1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti İtilaf Devletlerine karşı Almanya’nın yanında savaşa girmiş ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi ile mağlubiyeti kesinleşmiştir. İtilaf Devletleri, Paris Barış Konferansı’nda Yunanlıların İzmir’i işgal etmesine onay vermiş ve bu 15 Mayıs 1919 tarihinde bu işgal kanlı bir şekilde yapılmıştır. İtilaf Devletleri’nin Yunanlıları piyon olarak kullanması süreç içerisinde aralarında bir sorun haline gelmiştir. İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından yalnız bırakılmıştır. İngiltere, Anadolu’da Yunanlıların tek destekleyicisi olarak kalmıştır. Yunanlıların askeri zayıflığı ve siyasi-ekonomik sıkıntıları, İngiltere’nin askeri ve ekonomik desteğinin sınırlı kalması, Ankara Hükümeti’nin askeri başarısını diplomasi ile taçlandırması Milli Mücadele’nin başarısını sağlamıştır. Bu çalışmada, dönemin İngiliz siyasi ve askeri aktörlerin Türk Zaferini nasıl açıkladıkları, hangi faktörleri öne çıkardığı kendi ifadeleriyle ortaya konacaktır. Ayrıca bu süreçte yaşanan fikir ayrılıklarına da dikkat çekilecektir.
{"title":"How Did the British Explain the Turkish Victory in the National Struggle?","authors":"Ali SATAN, Bahtiyar DEDEOĞLU","doi":"10.16985/mtad.1335590","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1335590","url":null,"abstract":"1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti İtilaf Devletlerine karşı Almanya’nın yanında savaşa girmiş ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi ile mağlubiyeti kesinleşmiştir. İtilaf Devletleri, Paris Barış Konferansı’nda Yunanlıların İzmir’i işgal etmesine onay vermiş ve bu 15 Mayıs 1919 tarihinde bu işgal kanlı bir şekilde yapılmıştır. İtilaf Devletleri’nin Yunanlıları piyon olarak kullanması süreç içerisinde aralarında bir sorun haline gelmiştir. İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından yalnız bırakılmıştır. İngiltere, Anadolu’da Yunanlıların tek destekleyicisi olarak kalmıştır. Yunanlıların askeri zayıflığı ve siyasi-ekonomik sıkıntıları, İngiltere’nin askeri ve ekonomik desteğinin sınırlı kalması, Ankara Hükümeti’nin askeri başarısını diplomasi ile taçlandırması Milli Mücadele’nin başarısını sağlamıştır. Bu çalışmada, dönemin İngiliz siyasi ve askeri aktörlerin Türk Zaferini nasıl açıkladıkları, hangi faktörleri öne çıkardığı kendi ifadeleriyle ortaya konacaktır. Ayrıca bu süreçte yaşanan fikir ayrılıklarına da dikkat çekilecektir.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"44 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-28","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135470881","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte deniz güvenliği ve savunması, devletin yeni yönetiminin öncelikli meselelerinden biri haline gelmiş, 1924 Bahriye Bütçesi görüşmeleri ile Cumhuriyetin ilk yıllarındaki deniz gücünün oluşturulmasında ve geliştirilmesindeki temel adımlardan biri atılmıştır. Bu makale, 1924 Bahriye Bütçesi görüşmelerinin, Türk Deniz Kuvvetleri'nin erken dönemdeki evrimi ve donanmanın ulusal bağımsızlıktaki rolü açısından önemini incelemektedir.
Görüşmelerin odak noktası, Türk donanmasının güncel ihtiyaçlarının karşılanarak modernizasyonunun gerçekleştirilebilmesi için ayrılacak bütçeyi belirlemekti. Donanmanın ihtiyaçlarının tespit edilmesi, teknolojik altyapısının güçlendirilmesi ve personel eğitimi gibi hayati meselelerin ele alındığı TBMM’deki bu görüşmeler sırasında alınan kararlar, donanmanın gelişimi açısından belirleyici bir rol oynadı.
