Osmanlı Devleti’nin imparatorluk müzesi, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde kurulan Müze-i Hümâyûn’dur. İmparatorluğun her bölgesinde çeşitli sebeplerle ortaya çıkan eski eserlerin layık oldukları şekilde teşhir edileceği bir mekânın eksikliği, müzenin tesisini zorunlu hale getirmiştir. Müzecilik bilimsel bir alan olarak kabul edildiğinden, Müze-i Hümâyûn Maarif Nezareti’ne bağlı bir alt kurum olarak devlet teşkilatı içinde yerini alırken, gerekli görülürse yenileri eklenmek üzere, kuruluş aşamasında altı bölüme ayrılmıştır. Bölümlerin ilki Yunan ve Roma medeniyetinin, ikincisi Asur, Keldanî, Mısır, Fenike, Hamirî ve Arap kavimlerinin ürettiği eski eserlerdir. Üçüncü bölüm İslam Sanatı, dördüncü bölüm Nümizmatik, beşinci bölüm Tabiat Tarihi, altıncı bölüm ihtisas kütüphanesidir. Müze-i Hümâyûn kısa zamanda çok kıymetli koleksiyonlara sahip olmuşsa da ihtisas sahibi personeli yoktu. Bu yüzden ilk müze müdürleri, envanter ve katalog yapan görevlileri, birkaç yıllık sözleşmelerle istihdam edilen Avrupalı uzmanlardan oluşmuştur. Her geçen gün artan kazılar, kazılardan çıkan eserlerle zenginleşen müze koleksiyonuna ait eserlerin envanterinin yapılarak kataloglarının hazırlanmasının yanı sıra, müzenin iç işleyişi ve personelle ilgili işlemlerinin takibi de gerekliydi. Dahili işler yabancı müdürlerle yapılamadığından idare ikiye ayrılmıştı. Ardından müze müdürünün de Osmanlı vatandaşlarından biri olması tercih edilerek, Osman Hamdi Bey müze müdürü olarak atanmıştır. Bu çalışmanın amacı Müze-i Hümâyûn’un ilk teşkilat yapısını ortaya çıkarmaktır. Bunun yanında, kuruluş döneminde kimlerin hangi unvanlarla çalıştığı tespit edilerek, değişik tarihler için oluşturulan tablolarda isim ve unvanlarına yer verilmesine gayret edilmiştir. Kuruluş döneminde müzede görev yapan personel ile bugün müzelerde görev yapan personelin yetki ve sorumlulukları karşılaştırılarak, kuruluşundan bugüne müzeciliğin geldiği nokta tartışılmıştır.
{"title":"Müze-i Hümâyûn ve Teşkilatı","authors":"Sevgi AĞCA DİKER","doi":"10.24058/tki.2024.503","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.503","url":null,"abstract":"Osmanlı Devleti’nin imparatorluk müzesi, Topkapı Sarayı’nın \u0000bahçesinde kurulan Müze-i Hümâyûn’dur. İmparatorluğun her bölgesinde \u0000çeşitli sebeplerle ortaya çıkan eski eserlerin layık oldukları şekilde teşhir \u0000edileceği bir mekânın eksikliği, müzenin tesisini zorunlu hale getirmiştir. \u0000Müzecilik bilimsel bir alan olarak kabul edildiğinden, Müze-i Hümâyûn \u0000Maarif Nezareti’ne bağlı bir alt kurum olarak devlet teşkilatı içinde yerini \u0000alırken, gerekli görülürse yenileri eklenmek üzere, kuruluş aşamasında altı \u0000bölüme ayrılmıştır. Bölümlerin ilki Yunan ve Roma medeniyetinin, ikincisi \u0000Asur, Keldanî, Mısır, Fenike, Hamirî ve Arap kavimlerinin ürettiği eski \u0000eserlerdir. Üçüncü bölüm İslam Sanatı, dördüncü bölüm Nümizmatik, \u0000beşinci bölüm Tabiat Tarihi, altıncı bölüm ihtisas kütüphanesidir. Müze-i \u0000Hümâyûn kısa zamanda çok kıymetli koleksiyonlara sahip olmuşsa da ihtisas \u0000sahibi personeli yoktu. Bu yüzden ilk müze müdürleri, envanter ve katalog \u0000yapan görevlileri, birkaç yıllık sözleşmelerle istihdam edilen Avrupalı \u0000uzmanlardan oluşmuştur. Her geçen gün artan kazılar, kazılardan çıkan \u0000eserlerle zenginleşen müze koleksiyonuna ait eserlerin envanterinin \u0000yapılarak kataloglarının hazırlanmasının yanı sıra, müzenin iç işleyişi ve \u0000personelle ilgili işlemlerinin takibi de gerekliydi. Dahili işler yabancı \u0000müdürlerle yapılamadığından idare ikiye ayrılmıştı. Ardından müze \u0000müdürünün de Osmanlı vatandaşlarından biri olması tercih edilerek, \u0000Osman Hamdi Bey müze müdürü olarak atanmıştır. \u0000Bu çalışmanın amacı Müze-i Hümâyûn’un ilk teşkilat yapısını ortaya \u0000çıkarmaktır. Bunun yanında, kuruluş döneminde kimlerin hangi unvanlarla \u0000çalıştığı tespit edilerek, değişik tarihler için oluşturulan tablolarda isim ve \u0000unvanlarına yer verilmesine gayret edilmiştir. Kuruluş döneminde müzede \u0000görev yapan personel ile bugün müzelerde görev yapan personelin yetki ve \u0000sorumlulukları karşılaştırılarak, kuruluşundan bugüne müzeciliğin geldiği \u0000nokta tartışılmıştır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"12 13","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141649268","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Mustafa Sabri Küçükaşcı, katıldığı bir televizyon programında kendisine “ne mesaj vermek istersiniz?” diye sorulduğunda şu cevabı vermişti: …Âidiyet duygumuzu geliştirmemiz lazım. Çünkü âidiyeti olmayan insanın mesûliyeti de olmaz…1 Bu yazıda Hoca’nın âidiyet ve mesûliyetleri ile ilmî mirası üzerinde durulacaktır. Mustafa Sabri Küçükaşcı, kendisini her şeyden önce Allah’ın kulu olarak görürdü. Dünya hayatını bu kulluk mesûliyeti ile yaşadı ve 30 Temmuz 2023’te rahmet-i Rahmân’a kavuştu2 . Hâfızlığı, talebeliği, hocalığı, idareciliği, babalığı ve dostluğu; hülasa bütün sıfatları bu en temel âidiyete göre şekillenmişti. Ardında, dedesi Hacıveyiszâde Mustafa Efendi’nin “Müslüman olarak hepimiz Allah’ı sevmekle yükümlüyüz, ama Allah’ın sevdiği kul olmaya çalışmamız lazım” ifadesinin nişânelerini taşıyan hatıralar bıraktı. Tanıyan herkesin kendisine duyduğu sevginin ve dâima hayırla yâd edilmesinin temelinde o Müslümanca hayatın bereketi aranmalıdır.
