Erkut Etçi̇oğlu, Muhammet Raşit Aydin, Yasin Canbolat
Yanan ağız sendromu (YAS) veya glossodini, klinik olarak belirli bir lezyon veya başka bir neden olmaksızın ağızda yanma veya benzeri ağrı ile karakterize olan bir hastalıktır. Birçok faktör bu hastalığın olası nedenleri olarak kabul edilmektedir. Bazı ilaçların da bu sendroma neden olduğu bildirilmiştir. Bu yazıda anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörü ramipril kullanımı sonrası başlayan ve ilaç kesildikten sonra semptomları kaybolan yanan ağız sendromu olgusu sunulmuştur.
{"title":"Ramipril İlişkili Yanan Ağız Sendromu: Vaka Sunumu","authors":"Erkut Etçi̇oğlu, Muhammet Raşit Aydin, Yasin Canbolat","doi":"10.38175/phnx.1109794","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1109794","url":null,"abstract":"Yanan ağız sendromu (YAS) veya glossodini, klinik olarak belirli bir lezyon veya başka bir neden olmaksızın ağızda yanma veya benzeri ağrı ile karakterize olan bir hastalıktır. Birçok faktör bu hastalığın olası nedenleri olarak kabul edilmektedir. Bazı ilaçların da bu sendroma neden olduğu bildirilmiştir. Bu yazıda anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörü ramipril kullanımı sonrası başlayan ve ilaç kesildikten sonra semptomları kaybolan yanan ağız sendromu olgusu sunulmuştur.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"36 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-05-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115162807","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amaç: Diabetes mellitus, insülin eksikliği veya direncinin neden olduğu hiperglisemi olarak tanımlanan metabolik bir hastalıktır. Çalışmalarda artan kanıtlar, akciğerin diyabetik komplikasyonların hedefi olduğunu göstermiştir. Geleneksel tıp teorilerine göre tarçın, şeker hastaları için destekleyici bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, tarçının streptozotosin ile indüklenen deneysel diyabetik sıçanların akciğer dokusunda VEGF ve NF-κB'nin immünohistokimyasal ekspresyonu üzerindeki etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Otuz iki erkek sıçan rastgele dört gruba ayrıldı: Diyabet, Diyabet + tarçın, Tarçın ve Kontrol. VEGF ve NF-κB'nin akciğer dokusunda immünohistokimyasal ekspresyonu, streptavidin-biotin kompleksi kullanılarak belirlendi. Bulgular: Tarçın uygulamasının tek başına akciğer dokusunda VEGF ekspresyonunu değiştirmezken, diyabet grubunda tarçın uygulaması ile azalmış VEGF ekspresyonunun arttığı belirlendi. Gruplardaki immün boyama incelendiğinde, kontrol ve tarçın grupları arasında NF-κB immünreaksiyonu açısından bir fark gözlenmedi. Dikkat çekici bir bulgu olarak, diyabetik grubun akciğer dokusunda güçlü pozitif NF-κB reaksiyonları vardı. Ayrıca diyabet+cinnamom grubunda zayıf pozitif NF-κB reaksiyonu tespit edildi. Sonuç: Sonuç olarak bizim çalışmamızda tarçın diyabetin neden olduğu NF-κB ekspresyonundaki artışın azalmasına, azalmış VEGF ekspresyonunun ise artmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, bu çalışmanın diyabete bağlı olarak akciğer dokusunda meydana gelebilecek olası sitokin mekanizması değişikliklerinin anlaşılmasında ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinde faydalı olacağı kanaatindeyiz.