Bu çalışmada, 1924 Bahriye Bütçesi görüşmelerinin ardından Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk Deniz Kuvvetleri'nin nasıl yeniden yapılandırıldığı ve modern bir donanmanın temellerinin atıldığı ele alınmış, Bahriye Vekâleti’nin kuruluşu ve kurumsallaşması ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu çerçevede TBMM Gizli Celse Zabıtları, T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi başta olmak üzere çeşitli resmi yayınlar ile birçok araştırma ve inceleme eserinden yararlanılmıştır.
{"title":"1924 Bahriye Bütçesi Görüşmeleri Işığında Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türk Donanması","authors":"Burcu ÖZCAN ERDAL","doi":"10.16985/mtad.1344613","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1344613","url":null,"abstract":"Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte deniz güvenliği ve savunması, devletin yeni yönetiminin öncelikli meselelerinden biri haline gelmiş, 1924 Bahriye Bütçesi görüşmeleri ile Cumhuriyetin ilk yıllarındaki deniz gücünün oluşturulmasında ve geliştirilmesindeki temel adımlardan biri atılmıştır. Bu makale, 1924 Bahriye Bütçesi görüşmelerinin, Türk Deniz Kuvvetleri'nin erken dönemdeki evrimi ve donanmanın ulusal bağımsızlıktaki rolü açısından önemini incelemektedir.
 Görüşmelerin odak noktası, Türk donanmasının güncel ihtiyaçlarının karşılanarak modernizasyonunun gerçekleştirilebilmesi için ayrılacak bütçeyi belirlemekti. Donanmanın ihtiyaçlarının tespit edilmesi, teknolojik altyapısının güçlendirilmesi ve personel eğitimi gibi hayati meselelerin ele alındığı TBMM’deki bu görüşmeler sırasında alınan kararlar, donanmanın gelişimi açısından belirleyici bir rol oynadı.
 Bu çalışmada, 1924 Bahriye Bütçesi görüşmelerinin ardından Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk Deniz Kuvvetleri'nin nasıl yeniden yapılandırıldığı ve modern bir donanmanın temellerinin atıldığı ele alınmış, Bahriye Vekâleti’nin kuruluşu ve kurumsallaşması ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu çerçevede TBMM Gizli Celse Zabıtları, T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi başta olmak üzere çeşitli resmi yayınlar ile birçok araştırma ve inceleme eserinden yararlanılmıştır.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"35 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-25","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135866568","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kurtuluş Savaşı’nın temel dayanaklarından birisi olan ulusal egemenlik ilkesi, savaşın başarıyla sonuçlanmasından sonra yeni kurulan devletin temel prensibi olarak belirlenmiş, bütün yasal ve yönetimsel düzenlemelerde bu ilkeye göre hareket edilmesi kararı alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ana unsurlarından ulusal egemenlik ve halkçılık ilkeleri, aynı zamanda ülkenin sanat politikasının yönünü de belirlemiştir. Ulusal egemenliğe dayanan kültür politikaları bağlamında hedeflenen program, sanat eğitimi faaliyetlerinin ülkenin her yerine ulaşması olmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu hedef doğrultusunda sanatçıyı en iyi destekleyecek kurumun devlet olacağını görmüş ve bu görüşünü Türkiye Cumhuriyeti Devlet Politikası olarak desteklenmiştir. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyen Atatürk, güzel sanatlar alanındaki çalışmaları yönlendirmiş, sanatçılar ile halk arasında bağ kurmayı amaçlayan, sanatçıların eserleri aracılığıyla devrimleri gelecek nesillere aktarmalarına zemin hazırlayan kültür ve sanat faaliyetlerine özel bir önem vermiştir. Bu amaçla desteklenen faaliyetler arasında Cumhuriyetin 10. Yıldönümü adına 1933 tarihinde düzenlenen ve sonraki yıllarda da devam eden “İnkılâp Sergileri” olmuştur. Ulusal egemenlik ilkesinin, devrim ruhunun toplum nezdinde temellendirilmesi adına İnkılâp Sergilerinin açılış tarihinin Cumhuriyet Bayramı olarak seçilmesi büyük anlam taşımaktadır. Sanatçılar ve halk arasındaki bağı güçlendirecek bir adım daha atılmış, halkın sanata ulaşmasının ötesinde sanatçının halka ulaşması için “Yurt Gezileri” düzenlenmiştir. Bu çalışmanın amacı, İnkılâp Sergilerinin ve sanatçı ile halk arasında bağ kurmayı amaçlayan Yurt Gezilerinin dönemin kültür politikalarına ne yönde katkıda bulunduğunu belirlemeyi içermektedir. Çalışma, devrim ruhunu gelecek nesillere aktarmak amacıyla devletin kültür ve sanat politikalarına verdiği desteği anlamlandırmakla birlikte devlet destekli sergi ve gezilerin cumhuriyetin ilk on yılının sanatsal izdüşümüne karşılık gelen ilk örnekler olması adına önemlidir.
