Devletler üzerlerinde kuruldukları coğrafyaların sağladığı temeller üzerinde yükselirler. Bu temeller bir devlete kendisini ayakta tutacak iktisadi koşulları sağladığı gibi onun var oluşunu belirleyen özelliklere de sahiptirler. İktidarlar bu durumun bilincinde olarak sınırlarını belirleyip yollarını ve kalelerini inşa ederken hem iktisadi koşullarını geliştirmeyi hem de düşmanlarına karşı korunmayı hedeflerler. Bu önermelerin doğal bir sonucu olarak her devletin bir coğrafya bilinci olabileceğini iddia etmemiz mümkündür. Çalışmamız bu varsayımdan hareketle İslam’ın erken döneminin siyasi anlamda son halkasını teşkil eden Abbâsî Hilâfetinin iktidarını muhafaza ettiği süreçte sahip olduğu coğrafya algısını gözden geçirmeyi amaçlamaktadır. Abbâsîlerin uzun süren iktidarlarının ilk iki asrını teşkil eden süreçte kendi coğrafi alanlarını nasıl gördüklerini betimlemeyi hedeflediğimiz bu çalışmada; ilgili dönemde kaleme alınmış genel tarih eserleri, coğrafya eserleri ve özel konulu (vezirler tarihi vb.) eserleri gözden geçirerek hilâfetin yönettiği coğrafyaya bakışını konu edineceğiz. Burada kimi yerde bir yöneticinin coğrafyayı nasıl gördüğünü ifade eden cümlelerine kimi yerde ise o coğrafyanın devletin algısında nereye oturduğunu gösterdiğini varsaydığımız durumları analiz etmeye çalışacağız. Bu sayede İslam tarihinin erken dönemleri için önemli bir mesele olarak görülen hilâfetin siyasi çözülmesi sürecinde iktidar aktörlerinin süreci nasıl gördüklerini anlamanın belirli oranda mümkün olacağını düşünüyoruz. Abbâsî tarihine damgasını vuran ve siyasi parçalanma olarak görülen süreçlerin algı temelli incelenmesi iktidarın; güvenlik ve iktisadi getiri üzerinden bir siyaset güttüğü bir vasatı tasvir etmemizi sağlayacaktır. Bunun için öncelikle Abbâsî Hilâfetininin kendisini Irak’ta konumlandırmasının nasıl açıklandığına bakacağız. Bağdat’ın inşa edilmesi süreciyle birlikte bunun güvenlik ve iktisadı ön plana çıkaran bir politik tercih olduğunu göreceğiz. Ya‘kûbî, Taberî, İbnü’l-Fakîh, Kudâme vb. Abbâsî dönemi tarihçi ve coğrafyacılarının yanında özellikle kâtip İbnü’l-Mukaffa’nın görüşleri bağlamında Irak ve Abbâsî siyaseti arasındaki bağı anlamaya çalışacağız. Bu isimler Irak’ı ya da Irak’ın da içinde bulundğu dördüncü iklimi dünyanın yerleşmeye en uygun yeri olarak tanımlayacaklar. Bazı bunu çeşitli metaforlar ile temellendirecekler. Bazıları da bu iddialarını ekonomik ve sosyo-politik durumlar üzerinden açıklayacaklar. Ardından devletin kurucusu ya da etkili hükümdarlarının Rey ile Rakka şehirlerini nasıl değerlendirdiklerini gözden geçireceğiz. Bu iki şehrin doğu ve batıya açılan birer kapı olarak anlamını halifelerin dilinden ve hareketlerinden dinleyeceğiz. Her iki şehirde yapılan imar faaliyetleri, iki şehrin daha doğu ya da daha batı bölgeler için bir kavşak noktası ve üs özelliği taşıması bu bağlamda dikkat çekeceğimiz hususlar olacaktır. Halife Mansûr ve Hârûn Reşîd dönemlerinde ortaya çıkan örneklerin yanında hilâfetin zorlu süreçlerinde bu şe
国家的崛起有赖于其赖以生存的地理环境所提供的基础。这些基础不仅为国家提供了维持自身生存的经济条件,还具有决定国家存在的特征。统治者在确定边界、修建道路和要塞时,都会考虑到这一情况,其目的既是为了发展经济条件,也是为了抵御敌人。作为这些命题的自然结果,可以说每个国家都可能具有地理意识。基于这一假设,我们的研究旨在回顾阿拔斯王朝的地理意识,阿拔斯王朝是伊斯兰教早期的最后一个政治纽带,在这一时期,它一直保持着自己的权力。本研究旨在描述阿拔斯王朝在其长期统治的前两个世纪是如何看待其地理区域的,我们将回顾相关时期的一般历史著作、地理著作和专业著作(大臣史等),并讨论哈里发王朝对其所统治的地理区域的看法。在这里,我们将尝试分析统治者表达他如何看待某些地方的地理环境的句子,而在其他地方,我们将尝试分析我们假设的情况,以显示地理环境在国家观念中的位置。通过这种方式,我们认为可以在一定程度上了解权力行为者如何看待哈里发政治解体的过程,这被视为伊斯兰历史早期的一个重要问题。对阿拔斯王朝历史上被视为政治解体的过程进行基于认知的分析,将使我们能够描绘出权力推行以安全和经济回报为基础的政策的媒介。为此,我们将首先探讨如何解释阿拔斯王朝哈里发在伊拉克的定位。结合巴格达的建设过程,我们会发现这是一个将安全和经济放在首位的政治选择。我们将根据阿拔斯王朝时期历史学家和地理学家的观点,如 Ya'qūbī、Tabari、Ibn al-Faqīh、Qudāma,尤其是经学家 Ibn al-Muqaffa 的观点,尝试理解伊拉克与阿拔斯王朝政治之间的联系。这些名字将伊拉克或伊拉克所处的第四气候描述为世界上最适合定居的地方。有些人会用各种比喻来证明这一点。还有一些人会从经济和社会政治条件的角度来解释他们的主张。然后,我们将回顾国家的创建者或有影响力的统治者是如何评价雷伊和腊卡这两座城市的。我们将通过哈里发的语言和行动,聆听这两座城市作为东西方门户的意义。在此背景下,我们将关注在这两座城市开展的重建活动,以及这两座城市是通往东部或西部地区的十字路口和基地这一事实。除了哈里发曼苏尔(al-Mansūr)和哈伦-拉希德(Hārūn al-Rashīd)统治时期出现的例子外,在哈里发统治的艰难过程中为坚守这些城市所做的努力也将成为我们提出主张的基础。我们将论证,这两座城市在任何情况下都向哈里发开放,这对阿拔斯王朝的政治思想非常重要。最后,我们将研究哈里发穆塔兹统治时期的财政、行政和军事复兴是如何体现阿拔斯王朝对自身地理环境的看法的。我们将根据伊本-哈勒敦(Ibn Khaldūn)对这一时期的诠释来看待这一复兴,我们将看到国家自过去以来一直保持的地理意识以一种集中的方式重新出现。在军事、行政和财政改革的背景下,伊拉克的优先地位将凸显出来,塞瓦德土地是一种经济资源,我们将尝试用地理框架的表述来理解这一点。此外,雷伊和拉卡在阿巴斯政治中的特殊地位也将在这一过程中得到确认。值得注意的是,这两座城市都是由当时的哈里发通过军事远征控制的,王储也曾在这两座城市担任过总督。因此,我们从一开始研究伊拉克和这两座城市时所遵循的地理意识将在国家的重塑过程中显现出来,我们将证明哈里发们试图保持一个他们可以统治的地理区域,这个区域将向世界的东方和西方开放。
{"title":"Güvenlik ve İktisat Bağlamında Abbâsî Hilâfetinin Kendi Coğrafyasına Bakışı","authors":"Abdülvahid Yakub Sipahioğlu","doi":"10.14395/hid.1435933","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1435933","url":null,"abstract":"Devletler üzerlerinde kuruldukları coğrafyaların sağladığı temeller üzerinde yükselirler. Bu temeller bir devlete kendisini ayakta tutacak iktisadi koşulları sağladığı gibi onun var oluşunu belirleyen özelliklere de sahiptirler. İktidarlar bu durumun bilincinde olarak sınırlarını belirleyip yollarını ve kalelerini inşa ederken hem iktisadi koşullarını geliştirmeyi hem de düşmanlarına karşı korunmayı hedeflerler. Bu önermelerin doğal bir sonucu olarak her devletin bir coğrafya bilinci olabileceğini iddia etmemiz mümkündür. Çalışmamız bu varsayımdan hareketle İslam’ın erken döneminin siyasi anlamda son halkasını teşkil eden Abbâsî Hilâfetinin iktidarını muhafaza ettiği süreçte sahip olduğu coğrafya algısını gözden geçirmeyi amaçlamaktadır. Abbâsîlerin uzun süren iktidarlarının ilk iki asrını teşkil eden süreçte kendi coğrafi alanlarını nasıl gördüklerini betimlemeyi hedeflediğimiz bu çalışmada; ilgili dönemde kaleme alınmış genel tarih eserleri, coğrafya eserleri ve özel konulu (vezirler tarihi vb.) eserleri gözden geçirerek hilâfetin yönettiği coğrafyaya bakışını konu edineceğiz. Burada kimi yerde bir yöneticinin coğrafyayı nasıl gördüğünü ifade eden cümlelerine kimi yerde ise o coğrafyanın devletin algısında nereye oturduğunu gösterdiğini varsaydığımız durumları analiz etmeye çalışacağız. Bu sayede İslam tarihinin erken dönemleri için önemli bir mesele olarak görülen hilâfetin siyasi çözülmesi sürecinde iktidar aktörlerinin süreci nasıl gördüklerini anlamanın belirli oranda mümkün olacağını düşünüyoruz. Abbâsî tarihine damgasını vuran ve siyasi parçalanma olarak görülen süreçlerin algı temelli incelenmesi iktidarın; güvenlik ve iktisadi getiri üzerinden bir siyaset güttüğü bir vasatı tasvir etmemizi sağlayacaktır. Bunun için öncelikle Abbâsî Hilâfetininin kendisini Irak’ta konumlandırmasının nasıl açıklandığına bakacağız. Bağdat’ın inşa edilmesi süreciyle birlikte bunun güvenlik ve iktisadı ön plana çıkaran bir politik tercih olduğunu göreceğiz. Ya‘kûbî, Taberî, İbnü’l-Fakîh, Kudâme vb. Abbâsî dönemi tarihçi ve coğrafyacılarının yanında özellikle