{"title":"Tarçının deneysel olarak indüklenen diyabetli sıçanların akciğer dokusunda VEGF ve NF-κB immünoreaksiyonu üzerindeki etkileri","authors":"Tuğrul Ertuğrul, Gökçen Sevi̇lgen","doi":"10.38175/phnx.1103944","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1103944","url":null,"abstract":"Amaç: Diabetes mellitus, insülin eksikliği veya direncinin neden olduğu hiperglisemi olarak tanımlanan metabolik bir hastalıktır. Çalışmalarda artan kanıtlar, akciğerin diyabetik komplikasyonların hedefi olduğunu göstermiştir. Geleneksel tıp teorilerine göre tarçın, şeker hastaları için destekleyici bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, tarçının streptozotosin ile indüklenen deneysel diyabetik sıçanların akciğer dokusunda VEGF ve NF-κB'nin immünohistokimyasal ekspresyonu üzerindeki etkisini araştırmaktır. \u0000Gereç ve Yöntem: Otuz iki erkek sıçan rastgele dört gruba ayrıldı: Diyabet, Diyabet + tarçın, Tarçın ve Kontrol. VEGF ve NF-κB'nin akciğer dokusunda immünohistokimyasal ekspresyonu, streptavidin-biotin kompleksi kullanılarak belirlendi. \u0000Bulgular: Tarçın uygulamasının tek başına akciğer dokusunda VEGF ekspresyonunu değiştirmezken, diyabet grubunda tarçın uygulaması ile azalmış VEGF ekspresyonunun arttığı belirlendi. Gruplardaki immün boyama incelendiğinde, kontrol ve tarçın grupları arasında NF-κB immünreaksiyonu açısından bir fark gözlenmedi. Dikkat çekici bir bulgu olarak, diyabetik grubun akciğer dokusunda güçlü pozitif NF-κB reaksiyonları vardı. Ayrıca diyabet+cinnamom grubunda zayıf pozitif NF-κB reaksiyonu tespit edildi. \u0000Sonuç: Sonuç olarak bizim çalışmamızda tarçın diyabetin neden olduğu NF-κB ekspresyonundaki artışın azalmasına, azalmış VEGF ekspresyonunun ise artmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, bu çalışmanın diyabete bağlı olarak akciğer dokusunda meydana gelebilecek olası sitokin mekanizması değişikliklerinin anlaşılmasında ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinde faydalı olacağı kanaatindeyiz.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"34 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-05-13","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132793259","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ayla Esi̇n, Yasemin Özşahi̇n, K. Erkalp, Ziya Sali̇hoğlu
Yirminci yüzyıl başından beri sağlık alanında kullanılmakta olan radyasyonun, ameliyathane içinde ve dışında kullanım yaygınlığının giderek artması, anestezistlerin radyasyon maruziyetinin artmasına yol açmaktadır. Bu yüzden hem çalışanların güvenliğini hem de hasta güvenliğini sağlamak ve radyasyona maruz kalmanın potansiyel zararlı etkilerini en aza indirmek için, radyasyonun temel kavramları, radyasyon fiziği, radyasyon güvenliği konuları hakkında bilgi sahibi olmak çok önemlidir. Bu yazının amacı anestezistleri bilgilendirme, mesleki radyasyon maruziyetlerini minimumda tutmalarına yardımcı olmaktır.
{"title":"Anestezistler İçin Radyasyon Güvenliği","authors":"Ayla Esi̇n, Yasemin Özşahi̇n, K. Erkalp, Ziya Sali̇hoğlu","doi":"10.38175/phnx.1093308","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1093308","url":null,"abstract":"Yirminci yüzyıl başından beri sağlık alanında kullanılmakta olan radyasyonun, ameliyathane içinde ve dışında kullanım yaygınlığının giderek artması, anestezistlerin radyasyon maruziyetinin artmasına yol açmaktadır. Bu yüzden hem çalışanların güvenliğini hem de hasta güvenliğini sağlamak ve radyasyona maruz kalmanın potansiyel zararlı etkilerini en aza indirmek için, radyasyonun temel kavramları, radyasyon fiziği, radyasyon güvenliği konuları hakkında bilgi sahibi olmak çok önemlidir. \u0000Bu yazının amacı anestezistleri bilgilendirme, mesleki radyasyon maruziyetlerini minimumda tutmalarına yardımcı olmaktır.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"20 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"114524622","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Naime Yalçın, Necmiye Ay, Barış Sandal, Abdurrahim Derbent, Ziya Sali̇hoğlu