{"title":"Cumhuriyet Dönemi Kültür ve Sanat Politikaları Bağlamında İnkılâp Sergileri ve Yurt Gezileri (1923-1943)","authors":"Malike BİLEYDİ KOÇ","doi":"10.16985/mtad.1332286","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1332286","url":null,"abstract":"Kurtuluş Savaşı’nın temel dayanaklarından birisi olan ulusal egemenlik ilkesi, savaşın başarıyla sonuçlanmasından sonra yeni kurulan devletin temel prensibi olarak belirlenmiş, bütün yasal ve yönetimsel düzenlemelerde bu ilkeye göre hareket edilmesi kararı alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ana unsurlarından ulusal egemenlik ve halkçılık ilkeleri, aynı zamanda ülkenin sanat politikasının yönünü de belirlemiştir. Ulusal egemenliğe dayanan kültür politikaları bağlamında hedeflenen program, sanat eğitimi faaliyetlerinin ülkenin her yerine ulaşması olmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu hedef doğrultusunda sanatçıyı en iyi destekleyecek kurumun devlet olacağını görmüş ve bu görüşünü Türkiye Cumhuriyeti Devlet Politikası olarak desteklenmiştir. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyen Atatürk, güzel sanatlar alanındaki çalışmaları yönlendirmiş, sanatçılar ile halk arasında bağ kurmayı amaçlayan, sanatçıların eserleri aracılığıyla devrimleri gelecek nesillere aktarmalarına zemin hazırlayan kültür ve sanat faaliyetlerine özel bir önem vermiştir. Bu amaçla desteklenen faaliyetler arasında Cumhuriyetin 10. Yıldönümü adına 1933 tarihinde düzenlenen ve sonraki yıllarda da devam eden “İnkılâp Sergileri” olmuştur. Ulusal egemenlik ilkesinin, devrim ruhunun toplum nezdinde temellendirilmesi adına İnkılâp Sergilerinin açılış tarihinin Cumhuriyet Bayramı olarak seçilmesi büyük anlam taşımaktadır. Sanatçılar ve halk arasındaki bağı güçlendirecek bir adım daha atılmış, halkın sanata ulaşmasının ötesinde sanatçının halka ulaşması için “Yurt Gezileri” düzenlenmiştir. Bu çalışmanın amacı, İnkılâp Sergilerinin ve sanatçı ile halk arasında bağ kurmayı amaçlayan Yurt Gezilerinin dönemin kültür politikalarına ne yönde katkıda bulunduğunu belirlemeyi içermektedir. Çalışma, devrim ruhunu gelecek nesillere aktarmak amacıyla devletin kültür ve sanat politikalarına verdiği desteği anlamlandırmakla birlikte devlet destekli sergi ve gezilerin cumhuriyetin ilk on yılının sanatsal izdüşümüne karşılık gelen ilk örnekler olması adına önemlidir.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"132 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-23","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"136011257","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İnsanlık tarihi boyunca insanın insanca yaşaması, insanlık onuru ve eşit bir hayata sahip olması felsefeciler arasında önemli konulardan biri olmuştur. Aristoteles ile başlayan bu düşünceler Stoacılar ile devam etmiş, çağdaş felsefecilerden Martha C. Nussbaum'un "Yapabilirlik Yaklaşımı" ile daha da geliştirilerek tanımlı bir hâle gelmiştir. İnsanın yapabilir olduğu şeylerin belirlenmesi ve insanlara buna göre daha eşit bir hayat düzeni oluşturulması bu yaklaşımın en önemli temelidir. Özellikle insan onuruna uygun ve eşit bir hayat sürmekten uzak olan kadınlar Martha C. Nussbaum'un çalışma alanlarına girmektedir. Türk edebiyatının en önemli eserinden olan Leylâ ve Mecnûn mesnevileri tüm dünyada bilinen bir eser olup bir kadın ile erkeğin ayrılıkla sonuçlanan aşkını anlatmaktadır. Yalnızca bir aşkı anlatmakla kalmayan bu hikâye, ana kahramanlarından olan Leylâ'nın hayatını da bize aktarması yönüyle kıymetlidir. Bu çalışmada Leylâ'dan hareketle yüzyıllardan beri kadınların yaşadıkları eşitsizlikleri, değersizlikleri, yok sayılmayı ve adaletsizlikleri Nussbaum'un da yaklaşımı ile ortaya koymak amaçlanmıştır. Leylâ'dan hareketle insanlık tarihinde irade koyma ve seçme hakkından uzak tutulan kadınların hâli, edebiyat ve felsefe çalışmalarının ortaklığında ifade edilecektir.