{"title":"Prof. Dr. Mustafa Sabri Küçükaşcı nın Ardından","authors":"Engin Çeti̇n","doi":"10.24058/tki.2024.504","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.504","url":null,"abstract":"Mustafa Sabri Küçükaşcı, katıldığı bir televizyon programında \u0000kendisine “ne mesaj vermek istersiniz?” diye sorulduğunda şu cevabı \u0000vermişti:\u0000…Âidiyet duygumuzu geliştirmemiz lazım. Çünkü âidiyeti \u0000olmayan insanın mesûliyeti de olmaz…1\u0000Bu yazıda Hoca’nın âidiyet ve mesûliyetleri ile ilmî mirası üzerinde \u0000durulacaktır. Mustafa Sabri Küçükaşcı, kendisini her şeyden önce Allah’ın \u0000kulu olarak görürdü. Dünya hayatını bu kulluk mesûliyeti ile yaşadı ve 30 \u0000Temmuz 2023’te rahmet-i Rahmân’a kavuştu2\u0000. Hâfızlığı, talebeliği, hocalığı, \u0000idareciliği, babalığı ve dostluğu; hülasa bütün sıfatları bu en temel âidiyete \u0000göre şekillenmişti. Ardında, dedesi Hacıveyiszâde Mustafa Efendi’nin \u0000“Müslüman olarak hepimiz Allah’ı sevmekle yükümlüyüz, ama Allah’ın \u0000sevdiği kul olmaya çalışmamız lazım” ifadesinin nişânelerini taşıyan \u0000hatıralar bıraktı. Tanıyan herkesin kendisine duyduğu sevginin ve dâima \u0000hayırla yâd edilmesinin temelinde o Müslümanca hayatın bereketi \u0000aranmalıdır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"47 17","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141648635","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Rusya İmparatorluğu’nda 27 Şubat İhtilali sonrasında devletin yönetimini Geçici Hükümet üstlendi ve ülkeyi Bolşevik İhtilali’ne kadar yönetti. Hükümetin çözmesi gereken en önemli problemlerden birisi, normal hayat akışının desteklenmesi amacıyla imkân dahilinde idari mekanizmanın işlevini devam ettirmekti. Böylece yerel kurumların kendi kontrolü altında kalmasını da sağlayacaktı. Bu konuda ilk olarak 4 Mart 1917 tarihinde aldığı kararla yerel yönetimlerin olduğu bölgelere geçici komiserler görevlendirmeye başladı. Yerel yönetimlerin olmadığı yerlerde oradaki toplumsal organizasyonlarla ve görevli kişilerle anlaşarak komiser ataması yapılacaktı. Temel yasa bu olmasına rağmen, Geçici Hükümet’in Türkistan Bölgesi’nde idari yönetim için farklı bir takım kararlar aldığı görüldü. Aslında Türkistan Bölgesi’nin imparatorluk döneminde bir çeşit sömürü düzeni haline gelen genel valilik kurumuyla yönetilmesi, demokratik bir hükümet olarak nitelenen Geçici Hükümet’i sınayacak önemli bir bölgeydi. Yeni hükümetin eski rejimin hatalarını tekrarlamaması gerekiyordu. Dolayısıyla bu makalede, Geçici Hükümet’in Türkistan Bölgesi’ndeki idari düzenlemeleri, yerel ölçekte uygulama ve yansımaları incelenmiş, dönemsel değerlendirmelere katkı sunulması hedeflenmiştir. Türkistan Bölgesi, Türkistan Genel Valiliği toprakları için kullanılan resmî bir tanımlamadır. Çalışmayla ilgili kaynaklar incelendiğinde Geçici Hükümet’in idari kararlarının bölgedeki özel şartlara bağlı olarak üç aşamaya evrildiği ve hükümet temsilcilerinin otoritelerini Bölge Sovyeti ve Taşkent Sovyeti’ne kabul ettirmekte zorlandıkları tespit edilmiştir. Her üç aşamada bölge Müslüman halkının karar mercisindeki yönetim kadrolarından dışlandığı anlaşılmıştır.