Amaç: Pediyatrik nöroşirurjik cerrahi girişimlerde morbidite ve mortaliteyi en aza indirgemek için perioperatif hasta monitörizasyonu oldukça önemlidir. Bu çalışmada, kraniyal cerrahi uygulanan çocuk hastaların verileri incelenerek perioperatif anestezi yönetiminin değerlendirilmesi beraberinde morbiditede etkin rol oynayan hemorajik cerrahi prosedürlerin hem intraoperatif hem de yoğun bakım ünitesinde yatış sürecini de içeren postoperatif dönemdeki etkilerinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 2015-2018 yılları arasında kraniyal cerrahi nedeni ile operasyona alınmış 0-18 yaş arası, toplam 303 çocuk hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamıza, pediatrik kraniyal cerrahi geçirmiş 199'u (%65,7) ≤1 yaş, 104'ü (%34,3) >1 yaşında olmak üzere toplam 303 çocuk dahil edildi. En sık hidrosefali nedeniyle şant ve kraniyosinostoz operasyonlarının olduğu belirlendi. Alt analizde ≤1 yaş bebeklerde sık uygulanan kraniyosinostoz ameliyatlarında kanama miktarının >1 yaş çocuklarda yapılan subdural ve epidural hematom ameliyatlarında ki kadar fazla olduğu görüldü (sırasıyla 181ml ve 196ml, p=0,444). Yoğun bakıma yatışta gruplar arasında fark yoktu. Sonuç: Pediatrik beyin cerrahisi hastalarının perioperatif anestezi yönetiminde hastaların vital bulgularının yakından izlenmesi, komplikasyonların ve kan transfüzyonlarının detaylı olarak kayıt altına alınmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Hipotansif süreçlerin daha agresif seyir göstermesi nedeniyle, özellikle kraniyosinostoz vakalarında morbidite ve mortalitenin önlenmesi açısından daha fazla dikkat edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
{"title":"Pediatrik Kraniyal Cerrahide Anestezi ve Postoperatif Sonuçların Değerlendirilmesi: Retrospektif Tek Merkezli Çalışma","authors":"Naime Yalçın, Necmiye Ay, Barış Sandal, Abdurrahim Derbent, Ziya Sali̇hoğlu","doi":"10.38175/phnx.1064132","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1064132","url":null,"abstract":"Amaç: Pediyatrik nöroşirurjik cerrahi girişimlerde morbidite ve mortaliteyi en aza indirgemek için perioperatif hasta monitörizasyonu oldukça önemlidir. Bu çalışmada, kraniyal cerrahi uygulanan çocuk hastaların verileri incelenerek perioperatif anestezi yönetiminin değerlendirilmesi beraberinde morbiditede etkin rol oynayan hemorajik cerrahi prosedürlerin hem intraoperatif hem de yoğun bakım ünitesinde yatış sürecini de içeren postoperatif dönemdeki etkilerinin incelenmesi amaçlandı. \u0000Gereç ve Yöntem: 2015-2018 yılları arasında kraniyal cerrahi nedeni ile operasyona alınmış 0-18 yaş arası, toplam 303 çocuk hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. \u0000Bulgular: Çalışmamıza, pediatrik kraniyal cerrahi geçirmiş 199'u (%65,7) ≤1 yaş, 104'ü (%34,3) >1 yaşında olmak üzere toplam 303 çocuk dahil edildi. En sık hidrosefali nedeniyle şant ve kraniyosinostoz operasyonlarının olduğu belirlendi. Alt analizde ≤1 yaş bebeklerde sık uygulanan kraniyosinostoz ameliyatlarında kanama miktarının >1 yaş çocuklarda yapılan subdural ve epidural hematom ameliyatlarında ki kadar fazla olduğu görüldü (sırasıyla 181ml ve 196ml, p=0,444). Yoğun bakıma yatışta gruplar arasında fark yoktu. \u0000Sonuç: Pediatrik beyin cerrahisi hastalarının perioperatif anestezi yönetiminde hastaların vital bulgularının yakından izlenmesi, komplikasyonların ve kan transfüzyonlarının detaylı olarak kayıt altına alınmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Hipotansif süreçlerin daha agresif seyir göstermesi nedeniyle, özellikle kraniyosinostoz vakalarında morbidite ve mortalitenin önlenmesi açısından daha fazla dikkat edilmesi gerektiğine inanıyoruz.