纵观人类历史,人的尊严、人格尊严和拥有平等的生活一直是哲学家们的重要议题。这些思想始于亚里士多德,延续于斯多葛学派,并在当代哲学家玛莎-努斯鲍姆(Martha C. Nussbaum)的 "能力方法 "中得到进一步发展和定义。这种方法最重要的基础是确定人的能力,并据此为人们创造更加平等的生活秩序。玛莎-C-努斯鲍姆的研究领域尤其包括妇女,她们远远没有过上符合人类尊严的平等生活。Leylâ and Mecnûn》是土耳其最重要的文学作品之一,是一部举世闻名的作品,讲述了一对男女以分离而告终的爱情故事。这个故事不仅讲述了一段爱情,它的价值还在于向我们展示了主人公之一莱拉的一生。本研究旨在用努斯鲍姆的方法揭示几个世纪以来妇女所经历的不平等、无价值、无知和不公正。在莱拉的基础上,将通过文学和哲学研究的合作来表达在人类历史上被剥夺了意志和选择权的妇女的处境。
{"title":"An Evaluation of Leylâ in Leylâ ve Mecnûn in Light of Nussbaum's Capabilities Approach","authors":"Kadriye Hayir","doi":"10.16985/mtad.1302733","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1302733","url":null,"abstract":"İnsanlık tarihi boyunca insanın insanca yaşaması, insanlık onuru ve eşit bir hayata sahip olması felsefeciler arasında önemli konulardan biri olmuştur. Aristoteles ile başlayan bu düşünceler Stoacılar ile devam etmiş, çağdaş felsefecilerden Martha C. Nussbaum'un \"Yapabilirlik Yaklaşımı\" ile daha da geliştirilerek tanımlı bir hâle gelmiştir. İnsanın yapabilir olduğu şeylerin belirlenmesi ve insanlara buna göre daha eşit bir hayat düzeni oluşturulması bu yaklaşımın en önemli temelidir. Özellikle insan onuruna uygun ve eşit bir hayat sürmekten uzak olan kadınlar Martha C. Nussbaum'un çalışma alanlarına girmektedir. Türk edebiyatının en önemli eserinden olan Leylâ ve Mecnûn mesnevileri tüm dünyada bilinen bir eser olup bir kadın ile erkeğin ayrılıkla sonuçlanan aşkını anlatmaktadır. Yalnızca bir aşkı anlatmakla kalmayan bu hikâye, ana kahramanlarından olan Leylâ'nın hayatını da bize aktarması yönüyle kıymetlidir. Bu çalışmada Leylâ'dan hareketle yüzyıllardan beri kadınların yaşadıkları eşitsizlikleri, değersizlikleri, yok sayılmayı ve adaletsizlikleri Nussbaum'un da yaklaşımı ile ortaya koymak amaçlanmıştır. Leylâ'dan hareketle insanlık tarihinde irade koyma ve seçme hakkından uzak tutulan kadınların hâli, edebiyat ve felsefe çalışmalarının ortaklığında ifade edilecektir.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"19 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139340760","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
В статье проводится анализ торгово-экономических связей между Грузией и Арменией в современный период. Актуальность темы статьи обусловлено тем что после распада СССР и обретения независимости внешнеполитические приоритеты Армении и Грузии существенно отличаются: Армения является членом Евразийского экономического союза (ЕАЭС), Организации Договора о коллективной безопасности (ОДКБ) и стратегическим союзником России, а Грузия стремится вступить в Европейский союз и НАТО, а также имеет стратегическое партнерство с Азербайджаном и Турцией. Таким образом экономическая политика Армении и Грузии ориентированы на различные рынки и поставщиков энергоресурсов и сырья. По этой причине в данной научно-исследовательской работе будет рассмотрены особенности экономической политики Армении и Грузии. Объектом и предметом исследовательской работы является торгово-экономические отношения между Арменией и Грузией, современное положение и проблемы. Ввиду ограниченности объема статьи автором рассматривается в основном период после распада СССР и образования Армении и Грузии как независимых государств Южного Кавказа. При работе автором применялись метод экономического анализа, метод сравнения и историко-аналитический метод.