kâtip İbnü’l-Mukaffa’nın görüşleri bağlamında Irak ve Abbâsî siyaseti arasındaki bağı anlamaya çalışacağız. Bu isimler Irak’ı ya da Irak’ın da içinde bulundğu dördüncü iklimi dünyanın yerleşmeye en uygun yeri olarak tanımlayacaklar. Bazı bunu çeşitli metaforlar ile temellendirecekler. Bazıları da bu iddialarını ekonomik ve sosyo-politik durumlar üzerinden açıklayacaklar. \u0000Ardından devletin kurucusu ya da etkili hükümdarlarının Rey ile Rakka şehirlerini nasıl değerlendirdiklerini gözden geçireceğiz. Bu iki şehrin doğu ve batıya açılan birer kapı olarak anlamını halifelerin dilinden ve hareketlerinden dinleyeceğiz. Her iki şehirde yapılan imar faaliyetleri, iki şehrin daha doğu ya da daha batı bölgeler için bir kavşak noktası ve üs özelliği taşıması bu bağlamda dikkat çekeceğimiz hususlar olacaktır. Halife Mansûr ve Hârûn Reşîd dönemlerinde ortaya çıkan örneklerin yanında hilâfetin zorlu süreçlerinde bu şe","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"2 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-11","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140713074","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
“Dünya tasviri” bir müellifin yaşadığı dönemde dünyayı nasıl gördüğü ve nasıl tasavvur ettiği ile ilişkilendirilebilir. Kullandığı kaynaklar, tevarüs ettiği ilim geleneği, yaşadığı çağ ve toplum tasviri şekillendirmektedir. İslam Coğrafyacılığı, tercüme hareketleri esnasında VIII. yüzyılda Hint, İran ve Yunan’dan coğrafya metinlerinin Arapçaya tercüme edilmesi ile başlamıştır. İslam alimleri tercümeler ile farklı medeniyetlerin ilmi birikimleriyle de tanışmıştır. Bu birikim ve İslam ilmî birikimiyle ise yeni bir gelenek oluşmuştur. İslam coğrafyacılığında genel itibari ile iki ekol temayüz etmektedir. Bunlardan ilki İslam coğrafyacılığının klasik çağı olarak nitelendirilen miladi X. yüzyılda Irak merkezli coğrafyacıların oluşturduğu ve genel dünyayı tasvir eden Irak ekolüdür. Diğeri ise bölgesel bir coğrafya anlayışına sahip Belh ekolüdür. Irak ekolü coğrafyacıları matematiksel ve astronomik coğrafyaya çok daha fazla önem atfetmiş, eserlerinde dünyanın şekli, yeryüzünün hareketleri, enlem ve boylamları (tûl ve arz), ekvatorun uzunluğu, gök cisimlerinin dünyaya uzaklıkları, çapları, yarıçapları gibi konulara yer vermişlerdir. Çalışmanın ana konusunu Irak ekolünün iki önemli temsilcisi olan İbn Hurdâzbih ve İbn Rüste'nin dünya tasvirleri oluşturmaktadır. İbn Hurdâzbih’e göre göre dünyanın görünüşü bir küre gibi daire şeklindedir. Bu daireyi yumurta metaforu ile açıklayan İbn Hurdâzbih dünyanın evrenin (felek) merkezinde olduğunu ifade etmektedir. İbn Rüste de aynı şekilde yumurta benzetmesini kullanıp evrenin, dairesel yapıda olduğunu, bir küre gibi iki kutup noktası arasında döndüğünü ve uzay boşluğunda asılı durduğunu belirtmektedir.
"世界描绘 "可以与作者如何看待和想象他所处时代的世界联系起来。他所使用的资料来源、他所继承的知识传统、他所生活的时代和社会都决定了他对世界的描述。伊斯兰地理学始于八世纪翻译运动期间将印度、伊朗和希腊的地理文献翻译成阿拉伯文。伊斯兰学者通过翻译了解了不同文明的科学知识。随着这种积累和伊斯兰学者的积累,形成了一种新的传统。伊斯兰地理学一般分为两个流派。第一个学派是伊拉克学派,由公元 X 世纪以伊拉克为基地的地理学家形成,被称为伊斯兰地理学的古典时代,描绘的是一般世界。另一个学派是巴尔赫学派,对地理有地区性的理解。伊拉克学派的地理学家更加重视数学和天文地理,在他们的作品中包括地球的形状、地球的运动、经纬度(tūl 和 arz)、赤道的长度、天体到地球的距离、天体的直径和半径等主题。本研究的主要内容是伊拉克学派的两位重要代表伊本-胡尔达兹比和伊本-吕斯特对世界的描述。伊本-胡尔达兹比赫认为,世界的表象是一个像球体一样的圆。伊本-胡尔达兹比赫用鸡蛋的比喻来解释这个圆,指出地球位于宇宙的中心(paralek)。伊本-鲁斯塔也使用了鸡蛋的比喻,指出宇宙是圆形的,像球体一样在两极之间旋转,悬挂在真空空间中。
{"title":"Irak Ekolü Coğrafyacılarında Dünya Tasviri: İbn Hurdâzbih ve İbn Rüste","authors":"Ahsen Çaçan","doi":"10.14395/hid.1412812","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1412812","url":null,"abstract":"“Dünya tasviri” bir müellifin yaşadığı dönemde dünyayı nasıl gördüğü ve nasıl tasavvur ettiği ile ilişkilendirilebilir. Kullandığı kaynaklar, tevarüs ettiği ilim geleneği, yaşadığı çağ ve toplum tasviri şekillendirmektedir. İslam Coğrafyacılığı, tercüme hareketleri esnasında VIII. yüzyılda Hint, İran ve Yunan’dan coğrafya metinlerinin Arapçaya tercüme edilmesi ile başlamıştır. İslam alimleri tercümeler ile farklı medeniyetlerin ilmi birikimleriyle de tanışmıştır. Bu birikim ve İslam ilmî birikimiyle ise yeni bir gelenek oluşmuştur. İslam coğrafyacılığında genel itibari ile iki ekol temayüz etmektedir. Bunlardan ilki İslam coğrafyacılığının klasik çağı olarak nitelendirilen miladi X. yüzyılda Irak merkezli coğrafyacıların oluşturduğu ve genel dünyayı tasvir eden Irak ekolüdür. Diğeri ise bölgesel bir coğrafya anlayışına sahip Belh ekolüdür. Irak ekolü coğrafyacıları matematiksel ve astronomik coğrafyaya çok daha fazla önem atfetmiş, eserlerinde dünyanın şekli, yeryüzünün hareketleri, enlem ve boylamları (tûl ve arz), ekvatorun uzunluğu, gök cisimlerinin dünyaya uzaklıkları, çapları, yarıçapları gibi konulara yer vermişlerdir. Çalışmanın ana konusunu Irak ekolünün iki önemli temsilcisi olan İbn Hurdâzbih ve İbn Rüste'nin dünya tasvirleri oluşturmaktadır. İbn Hurdâzbih’e göre göre dünyanın görünüşü bir küre gibi daire şeklindedir. Bu daireyi yumurta metaforu ile açıklayan İbn Hurdâzbih dünyanın evrenin (felek) merkezinde olduğunu ifade etmektedir. İbn Rüste de aynı şekilde yumurta benzetmesini kullanıp evrenin, dairesel yapıda olduğunu, bir küre gibi iki kutup noktası arasında döndüğünü ve uzay boşluğunda asılı durduğunu belirtmektedir.","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"22 20","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140744652","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Klasik kaynaklarda ilk zâhid ve sûfîlerden Şakik Belhî’nin fakr, Cüneyd-i Bağdâdî’nin fütüvvet, İbn Yezdanyâr’ın sûfiyye kavramını merkeze alarak yaptıkları tasvirler Şam, Bağdat, Basra, Horasan ve Mısır coğrafyalarına hâkim olan mâneviyat akım ve anlayışlarını yansıtır. Her ne kadar birbiriyle bire bir çağdaş olmasalar da bunlardan Şakik Horasan, Cüneyd Bağdat, İbn Yezdanyâr ise Urmiye bölgelerinden olmaları itibariyle farklı coğrafyaları temsil ederler. Çalışmanın amacı birinci ağızlardan ortaya konulan bu ifadelerdeki klasik mâneviyat yaklaşımlarına dair tasvirlerin eş zamanlı ve art zamanlı reel görünümleriyle olan irtibatını ilk tasavvuf ve tarih kaynaklarının oluşturfduğu temel ve yardımcı kaynaklardan başka, ilgili çalışmalar ışığında ortaya koymaktır. Yardımcı amaçların başında tasavvufun hicrî üçüncü/milâdî dokuzuncu yüzyılda mâneviyat akımlarını şemsiyesi altında toplamasından önce İslâm mâneviyat tarihinde farklı coğrafyalarda gelişme gösteren temel akımların ana çizgilerini tespit etmeye çalışmak gelmektedir. Bir başka amaç da bu sözlerde taraftarlık ya da karşıtlık etkisinin tespitidir. Ulaşılan sonuçlar sözü geçen merkezlerdeki mâneviyat akımlarının sûfîlik içerisinde erimeden önceki temel niteliklerinin ortaya konulmasına dair çalışmalara hareket noktası oluşturabilir.