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"4 1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-04-14","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129127357","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pandemide artan akut ekstremite iskemisinin farkında mıyız? Sayın Editör, Derginizde yayınlanan Gocgun ve İkizceli’nin 2021 yılında derginizde yayınlanan ‘COVID-19 ile İlişkili İskemik İnmenin Görüntüleme Bulguları’ isimli makalesini (1) ilgiyle okudum. Yazarlar bu makalede, COVID-19’un iskemik komplikasyonu olan akut iskemik serebrovasküler olaya değinmiştir. Bu yazıda ise, bir diğer iskemik komplikasyon olan akut ekstremite iskemisi (AEİ) konusunda değinilmek istendi. Coronavirus hastalığı-2019 (COVID-19), küresel pandemiye neden olan, başlangıçta sadece bir solunum yolu enfeksiyonu olduğu düşünülen bir enfeksiyon iken, artan vaka sayıları ile hastalığın pıhtılaşma bozukluğuna neden olduğu da anlaşılmıştır (2,3). COVID-19 hem arteryal hem de venöz tromboembolik komplikasyonlara neden olmuştur (1,3). Bu komplikasyonlar arasında yer alan AEİ ile ilgili veri sınırlıdır. Bu çalışmasında literatürü, AEİ açısından gözden geçirmeyi amaçladık. İtalya’dan 2020 yılında yayınlanan bir çalışmada, İtalyan Lombardiya bölgesindeki COVID-19 pandemisi sırasında AEİ insidansı önemli ölçüde arttığı bildirilmiştir (3). Bildirilen AEİ vakalarının çoğu alt ekstremitede iken, bir kısmı da üst ekstremite yerleşimlidir. Bu olgulardan bazılarında antikoagülan tedaviye rağmen ampütasyon gerekmiştir (4,5). Ülkemizden yayınlanan bir çalışmada (6), hastanede yatan COVID-19 tanılı toplam 681 hasta arasından, medyan yaşı 62 olan 6 (%0.9) hastada AEİ geliştiği ve bu hastaların tümünün düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi aldığı bildirilmişti. COVID-19 tanısı ile AEİ semptom başlangıcı arasındaki medyan süre 13 gündü. Üç hastaya sistemik antikoagülasyonla birlikte acil cerrahi trombektomi uygulanmıştı ve üç hastaya da tek başına sistemik antikoagülasyon uygulanmıştı. İki hasta exitus olmuştu. Hayatta kalanlar arasında bir hastaya iki taraflı majör amputasyon uygulanmıştı ve diğer hastaya hastaneden taburcu olduktan sonraki bir ay içinde minör amputasyon uygulanmıştı. AEİ olan sadece iki hasta sekelsiz düzelmişti (6). Başarılı revaskülarizasyon incelenen makalelerde beklenenden daha düşüktü, bunun virüsle ilişkili hiper pıhtılaşma durumundan kaynaklandığını düşünmekteyiz. AEİ’de uzamış sistemik heparin kullanımı cerrahi tedavi etkinliğini, uzuv kurtarmayı ve genel sağkalımı iyileştirebilir (5,6). Özetle bu yazı, COVID-19 hastalarında optimal antikoagülan tedaviye duyulan ihtiyacı ve olası COVID-19 ile tromboembolik olaylar ilişkili sekel hakkında sürekli bir farkındalığın ve araştırmaların sürdürülmesi gerektiğini vurgulamaktadır
{"title":"Are we aware of the increasing acute limb ischemia in the pandemic?","authors":"S. Şahin","doi":"10.38175/phnx.1084495","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1084495","url":null,"abstract":"Pandemide artan akut ekstremite iskemisinin farkında mıyız? \u0000Sayın Editör, \u0000Derginizde yayınlanan Gocgun ve İkizceli’nin 2021 yılında derginizde yayınlanan ‘COVID-19 ile İlişkili İskemik İnmenin Görüntüleme Bulguları’ isimli makalesini (1) ilgiyle okudum. Yazarlar bu makalede, COVID-19’un iskemik komplikasyonu olan akut iskemik serebrovasküler olaya değinmiştir. Bu yazıda ise, bir diğer iskemik komplikasyon olan akut ekstremite iskemisi (AEİ) konusunda değinilmek istendi. \u0000Coronavirus hastalığı-2019 (COVID-19), küresel pandemiye neden olan, başlangıçta sadece bir solunum yolu enfeksiyonu olduğu düşünülen bir enfeksiyon iken, artan vaka sayıları ile hastalığın pıhtılaşma bozukluğuna neden olduğu da anlaşılmıştır (2,3). COVID-19 hem arteryal hem de venöz tromboembolik komplikasyonlara neden olmuştur (1,3). Bu komplikasyonlar arasında yer alan AEİ ile ilgili veri sınırlıdır. Bu çalışmasında literatürü, AEİ açısından gözden geçirmeyi amaçladık. \u0000İtalya’dan 2020 yılında yayınlanan bir çalışmada, İtalyan Lombardiya bölgesindeki COVID-19 pandemisi sırasında AEİ insidansı önemli ölçüde arttığı bildirilmiştir (3). Bildirilen AEİ vakalarının çoğu alt ekstremitede