{"title":"Rus Geçici Hükümeti nin Türkistan Bölgesi ndeki İdari Düzenlemeleri ve Sonuçları (1917)","authors":"Ülkü Çalişkan","doi":"10.24058/tki.2024.502","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.502","url":null,"abstract":"Rusya İmparatorluğu’nda 27 Şubat İhtilali sonrasında devletin \u0000yönetimini Geçici Hükümet üstlendi ve ülkeyi Bolşevik İhtilali’ne kadar \u0000yönetti. Hükümetin çözmesi gereken en önemli problemlerden birisi, normal \u0000hayat akışının desteklenmesi amacıyla imkân dahilinde idari mekanizmanın \u0000işlevini devam ettirmekti. Böylece yerel kurumların kendi kontrolü altında \u0000kalmasını da sağlayacaktı. Bu konuda ilk olarak 4 Mart 1917 tarihinde aldığı \u0000kararla yerel yönetimlerin olduğu bölgelere geçici komiserler \u0000görevlendirmeye başladı. Yerel yönetimlerin olmadığı yerlerde oradaki \u0000toplumsal organizasyonlarla ve görevli kişilerle anlaşarak komiser ataması \u0000yapılacaktı. Temel yasa bu olmasına rağmen, Geçici Hükümet’in Türkistan \u0000Bölgesi’nde idari yönetim için farklı bir takım kararlar aldığı görüldü. \u0000Aslında Türkistan Bölgesi’nin imparatorluk döneminde bir çeşit sömürü \u0000düzeni haline gelen genel valilik kurumuyla yönetilmesi, demokratik bir \u0000hükümet olarak nitelenen Geçici Hükümet’i sınayacak önemli bir bölgeydi. \u0000Yeni hükümetin eski rejimin hatalarını tekrarlamaması gerekiyordu. \u0000Dolayısıyla bu makalede, Geçici Hükümet’in Türkistan Bölgesi’ndeki idari \u0000düzenlemeleri, yerel ölçekte uygulama ve yansımaları incelenmiş, dönemsel \u0000değerlendirmelere katkı sunulması hedeflenmiştir. Türkistan Bölgesi, \u0000Türkistan Genel Valiliği toprakları için kullanılan resmî bir tanımlamadır. \u0000Çalışmayla ilgili kaynaklar incelendiğinde Geçici Hükümet’in idari \u0000kararlarının bölgedeki özel şartlara bağlı olarak üç aşamaya evrildiği ve \u0000hükümet temsilcilerinin otoritelerini Bölge Sovyeti ve Taşkent Sovyeti’ne \u0000kabul ettirmekte zorlandıkları tespit edilmiştir. Her üç aşamada bölge \u0000Müslüman halkının karar mercisindeki yönetim kadrolarından dışlandığı \u0000anlaşılmıştır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"42 47","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141644987","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Klasik Türk edebiyatının önemli kaynakları arasında yer alan mecmualar, bugüne kadar adından söz edilmemiş pek çok eser, müellif ve şairin gün yüzüne çıkmasına vesile olmaktadır. XVI. asır şairlerinden Halîlî de yaşadığı dönem kaynaklarında adı geçmeyen ve varlığından mecmualar vesilesiyle haberdar olunan şairlerden biridir. Halîlî’nin şiirleri, XVII. asrın ortalarında tertip edilen İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Reşid Efendi Koleksiyonu 850 numaralı mecmua-i eşârda yer almaktadır. Biyografik ve bibliyografik kaynaklarda hayatı ve eserlerine dair herhangi bir malumata rastlanmayan Halîlî hakkında bildiklerimiz, şimdilik mezkûr mecmuada yer alan şiirlerindeki ipuçlarından ibarettir. Söz konusu mecmuada toplam 17 şiiri bulunan Halîlî’nin, XVI. asrın tanınmış şairlerinden Yetîmî, Bâkî, Derzi-zâde Ulvî ve Nev‘î’nin şiirlerine tesdisler yazmış olması, onun yaşadığı dönemi tespitte önem arz etmektedir. Bu makalede, Halîlî’nin zikredilen mecmuadaki şiirleri, XVI. asırda yaşamış Halîlî mahlaslı diğer şairlerin şiirleriyle dil ve üslup bakımından mukayese edilmiş ve bilinen manzumeleri üzerinden hüviyetiyle ilgili bazı değerlendirmelerde bulunulmuştur. Şiirlerinin incelendiği bölümde önce manzumeleri içeren mecmua ana hatlarıyla tanıtılmış, devamında ise manzumelerin muhteva, aruz ve kafiye hususiyetleri üzerinde durularak Halîlî’nin şairliği ve üslubu mevzubahis edilmiştir. Son olarak söz konusu mecmua-i eşârda yer alan şiirlerin metni; kaside, musammat, gazel ve matlalar şeklinde sıralanarak sunulmuştur. Böylelikle kaynaklara yansımamış bir şairin hayatı ve şiirleri ele alınarak Türk edebiyatı literatürüne katkı sağlamak amaçlanmıştır.
{"title":"XVI. Asır Şairi Halîlî ve Şiirler","authors":"Muzaffer Kılıç","doi":"10.24058/tki.2024.507","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.507","url":null,"abstract":"Klasik Türk edebiyatının önemli kaynakları arasında yer alan mecmualar, \u0000bugüne kadar adından söz edilmemiş pek çok eser, müellif ve şairin gün yüzüne \u0000çıkmasına vesile olmaktadır. XVI. asır şairlerinden Halîlî de yaşadığı dönem \u0000kaynaklarında adı geçmeyen ve varlığından mecmualar vesilesiyle haberdar \u0000olunan şairlerden biridir. Halîlî’nin şiirleri, XVII. asrın ortalarında tertip edilen \u0000İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Reşid Efendi Koleksiyonu 850 numaralı \u0000mecmua-i eşârda yer almaktadır. Biyografik ve bibliyografik kaynaklarda hayatı \u0000ve eserlerine dair herhangi bir malumata rastlanmayan Halîlî hakkında \u0000bildiklerimiz, şimdilik mezkûr mecmuada yer alan şiirlerindeki ipuçlarından \u0000ibarettir. Söz konusu mecmuada toplam 17 şiiri bulunan Halîlî’nin, XVI. asrın \u0000tanınmış şairlerinden Yetîmî, Bâkî, Derzi-zâde Ulvî ve Nev‘î’nin şiirlerine \u0000tesdisler yazmış olması, onun yaşadığı dönemi tespitte önem arz etmektedir. \u0000Bu makalede, Halîlî’nin zikredilen mecmuadaki şiirleri, XVI. asırda yaşamış\u0000Halîlî mahlaslı diğer şairlerin şiirleriyle dil ve üslup bakımından mukayese \u0000edilmiş ve bilinen manzumeleri üzerinden hüviyetiyle ilgili bazı \u0000değerlendirmelerde bulunulmuştur. Şiirlerinin incelendiği bölümde önce \u0000manzumeleri içeren mecmua ana hatlarıyla tanıtılmış, devamında ise \u0000manzumelerin muhteva, aruz ve kafiye hususiyetleri üzerinde durularak \u0000Halîlî’nin şairliği ve üslubu mevzubahis edilmiştir. Son olarak söz konusu \u0000mecmua-i