{"title":"İslâm Mâneviyat Akımlarına İsim Arayışları Coğrafyalar Üzerinden İzlenebilir mi? -Oluşum Aşamasında İlk Sûfîlerin Coğrafya Tasvirleri İçeren Sözlerine Fakr-Fütüvvet-Sûfiyye Üçgeninde Bir Tahlil Denemesi-","authors":"Zafer Erginli","doi":"10.14395/hid.1412932","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1412932","url":null,"abstract":"Klasik kaynaklarda ilk zâhid ve sûfîlerden Şakik Belhî’nin fakr, Cüneyd-i Bağdâdî’nin fütüvvet, İbn Yezdanyâr’ın sûfiyye kavramını merkeze alarak yaptıkları tasvirler Şam, Bağdat, Basra, Horasan ve Mısır coğrafyalarına hâkim olan mâneviyat akım ve anlayışlarını yansıtır. Her ne kadar birbiriyle bire bir çağdaş olmasalar da bunlardan Şakik Horasan, Cüneyd Bağdat, İbn Yezdanyâr ise Urmiye bölgelerinden olmaları itibariyle farklı coğrafyaları temsil ederler. Çalışmanın amacı birinci ağızlardan ortaya konulan bu ifadelerdeki klasik mâneviyat yaklaşımlarına dair tasvirlerin eş zamanlı ve art zamanlı reel görünümleriyle olan irtibatını ilk tasavvuf ve tarih kaynaklarının oluşturfduğu temel ve yardımcı kaynaklardan başka, ilgili çalışmalar ışığında ortaya koymaktır. Yardımcı amaçların başında tasavvufun hicrî üçüncü/milâdî dokuzuncu yüzyılda mâneviyat akımlarını şemsiyesi altında toplamasından önce İslâm mâneviyat tarihinde farklı coğrafyalarda gelişme gösteren temel akımların ana çizgilerini tespit etmeye çalışmak gelmektedir. Bir başka amaç da bu sözlerde taraftarlık ya da karşıtlık etkisinin tespitidir. Ulaşılan sonuçlar sözü geçen merkezlerdeki mâneviyat akımlarının sûfîlik içerisinde erimeden önceki temel niteliklerinin ortaya konulmasına dair çalışmalara hareket noktası oluşturabilir.","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"7 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140748259","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Müslüman tarihçiler, eserlerini kaleme alırken tarihin başlangıcından yani yaratılıştan başlama temâyülünde olmuştur. Bu şekilde evrenin tarihi, insanlık tarihinin başlangıcı olarak ele alınmış, peygamberler tarihiyle birlikte İslâm tarihine bağlanmıştır. Mes‘ûdî ise IV./X. yüzyılda buna ek olarak dünya coğrafyasını karaları, denizleri ve sularıyla birlikte tanıtmış, tarihi üzerinde gerçekleştiği mekanla neredeyse eşzamanlı şekilde ele aldığı bir metin ortaya koymuştur. Bu özelliği müellifin isminin İslâm tarihçileri kadar coğrafyacıları arasında da zikredilmesini sağlamıştır. Ancak Mes‘ûdî’nin coğrafyaya yaklaşımı bir coğrafya yazarından oldukça farklıdır. Müellif tarihsel coğrafyayı, coğrafî tarihle birlikte değerlendirmiştir. Fauna ve florasıyla ele aldığı yeryüzünün insanlık tarihini nasıl etkilediğini, toplumları nasıl şekillendirdiğini ve buna mukabil toplumların çevrelerine nasıl tesir ettiğini özenle kaydetmiştir. Araştırmalarını yazılı kaynaklardan aldığı bilgilerin ötesine taşıyan âlim, seyahatleri esnasında bu özellikleri dikkatle tetkik ederek aktarmış; merak ettiği ya da şüphe duyduğu konuları yerlilerle, tüccar ve denizcilerle müzakere ederek aydınlatmaya çalışmıştır. Bu şekilde gözlem ve soruşturmalarla elde ettiği malumatı, kimi durumlarda yazılı kaynakların önüne geçirmiştir. Bu sayede beşerî coğrafyayı işleyerek, insan merkezli bir tarih yazımı ortaya koymuştur. Bu makale, insanın yeryüzü coğrafyasıyla kurduğu ilişki neticesinde ortaya çıkan etkileri Mes‘ûdî’nin günümüze ulaşan eserleri Mürûcü’z-zeheb ve et-Tenbîh ve’l-işrâf’taki anlatımından yola çıkarak tasnif etmeyi amaçlamaktadır. Böylece toplumların beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlar konusundaki kültürel farklılıkları; bunun yanı sıra hayvanların evcilleştirilmesi ve bitkilerin aklimatizasyonu gibi faaliyetlerin insanlık tarihi üzerindeki etkileri, müellifin tarih yazımındaki şekliyle tespit edilecektir. Bu vesileyle coğrafyanın tarih anlatısının bir unsuru olarak ele alınmasının tarih yazımı alanına sunduğu katkılar belirtilerek, Mes‘ûdî’nin öncü yaklaşımının tarihe farklı bir pencereden bakma imkanı tanıdığı görülecektir. Bu amaçla öncelikle müellifin eserlerinde aktarıldığı şekliyle yeryüzünün evrendeki konumunun tasviri açıklanacaktır. Zira Mes‘ûdî kendi çağının hakim bilimsel yaklaşımı gereği dünyanın ateş, hava, su ve toprak şeklinde dört unsurdan teşekkül ettiğini belirtirken aynı zamanda, semavi cisimlerin ay altı alemin bu süflî materyallerinden uzaklığına işaret etmiştir. Yine yeryüzünde mevsimlerin oluşumundaki ana etmenin gök cisimleri olduğunun da farkındadır. Müellifin yeryüzü tasvirine gelindiğinde ise İran menşeli kişver sistemine dayandığı görülmektedir. Buna göre yeryüzünün merkezi Mes‘ûdî’nin de doğduğu ve hayatının ilk yıllarını geçirdiği bölge olan Babil/Irak iklimidir. Dünyanın yerleşik coğrafyası bu iklimi kuşatan altı iklim ile tasvir edilmektedir. Mes‘ûdî’nin bu tasvirlerle yetinmeyerek teorik bilgiyi yeryüzünde yaşayan tüm canlılara, insan, ha
{"title":"İslâm Tarihçiliğinde Toplumları Şekillendiren Bir Unsur Olarak Coğrafya: Mes‘ûdî Örneği","authors":"Zeynep Kaya Ünal","doi":"10.14395/hid.1410999","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1410999","url":null,"abstract":"Müslüman tarihçiler, eserlerini kaleme alırken tarihin başlangıcından yani yaratılıştan başlama temâyülünde olmuştur. Bu şekilde evrenin tarihi, insanlık tarihinin başlangıcı olarak ele alınmış, peygamberler tarihiyle birlikte İslâm tarihine bağlanmıştır. Mes‘ûdî ise IV./X. yüzyılda buna ek olarak dünya coğrafyasını karaları, denizleri ve sularıyla birlikte tanıtmış, tarihi üzerinde gerçekleştiği mekanla neredeyse eşzamanlı şekilde ele aldığı bir metin ortaya koymuştur. Bu özelliği müellifin isminin İslâm tarihçileri kadar coğrafyacıları arasında da zikredilmesini sağlamıştır. Ancak Mes‘ûdî’nin coğrafyaya yaklaşımı bir coğrafya yazarından oldukça farklıdır. Müellif tarihsel coğrafyayı, coğrafî tarihle birlikte değerlendirmiştir. Fauna ve florasıyla ele aldığı yeryüzünün insanlık tarihini nasıl etkilediğini, toplumları nasıl şekillendirdiğini ve buna mukabil toplumların çevrelerine nasıl tesir ettiğini özenle kaydetmiştir. Araştırmalarını yazılı kaynaklardan aldığı bilgilerin ötesine taşıyan âlim, seyahatleri esnasında bu özellikleri dikkatle tetkik ederek aktarmış; merak ettiği ya da şüphe duyduğu konuları yerlilerle, tüccar ve denizcilerle müzakere ederek aydınlatmaya çalışmıştır. Bu şekilde gözlem ve soruşturmalarla elde ettiği malumatı, kimi durumlarda yazılı kaynakların önüne geçirmiştir. Bu sayede beşerî coğrafyayı işleyerek, insan merkezli bir tarih yazımı ortaya koymuştur. Bu makale, insanın yeryüzü coğrafyasıyla kurduğu ilişki neticesinde ortaya çıkan etkileri Mes‘ûdî’nin günümüze ulaşan eserleri Mürûcü’z-zeheb ve et-Tenbîh ve’l-işrâf’taki anlatımından yola çıkarak tasnif etmeyi amaçlamaktadır. Böylece toplumların beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlar konusundaki kültürel farklılıkları; bunun yanı sıra hayvanların evcilleştirilmesi ve bitkilerin aklimatizasyonu gibi faaliyetlerin insanlık tarihi üzerindeki etkileri, müellifin tarih yazımındaki şekliyle tespit edilecektir. Bu vesileyle coğrafyanın tarih anlatısının bir unsuru olarak ele alınmasının tarih yazımı alanına sunduğu katkılar belirtilerek, Mes‘ûdî’nin öncü yaklaşımının tarihe farklı bir pencereden bakma imkanı tanıdığı görülecektir. Bu amaçla öncelikle müellifin eserlerinde aktarıldığı şekliyle yeryüzünün evrendeki konumunun tasviri açıklanacaktır. Zira Mes‘ûdî kendi çağının hakim bilimsel yaklaşımı gereği dünyanın ateş, hava, su ve toprak şeklinde dört unsurdan teşekkül ettiğini belirtirken aynı zamanda, semavi cisimlerin ay altı alemin bu süflî materyallerinden uzaklığına işaret etmiştir. Yine yeryüzünde mevsimlerin oluşumundaki ana etmenin gök cisimleri olduğunun da farkındadır. Müellifin yeryüzü tasvirine gelindiğinde ise İran menşeli kişver sistemine dayandığı görülmektedir. Buna göre yeryüzünün merkezi Mes‘ûdî’nin de doğduğu ve hayatının ilk yıllarını geçirdiği bölge olan Babil/Irak iklimidir. Dünyanın yerleşik coğrafyası bu iklimi kuşatan altı iklim ile tasvir edilmektedir. Mes‘ûdî’nin bu tasvirlerle yetinmeyerek teorik bilgiyi yeryüzünde yaşayan