iken, bir kısmı da üst ekstremite yerleşimlidir. Bu olgulardan bazılarında antikoagülan tedaviye rağmen ampütasyon gerekmiştir (4,5). \u0000Ülkemizden yayınlanan bir çalışmada (6), hastanede yatan COVID-19 tanılı toplam 681 hasta arasından, medyan yaşı 62 olan 6 (%0.9) hastada AEİ geliştiği ve bu hastaların tümünün düşük moleküler ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisi aldığı bildirilmişti. COVID-19 tanısı ile AEİ semptom başlangıcı arasındaki medyan süre 13 gündü. Üç hastaya sistemik antikoagülasyonla birlikte acil cerrahi trombektomi uygulanmıştı ve üç hastaya da tek başına sistemik antikoagülasyon uygulanmıştı. İki hasta exitus olmuştu. Hayatta kalanlar arasında bir hastaya iki taraflı majör amputasyon uygulanmıştı ve diğer hastaya hastaneden taburcu olduktan sonraki bir ay içinde minör amputasyon uygulanmıştı. AEİ olan sadece iki hasta sekelsiz düzelmişti (6). \u0000 Başarılı revaskülarizasyon incelenen makalelerde beklenenden daha düşüktü, bunun virüsle ilişkili hiper pıhtılaşma durumundan kaynaklandığını düşünmekteyiz. AEİ’de uzamış sistemik heparin kullanımı cerrahi tedavi etkinliğini, uzuv kurtarmayı ve genel sağkalımı iyileştirebilir (5,6). \u0000 \u0000 \u0000Özetle bu yazı, COVID-19 hastalarında optimal antikoagülan tedaviye duyulan ihtiyacı ve olası COVID-19 ile tromboembolik olaylar ilişkili sekel hakkında sürekli bir farkındalığın ve araştırmaların sürdürülmesi gerektiğini vurgulamaktadır","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"10 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-03-29","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128039498","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Şeref Dokcu, M. Çaparlar, Özhan Çetİndağ, Musluh Hakseven, Aydan Eroğlu
Amaç Meme kanseri, oldukça farklı biyolojik davranışlar sergileyen ve birçok genomik iz taşıyan heterojen bir hastalık grubudur. Cinsiyet hormonlarına bağımlılığı da menopoz durumu ile ilişkisini belirler. İmmünohistokimyasal (IHC) belirteçlerle yapılan reseptör analizine ve Ki67 düzeyine göre beş moleküler alt tipe ayrılır. Bu çalışmada, tedavi stratejilerimizi belirlemeye yardımcı olmak için menopoz durumu ile bu moleküler alt tipler arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık. Gereç ve yöntem 2012-2020 yılları arasında Onkoloji Kliniğimizde meme kanseri nedeniyle ameliyat edilen 250 hastanın veri tabanı geriye dönük olarak incelendi. Hastalar menopoz durumlarına ve klinikopatolojik özelliklerine göre gruplandırıldı. İstatistiksel analiz %95 güven aralığında yapıldı ve 0,05'ten düşük bir p değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular Hastalar menopoz durumlarına göre %44.8 (n=112) premenopozal ve %65.2 (n=138) postmenopozal olarak 2 gruba ayrıldı. Yapılan istatistiksel analizde premenopozal kadınlarda Ki67 düzeyi yüksekti (p=0.015). Ayrıca premenopozal kadınlarda görülen tümörler ER negatifliği (p=0.024) ve yüksek histolojik derece (grade3) (p=0.015) ile ilişkiliydi. Postmenopozal kadınlarda luminal alt tip (luminal A, luminal B) meme kanserlerinin, premenopozal kadınlarda ise luminal olmayan alt tiplerin (HER2+, TNBC) daha sık izlendiği bulundu. Sonuç Yakın gelecekteki kişiselleştirilmiş tedavi stratejilerini belirleyecek olan genomik karmaşa hala aydınlatılmayı beklemektedir. Bu bilinmez doğayı anlamamıza yarayacak randomize, prospektif, multidisipliner ve popülasyon tabanlı çalışmalara hala ihtiyaç vardır.