eşârda yer alan şiirlerin metni; kaside, musammat, gazel ve matlalar \u0000şeklinde sıralanarak sunulmuştur. Böylelikle kaynaklara yansımamış bir şairin \u0000hayatı ve şiirleri ele alınarak Türk edebiyatı literatürüne katkı sağlamak \u0000amaçlanmıştır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"114 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141646779","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ortaçağ İslâm devletlerinde tevkî‘ diplomatik terim olarak farklı anlamlarda kullanılmıştır. Selçuklularda da bu ıstılahın bazen menşûr / ferman / misâl ile eşanlamlı kullanıldığı, bazen tuğra ile karıştırıldığı görülmektedir. Bazen de bu tür belgelerde tuğradan başka bulunan ve ilgili yayınlarda genellikle “dua cümlesi” olarak tavsif edilen muhtelif ibareler tevkî‘ olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı bürokrasisinde de devam ettiğini gördüğümüz bu geleneğe göre, bu ibareler tuğranın üzerine, belgenin tepesine yazılmaktadır. En sade şekliyle Hû / Hüve (O: Allah) zamirinden ibaret olan bu ibare bazen Besmele, bazen Allah’ın bazı isimlerinin zikredildiği isim cümleciklerinden ibaret olabilmektedir. Ama daha ziyade belgeyi hazırlatan sultana mahsus olmak üzere, fakat yine özellikle Allah’ın bazı sıfatlarına vurgu yapan isim veya fiil cümlelerini ihtiva etmektedir. Türkiye Selçuklularında yukarıda zikredilen belge türlerinden başka sikkelerde de tevkî‘lere yer verilmeye başlanmıştır. Bağdat’taki son Abbasi halifesi katledildikten bir süre sonra, onların lâkablarından boşalan alanlara sultanların tevkî‘leri yazılmıştır. Konu ile ilgili yayınlarda tevkî‘lerin “dua cümlesi” olduğu söylenmekle yetinildiği ve bunların mahiyetinin tahlil edilmediği görülmektedir. Makalede bu ibarelerin duadan mı ibaret olduğu veya böyle tavsif etmenin yeterli olup olmadığı, daha da önemlisi sultanlar ve bu belgelerin muhatapları için bunların ne ifade etmiş olabileceği, hangi düşünceyle yazılmış olabileceği sorgulanmıştır. Resmî belgelerdeki bu ibarelere genel diplomatik ilminde davet (invocatio), Osmanlı diplomatikasında ise tahmîd ve temcîd adı verilmektedir. Bu vesile ile bu adlandırmaların isabetlilik nisbeti de değerlendirilmiştir
{"title":"Selçuklular da Kullanılan Tevkî‘ Çeşitleri ve Mahiyeti Hakkında","authors":"Sadi S. Kucur","doi":"10.24058/tki.2024.500","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.500","url":null,"abstract":"Ortaçağ İslâm devletlerinde tevkî‘ diplomatik terim olarak farklı \u0000anlamlarda kullanılmıştır. Selçuklularda da bu ıstılahın bazen menşûr / \u0000ferman / misâl ile eşanlamlı kullanıldığı, bazen tuğra ile karıştırıldığı \u0000görülmektedir. Bazen de bu tür belgelerde tuğradan başka bulunan ve ilgili \u0000yayınlarda genellikle “dua cümlesi” olarak tavsif edilen muhtelif ibareler \u0000tevkî‘ olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı bürokrasisinde de devam ettiğini \u0000gördüğümüz bu geleneğe göre, bu ibareler tuğranın üzerine, belgenin \u0000tepesine yazılmaktadır. En sade şekliyle Hû / Hüve (O: Allah) zamirinden \u0000ibaret olan bu ibare bazen Besmele, bazen Allah’ın bazı isimlerinin \u0000zikredildiği isim cümleciklerinden ibaret olabilmektedir. Ama daha ziyade \u0000belgeyi hazırlatan sultana mahsus olmak üzere, fakat yine özellikle Allah’ın \u0000bazı sıfatlarına vurgu yapan isim veya fiil cümlelerini ihtiva etmektedir.\u0000Türkiye Selçuklularında yukarıda zikredilen belge türlerinden başka \u0000sikkelerde de tevkî‘lere yer verilmeye başlanmıştır. Bağdat’taki son Abbasi \u0000halifesi katledildikten bir süre sonra, onların lâkablarından boşalan alanlara \u0000sultanların tevkî‘leri yazılmıştır.\u0000Konu ile ilgili yayınlarda tevkî‘lerin “dua cümlesi” olduğu \u0000söylenmekle yetinildiği ve bunların mahiyetinin tahlil edilmediği \u0000görülmektedir. Makalede bu ibarelerin duadan mı ibaret olduğu veya böyle \u0000tavsif etmenin yeterli olup olmadığı, daha da önemlisi sultanlar ve bu \u0000belgelerin muhatapları için bunların ne ifade etmiş olabileceği, hangi \u0000düşünceyle yazılmış olabileceği sorgulanmıştır.\u0000Resmî belgelerdeki bu ibarelere genel diplomatik ilminde davet \u0000(invocatio), Osmanlı diplomatikasında ise tahmîd ve temcîd adı \u0000verilmektedir. Bu vesile ile bu adlandırmaların isabetlilik nisbeti de \u0000değerlendirilmiştir","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"17 10","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141646005","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
One of the institutions established in the Ottoman Empire in the 15th century was the “müneccimbaşı” (chief astrologer). The main duty of this institution is to examine the sky and its objects and create calendars, timetables, sunrises, etc. was to prepare. While the chief astrologer was preparing "numerical calendar(s)" called hijri, rumi, jalali, etc., which show the dimensions of time due to his duty every year, after a while, he started to prepare a second calendar in addition to these calendar(s): "Ahkam (judgments) calendars”. In the judgments calendar, which was initially included in the numerical calendar and later began to be prepared and distributed in the form of a separate treatise, based on the notes prepared by the chief astrologer, in the newly entered year, the sultan and the dignitaries, starting from the sultan and the dignitaries, made provisions regarding the conditions of people from all classes, predicted comments about the events that would occur, and what was or was not appropriate to do. It would include jobs. These judgments, which concern the entire society, a kind of "astrological fortune telling" in today's view, were met with interest by both the state officials