{"title":"Gürcistan ve Ermenistan’ın Ticari ve Ekonomik İlişkileri: Modern Dönem ve Sorunlar","authors":"Naziya Mammadova","doi":"10.16985/mtad.1286078","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1286078","url":null,"abstract":"В статье проводится анализ торгово-экономических связей между Грузией и Арменией в современный период. Актуальность темы статьи обусловлено тем что после распада СССР и обретения независимости внешнеполитические приоритеты Армении и Грузии существенно отличаются: Армения является членом Евразийского экономического союза (ЕАЭС), Организации Договора о коллективной безопасности (ОДКБ) и стратегическим союзником России, а Грузия стремится вступить в Европейский союз и НАТО, а также имеет стратегическое партнерство с Азербайджаном и Турцией. Таким образом экономическая политика Армении и Грузии ориентированы на различные рынки и поставщиков энергоресурсов и сырья. По этой причине в данной научно-исследовательской работе будет рассмотрены особенности экономической политики Армении и Грузии. Объектом и предметом исследовательской работы является торгово-экономические отношения между Арменией и Грузией, современное положение и проблемы. Ввиду ограниченности объема статьи автором рассматривается в основном период после распада СССР и образования Армении и Грузии как независимых государств Южного Кавказа. При работе автором применялись метод экономического анализа, метод сравнения и историко-аналитический метод.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"121 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-07","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139341877","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
В статье дается историографический анализ вопросов значимости, завоевания и ликвидации Гарабагского ханства в работах современных исследователей. Стратегическое положение Гарабагского ханства и наличие на его территории пяти меликств способствовали обоснованию в современной историографии как места Гарабагского ханства в южнокавказской политике царизма, так и разнообразия способов реализации захватнических планов России в отношении Гарабагского ханства. Современные историки показывают первостепенность Гарабагского ханства в претворении идеи царизма о создании буферного государства в качестве щита против Османского и Гаджарского государств. Этнодемографические изменения в Гарабаге вследствие переселенческой политики царизма, также свидетельствующие о стратегической значимости данного региона для России, позволили пронаблюдать общность мнения у большинства исследователей в отношении целей этой политики, направленной на увеличение численности армян в Гарабаге с целью создать здесь свою христианскую опору. В свою очередь, рассматриваемые в статье труды современных историков выявили новый, свободный от конъюктурных концепций подход к данной теме и довели суть политики России в Гарабагском ханстве, что для завоевания этого региона, постоянно остававшегося в центре внимания России, как и Южного Кавказа, в целом, она использовала все доступные ей методы. Выяснение в новом свете ряда аспектов изучаемой проблемы может стать еще одной ступенью в разбирательстве длившегося столетиями азербайджано-армянского конфликта. Отсюда, и весомость лепты, внесенной этими современными исследователями в изучение места Гарабагского ханства в системе азербайджано-российских отношений указанного периода. Происходящие сегодня межгосударственные и межэтнические конфликты в Южном Кавказе, в частности, в Гарабаге, носят в себе отпечаток прошлого, и разработка авторами настоящей темы является не только актуальной, но и показывает необоснованность притязаний Армении на Гарабаг. В свою очередь, эти работы способствуют углублению информации о проблеме Гарабага за пределами Азербайджана.