tüm canlılara, insan, ha","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"56 8","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140748551","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu makalede İslâm coğrafya yazıcılığının büyük bir ilerleme gösterdiği 10. yüzyılda yaşamış olan ve kaleme aldığı eseriyle ilgili sahada önemli izler bırakan bir Müslüman coğrafya bilgini İbn Havkal’in biyografisi, yaşamıyla alakalı süregelen tartışmalar, ilmî etkinlikleri ve Ṣûretü’l-arż isimli coğrafya kitabının kendi zamanındaki İslâm bölgelerini hangi açılardan tasvir ettiği gibi konular üzerinde yoğunlaşılacaktır. Eserin coğrafî, sosyo-kültürel, ekonomik ve idarî gibi alanlara dair sunduğu bilgilerin genel özellikleri ele alınacak diğer bir konudur. Bunlara ilave olarak İbn Havkal’in kitabında nasıl bir yöntem takip ettiği, hangi kaynaklardan faydalandığı, eserini kaleme almaya sevk eden faktörlerin neler olduğu, mensubu olduğu Belh coğrafya okulunun usul ve ilkelerini uygulayıp uygulamadığı, önceki coğrafyacılardan farklı olarak coğrafya yazımına yeni bir metot getirip getiremediği şeklindeki hususlar tespit edilmeye çalışılacaktır. İbn Havkal Nusaybinli olup dönemin ilim merkezleri Bağdat ve Musul’da iyi bir eğitim görmüştür. Takip ettiği fikir ve ideolojileri ile ilgili Fâtımî taraftarı olduğu şeklinde bazı iddialar mevcut olsa da henüz kesin bir şekilde tespit edilememiştir. Sadece ilimle iştigal etmemiş, Abbâsîler’in ordusu arasında Bizans seferine katılmıştır. Çocukluk çağlarından itibaren coğrafyaya büyük bir merak duymuştur. Hem ticaret yaparak geçimini sağlamış hem de mesleğini avantaja dönüştürerek başka memleketlerden gelen tüccarlardan o yerlere dair bilgiler toplamıştır. Diğer coğrafya âlimlerinden ayrılarak kitabını, gerçekleştirdiği uzun seyahatler sonuncunda elde ettiği notlarına dayanarak yazmıştır. Yeryüzünü Horasan ve Mâverâünnehir’den Endülüs’e, Anadolu’dan Arabistan’ın en uzak noktalarına kadar bölge bölge dolaşmıştır. Hayatının yaklaşık otuz yılını İslâm şehirlerini gezmeye ayıran İbn Havkal eserinde yer verdiği rivayetlerin doğruluk ve güvenirliği bakımından büyük bir titizlik göstermiştir. Başkalarından duyduğu şehirler hakkındaki bilgileri bizâtihi yolculuk yaparak teyit ettikten sonra kitabına kaydetmiştir. Müellif yalnızca gözlemlerine göre Ṣûretü’l-arż’ı kaleme almamış, muasırı olan İstahrî başta olmak üzere diğer coğrafya bilginleriyle istişare yaparak onların tecrübe ve bilgilerinden, daha önce yazılmış kaynaklardan ve Kur’ân-ı Kerîm ile hadislerden de istifade etmiştir. Kitabının ilim dünyası arasında öne çıkan özelliklerinden birisi, hakkında mâlûmat verdiği bölgelerin haritalarını çizmesi ve ayrıntılı açıklamasını yapmasıdır. Bu coğrafya kitabının Belh coğrafya okulunun yazım yöntemi dikkate alınarak hazırlandığı ifade edilmektedir. Eserde sadece Müslümanların yaşam ve kültürlerine dair bilgiler bulunmamakta; yabancı milletlerin geçmişlerine ve geleneklerine de ışık tutan kıymetli rivayetler kaydedilmektedir. Bu açıdan İbn Havkal’in Türkler ile ilgili aktardığı müktesebat büyük bir önem arz etmektedir. Müellifin kendi alanında öteki coğrafyacılardan ayrıştığı noktalardan bir diğeri ise coğrafya kitaplarında b
{"title":"İbn Havkal ve Ṣûretü’l-arż Adlı Coğrafya Eseri","authors":"Faruk Korkmaz","doi":"10.14395/hid.1411190","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1411190","url":null,"abstract":"Bu makalede İslâm coğrafya yazıcılığının büyük bir ilerleme gösterdiği 10. yüzyılda yaşamış olan ve kaleme aldığı eseriyle ilgili sahada önemli izler bırakan bir Müslüman coğrafya bilgini İbn Havkal’in biyografisi, yaşamıyla alakalı süregelen tartışmalar, ilmî etkinlikleri ve Ṣûretü’l-arż isimli coğrafya kitabının kendi zamanındaki İslâm bölgelerini hangi açılardan tasvir ettiği gibi konular üzerinde yoğunlaşılacaktır. Eserin coğrafî, sosyo-kültürel, ekonomik ve idarî gibi alanlara dair sunduğu bilgilerin genel özellikleri ele alınacak diğer bir konudur. Bunlara ilave olarak İbn Havkal’in kitabında nasıl bir yöntem takip ettiği, hangi kaynaklardan faydalandığı, eserini kaleme almaya sevk eden faktörlerin neler olduğu, mensubu olduğu Belh coğrafya okulunun usul ve ilkelerini uygulayıp uygulamadığı, önceki coğrafyacılardan farklı olarak coğrafya yazımına yeni bir metot getirip getiremediği şeklindeki hususlar tespit edilmeye çalışılacaktır. İbn Havkal Nusaybinli olup dönemin ilim merkezleri Bağdat ve Musul’da iyi bir eğitim görmüştür. Takip ettiği fikir ve ideolojileri ile ilgili Fâtımî taraftarı olduğu şeklinde bazı iddialar mevcut olsa da henüz kesin bir şekilde tespit edilememiştir. Sadece ilimle iştigal etmemiş, Abbâsîler’in ordusu arasında Bizans seferine katılmıştır. Çocukluk çağlarından itibaren coğrafyaya büyük bir merak duymuştur. Hem ticaret yaparak geçimini sağlamış hem de mesleğini avantaja dönüştürerek başka memleketlerden gelen tüccarlardan o yerlere dair bilgiler toplamıştır. Diğer coğrafya âlimlerinden ayrılarak kitabını, gerçekleştirdiği uzun seyahatler sonuncunda elde ettiği notlarına dayanarak yazmıştır. Yeryüzünü Horasan ve Mâverâünnehir’den Endülüs’e, Anadolu’dan Arabistan’ın en uzak noktalarına kadar bölge bölge dolaşmıştır. Hayatının yaklaşık otuz yılını İslâm şehirlerini gezmeye ayıran İbn Havkal eserinde yer verdiği rivayetlerin doğruluk ve güvenirliği bakımından büyük bir titizlik göstermiştir. Başkalarından duyduğu şehirler hakkındaki bilgileri bizâtihi yolculuk yaparak teyit ettikten sonra kitabına kaydetmiştir. Müellif yalnızca gözlemlerine göre Ṣûretü’l-arż’ı kaleme almamış, muasırı olan İstahrî başta olmak üzere diğer coğrafya bilginleriyle istişare yaparak onların tecrübe ve bilgilerinden, daha önce yazılmış kaynaklardan ve Kur’ân-ı Kerîm ile hadislerden de istifade etmiştir. Kitabının ilim dünyası arasında öne çıkan özelliklerinden birisi, hakkında mâlûmat verdiği bölgelerin haritalarını çizmesi ve ayrıntılı açıklamasını yapmasıdır. Bu coğrafya kitabının Belh coğrafya okulunun yazım yöntemi dikkate alınarak hazırlandığı ifade edilmektedir. Eserde sadece Müslümanların yaşam ve kültürlerine dair bilgiler bulunmamakta; yabancı milletlerin geçmişlerine ve geleneklerine de ışık tutan kıymetli rivayetler kaydedilmektedir. Bu açıdan İbn Havkal’in Türkler ile ilgili aktardığı müktesebat büyük bir önem arz etmektedir. Müellifin kendi alanında öteki coğrafyacılardan ayrıştığı noktalardan bir diğeri ise coğrafya kitaplarında b","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"205 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140781720","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Çalışmamızın temel konusu coğrafi bilgiler barındıran örnek Kur’ân âyetleri ve muallakât da denilen câhiliye dönemindeki yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonundaki birtakım coğrafi muhteviyattır. Nitekim coğrafya ve edebiyat arasındaki sıkı ilişki bağlamında edebiyat metinleri, geçmişte ve farklı kültürlerde kişilerin gerçeği nasıl algıladıkları ile ilgili deliller de sunmaktadır. Araştırmamızın amacı Kur’ân metninin dönemin coğrafi algısını yastıyor olduğunu hem ilgili ayetler hem de câhiliye şiiri üzerinden göstermektir. Bu bağlamda veciz ve yönlendirici ifadeler barındıran coğrafi bilgileri muhtevi âyetlerin edebi değeri yüksek şiir metinlerindeki yansımalarını göstermeye çalışmaktır. Nitekim Kur’ân insan ve onu “kendi” yapan çevresel faktörleri başından sonuna kadar dikkate almış; hem antik Arap’ın coğrafi muhayyilesini âyetler içerisinde kendi dillerinden/ kültürlerinden onlara hitap etmiş hem de onları bu konuda düşünmeye yönlendirmiştir. Çalışmamız da önemini aslında bu hususlardan almaktadır. Zira Kur’ân antik Arap’ın coğrafya muhayyilesini salt bilgi vermek için kullanmayıp bizzat Allah’ın güç, kudret ve otoritesini göstermek, yalnızca ona kulluk yapılası gerekliliği gibi argümanlar maksadıyla kullanarak aslında onun amacı yeni Müslümanlarda yeni bir coğrafya algısı inşa etmek olmuştur. Kur’ân, ayrıca sadece bu amaçla yetinmeyip inananları coğrafya konusunda her daim düşünmeye ve yeni keşifler yapmaya teşvik etmiştir. Örnek olması bakımından Rahman suresinde