and the public. The poets and writers of the period ignored the Ahkam calendars and managed to give them a literary spirit by adding some humor, some satire, some praise, some stoning and some ironic figures of speech within the section, without spoiling the structure of these features too much. Today's researchers mostly call these literary works derived from Ahkam calendars as "humorous calendars". In classical Turkish literature, four names have been identified as having a humorous calendar: 1. Vahyî-i Evvel, 2. Nasûhî, 3. Zâtî, 4. Küfrî-i Bahâyî. In the studies carried out so far, the texts of the last two of these works were published by experts in the field in an article in 1976 and 2016, while it was stated that the texts of the first two works had not yet been obtained and the sections cited by the biographies from these works were shared as sample texts. In this study, firstly, general information about humorous calendars was given and the life and works of Vahyî-i Evvel, known as the first humorous calendar writer in our literature, were emphasized, and then the calendar that the poet wrote under the name "Meselü'l-Îhâmât" in 1496 and presented to Selim I was discussed. The text of his treatise has been published. While some concepts and terms in the text were explained with footnotes, the copy of the work in the British National Library was compared with the section included in Âşık Çelebi's memoirs, and the detected differences were also stated in the footnotes. Anahtar Kelimeler Vahyî-i Evvel, Meselü’l-Îhâmât, Mizahi Takvim, XV. Yy., Yavuz Sultan Selim, Letayif, Mensur Risale, Mizah, Hiciv. The Journal of Turkish Studies 51, İstanbul 2024, 179-226. | Research Article The First Known Humorary Calendar Tract In C
15 世纪奥斯曼帝国设立的机构之一是 "müneccimbaşı"(首席占星家)。该机构的主要职责是检查天空及其物体,并制作日历、时间表、日出等。在首席占星家编制名为 "hijri"、"rumi"、"jalali "等的 "数字日历",以显示每年因其职责而产生的时间维度时,过了一段时间,他开始编制这些日历之外的第二种日历:"Ahkam(判决)日历"。根据首席占星师编写的注释,在新进入的年份里,苏丹和政要们从苏丹和政要开始,对各阶层人民的状况做出规定,预测将要发生的事件,以及哪些事情适合做,哪些事情不适合做。其中包括工作。这些涉及整个社会的判断,用今天的话来说就是一种 "占星算命",受到了国家官员和公众的关注。这一时期的诗人和作家无视阿卡姆历法,设法赋予其文学精神,在其中加入一些幽默、讽刺、赞美、投石问路和讽刺性的言语,但又不过分破坏这些特征的结构。今天的研究者大多将这些源自阿卡姆历法的文学作品称为 "幽默历法"。在土耳其古典文学中,有四个名称被确定为幽默日历:1.Vahyî-i Evvel,2.Nasûhî,3.Zâtî,4.Küfrî-i Bahâyî。在迄今为止进行的研究中,后两部作品的文本已由该领域的专家在 1976 年和 2016 年的一篇文章中发表,而前两部作品的文本尚未获得,这些作品的传记所引用的部分作为样本文本共享。在本研究中,首先介绍了有关幽默日历的一般信息,强调了被称为我国文学史上第一位幽默日历作家的瓦希伊-伊-埃夫维尔的生平和作品,然后讨论了诗人于 1496 年以 "Meselü'l-Îhâmât "为名撰写并呈献给塞利姆一世的日历。他的论文文本已经出版。脚注对文中的一些概念和术语进行了解释,同时将大英国家图书馆收藏的作品副本与 Âşık Çelebi 回忆录中的部分进行了比较,并在脚注中说明了发现的差异。Yy., Yavuz Sultan Selim, Letayif, Mensur Risale, Mizah, Hiciv.The Journal of Turkish Studies 51, İstanbul 2024, 179-226.| 研究文章土耳其古典文学中已知的第一部幽默日历:Meselü'l-Îhâmât Of İznikli VahyîNilgün BÜYÜKER GÜNGÖRDr., Düzce University Rectorate Turkish Language Department, Düzce, TürkiyeORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-7109-007XROR ID: https://ror.org/04175wc52nilgunbuyuker@duzce.edu.trCitationBüyüker Güngör, Nilgün."土耳其古典文学中已知的第一部幽默日历小册子:Meselü'l-Îhâmât Of İznikli Vahyî》。The Journal of Turkish Studies, 51 (Spring 2024), 179-226.https://doi.org/...Date Submission 29.02.2024Date of Acceptance 22.04.2024 Date of Publication 12.07.2024 Peer-Review Double anonymized - Two ExternalEthical StatementIt is declared that scientific and ethical principles have been followed while carrying out and writing this study and that all the sources used have been properly cited.Plagiarism Checks Yes - TurnitinConflicts of Interest The author(s) has no conflict of interest to declare.剽窃检查 Yes - TurnitinConflicts of Interest The author(s) has no conflict of interest to declare.利益冲突声明 作者没有利益冲突声明。投诉 tkidergisii@gmail.comGrant 支持作者承认,他们没有获得任何外部资金来支持这项研究。版权与许可在期刊上发表文章的作者保留其作品的版权,并以 CC BY-NC 4.0.182 Nilgün BÜYÜKER GÜNGÖRABSTRACTA 在俄罗斯帝国的二月二十七日革命之后,临时政府接管了国家的行政管理,并在布尔什维克革命之前一直统治着这个国家。政府必须解决的最重要问题之一,就是尽可能延续行政机制的运作,以支持正常的生活流程。因此,政府将确保地方机构仍在其控制之下。根据 1917 年 3 月 4 日做出的决定,在有地方政府的地区任命了临时政委。在没有地方政府的地方,将与当地的社会组织和官员协商任命政委。
{"title":"Klasik Türk Edebiyatında Bilinen İlk Mizahî Takvim Risalesi: İznikli Vahyî nin Meselü l-Îhâmât ı","authors":"Nilgün BÜYÜKER GÜNGÖR","doi":"10.24058/tki.2024.505","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.505","url":null,"abstract":"One of the institutions established in the Ottoman Empire in the 15th \u0000century was the “müneccimbaşı” (chief astrologer). The main duty of this \u0000institution is to examine the sky and its objects and create calendars, timetables, \u0000sunrises, etc. was to prepare. While the chief astrologer was preparing \u0000\"numerical calendar(s)\" called hijri, rumi, jalali, etc., which show the \u0000dimensions of time due to his duty every year, after a while, he started to prepare \u0000a second calendar in addition to these calendar(s): \"Ahkam (judgments) \u0000calendars”. In the judgments calendar, which was initially included in the \u0000numerical calendar and later began to be prepared and distributed in the form of \u0000a separate treatise, based on the notes prepared by the chief astrologer, in the \u0000newly entered year, the sultan and the dignitaries, starting from the sultan and \u0000the dignitaries, made provisions regarding the conditions of people from all \u0000classes, predicted comments about the events that would occur, and what was or \u0000was not appropriate to do. It would include jobs. These judgments, which \u0000concern the entire society, a kind of \"astrological fortune telling\" in today's \u0000view, were met with interest by both the state officials and the public. \u0000The poets and writers of the period ignored the Ahkam calendars and \u0000managed to give them a literary spirit by adding some humor, some satire, some \u0000praise, some