{"title":"Menopoz durumunun moleküler meme kanseri alt tipleri ile ilişkisi.","authors":"Şeref Dokcu, M. Çaparlar, Özhan Çetİndağ, Musluh Hakseven, Aydan Eroğlu","doi":"10.38175/phnx.1059347","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1059347","url":null,"abstract":"Amaç \u0000Meme kanseri, oldukça farklı biyolojik davranışlar sergileyen ve birçok genomik iz taşıyan heterojen bir hastalık grubudur. Cinsiyet hormonlarına bağımlılığı da menopoz durumu ile ilişkisini belirler. İmmünohistokimyasal (IHC) belirteçlerle yapılan reseptör analizine ve Ki67 düzeyine göre beş moleküler alt tipe ayrılır. Bu çalışmada, tedavi stratejilerimizi belirlemeye yardımcı olmak için menopoz durumu ile bu moleküler alt tipler arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık. \u0000Gereç ve yöntem \u00002012-2020 yılları arasında Onkoloji Kliniğimizde meme kanseri nedeniyle ameliyat edilen 250 hastanın veri tabanı geriye dönük olarak incelendi. Hastalar menopoz durumlarına ve klinikopatolojik özelliklerine göre gruplandırıldı. İstatistiksel analiz %95 güven aralığında yapıldı ve 0,05'ten düşük bir p değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. \u0000Bulgular \u0000Hastalar menopoz durumlarına göre %44.8 (n=112) premenopozal ve %65.2 (n=138) postmenopozal olarak 2 gruba ayrıldı. Yapılan istatistiksel analizde premenopozal kadınlarda Ki67 düzeyi yüksekti (p=0.015). Ayrıca premenopozal kadınlarda görülen tümörler ER negatifliği (p=0.024) ve yüksek histolojik derece (grade3) (p=0.015) ile ilişkiliydi. Postmenopozal kadınlarda luminal alt tip (luminal A, luminal B) meme kanserlerinin, premenopozal kadınlarda ise luminal olmayan alt tiplerin (HER2+, TNBC) daha sık izlendiği bulundu. \u0000Sonuç \u0000Yakın gelecekteki kişiselleştirilmiş tedavi stratejilerini belirleyecek olan genomik karmaşa hala aydınlatılmayı beklemektedir. Bu bilinmez doğayı anlamamıza yarayacak randomize, prospektif, multidisipliner ve popülasyon tabanlı çalışmalara hala ihtiyaç vardır.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"48 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-03-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132460302","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
A 44-year-old male patient presented to the emergency department with pain in both wrists because of falling. It was learned that both wrists of the patient were in dorsiflexion while falling, and there was no additional injury. The Glasgow coma scale score was 15; vital values were within normal limits. The patient had bilateral wrist tenderness, pain with ulnar deviation, and edema on the dorsal side. In addition, he had pain with palpation of the left snuff box. Examinations of the ulnar and radial nerves and arteries were normal. X-rays showed a triquetrum fracture in the right hand, and a triquetrum and scaphoid fracture in the left hand. While triquetrum fractures were not apparent on anterior-posterior radiographs, they were clearly visible on both lateral radiographs (Figure 1). With a short-arm splint for the right hand and a scaphoid cast for the left hand, the patient recovered without sequelae after 6 weeks of wrist immobilization. Triquetrum fractures are generally classified as dorsal cortex fractures and body fractures. Dorsal cortex fractures are more common and are usually seen as avulsion fractures. They occur with trauma, especially in the form of falling with wrist dorsiflexion. Our patient also fell with the same mechanism. To diagnose triquetrum fractures, lateral and oblique radiographs should be performed in addition to anterior-posterior radiographs. In particular, dorsal cortex fractures may not be visible on the anteroposterior radiograph, while the avulsion fragment is better seen on the lateral radiograph. The appearance of triquetral fractures on the lateral radiograph is called the "pooping duck sign" because of the typical shape it forms with the scaphoid and lunate bone (Figure 2). In our case, although both triquetrum fractures could not be clearly seen on the anterior-posterior radiograph, they were seen more clearly with typical findings on the lateral radiograph. Triquetrum fractures are typical of carpal bone fractures, which can be seen more prominently on lateral radiographs, and knowing the specific finding on the lateral radiograph may help with the diagnosis.
