs. her türlü başlangıçlarda manzum tarih düşürme ve levhalara şiir yazma âdeti hâlâ devam etmektedir. Bu alışkanlıklar bir yandan devam ederken hayatın değişmesi, teknolojinin gelişmesiyle telefonla, e-postayla mesaj yazma, duvarlara yazı yazma şeklinde giren yeni alışkanlıklarımız da şiir kültürüyle birleştirilmiştir. Bayram, kandil, Cuma vb. mesajlarda şiir yazmak veya şiir tadında mısra ve cümleler yazmak alışkanlıklar arasına girmiştir. Bu arada Türk insanı Yûnus başta olmak üzere şairlerin şiirlerinden istifade ederek hayatını düzenlemekte şiir gibi hayat yaşamaya gayret etmektedir. Günlük hayatında üzerinde durduğu her konuyu daha anlaşılır, daha ikna edici kılmak için beyitlerden örnekler getirmeye çalışır. Türk milletinin hayatına rehberlik eden her biri atasözü niteliği kazanmış bu berceste mısra ve beyitlerden binlercesi hâlâ dillerde dolaşmaktadır. Ninniyle başlayan şiirle hayat, ölünce mezar taşında ebedileşir. Atalarımız mezar taşına âyet ve hadislerin yanında ölümle ilgili veciz mısra ve beyitler nakşederlerdi. Tek bakinin Allah olduğunu, hayatın geçici olduğunu, her nefsin bir gün mutlaka ölümü tadacağını anlatan mezar taşı şiirleri Latin alfabesiyle günümüzde de gelenek olarak devam ettirilmektedir. Bu makalede beşikten mezara kadar Türk insanının geçirdiği şiirle ve şiirce hayat, giriş bölümü ve onunla birlikte iki bölüm halinde ele alınarak ortaya konmaya çalışılmıştır. Giriş bölümünde şiirin hususiyetleri ve insan - şiir ilişkisi, birinci bölümde hayatın şiirli safhaları, ikinci bölümde ise berceste şiirlerin hayatta kullanımı üzerinde durulmuştur.
{"title":"ŞİİRLE HAYAT, ŞİİR GİBİ HAYAT","authors":"Nihat Öztoprak","doi":"10.24058/tki.2022.454","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.454","url":null,"abstract":"Türk insanı doğumundan ölümüne kadar hayatını şiirle yaşamaktadır. Yeni doğan bir çocuk hayata ana şiirleri sayılabilecek ninnileri dinleyerek başlar. Sonra sokakta oynarken çocukça şiirler, tekerlemeler söyler. Ablalarından ve abilerinden manzum bilmeceler, dede ve ninelerinden mâniler, mevlitler, ilahiler, tevhitler, dualar dinleyerek büyür. Her yıl idrak ettiği ramazanda iftarda ve sahurda davulcu mânileriyle, şiir tadında kafiyeli dualarla, teravihlerde ilahilerle, teravih sonrası bazen sahura kadar karagöz Hacivat ve hayal oyunlarından nice türkü, şarkı, mâni öğrenerek yetişir. Geleneğe sahip çıkan ailelerde doğum, hacca gitme, sakal bırakma, askere gitme, düğün, ölüm vs. her türlü başlangıçlarda manzum tarih düşürme ve levhalara şiir yazma âdeti hâlâ devam etmektedir. Bu alışkanlıklar bir yandan devam ederken hayatın değişmesi, teknolojinin gelişmesiyle telefonla, e-postayla mesaj yazma, duvarlara yazı yazma şeklinde giren yeni alışkanlıklarımız da şiir kültürüyle birleştirilmiştir. Bayram, kandil, Cuma vb. mesajlarda şiir yazmak veya şiir tadında mısra ve cümleler yazmak alışkanlıklar arasına girmiştir. Bu arada Türk insanı Yûnus başta olmak üzere şairlerin şiirlerinden istifade ederek hayatını düzenlemekte şiir gibi hayat yaşamaya gayret etmektedir. Günlük hayatında üzerinde durduğu her konuyu daha anlaşılır, daha ikna edici kılmak için beyitlerden örnekler getirmeye çalışır. Türk milletinin hayatına rehberlik eden her biri atasözü niteliği kazanmış bu berceste mısra ve beyitlerden binlercesi hâlâ dillerde dolaşmaktadır. Ninniyle başlayan şiirle hayat, ölünce mezar taşında ebedileşir. Atalarımız mezar taşına âyet ve hadislerin yanında ölümle ilgili veciz mısra ve beyitler nakşederlerdi. Tek bakinin Allah olduğunu, hayatın geçici olduğunu, her nefsin bir gün mutlaka ölümü tadacağını anlatan mezar taşı şiirleri Latin alfabesiyle günümüzde de gelenek olarak devam ettirilmektedir.