{"title":"On the Paradigms of the History of the Garabagh Khanate in Modern Historiography","authors":"Marziya Isgenderova","doi":"10.16985/mtad.1301041","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1301041","url":null,"abstract":"В статье дается историографический анализ вопросов значимости, завоевания и ликвидации Гарабагского ханства в работах современных исследователей. Стратегическое положение Гарабагского ханства и наличие на его территории пяти меликств способствовали обоснованию в современной историографии как места Гарабагского ханства в южнокавказской политике царизма, так и разнообразия способов реализации захватнических планов России в отношении Гарабагского ханства. Современные историки показывают первостепенность Гарабагского ханства в претворении идеи царизма о создании буферного государства в качестве щита против Османского и Гаджарского государств. Этнодемографические изменения в Гарабаге вследствие переселенческой политики царизма, также свидетельствующие о стратегической значимости данного региона для России, позволили пронаблюдать общность мнения у большинства исследователей в отношении целей этой политики, направленной на увеличение численности армян в Гарабаге с целью создать здесь свою христианскую опору. В свою очередь, рассматриваемые в статье труды современных историков выявили новый, свободный от конъюктурных концепций подход к данной теме и довели суть политики России в Гарабагском ханстве, что для завоевания этого региона, постоянно остававшегося в центре внимания России, как и Южного Кавказа, в целом, она использовала все доступные ей методы. Выяснение в новом свете ряда аспектов изучаемой проблемы может стать еще одной ступенью в разбирательстве длившегося столетиями азербайджано-армянского конфликта. Отсюда, и весомость лепты, внесенной этими современными исследователями в изучение места Гарабагского ханства в системе азербайджано-российских отношений указанного периода. Происходящие сегодня межгосударственные и межэтнические конфликты в Южном Кавказе, в частности, в Гарабаге, носят в себе отпечаток прошлого, и разработка авторами настоящей темы является не только актуальной, но и показывает необоснованность притязаний Армении на Гарабаг. В свою очередь, эти работы способствуют углублению информации о проблеме Гарабага за пределами Азербайджана.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"71 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-07","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139342037","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
1 Ocak 1917’de eğitime başlayan Dârülelhan, Türk ve Batı müziği alanlarında müzik öğretmeni ye-tiştirmek amacıyla kurulmuş önemli bir eğitim kurumuydu. 1926 yılından itibaren basında başlayan Ala-turka-Alafranga musiki tartışması, aynı yıl Dârülelhanda Türk Musikisi bölümünün lağvedilerek eğitimi-nin yasaklanmasıyla sonuçlandı. 1931 yılının sonlarında ise konservatuarın modernleştirilmesi gündeme geldi. Bu bağlamda İstanbul Belediyesinin de katkılarıyla Joseph Marx ile bir anlaşma sağlandı. Marx, yönetime çeşitli raporlar sundu ve bazı tavsiyelerde bulundu. Marx’ın raporlarındaki en dikkat çekici tavsiye ise müfredata Türk müziği derslerinin konulması, millî bir müzik okulunun açılması, Batı armonisi ve orkestrasyonu girmemiş Türk müziğinin polifonik hale sokulmasıydı. Marx’ın ileri sürdüğü görüşler, 1926’da başlayan Alaturka-Alafranga müzik tartışmaları ile birlikte sentez fikrini de yeniden alevlendirdi. Böyle olunca, konuyla alakalı alakasız kişiler tarafından pek çok fikir ortaya atıldı. Mevzu, basında da geniş yankı buldu ve tartışmaların alevlendiği o günlerde Peyami Safa tarafından hem müzik dünyasının nabzını tutmak hem de fikir zümrelerinin kanaatlerini belirlemek amacıyla bir anket düzenlendi.