bahsedilen yeryüzündeki dağların, su kaynaklarının ve bitkilerin yaratılışındaki işlevleri, insanların doğal çevre hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Netice itibariyle, Kur’ân’da yer alan coğrafi bilgiler, insanların coğrafya algısını şekillendirmiş ve doğal çevre hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Ayrıca, bu bilgiler insanları keşifler ve seyahatler yapmaya teşvik ederek, coğrafya alanındaki keşiflerin ve gelişmelerin ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda başkaca örnekler de verebiliriz. Hala güncel değerini taşıması bakımından insanlar Hz. Âdem’in cennetten indiği ya da cennet gibi konforlu bir ortamda yaşayıp da isyanı neticesinde çıkartıldığı dünyadaki herhangi bir bahçenin neresi olduğunu merak etmekte hatta bu mekân hususunda malumat üretmektedirler. Benzer şekilde Hz. Nûh’un gemisinin nereye indiği, Ashâb-ı Kehf’in mağarasının nerede olduğu, Hz. Zülkarneyn’in yolculuk yaptığı güneşin doğduğu ve battığı yerin neresi olduğu vs. konularda insanoğlu hep merak duymuş, malumat üretmiş hatta bu konularda isrâiliyattan dahi bilgi devşirmekten geri durmamıştır. Diğer tarafta, câhiliye şiiri, Arap yarımadasının coğrafyası hakkında zengin ve ayrıntılı bir görünüm sunmaktadır. Şairler, coğrafyanın doğal güzellikleriyle birlikte, insanların yaşamını nasıl etkilediği hakkında da bilgi vermişlerdir. Ayrıca şairler doğanın sunduğu zorlukların da insanların hayatını nasıl etkilediğini şiirlerinde göstermişlerdir. Bunun yanı
{"title":"Erken Dönem Coğrafya Algısında Kur’ân’ın Kurucu Rolü","authors":"Temel Mahmutoğlu","doi":"10.14395/hid.1408106","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1408106","url":null,"abstract":"Çalışmamızın temel konusu coğrafi bilgiler barındıran örnek Kur’ân âyetleri ve muallakât da denilen câhiliye dönemindeki yedi (veya on) şaire ait seçkin kaside koleksiyonundaki birtakım coğrafi muhteviyattır. Nitekim coğrafya ve edebiyat arasındaki sıkı ilişki bağlamında edebiyat metinleri, geçmişte ve farklı kültürlerde kişilerin gerçeği nasıl algıladıkları ile ilgili deliller de sunmaktadır. \u0000Araştırmamızın amacı Kur’ân metninin dönemin coğrafi algısını yastıyor olduğunu hem ilgili ayetler hem de câhiliye şiiri üzerinden göstermektir. Bu bağlamda veciz ve yönlendirici ifadeler barındıran coğrafi bilgileri muhtevi âyetlerin edebi değeri yüksek şiir metinlerindeki yansımalarını göstermeye çalışmaktır. Nitekim Kur’ân insan ve onu “kendi” yapan çevresel faktörleri başından sonuna kadar dikkate almış; hem antik Arap’ın coğrafi muhayyilesini âyetler içerisinde kendi dillerinden/ kültürlerinden onlara hitap etmiş hem de onları bu konuda düşünmeye yönlendirmiştir. \u0000Çalışmamız da önemini aslında bu hususlardan almaktadır. Zira Kur’ân antik Arap’ın coğrafya muhayyilesini salt bilgi vermek için kullanmayıp bizzat Allah’ın güç, kudret ve otoritesini göstermek, yalnızca ona kulluk yapılası gerekliliği gibi argümanlar maksadıyla kullanarak aslında onun amacı yeni Müslümanlarda yeni bir coğrafya algısı inşa etmek olmuştur. Kur’ân, ayrıca sadece bu amaçla yetinmeyip inananları coğrafya konusunda her daim düşünmeye ve yeni keşifler yapmaya teşvik etmiştir. \u0000Örnek olması bakımından Rahman suresinde bahsedilen yeryüzündeki dağların, su kaynaklarının ve bitkilerin yaratılışındaki işlevleri, insanların doğal çevre hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Netice itibariyle, Kur’ân’da yer alan coğrafi bilgiler, insanların coğrafya algısını şekillendirmiş ve doğal çevre hakkında daha fazla bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Ayrıca, bu bilgiler insanları keşifler ve seyahatler yapmaya teşvik ederek, coğrafya alanındaki keşiflerin ve gelişmelerin ilerlemesine katkıda bulunmuştur. \u0000Bu bağlamda başkaca örnekler de verebiliriz. Hala güncel değerini taşıması bakımından insanlar Hz. Âdem’in cennetten indiği ya da cennet gibi konforlu bir ortamda yaşayıp da isyanı neticesinde çıkartıldığı dünyadaki herhangi bir bahçenin neresi olduğunu merak etmekte hatta bu mekân hususunda malumat üretmektedirler. Benzer şekilde Hz. Nûh’un gemisinin nereye indiği, Ashâb-ı Kehf’in mağarasının nerede olduğu, Hz. Zülkarneyn’in yolculuk yaptığı güneşin doğduğu ve battığı yerin neresi olduğu vs. konularda insanoğlu hep merak duymuş, malumat üretmiş hatta bu konularda isrâiliyattan dahi bilgi devşirmekten geri durmamıştır. \u0000Diğer tarafta, câhiliye şiiri, Arap yarımadasının coğrafyası hakkında zengin ve ayrıntılı bir görünüm sunmaktadır. Şairler, coğrafyanın doğal güzellikleriyle birlikte, insanların yaşamını nasıl etkilediği hakkında da bilgi vermişlerdir. Ayrıca şairler doğanın sunduğu zorlukların da insanların hayatını nasıl etkilediğini şiirlerinde göstermişlerdir. Bunun yanı ","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":" 15","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140388656","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Zaman zaman popüler medyada ya da günlük konuşmalarda ‘coğrafya kaderdir!’ sözünün öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu söz çoğunlukla bir coğrafyada ya da daha sınırlı bir alan olarak bir ülkede yaşamanın ne kadar kritik, önemli ve hatta imtiyazlı olduğunu vurgulamak için kullanılmaktadır. Ünlü tarihçi ve sosyolojinin İslam’daki kurucu atası sayılan İbni Haldûn (1406)’a nispet edilen bu sözün gerçekten de ona ait olup olmadığı önemli olmaktan çıkmış, insan-mekân ilişkisine dair kaderci bir bakış açısı vurgulanır olmuştur. Bu görüşün, düşünürün ‘iklimler teorisi’ bağlamında coğrafyanın insan hayatı ve kültür üzerindeki kurucu, yansıtıcı ya da dönüştürücü etkisine dair neler söylediğinin ele alındığı bu çalışmada, coğrafya-kültür ve zihin ilişkilerinin ana ilkeleri tartışılmaktadır. Biyo-fiziksel mekân olan coğrafyanın, kültürel mekâna kaynaklık etmesi süreci incelenmektedir. Şehir kurma politikalarında coğrafyanın dinamikleri ile zihnin öncelikleri arasında denge ve uyum sağlama başarısı, bazı örnekler bağlamında ele alınmaktadır. Modern zamanlarda İslam coğrafyası genelde ‘Orta Doğu’, ‘Orta Asya’, ‘Ön Asya’ gibi kavramlarla nitelenmiş ve bu kullanım Müslüman dünya tarafından da benimsenmiştir. Medeniyet ve güç unsurlarının yer değiştirdiği ve dünyanın ağırlık merkezinin Batı’ya kaydığı son birkaç yüzyıllık süreçte dilde ve düşüncede ‘Avrupa Merkezci’ bir politik-ontolojinin egemen olduğu bir gerçektir. Edward Said bu dönüşümün politik ve sosyal bilimsel söylemlere nasıl yansıdığını eleştirel yaklaşımlarla analiz etti. Said’in düşünceleri pek çok çalışmaya da kaynaklık oluşturdu. Garbiyatçılık- Oksidentalizm başlıklı araştırmalar bu çalışmaların bir ürünüdür. Mekânın ya da coğrafyanın politik-teolojik okunması ve insanlara belirli bir kültürel öz atfedilerek kodlanması girişimlerinin arkasında yatan ötekileştirici zihniyetin ve onun ‘karşı kıyı’daki yansımaları, teolojik açıdan ele alınmayı hak eden köklü bir sorundur. Bu çalışma, ‘coğrafya kaderdir!’ sözünün imaları ve göndermeleri üzerinden jeo-politik ve teo-politik analizler içermekte ve insanların tarihte ve günümüzde kendini ya da ötekini algılarken, yaşadığı mekâna-coğrafyaya atfettiği nitelik atfederken kullandığı stratejilerin çalışma tarzını ve temel ilkelerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada söylem ve zihniyet analizi ve yapı sökümü yöntemleri kullanılmıştır. Mekânsal ve maddî bir yaşam ortamı olarak coğrafyanın insanların ve toplumların hayatı üzerinde büyük etkisi vardır. Pozitivist ve materyalist bakış açısına göre, insan bir cisimdir ve tüm cisimler gibi çevresel etkenler onu belirler. İnsanın zihinsel aktiviteleri de aslında maddesel etkileşimlerin yansımasıdır. İnsan gelişmiş bir makine olduğu için onun davranışlarını açıklamak için biraz karmaşık yaklaşımlar kullanılmalıdır. Modern dönemde İbn Haldûn’a yönelik ilgilerin farklı nedenleri vardır. Batı’da değişen bilim paradigması ve yeni oluşan disiplinlerin yöntem arayışları olgusal olana ağırlık tanıdı. Olgusal ve maddes