{"title":"Özel Radyografi Bulgusu ile Bilateral Triquetrum Kırığı","authors":"Enis Ademoğlu, Serdar Özdemir, Serkan Emre Eroğlu","doi":"10.38175/phnx.1066082","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1066082","url":null,"abstract":"A 44-year-old male patient presented to the emergency department with pain in both wrists because of falling. It was learned that both wrists of the patient were in dorsiflexion while falling, and there was no additional injury. The Glasgow coma scale score was 15; vital values were within normal limits. The patient had bilateral wrist tenderness, pain with ulnar deviation, and edema on the dorsal side. In addition, he had pain with palpation of the left snuff box. Examinations of the ulnar and radial nerves and arteries were normal. X-rays showed a triquetrum fracture in the right hand, and a triquetrum and scaphoid fracture in the left hand. While triquetrum fractures were not apparent on anterior-posterior radiographs, they were clearly visible on both lateral radiographs (Figure 1). With a short-arm splint for the right hand and a scaphoid cast for the left hand, the patient recovered without sequelae after 6 weeks of wrist immobilization. \u0000Triquetrum fractures are generally classified as dorsal cortex fractures and body fractures. Dorsal cortex fractures are more common and are usually seen as avulsion fractures. They occur with trauma, especially in the form of falling with wrist dorsiflexion. Our patient also fell with the same mechanism. To diagnose triquetrum fractures, lateral and oblique radiographs should be performed in addition to anterior-posterior radiographs. In particular, dorsal cortex fractures may not be visible on the anteroposterior radiograph, while the avulsion fragment is better seen on the lateral radiograph. The appearance of triquetral fractures on the lateral radiograph is called the \"pooping duck sign\" because of the typical shape it forms with the scaphoid and lunate bone (Figure 2). In our case, although both triquetrum fractures could not be clearly seen on the anterior-posterior radiograph, they were seen more clearly with typical findings on the lateral radiograph. Triquetrum fractures are typical of carpal bone fractures, which can be seen more prominently on lateral radiographs, and knowing the specific finding on the lateral radiograph may help with the diagnosis.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"35 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-02-16","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122447476","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Objective: Febrile neutropenia is an important condition that needs to be well managed in the emergency department. Home treatment and hospitalization requirements of the patients are made according to some risk classifications. The most commonly used MASCC score may involve risks in terms of early discharge. Our aim in this study is to show that these risks can be reduced if the MASCC score is supported by the CISNE score. In addition, it is to determine the contribution of procalcitonin values to these classifications. Material and Method: Neutropenic febrile patients over the age of 18 who came to the emergency department between 2019 and 2020 were included in the study. MASCC and CISNE scores of the patients were calculated. The relationship between scores and mortality was examined. Mortality estimation was made by using MASCC and CISNE scores together. In addition, patients were divided into 4 groups according to their proclacytonin values. The relationship between MASCC, CISNE and mortality between the groups was examined. Results: Of the 103 patients included in the study, 70.9% were male. The most common reason for admission was found to be acute gastroenteritis with 22.3%. 40.8% of the patients died. According to the MASCC score, 35.9% of the patients were found to be at high risk. Despite this, 85.4% of them were hospitalized and treated. There was an inverse, moderate statistically significant correlation with MASCC (r=-0.542, p=0.000), and a weak statistically significant correlation with CISNE (r=0.385, p=0.000