stoning and some ironic figures of speech within the section, \u0000without spoiling the structure of these features too much. Today's researchers \u0000mostly call these literary works derived from Ahkam calendars as \"humorous \u0000calendars\". In classical Turkish literature, four names have been identified as \u0000having a humorous calendar: 1. Vahyî-i Evvel, 2. Nasûhî, 3. Zâtî, 4. Küfrî-i \u0000Bahâyî. In the studies carried out so far, the texts of the last two of these works \u0000were published by experts in the field in an article in 1976 and 2016, while it \u0000was stated that the texts of the first two works had not yet been obtained and the \u0000sections cited by the biographies from these works were shared as sample texts. \u0000In this study, firstly, general information about humorous calendars was \u0000given and the life and works of Vahyî-i Evvel, known as the first humorous \u0000calendar writer in our literature, were emphasized, and then the calendar that \u0000the poet wrote under the name \"Meselü'l-Îhâmât\" in 1496 and presented to \u0000Selim I was discussed. The text of his treatise has been published. While some \u0000concepts and terms in the text were explained with footnotes, the copy of the \u0000work in the British National Library was compared with the section included in \u0000Âşık Çelebi's memoirs, and the detected differences were also stated in the \u0000footnotes.\u0000Anahtar Kelimeler\u0000Vahyî-i Evvel, Meselü’l-Îhâmât, Mizahi Takvim, XV. Yy., Yavuz Sultan \u0000Selim, Letayif, Mensur Risale, Mizah, Hiciv.\u0000The Journal of Turkish Studies 51, İstanbul 2024, 179-226. | Research Article\u0000The First Known Humorary Calendar Tract In C","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"9 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141646601","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
1853-1856 Kırım Savaşı ve 1856 Paris Antlaşması ile başlayan süreçte Avrupa devletleri ile ittifaklar kuran ve kendisi de artık bir Avrupa devleti olarak kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun dostluğunu pekiştirdiği ülkelerden biri de Büyük Britanya olmuştu. Kolonileri üzerinde büyük bir tehlike olarak gördükleri Ruslara karşı Osmanlı ile ilişkilerini geliştirmeye önem veren İngiliz Kraliçesi Victoria’nın oğlu ve veliahdı Galler Prensi Edward, 1860’lı yılların başında ve sonunda iki kez İstanbul’u ziyaret etti. 1862 yılındaki ilk ziyareti gayri resmi statüde olan prens, 1869’da Süveyş kanalının açılışı vesilesi ile ikinci kez Doğu seyahatine çıkmış ve ilkinden farklı olarak bu sefer İstanbul’a eşi prenses Alexandra ile resmi bir ziyarette bulunmuştu. Sultan Abdülaziz’in 1867 yılındaki Avrupa Seyahati sırasında ikili ilişkileri oldukça gelişen Edward ve Osmanlı padişahı, 1869’daki ziyarette hem kendi ilişkilerini hem de iki devlet arasındaki ilişkileri en üst seviyelere getirmişlerdi. Edward’ın ikinci ziyareti oldukça görkemli bir şekilde başlayıp bitmişti. Konu ile ilgili yayınlarda tevkî‘lerin “dua cümlesi” olduğu söylenmekle yetinildiği ve bunların mahiyetinin tahlil edilmediği görülmektedir. Makalede bu ibarelerin duadan mı ibaret olduğu veya böyle tavsif etmenin yeterli olup olmadığı, daha da önemlisi sultanlar ve bu belgelerin muhatapları için bunların ne ifade etmiş olabileceği, hangi düşünceyle yazılmış olabileceği sorgulanmıştır. Resmî belgelerdeki bu ibarelere genel diplomatik ilminde davet (invocatio), Osmanlı diplomatikasında ise tahmîd ve temcîd adı verilmektedir. Bu vesile ile bu adlandırmaların isabetlilik nisbeti de değerlendirilmiştir
{"title":"Galler Prensi Edward ın (VII. Edward) İstanbul Ziyaretleri","authors":"S. Çakir","doi":"10.24058/tki.2024.501","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.501","url":null,"abstract":"1853-1856 Kırım Savaşı ve 1856 Paris Antlaşması ile başlayan süreçte \u0000Avrupa devletleri ile ittifaklar kuran ve kendisi de artık bir Avrupa devleti \u0000olarak kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun dostluğunu pekiştirdiği \u0000ülkelerden biri de Büyük Britanya olmuştu. Kolonileri üzerinde büyük bir \u0000tehlike olarak gördükleri Ruslara karşı Osmanlı ile ilişkilerini geliştirmeye \u0000önem veren İngiliz Kraliçesi Victoria’nın oğlu ve veliahdı Galler Prensi \u0000Edward, 1860’lı yılların başında ve sonunda iki kez İstanbul’u ziyaret etti. \u00001862 yılındaki ilk ziyareti gayri resmi statüde olan prens, 1869’da Süveyş\u0000kanalının açılışı vesilesi ile ikinci kez Doğu seyahatine çıkmış ve ilkinden \u0000farklı olarak bu sefer İstanbul’a eşi prenses Alexandra ile resmi bir ziyarette \u0000bulunmuştu. Sultan Abdülaziz’in 1867 yılındaki Avrupa Seyahati \u0000sırasında ikili ilişkileri oldukça gelişen Edward ve Osmanlı padişahı, \u00001869’daki ziyarette hem kendi ilişkilerini hem de iki devlet arasındaki \u0000ilişkileri en üst seviyelere getirmişlerdi. Edward’ın ikinci ziyareti oldukça \u0000görkemli bir şekilde başlayıp bitmişti.\u0000Konu ile ilgili yayınlarda tevkî‘lerin “dua cümlesi” olduğu \u0000söylenmekle yetinildiği ve bunların mahiyetinin tahlil edilmediği \u0000görülmektedir. Makalede bu ibarelerin duadan mı ibaret olduğu veya böyle \u0000tavsif etmenin yeterli olup olmadığı, daha da önemlisi sultanlar ve bu \u0000belgelerin muhatapları için bunların ne ifade etmiş olabileceği, hangi \u0000düşünceyle yazılmış olabileceği sorgulanmıştır.