Alaturka müzik konusunda en fazla yazı yazan gazetecilerden biri olan Peyami Safa’nın yaptığı “Musikimiz Hangi Yola Girmeli?” başlıklı müzik anketi Cumhuriyet gazetesinin 7-29 Aralık 1932 günleri arasında yayımlandı. Safa, anket kapsamında Mesut Cemil, Yusuf Ziya (Demircioğlu), Nimet Vahid, Necip Yakup, Rauf Yekta, Ferdi Ştatzer, İzzet Nezih, Hasan Ferit (Alnar), Ruşen Ferit (Kam), Ekrem Besim (Tek-taş), M. Andonyades, Münir Nurettin (Selçuk), Nadir Nadi, Falih Rıfkı (Atay), Malatya Mebusu Dr. Hilmi (Oytaç) ile üç okuyucusunun fikirlerine başvurdu. Yazar, büyük ilgi uyandıran müzik anketinde temelde üç soruya cevap aradı. Bunlar; müzikte sentezin mümkün olup olmadığı, Türk müziğinin armonize edilip edilemeyeceği ve Türk müziğinin konservatuarda eğitiminin verilip verilemeyeceği idi. Anketin sonunda; Halk müziği ezgilerinin Batı müzik tekniğiyle işlenmesi ve bunun sonucunda çağdaş ve millî bir müziğe sahip olunacağı fikrine katılımcıların verdikleri cevaplar çeşitlilik gösterdi. Ankete katılanların büyük çoğunluğunun Türk müziğinin armonize edilmesine pek taraftar olmadığı görüldü. Konservatuarda Türk müziği eğitiminin verilmesi hususunda ise hemen herkesin, küçük nüanslar dışında tam bir fikir birliği içerisinde olduğu ortaya çıktı.
Bu makalede, 1934 Kasımı’nda Türk müziğine radyolarda getirilen yayın yasağı öncesi Peyami Sa-fa’nın Cumhuriyet gazetesinde 7-29 Aralık 1932 tarihleri arasında yaptığı müzik anketi incelenmektedir. Dönemin önde gelen sanatçılarının konuyla ilgili görüşleri bu anket vesilesiyle öğrenilerek, devletin takip ettiği musiki politikasının toplumda ve müzik dünyasında yarattığı ikilem ve kafa karışıklığı tüm açıklığıy-la ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Araştırmada ağırlık olarak dönemin basın yayın organları, kon
{"title":"A Survey Conducted by Peyami Safa Before the Ban on Alla Turca Musıc (December 7-29, 1932): “Which Way Should Our Music Go?”","authors":"Seda BAYINDIR ULUSKAN","doi":"10.16985/mtad.1326109","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1326109","url":null,"abstract":"1 Ocak 1917’de eğitime başlayan Dârülelhan, Türk ve Batı müziği alanlarında müzik öğretmeni ye-tiştirmek amacıyla kurulmuş önemli bir eğitim kurumuydu. 1926 yılından itibaren basında başlayan Ala-turka-Alafranga musiki tartışması, aynı yıl Dârülelhanda Türk Musikisi bölümünün lağvedilerek eğitimi-nin yasaklanmasıyla sonuçlandı. 1931 yılının sonlarında ise konservatuarın modernleştirilmesi gündeme geldi. Bu bağlamda İstanbul Belediyesinin de katkılarıyla Joseph Marx ile bir anlaşma sağlandı. Marx, yönetime çeşitli raporlar sundu ve bazı tavsiyelerde bulundu. Marx’ın raporlarındaki en dikkat çekici tavsiye ise müfredata Türk müziği derslerinin konulması, millî bir müzik okulunun açılması, Batı armonisi ve orkestrasyonu girmemiş Türk müziğinin polifonik hale sokulmasıydı. Marx’ın ileri sürdüğü görüşler, 1926’da başlayan Alaturka-Alafranga müzik tartışmaları ile birlikte sentez fikrini de yeniden alevlendirdi. Böyle olunca, konuyla alakalı alakasız kişiler tarafından pek çok fikir ortaya atıldı. Mevzu, basında da geniş yankı buldu ve tartışmaların alevlendiği o günlerde Peyami Safa tarafından hem müzik dünyasının nabzını tutmak hem de fikir zümrelerinin kanaatlerini belirlemek amacıyla bir anket düzenlendi.