{"title":"COĞRAFYA KADER MİDİR? -Mekânın Kimlik ve Zihniyet Oluşumu Üzerindeki Etkileri Üzerine-","authors":"Mehmet Evkuran","doi":"10.14395/hid.1412347","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1412347","url":null,"abstract":"Zaman zaman popüler medyada ya da günlük konuşmalarda ‘coğrafya kaderdir!’ sözünün öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu söz çoğunlukla bir coğrafyada ya da daha sınırlı bir alan olarak bir ülkede yaşamanın ne kadar kritik, önemli ve hatta imtiyazlı olduğunu vurgulamak için kullanılmaktadır. Ünlü tarihçi ve sosyolojinin İslam’daki kurucu atası sayılan İbni Haldûn (1406)’a nispet edilen bu sözün gerçekten de ona ait olup olmadığı önemli olmaktan çıkmış, insan-mekân ilişkisine dair kaderci bir bakış açısı vurgulanır olmuştur. Bu görüşün, düşünürün ‘iklimler teorisi’ bağlamında coğrafyanın insan hayatı ve kültür üzerindeki kurucu, yansıtıcı ya da dönüştürücü etkisine dair neler söylediğinin ele alındığı bu çalışmada, coğrafya-kültür ve zihin ilişkilerinin ana ilkeleri tartışılmaktadır. Biyo-fiziksel mekân olan coğrafyanın, kültürel mekâna kaynaklık etmesi süreci incelenmektedir. Şehir kurma politikalarında coğrafyanın dinamikleri ile zihnin öncelikleri arasında denge ve uyum sağlama başarısı, bazı örnekler bağlamında ele alınmaktadır. \u0000Modern zamanlarda İslam coğrafyası genelde ‘Orta Doğu’, ‘Orta Asya’, ‘Ön Asya’ gibi kavramlarla nitelenmiş ve bu kullanım Müslüman dünya tarafından da benimsenmiştir. Medeniyet ve güç unsurlarının yer değiştirdiği ve dünyanın ağırlık merkezinin Batı’ya kaydığı son birkaç yüzyıllık süreçte dilde ve düşüncede ‘Avrupa Merkezci’ bir politik-ontolojinin egemen olduğu bir gerçektir. Edward Said bu dönüşümün politik ve sosyal bilimsel söylemlere nasıl yansıdığını eleştirel yaklaşımlarla analiz etti. Said’in düşünceleri pek çok çalışmaya da kaynaklık oluşturdu. Garbiyatçılık- Oksidentalizm başlıklı araştırmalar bu çalışmaların bir ürünüdür. Mekânın ya da coğrafyanın politik-teolojik okunması ve insanlara belirli bir kültürel öz atfedilerek kodlanması girişimlerinin arkasında yatan ötekileştirici zihniyetin ve onun ‘karşı kıyı’daki yansımaları, teolojik açıdan ele alınmayı hak eden köklü bir sorundur. Bu çalışma, ‘coğrafya kaderdir!’ sözünün imaları ve göndermeleri üzerinden jeo-politik ve teo-politik analizler içermekte ve insanların tarihte ve günümüzde kendini ya da ötekini algılarken, yaşadığı mekâna-coğrafyaya atfettiği nitelik atfederken kullandığı stratejilerin çalışma tarzını ve temel ilkelerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada söylem ve zihniyet analizi ve yapı sökümü yöntemleri kullanılmıştır. \u0000Mekânsal ve maddî bir yaşam ortamı olarak coğrafyanın insanların ve toplumların hayatı üzerinde büyük etkisi vardır. Pozitivist ve materyalist bakış açısına göre, insan bir cisimdir ve tüm cisimler gibi çevresel etkenler onu belirler. İnsanın zihinsel aktiviteleri de aslında maddesel etkileşimlerin yansımasıdır. İnsan gelişmiş bir makine olduğu için onun davranışlarını açıklamak için biraz karmaşık yaklaşımlar kullanılmalıdır. Modern dönemde İbn Haldûn’a yönelik ilgilerin farklı nedenleri vardır. Batı’da değişen bilim paradigması ve yeni oluşan disiplinlerin yöntem arayışları olgusal olana ağırlık tanıdı. Olgusal ve maddes","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"1 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140241263","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İslâm geleneğinde beşerî ve tarihî coğrafya alanına dâhil edilebilecek metinler 2./8. yüzyılın sonları ve 3./9. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. 4./10. yüzyıla gelindiğinde ise seyahat, gözlem ve betimlemelerin baskın olduğu, kendine özgü bir karakteristiği bulunan bir beşerî coğrafya yazım geleneği oluşmuştur. Önemli örnekleri günümüze ulaşan beşerî coğrafya eserleri; müellifin öncelikleri, ilgisi, yazım yöntemi gibi unsurlara göre değişiklik göstermekle birlikte muhtelif alanlarda malzeme sunan oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Müellifler sundukları haritalarla İslâm dünyasını tasvir ederken bir yandan da yaşadıkları dönemin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, ilmî, dinî durumuna ve çok daha önemlisi gündelik yaşam pratiklerine dair bir anlatı oluşturmuşlardır. Söz konusu eserlerin bu zengin muhtevası, başta coğrafya olmak üzere sanat tarihi, iktisat tarihi, siyasi tarih, şehir tarihi gibi alanlara veri sunarken bir yandan da İslâm düşünce, kültür ve mezhepleri tarihine kaynaklık etmiştir. Erken dönem söz konusu olduğunda Irak Coğrafya Ekolü’nden İbn Hurdazbih (ö. 300/912-3), Yakûbî (ö. 292/905’ten sonra), İbn Rüste (ö. 300/913’ten sonra), İbnu’l-Fakîh (ö. 300/913’ten sonra) ile Kudâme b. Ca’fer (ö.337/948[?]); Belh Coğrafya Ekolü’nden ise Ebû Zeyd el-Belhî (ö.322/934), İstahrî (ö. 346/957), İbn Havkal (ö. 367/977’den sonra) ve Makdisî (ö. 390/1000 civarı) gibi müellifler İslâm coğrafyacılığının önemli temsilcileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Belh Coğrafya Ekolü’ne mensup müellifler, eserlerini daha ziyade gözleme dayalı olarak kaleme almaları ve dönemin kültürel, tarihsel, siyasî, sosyal, dinî unsurlarına daha çok yer vermiş olmalarıyla Irak Ekolü’nden ayrılmaktadır. Bunlardan İbn Havkal’ın (ö. 367/977’den sonra) Sûretu’l-Arz adlı eseri ile Makdisî’nin (ö. 390/1000 civarı) Ahsenu’t-Tekâsim’ini 4./10. asır İslâm dünyasının dinî, fikrî ve kültürel yapısına dair sundukları anlatı ile öne çıkarmak mümkündür. Bu sebeple çalışmamızda bu iki müellif ve eserleri örneklem olarak seçilmiştir. Bu tercihimizin bir diğer sebebi ise her iki eserin 4./10. asrın son yarısında, nispeten birbirlerine yakın tarihlerde yazılmış, birbirini tamamlayıcı nitelikte olmasıdır. Dolayısıyla bu çalışmamız, bir taraftan da seçilen örnekler üzerinden söz konusu dönemin ilmî ve sosyo-kültürel yapısına dair bir anlatı içermektedir. İbn Havkal ve Makdisî, uzun süreli seyahatlerinde edindikleri gözlemler ve şifahi bilgilerin yanı sıra önceki müelliflerin yazdıkları üzerine bina ettikleri eserlerinde 4./10. yüzyıl İslâm düşünce ve kültür tarihine dair genel bir resim ortaya koymuşlardır. Eserlerin özgün yönü, yöntemleri itibarıyla teoriden ziyade pratik hayatı merkeze alan bir anlatı oluşturmalarıdır. Ayrıca söz konusu eserlerde yer alan bazı bilgilerin başka kaynaklarda bulunmaması da onların ilgili dönemin düşünce dünyasına dair özgün perspektifler sunmalarını sağlamaktadır. Bu eserler, İslâm dünyasını söz konusu dönemde yaşayan gözlem yeteneği
{"title":"İslâm Düşünce Tarihine Kaynaklık Değeri Bakımından Coğrafya Eserleri - İbn Havkal ve Makdisî Örneği -","authors":"Betül Yurtalan","doi":"10.14395/hid.1416650","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1416650","url":null,"abstract":"İslâm geleneğinde beşerî ve tarihî coğrafya alanına dâhil edilebilecek metinler 2./8. yüzyılın sonları ve 3./9. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. 4./10. yüzyıla gelindiğinde ise seyahat, gözlem ve betimlemelerin baskın olduğu, kendine özgü bir karakteristiği bulunan bir beşerî coğrafya yazım geleneği oluşmuştur. Önemli örnekleri günümüze ulaşan beşerî coğrafya eserleri; müellifin öncelikleri, ilgisi, yazım yöntemi gibi unsurlara göre değişiklik göstermekle birlikte muhtelif alanlarda malzeme sunan oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Müellifler sundukları haritalarla İslâm dünyasını tasvir ederken bir yandan da yaşadıkları dönemin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, ilmî, dinî durumuna ve çok daha önemlisi gündelik yaşam pratiklerine dair bir anlatı oluşturmuşlardır. Söz konusu eserlerin bu zengin muhtevası, başta coğrafya olmak üzere sanat tarihi, iktisat tarihi, siyasi tarih, şehir tarihi gibi alanlara veri sunarken bir yandan da İslâm düşünce, kültür ve mezhepleri tarihine kaynaklık etmiştir. \u0000Erken dönem söz konusu olduğunda Irak Coğrafya Ekolü’nden İbn Hurdazbih (ö. 300/912-3), Yakûbî (ö. 292/905’ten sonra), İbn Rüste (ö. 300/913’ten sonra), İbnu’l-Fakîh (ö. 300/913’ten sonra) ile Kudâme b. Ca’fer (ö.337/948[?]); Belh Coğrafya Ekolü’nden ise Ebû Zeyd el-Belhî (ö.322/934), İstahrî (ö. 346/957), İbn Havkal (ö. 367/977’den sonra) ve Makdisî (ö. 390/1000 civarı) gibi müellifler