\u0000Resmî belgelerdeki bu ibarelere genel diplomatik ilminde davet \u0000(invocatio), Osmanlı diplomatikasında ise tahmîd ve temcîd adı \u0000verilmektedir. Bu vesile ile bu adlandırmaların isabetlilik nisbeti de \u0000değerlendirilmiştir","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":" 6","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141833021","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu makale, Osmanlı Devleti'nin Arap Bedevî aşiretlerine özgü hukuki örf ve âdetlerin geçerliliğini tanımak için kullandığı Usûl-i Aşâir (Aşiret kuralları) kavramı ve uygulamalarını incelemektedir. Suriye ve Beyrut Adliye müfettişlerinden Ahmed Nazif’e göre Usûl-i Aşâir, Bedevî aşiretlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için uyguladıkları örf ve âdetlerdir. Bu âdetler, kimi zaman şeriata ve Osmanlı hukukuna aykırı öğeler içerebilmektedir. Osmanlı Devleti, farklı idari gereklilikler nedeniyle Usûl-i Aşâir’i geçici ve istisnai bir hukuki çerçeve olarak tanımıştır. Bu bağlamda, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Arap coğrafyasının çeşitli bölgelerinde yerel istikrarı ve asayişi korumak amacıyla, Bedevî aşiretler arasındaki çatışmaların çözümünde Osmanlı İdarecilerinin gözetimi altında Usûl-i Aşâir’in uygulandığı gözlemlenmektedir. Bu çalışma, Osmanlı idarecilerinin Usûl-i Aşâir uygulamalarını tanımasını, Osmanlı Bedevî politikası ve söylemi çerçevesinde ele almakta ve bu stratejinin pragmatist bir idari yöntem olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca, makale, Usûl-i Aşâir’in Osmanlı İdaresi tarafından hangi koşullarda benimsendiğini ve nasıl uygulandığını analiz etmektedir. Bu çerçevede, Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak Osmanlı Devleti’nin Usûl-i Aşâir’e yönelik yaklaşımı, Osmanlı modernleşme süreci ve devletin Arap coğrafyasındaki hakimiyeti bağlamında irdelemektedir. Bu açıdan makale, Osmanlı Bedevî politikasındaki nüansları ve Osmanlı İdaresinin Arap coğrafyasındaki yerel gerçeklere adaptasyon kabiliyetini anlamaya katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
{"title":"Osmanlı Devleti nde Hukuki ve İdari Bir Uygulama Olarak “Usûl-i Aşâir” ya da “Aşiret Kuralları”","authors":"Zekeriya Kurşun, Subhi Adam ABDALLAH ADAM","doi":"10.24058/tki.2024.499","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.499","url":null,"abstract":"Bu makale, Osmanlı Devleti'nin Arap Bedevî aşiretlerine özgü hukuki \u0000örf ve âdetlerin geçerliliğini tanımak için kullandığı Usûl-i Aşâir (Aşiret \u0000kuralları) kavramı ve uygulamalarını incelemektedir. Suriye ve Beyrut \u0000Adliye müfettişlerinden Ahmed Nazif’e göre Usûl-i Aşâir, Bedevî aşiretlerin \u0000kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için uyguladıkları örf ve \u0000âdetlerdir. Bu âdetler, kimi zaman şeriata ve Osmanlı hukukuna aykırı \u0000öğeler içerebilmektedir. Osmanlı Devleti, farklı idari gereklilikler nedeniyle \u0000Usûl-i Aşâir’i geçici ve istisnai bir hukuki çerçeve olarak tanımıştır. Bu \u0000bağlamda, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Arap coğrafyasının çeşitli \u0000bölgelerinde yerel istikrarı ve asayişi korumak amacıyla, Bedevî aşiretler \u0000arasındaki çatışmaların çözümünde Osmanlı İdarecilerinin gözetimi altında \u0000Usûl-i Aşâir’in uygulandığı gözlemlenmektedir. Bu çalışma, Osmanlı \u0000idarecilerinin Usûl-i Aşâir uygulamalarını tanımasını, Osmanlı Bedevî \u0000politikası ve söylemi çerçevesinde ele almakta ve bu stratejinin pragmatist \u0000bir idari yöntem olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca, makale, Usûl-i \u0000Aşâir’in Osmanlı İdaresi tarafından hangi koşullarda benimsendiğini ve \u0000nasıl uygulandığını analiz etmektedir. Bu çerçevede, Osmanlı arşiv \u0000belgelerine dayanarak Osmanlı Devleti’nin Usûl-i Aşâir’e yönelik \u0000yaklaşımı, Osmanlı modernleşme süreci ve devletin Arap coğrafyasındaki \u0000hakimiyeti bağlamında irdelemektedir. Bu açıdan makale, Osmanlı Bedevî \u0000politikasındaki nüansları ve Osmanlı İdaresinin Arap coğrafyasındaki yerel \u0000gerçeklere adaptasyon kabiliyetini anlamaya katkı sağlamayı \u0000amaçlamaktadır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"6 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141646935","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte millî kimlik, millî kültür, millî benlik, gelenek görenek gibi kavramlar gerçek anlamıyla hayat bulmaya başlamış ve Özbek Türkçesinin her açıdan geliştirilmesi bir devlet siyaseti hâlini almıştır. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte her alanda gelişme gösteren Türk Devletleri arasındaki ilişki de artmaya başlamış, buna bağlı olarak da bir devlete çeşitli alanlarda hizmet etmiş bilim insanlarının tanınması ve tanıtılması bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Özbekistan’da millî uyanış devri olarak tarih sayfalarına giren 20. yüzyılın ilk çeyreği, bu dönemde çeşitli faaliyetlerde bulunan vatanperver bilim insanlarının millî ruhun uyanması, geliştirilmesi hususunda dile verdikleri önemin açıkça görüldüğü dönemdir. Çünkü söz konusu dönemde yaşayan Özbek aydınları, ana dilin bir milletin benliğinin ve kültürünün en temel yapı taşlarından biri olduğunu anlamışlardır. Bu sebeple Ceditçilik çatısı altında Özbek Türkçesinin gelişimi için çeşitli çalışmalara başlamışlardır. Özellikle Özbek Türkçesinin edebî normlarını, Özbek Türkçesine ait özellikleri belirlemek amacıyla çalışmalar yapmışlardır. Türk Dünyasının en önemli yenilik hareketlerinden olan Ceditçilik Hareketinin önemli vekillerinden birisi olan Aşurali Zohiri’nin siyasi faaliyetlerinin yanı sıra dilbilim alanındaki çalışmaları da önemli yer tutar. Zohiri, 1900’lü yılların başlarında matbaa, eğitim, dilbilim, eski edebiyat, gazetecilik ve diğer kültürel sahalardaki çalışmalarıyla dikkat çekmiştir. Bu çalışmada Cedit Hareketi liderlerinden olan Aşurali Zohiri’nin sosyo-politik faaliyetleri, çeşitli alanlarda yapmış olduğu çalışmaları ve Özbek milletinin özgürlüğü için vermiş olduğu mücadele incelenecektir.