{"title":"Clinical Comparison of MASCC and CISNE Scores in Neutropenic Febrile Patients in the Emergency Department","authors":"A. Erdem, Emine Sarcan, A. Kayipmaz, C. Kavalci","doi":"10.38175/phnx.1061520","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1061520","url":null,"abstract":"Objective: Febrile neutropenia is an important condition that needs to be well managed in the emergency department. Home treatment and hospitalization requirements of the patients are made according to some risk classifications. The most commonly used MASCC score may involve risks in terms of early discharge. Our aim in this study is to show that these risks can be reduced if the MASCC score is supported by the CISNE score. In addition, it is to determine the contribution of procalcitonin values to these classifications. Material and Method: Neutropenic febrile patients over the age of 18 who came to the emergency department between 2019 and 2020 were included in the study. MASCC and CISNE scores of the patients were calculated. The relationship between scores and mortality was examined. Mortality estimation was made by using MASCC and CISNE scores together. In addition, patients were divided into 4 groups according to their proclacytonin values. The relationship between MASCC, CISNE and mortality between the groups was examined. Results: Of the 103 patients included in the study, 70.9% were male. The most common reason for admission was found to be acute gastroenteritis with 22.3%. 40.8% of the patients died. According to the MASCC score, 35.9% of the patients were found to be at high risk. Despite this, 85.4% of them were hospitalized and treated. There was an inverse, moderate statistically significant correlation with MASCC (r=-0.542, p=0.000), and a weak statistically significant correlation with CISNE (r=0.385, p=0.000","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"34 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-02-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"131603790","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Serdar Özdemir, Barış Alper, Hamide Alp, Gökhan Aksel, Fatih Doğanay
Carbon monoxide binds to hemoglobin and shifts the oxyhemoglobin curve to the left, preventing oxygen from being released into the tissues. Thus, it can cause chemical anemia. Elevated levels of cardiac markers such as troponin may be seen when myocardial damage occurs. Electrocardiographic or echocardiographic changes can be monitored. To explain this damage in the myocardium, the toxic effect of carbon monoxide binding to myoglobin is also mentioned in addition to the oxidative stress of carboxyhemoglobin. Carbon monoxide-bound myoglobin is not capable of delivering sufficient oxygen to the myocardium.
{"title":"Karbon Monoksit Zehirlenmesi ve Kardiyak Fonksiyonun Sekelleri","authors":"Serdar Özdemir, Barış Alper, Hamide Alp, Gökhan Aksel, Fatih Doğanay","doi":"10.38175/phnx.1031828","DOIUrl":"https://doi.org/10.38175/phnx.1031828","url":null,"abstract":"Carbon monoxide binds to hemoglobin and shifts the oxyhemoglobin curve to the left, preventing oxygen from being released into the tissues. Thus, it can cause chemical anemia. Elevated levels of cardiac markers such as troponin may be seen when myocardial damage occurs. Electrocardiographic or echocardiographic changes can be monitored. To explain this damage in the myocardium, the toxic effect of carbon monoxide binding to myoglobin is also mentioned in addition to the oxidative stress of carboxyhemoglobin. Carbon monoxide-bound myoglobin is not capable of delivering sufficient oxygen to the myocardium.","PeriodicalId":134281,"journal":{"name":"Phoenix Medical Journal","volume":"37 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-02-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129509532","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}