İslâm coğrafyacılığının önemli temsilcileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Belh Coğrafya Ekolü’ne mensup müellifler, eserlerini daha ziyade gözleme dayalı olarak kaleme almaları ve dönemin kültürel, tarihsel, siyasî, sosyal, dinî unsurlarına daha çok yer vermiş olmalarıyla Irak Ekolü’nden ayrılmaktadır. Bunlardan İbn Havkal’ın (ö. 367/977’den sonra) Sûretu’l-Arz adlı eseri ile Makdisî’nin (ö. 390/1000 civarı) Ahsenu’t-Tekâsim’ini 4./10. asır İslâm dünyasının dinî, fikrî ve kültürel yapısına dair sundukları anlatı ile öne çıkarmak mümkündür. Bu sebeple çalışmamızda bu iki müellif ve eserleri örneklem olarak seçilmiştir. Bu tercihimizin bir diğer sebebi ise her iki eserin 4./10. asrın son yarısında, nispeten birbirlerine yakın tarihlerde yazılmış, birbirini tamamlayıcı nitelikte olmasıdır. Dolayısıyla bu çalışmamız, bir taraftan da seçilen örnekler üzerinden söz konusu dönemin ilmî ve sosyo-kültürel yapısına dair bir anlatı içermektedir. \u0000İbn Havkal ve Makdisî, uzun süreli seyahatlerinde edindikleri gözlemler ve şifahi bilgilerin yanı sıra önceki müelliflerin yazdıkları üzerine bina ettikleri eserlerinde 4./10. yüzyıl İslâm düşünce ve kültür tarihine dair genel bir resim ortaya koymuşlardır. Eserlerin özgün yönü, yöntemleri itibarıyla teoriden ziyade pratik hayatı merkeze alan bir anlatı oluşturmalarıdır. Ayrıca söz konusu eserlerde yer alan bazı bilgilerin başka kaynaklarda bulunmaması da onların ilgili dönemin düşünce dünyasına dair özgün perspektifler sunmalarını sağlamaktadır. \u0000Bu eserler, İslâm dünyasını söz konusu dönemde yaşayan gözlem yeteneği","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"39 15","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-03-07","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140260648","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Eski Yunan edebiyatından yazılı bir formda günümüze kalan ilk eser olarak Homerosçu mısralardan itibaren belirli bir “yeryüzü” (gē) tasavvuru karşımıza çıkar. Dolayısıyla Yunan insanı, yaşamını sürdürdüğü ve benimsediği doğa mefhumunun bir gereği olarak tanrılarla paylaştığı bir mekân fikrini başından itibaren kabul eder. Gerek Ilias’taki “Gemiler Kataloğu” gerek Odysseia’daki Akdeniz’in sınırlarını hikâye eden seyahatler bu fikrin mitlerle iç içe geçmiş görünümlerini sunar. Mekânın tanımlanışı çerçevesinde mitle gerçeğin iç içe geçtiği erken yaklaşımlar zamanla yerlerini gözlemlenebilir verilere dayanan muhkem bakış açılarına bırakır. Erken dönemde bütünüyle tekinsiz olduğu düşünülen yeryüzünün hesaplayıcı bir akılla tanımlanması ve “uzman bilgisi” (epistēmē) temelinde bir çerçeveye oturtulması Eski Yunan müktesebatının –matematik, geometri, astronomi, coğrafya ve tarih gibi– birbiriyle yakın temastaki farklı disiplinleri sayesinde peyderpey gerçekleşir. Özellikle Yunan Klasik Çağı’ndaki diğer çabaların sağladığı birikim, Hellenistik Ptolemaios hanedanının himayesinde ivme kazanan çalışmalarla tam anlamıyla “meskûn [yeryüzü]”nün (oikoumenē) tanımlanması problemine odaklanarak ete kemiğe bürünür. MÖ 3. yüzyılda yaşamış bir hezarfen olan Eratosthenes’in çalışmaları, bu bilimin kendi adı (geōgraphia) başta olmak üzere coğrafyanın belli başlı mefhumlaştırmalarının oluşmasında önemli bir rol oynar. Eseri büyük ölçüde fragmanlar halinde günümüze ulaşmış olmasına rağmen, Eratosthenes’in “yedi iklim” (hepta klimata) gibi kendisinden sonraki bilim dünyasını derinden etkileyen sistemleştirmeleri de bu çerçevede sayılabilir. Eratosthenes, coğrafyanın müesses bir bilim olarak ortaya çıkmasının bir başlangıcıyken, asırlar sonraki bir halefi olarak Roma İmparatorluk Çağı’nda yaşayan, MS 2. yüzyıl âlimi Ptolemaios’un eserleri, gerek Eratosthenes’e yönelik sağlam eleştirileri gerek belli başlı sistematik ilkeleri yerli yerine oturtmasıyla müessesleşmenin tamamlayıcı son noktasını oluşturur. Meskûn yeryüzünün dakik bir tanımlaması aynı zamanda matematik hesabın kesinleştirdiği bir astronomik gökyüzüyle birlikte anlam kazanır. Bu sürecin sunduğu manzara belirli mefhumlaştırmaların coğrafyanın müessesleşmesinde oynadığı rol kadar, insanın yeryüzüne hâkim olma arzusunun neticesi olan kartografik resmin hodolojik mekân fikri gibi kimi ayrıntılarını da anlaşılır kılıyor. Yeryüzüyle kendisini kuşatan kosmos arasında kurulan dakik ilişki sayesinde insanın arzuladığı bu hâkimiyet de zamanla irtifa kazanıyor. Müessesleşme ilk bakışta bir müstakilleşmeyi, müstakilleşme de zaman içinde astroloji/astronomi gibi yoldaşlardan ayrılışı beraberinde getiriyor. Dolayısıyla coğrafyanın müessesleşmesinin belli başlı mefhumlaştırmalar ve bunların komşu bilimlerle ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmesinin, müsatakilleşmiş gibi görünen coğrafyanın ilişkili olduğu metafizik düşünmeyle birlikte yeniden ele alınması gerekiyor. Bu müessesleşme sürecinin ayrıntıları coğrafya biliminin
{"title":"Eski Yunan-Roma Düşüncesinde Coğrafi Mekân Fikri, Coğrafyanın Müessesleşmesi ve İslâm Coğrafyacılığına Etkisi","authors":"Erman Gören","doi":"10.14395/hid.1412876","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1412876","url":null,"abstract":"Eski Yunan edebiyatından yazılı bir formda günümüze kalan ilk eser olarak Homerosçu mısralardan itibaren belirli bir “yeryüzü” (gē) tasavvuru karşımıza çıkar. Dolayısıyla Yunan insanı, yaşamını sürdürdüğü ve benimsediği doğa mefhumunun bir gereği olarak tanrılarla paylaştığı bir mekân fikrini başından itibaren kabul eder. Gerek Ilias’taki “Gemiler Kataloğu” gerek Odysseia’daki Akdeniz’in sınırlarını hikâye eden seyahatler bu fikrin mitlerle iç içe geçmiş görünümlerini sunar. Mekânın tanımlanışı çerçevesinde mitle gerçeğin iç içe geçtiği erken yaklaşımlar zamanla yerlerini gözlemlenebilir verilere dayanan muhkem bakış açılarına bırakır. Erken dönemde bütünüyle tekinsiz olduğu düşünülen yeryüzünün hesaplayıcı bir akılla tanımlanması ve “uzman bilgisi” (epistēmē) temelinde bir çerçeveye oturtulması Eski Yunan müktesebatının –matematik, geometri, astronomi, coğrafya ve tarih gibi– birbiriyle yakın temastaki farklı disiplinleri sayesinde peyderpey gerçekleşir. Özellikle Yunan Klasik Çağı’ndaki diğer çabaların sağladığı birikim, Hellenistik Ptolemaios hanedanının himayesinde ivme kazanan çalışmalarla tam anlamıyla “meskûn [yeryüzü]”nün (oikoumenē) tanımlanması problemine odaklanarak ete kemiğe bürünür. MÖ 3. yüzyılda yaşamış bir hezarfen olan Eratosthenes’in çalışmaları, bu bilimin kendi adı (geōgraphia) başta olmak üzere coğrafyanın belli başlı mefhumlaştırmalarının oluşmasında önemli bir rol oynar. Eseri büyük ölçüde fragmanlar halinde günümüze ulaşmış olmasına rağmen, Eratosthenes’in “yedi iklim” (hepta klimata) gibi kendisinden sonraki bilim dünyasını derinden etkileyen sistemleştirmeleri de bu çerçevede sayılabilir. Eratosthenes, coğrafyanın müesses bir bilim olarak ortaya çıkmasının bir başlangıcıyken, asırlar sonraki bir halefi olarak Roma İmparatorluk Çağı’nda yaşayan, MS 2. yüzyıl âlimi Ptolemaios’un eserleri, gerek Eratosthenes’e yönelik sağlam eleştirileri gerek belli başlı sistematik ilkeleri yerli yerine oturtmasıyla müessesleşmenin tamamlayıcı son noktasını oluşturur. Meskûn yeryüzünün dakik bir tanımlaması aynı zamanda matematik hesabın kesinleştirdiği bir astronomik gökyüzüyle birlikte anlam kazanır. Bu sürecin sunduğu manzara belirli mefhumlaştırmaların coğrafyanın müessesleşmesinde oynadığı rol kadar, insanın yeryüzüne hâkim olma arzusunun neticesi olan kartografik resmin hodolojik mekân fikri gibi kimi ayrıntılarını da anlaşılır kılıyor. Yeryüzüyle kendisini kuşatan kosmos arasında kurulan dakik ilişki sayesinde insanın arzuladığı bu hâkimiyet de zamanla irtifa kazanıyor. Müessesleşme ilk bakışta bir müstakilleşmeyi, müstakilleşme de zaman içinde astroloji/astronomi gibi yoldaşlardan ayrılışı beraberinde getiriyor. Dolayısıyla coğrafyanın müessesleşmesinin belli başlı mefhumlaştırmalar ve bunların komşu bilimlerle ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmesinin, müsatakilleşmiş gibi görünen coğrafyanın ilişkili olduğu metafizik düşünmeyle birlikte yeniden ele alınması gerekiyor. \u0000Bu