{"title":"Hokandlı Ceditçi Aşurali Zohiri","authors":"Mustafa Arslan","doi":"10.24058/tki.2024.508","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.508","url":null,"abstract":"Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte millî kimlik, millî \u0000kültür, millî benlik, gelenek görenek gibi kavramlar gerçek anlamıyla hayat \u0000bulmaya başlamış ve Özbek Türkçesinin her açıdan geliştirilmesi bir devlet \u0000siyaseti hâlini almıştır. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla \u0000birlikte her alanda gelişme gösteren Türk Devletleri arasındaki ilişki de \u0000artmaya başlamış, buna bağlı olarak da bir devlete çeşitli alanlarda hizmet \u0000etmiş bilim insanlarının tanınması ve tanıtılması bir ihtiyaç hâline \u0000gelmiştir. \u0000Özbekistan’da millî uyanış devri olarak tarih sayfalarına giren 20. \u0000yüzyılın ilk çeyreği, bu dönemde çeşitli faaliyetlerde bulunan vatanperver \u0000bilim insanlarının millî ruhun uyanması, geliştirilmesi hususunda dile \u0000verdikleri önemin açıkça görüldüğü dönemdir. Çünkü söz konusu dönemde \u0000yaşayan Özbek aydınları, ana dilin bir milletin benliğinin ve kültürünün en \u0000temel yapı taşlarından biri olduğunu anlamışlardır. Bu sebeple Ceditçilik \u0000çatısı altında Özbek Türkçesinin gelişimi için çeşitli çalışmalara \u0000başlamışlardır. Özellikle Özbek Türkçesinin edebî normlarını, Özbek \u0000Türkçesine ait özellikleri belirlemek amacıyla çalışmalar yapmışlardır. \u0000Türk Dünyasının en önemli yenilik hareketlerinden olan Ceditçilik \u0000Hareketinin önemli vekillerinden birisi olan Aşurali Zohiri’nin siyasi \u0000faaliyetlerinin yanı sıra dilbilim alanındaki çalışmaları da önemli yer tutar. \u0000Zohiri, 1900’lü yılların başlarında matbaa, eğitim, dilbilim, eski edebiyat, \u0000gazetecilik ve diğer kültürel sahalardaki çalışmalarıyla dikkat çekmiştir.\u0000Bu çalışmada Cedit Hareketi liderlerinden olan Aşurali Zohiri’nin \u0000sosyo-politik faaliyetleri, çeşitli alanlarda yapmış olduğu çalışmaları ve \u0000Özbek milletinin özgürlüğü için vermiş olduğu mücadele incelenecektir.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"58 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141644109","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu makalede Anadolu’da gelişen edebiyatın öncü isimlerinden şair, fakih ve devlet adamı Kadı Burhaneddin’in şiir dünyası ele alınacak; şairin metinlerarasılık ile kültürel birikimi Türkçeye nasıl aktardığı ve şiirin anlam dünyası içerisinde onu ne şekilde kullandığı gösterilmeye çalışılacak ve divanında geçen bir beyit üzerinden özellikle kısas-ı enbiyâ ve acâibü’l-mahlukât literatürü ile Fars şiirinin mecazlarının Kadı Burhaneddin’de nasıl karşılık bulduğuna işaret edilecektir. Bu bağlamda Kadı Burhaneddin’in 1166 numaralı gazelinin beşinci beytinde geçen “ferişte” ve “hacer” kelimeleri arasındaki ilişki üzerinde durulacak, beytin çok katmanlı yapısı içerisinde bu kelimelerin şair tarafından bilinçli bir şekilde tercih edildiği ortaya konacaktır. Beytin anlamlandırılması için bu iki kelime arasındaki ilişki klasik kaynaklara atıfla açıklanmaya çalışılacaktır. Böylelikle Kadı Burhaneddin’in Türkçe şiir söylerken İslam kültürünün ortak anlatılarına atıf yapma biçimi irdelenecektir. Bunları yaparken de Kadı Burhanedddin’in şiirinde dönemin sosyal hayatının yansımaları ele alınıp onun özellikle ahi kültürü ile ilişkisinin şiirine nasıl yansıdığı üzerinde durulacaktır.
{"title":"Taş ve Melek: Kadı Burhaneddin in Bir Beytini Anlamlandırmak","authors":"Abdullah Uğur","doi":"10.24058/tki.2024.506","DOIUrl":"https://doi.org/10.24058/tki.2024.506","url":null,"abstract":"Bu makalede Anadolu’da gelişen edebiyatın öncü isimlerinden şair, \u0000fakih ve devlet adamı Kadı Burhaneddin’in şiir dünyası ele alınacak; şairin \u0000metinlerarasılık ile kültürel birikimi Türkçeye nasıl aktardığı ve şiirin anlam \u0000dünyası içerisinde onu ne şekilde kullandığı gösterilmeye çalışılacak ve \u0000divanında geçen bir beyit üzerinden özellikle kısas-ı enbiyâ ve \u0000acâibü’l-mahlukât literatürü ile Fars şiirinin mecazlarının Kadı \u0000Burhaneddin’de nasıl karşılık bulduğuna işaret edilecektir. Bu bağlamda \u0000Kadı Burhaneddin’in 1166 numaralı gazelinin beşinci beytinde geçen \u0000“ferişte” ve “hacer” kelimeleri arasındaki ilişki üzerinde durulacak, beytin \u0000çok katmanlı yapısı içerisinde bu kelimelerin şair tarafından bilinçli bir \u0000şekilde tercih edildiği ortaya konacaktır. Beytin anlamlandırılması için bu \u0000iki kelime arasındaki ilişki klasik kaynaklara atıfla açıklanmaya çalışılacaktır. \u0000Böylelikle Kadı Burhaneddin’in Türkçe şiir söylerken İslam kültürünün \u0000ortak anlatılarına atıf yapma biçimi irdelenecektir. Bunları yaparken de Kadı \u0000Burhanedddin’in şiirinde dönemin sosyal hayatının yansımaları ele alınıp \u0000onun özellikle ahi kültürü ile ilişkisinin şiirine nasıl yansıdığı üzerinde \u0000durulacaktır.","PeriodicalId":340049,"journal":{"name":"Turk Kulturu lncelemeleri Dergisi","volume":"44 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-07-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"141644970","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}