\u0000\u0000Bu makalede beşikten mezara kadar Türk insanının geçirdiği şiirle ve şiirce hayat, giriş bölümü ve onunla birlikte iki bölüm halinde ele alınarak ortaya konmaya çalışılmıştır. Giriş bölümünde şiirin hususiyetleri ve insan - şiir ilişkisi, birinci bölümde hayatın şiirli safhaları, ikinci bölümde ise berceste şiirlerin hayatta kullanımı üzerinde durulmuştur.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127796827","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Zafernâmeler hem eser hem de müstakil belgelerdir. Fethin gerçekleştiğini savaşılan ülkenin hükümdarına haber vermek amacıyla diplomasi gereği gönderilen mektupların yanında elde edilen zaferi kutlamak için müellifler ya da şairler tarafından telif edilmiş eserler de vardır. Zafernâmeler ve fetihnâmeler edebiyatımızda önemli bir yekün tutmakla birlikte, kazanılan zaferi kutlama amacının yanında tarihi bir belge olma özelliği de taşırlar. Bu tarz eserler yazıldıkları devrin geleneğini ve sosyo-kültürel tarihini de vermelerinden dolayı kıymetlidirler. Bu makalede, Mustafa Nedim Ağa’nın Zafernâme’si ele alınacaktır. Eser, sadece II. Mustafa’nın Avusturya seferini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda dönemin sosyal tarihine dair birçok unsuru da bize aktarır. Eserde okurun en çok ilgisini çeken hayatın içinde yer alan merasimler ve geleneklerdir. Nedim Ağa, bunları metnin akışı içerisinde vererek bir anlamda bugünkü okuyucuya da o tarihten ışık tutmaktadır. Bu gibi unsurlara değinilmeye çalışılan makalede metnin transkripsiyonlu şekli de verilecek ve metin değerlendirmeye tabi tutulacaktır.
{"title":"SIR KÂTİBİ MUSTAFA NEDİM AĞA VE ZAFERNÂME-İ GÂZÎ SULTAN MUSTAFA HAN","authors":"Gamze Beşenk","doi":"10.24058/tki.2022.447","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2022.447","url":null,"abstract":"Zafernâmeler hem eser hem de müstakil belgelerdir. Fethin gerçekleştiğini savaşılan ülkenin hükümdarına haber vermek amacıyla diplomasi gereği gönderilen mektupların yanında elde edilen zaferi kutlamak için müellifler ya da şairler tarafından telif edilmiş eserler de vardır. Zafernâmeler ve fetihnâmeler edebiyatımızda önemli bir yekün tutmakla birlikte, kazanılan zaferi kutlama amacının yanında tarihi bir belge olma özelliği de taşırlar. Bu tarz eserler yazıldıkları devrin geleneğini ve sosyo-kültürel tarihini de vermelerinden dolayı kıymetlidirler. Bu makalede, Mustafa Nedim Ağa’nın Zafernâme’si ele alınacaktır. Eser, sadece II. Mustafa’nın Avusturya seferini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda dönemin sosyal tarihine dair birçok unsuru da bize aktarır. Eserde okurun en çok ilgisini çeken hayatın içinde yer alan merasimler ve geleneklerdir. Nedim Ağa, bunları metnin akışı içerisinde vererek bir anlamda bugünkü okuyucuya da o tarihten ışık tutmaktadır. Bu gibi unsurlara değinilmeye çalışılan makalede metnin transkripsiyonlu şekli de verilecek ve metin değerlendirmeye tabi tutulacaktır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"37 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-07-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"123840441","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}