müessesleşme sürecinin ayrıntıları coğrafya biliminin ","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"52 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-02-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140442392","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Henüz Hz. Peygamber hayattayken başlayan hadis rivayeti, O’nun (s.a.s.) vefatı ve ashâbın farklı bölgelere intikali sonrasında hem hızlanmış hem de yaygınlaşmıştır. Fethedilen bölgelerde askerî faaliyetlerde bulunmak veya İslâm’ı öğretmek gibi farklı vesile ve sebeplerle Medine dışına çıkan ve gittikleri bölgelere yerleşen sahâbîler, beraberlerinde büyük bir ilmî birikimi de götürmüşlerdir. Şüphesiz bu birikimin başında Kur’ân’dan sonra Hz. Peygamber’in sünneti gelmektedir. Farklı bölgelere yerleşen ashâbın nezdinde bulunan hadisleri öğrenme isteği ise hicrî ilk asırdan itibaren hadisle iştigal eden herkes için geçerli olmuştur. Söz konusu istek bireysel yolculuklara, ardından ise muhaddis olmanın ön şartı kabul edilebilecek rihle faaliyetlerine dönüşmüştür. Hadis öğrenmek isteyen her râvi çeşitli ilim merkezlerindeki muhaddisleri ziyaret ederek hadis meclislerine katılmışlar ve hocalarının hadislerini tahammül etmişlerdir. Rihle faaliyetlerinin çıkış sebebi her ne kadar hadis öğrenimi olsa da hadis öğrencileri/râviler hocalarının hayatlarını tespit ederek tabakât, tezkire, meşyeha, terâcim, vefeyât, menâkıb gibi eserlerle ricâl edebiyatını geliştirmişler, ayrıca gittikleri yerlerle ilgili tarihî ve coğrafî bilgileri kaydederek diğer bilim dalları açısından da zengin bir mirasın oluşmasına vesile olmuşlardır. Rihle faaliyetini gerçekleştiren muhaddisler mezkûr ilimlere dair zengin bir malumat sunmuş, şehir ve bölgelerin tanınmasında önemli rol oynamışlardır. Ne var ki rihle faaliyetlerinin coğrafya eserlerine olan etkisini ele alan bir çalışma tespit edilememiştir. İşte bu eksiklikten hareketle çalışmanın konusu hicrî dördüncü asırda vefat etmiş olan Ebû Abdillâh İbnü’l-Fakîh’in Büldân adlı eserinde coğrafî bölgelerle ilgili bilgi aldığı muhaddisleri tespit etmektir. Mezkûr eser, rihle faaliyetlerinin yoğun bir şekilde devam ettiği ilk dört asırda kaleme alınmış olması hasebiyle tercih edilmiştir. Çalışmanın amacı rihle faaliyetine katılan muhaddislerin İslam Coğrafyacılığına katkılarını ön çalışmada tespit edildiği üzere somut delillerle ortaya koyabilmektir. Söz konusu amaç gerçekleştirildiğinde hadis ilminde çok önemli bir yere sahip olan rihle geleneğinin sadece hadis ilmiyle sınırlı kalmadığı, İslam Coğrafyacılığı başta olmak üzere çok sayıda ilme kaynaklık ettiği tespit edilmiş olacaktır. Çalışmada ilgili eser taranarak İbnü’l-Fakîh’in bilgi aktardığı kişiler arasında hadisçi olanlar tespit edilmiştir. Daha sonra bu muhaddisler hakkında tabakât ve terâcim kitaplarından kısa bilgiler aktarılmış, hadis kaynaklarındaki rivayetlerine değinilmiş ve İbnü’l-Fakîh’in kendisinden yaptığı nakiller zikredilmiştir. Çalışma neticesinde İbnü’l-Fakîh’in 18 muhaddis kaynağının bulunduğu tespit edilmiştir. Bunlar arasında Ebû Sa‘îd el-Esme‘î on iki; Ebû Amr Âmir b. Şerâhîl eş-Şa‘bî sekiz; İbrahim b. Uyeyne el-Kûfî ve Ebu’l-Abbas İsa b. Muhammed b. İsa el-Mervezî üçer bilgiyle İbnü’l-Fakîh’in en çok faydalandığı muhaddisler olarak karşımıza çıkmaktadır. İbnü
圣训的传述始于先知在世时,在先知(愿主赐福之,并使其平安)逝世后,圣训的传述速度加快,范围也越来越广。同伴们因不同的原因离开麦地那,如在被征服地区从事军事活动或传授伊斯兰教,并在所去的地区定居下来,他们带走了大量的学术积累。毫无疑问,继《古兰经》之后,先知圣训是这些积累中的佼佼者。自回历一世纪以来,每个从事圣训学研究的人都渴望学习定居在不同地区的同伴们所掌握的圣训。这种愿望变成了个人的旅行,然后变成了 "里赫勒 "活动,而 "里赫勒 "活动可以说是成为穆罕默德的先决条件。每一位想要学习圣训的传述者都会拜访各个科学中心的穆罕默德圣训学家,参加圣训大会,聆听老师的圣训。虽然里哈勒活动的目的是学习圣训,但圣训学生/传述者通过在《塔布》(tabāt)、《特兹基尔》(tezkire)、《我耶哈》(meşyeha)、《特拉吉姆》(terājim)、《维法亚特》(vefayāt)、《麦纳克布》(menākıb)等著作中记录老师的生平,发展了里哈勒文献,他们还记录了所到之地的历史和地理信息,帮助创造了其他科学分支方面的丰富遗产。开展里赫勒活动的穆哈底提斯提供了上述科学的丰富知识,并在城市和地区的认可方面发挥了重要作用。然而,目前还没有研究涉及里赫勒活动对地理著作的影响。基于这一不足,本研究的主题是确定 Abū ʿAbdillāh Ibn al-Faqīh (卒于希吉尔四世纪)在其著作 Buldān 中从哪些穆哈迪提那里获得了有关地理区域的信息。之所以选择上述作品,是因为其成书于前四个世纪,当时里赫勒活动仍在激烈进行。本研究的目的是根据初步研究确定的具体证据,揭示参与里赫勒活动的穆罕默德对伊斯兰地理学的贡献。当这一目标得以实现时,将确定在圣训学中具有非常重要地位的 "里赫勒 "传统不仅限于圣训学,而且是许多科学,尤其是伊斯兰地理学的源泉。在本研究中,对相关著作进行了扫描,并确定了伊本-法基传达信息的人中的圣训学家。然后,从 tanāt 和 terājim 书中简要介绍了这些圣训学家的情况,提到了他们在圣训资料中的叙述,并提到了伊本-法基对他们的引述。研究结果表明,伊本-法基有 18 个穆哈底来源。其中,Abū Sa'īd al-Asma'ī 有 12 个来源,Abū 'Amr 'Amr b. Sharāhīl al-Sha'bī 有 8 个来源,Ibrahim b. 'Uyayna al-Kūfī 和 Abu'l-'Abbas Isa b. Muhammad b. Isa al-Marwazī 各有 3 个来源。Ibn al-Faqīh 仅从十二位穆罕默德中各引用了一条信息。当我们查看伊本-法基从穆哈迪斯来源中引用的信息时,可以发现除了一些地形信息外,还有关于人文地理和自然地理(地理科学的分支)的重要信息。穆罕默德资料所传达的信息可以是相关城市的地理特征,也可以是该城市发生的政治事件、城市中发生的事件、城市中发生的战争等。根据研究获得的数据,我们可以了解到,为学习圣训而进行的里赫尔斯旅行不仅限于此,还收集和传递了有关旅行城市的政治和社会文化状况的信息,特别是地理信息。对这一基于单一作品的分析进行更广泛的研究,有助于揭示里赫勒活动对伊斯兰学术传统的广泛贡献。
{"title":"Tracing the Rihla in Buldān Books: Ibn al-Faqīh’s Muhaddith Resources","authors":"R. Gül","doi":"10.14395/hid.1417152","DOIUrl":"https://doi.org/10.14395/hid.1417152","url":null,"abstract":"Henüz Hz. Peygamber hayattayken başlayan hadis rivayeti, O’nun (s.a.s.) vefatı ve ashâbın farklı bölgelere intikali sonrasında hem hızlanmış hem de yaygınlaşmıştır. Fethedilen bölgelerde askerî faaliyetlerde bulunmak veya İslâm’ı öğretmek gibi farklı vesile ve sebeplerle Medine dışına çıkan ve gittikleri bölgelere yerleşen sahâbîler, beraberlerinde büyük bir ilmî birikimi de götürmüşlerdir. Şüphesiz bu birikimin başında Kur’ân’dan sonra Hz. Peygamber’in sünneti gelmektedir. Farklı bölgelere yerleşen ashâbın nezdinde bulunan hadisleri öğrenme isteği ise hicrî ilk asırdan itibaren hadisle iştigal eden herkes için geçerli olmuştur. Söz konusu istek bireysel yolculuklara, ardından ise muhaddis olmanın ön şartı kabul edilebilecek rihle faaliyetlerine dönüşmüştür. Hadis öğrenmek isteyen her râvi çeşitli ilim merkezlerindeki muhaddisleri ziyaret ederek hadis meclislerine katılmışlar ve hocalarının hadislerini tahammül etmişlerdir. Rihle faaliyetlerinin çıkış sebebi her ne kadar hadis öğrenimi olsa da hadis öğrencileri/râviler hocalarının hayatlarını tespit ederek tabakât, tezkire, meşyeha, terâcim, vefeyât, menâkıb gibi eserlerle ricâl edebiyatını geliştirmişler, ayrıca gittikleri yerlerle ilgili tarihî ve coğrafî bilgileri kaydederek diğer bilim dalları açısından da zengin bir mirasın oluşmasına vesile olmuşlardır. Rihle faaliyetini gerçekleştiren muhaddisler mezkûr ilimlere dair zengin bir malumat sunmuş, şehir ve bölgelerin tanınmasında önemli rol oynamışlardır. Ne var ki rihle faaliyetlerinin coğrafya eserlerine olan etkisini ele alan bir çalışma tespit edilememiştir. İşte bu eksiklikten hareketle çalışmanın konusu hicrî dördüncü asırda vefat etmiş olan Ebû Abdillâh İbnü’l-Fakîh’in Büldân adlı eserinde coğrafî bölgelerle ilgili bilgi aldığı muhaddisleri tespit etmektir. Mezkûr eser, rihle faaliyetlerinin yoğun bir şekilde devam ettiği ilk dört asırda kaleme alınmış olması hasebiyle tercih edilmiştir. Çalışmanın amacı rihle faaliyetine katılan muhaddislerin İslam Coğrafyacılığına katkılarını ön çalışmada tespit edildiği üzere somut delillerle ortaya koyabilmektir. Söz konusu amaç gerçekleştirildiğinde hadis ilminde çok önemli bir yere sahip olan rihle geleneğinin sadece hadis ilmiyle sınırlı kalmadığı, İslam Coğrafyacılığı başta olmak üzere çok sayıda ilme kaynaklık ettiği tespit edilmiş olacaktır. Çalışmada ilgili eser taranarak İbnü’l-Fakîh’in bilgi aktardığı kişiler arasında hadisçi olanlar tespit edilmiştir. Daha sonra bu muhaddisler hakkında tabakât ve terâcim kitaplarından kısa bilgiler aktarılmış, hadis kaynaklarındaki rivayetlerine değinilmiş ve İbnü’l-Fakîh’in kendisinden yaptığı nakiller zikredilmiştir. Çalışma neticesinde İbnü’l-Fakîh’in 18 muhaddis kaynağının bulunduğu tespit edilmiştir. Bunlar arasında Ebû Sa‘îd el-Esme‘î on iki; Ebû Amr Âmir b. Şerâhîl eş-Şa‘bî sekiz; İbrahim b. Uyeyne el-Kûfî ve Ebu’l-Abbas İsa b. Muhammed b. İsa el-Mervezî üçer bilgiyle İbnü’l-Fakîh’in en çok faydalandığı muhaddisler olarak karşımıza çıkmaktadır. İbnü","PeriodicalId":507932,"journal":{"name":"Hitit İlahiyat Dergisi","volume":"172 S1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-02-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140443659","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}