 Alaturka müzik konusunda en fazla yazı yazan gazetecilerden biri olan Peyami Safa’nın yaptığı “Musikimiz Hangi Yola Girmeli?” başlıklı müzik anketi Cumhuriyet gazetesinin 7-29 Aralık 1932 günleri arasında yayımlandı. Safa, anket kapsamında Mesut Cemil, Yusuf Ziya (Demircioğlu), Nimet Vahid, Necip Yakup, Rauf Yekta, Ferdi Ştatzer, İzzet Nezih, Hasan Ferit (Alnar), Ruşen Ferit (Kam), Ekrem Besim (Tek-taş), M. Andonyades, Münir Nurettin (Selçuk), Nadir Nadi, Falih Rıfkı (Atay), Malatya Mebusu Dr. Hilmi (Oytaç) ile üç okuyucusunun fikirlerine başvurdu. Yazar, büyük ilgi uyandıran müzik anketinde temelde üç soruya cevap aradı. Bunlar; müzikte sentezin mümkün olup olmadığı, Türk müziğinin armonize edilip edilemeyeceği ve Türk müziğinin konservatuarda eğitiminin verilip verilemeyeceği idi. Anketin sonunda; Halk müziği ezgilerinin Batı müzik tekniğiyle işlenmesi ve bunun sonucunda çağdaş ve millî bir müziğe sahip olunacağı fikrine katılımcıların verdikleri cevaplar çeşitlilik gösterdi. Ankete katılanların büyük çoğunluğunun Türk müziğinin armonize edilmesine pek taraftar olmadığı görüldü. Konservatuarda Türk müziği eğitiminin verilmesi hususunda ise hemen herkesin, küçük nüanslar dışında tam bir fikir birliği içerisinde olduğu ortaya çıktı.
 Bu makalede, 1934 Kasımı’nda Türk müziğine radyolarda getirilen yayın yasağı öncesi Peyami Sa-fa’nın Cumhuriyet gazetesinde 7-29 Aralık 1932 tarihleri arasında yaptığı müzik anketi incelenmektedir. Dönemin önde gelen sanatçılarının konuyla ilgili görüşleri bu anket vesilesiyle öğrenilerek, devletin takip ettiği musiki politikasının toplumda ve müzik dünyasında yarattığı ikilem ve kafa karışıklığı tüm açıklığıy-la ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Araştırmada ağırlık olarak dönemin basın yayın organları, kon","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"41 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-09-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135497835","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
20. yüzyılın başlarında dünyada ve Türkiye’de Türk sanatı alanında yapılan çalışmalar henüz kurumsal bir nitelik kazanmamış olup, münferit araştırmacılar tarafından yürütülmüştür. Bu kurumsallaşma noksanlığına, Türk sanatının hususiyetlerini tespit etmeye yarayacak sanat eserleri hakkında bilgi ve yayın azlığı ile siyasi maksatlar da eklenince ortaya konulan yayınlarda Türk sanatı hakkında eksik ve yanlış değerlendirmeler yapılması sonucu doğmuştur. Böyle bir dönemde Türkiye’de siyasi anlamda önemli bir dönüşümü gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk sanatının mahiyetinin doğru anlaşılması üzerine yaptığı çalışmaları ve desteği bugüne kadar yeterince ele alınmamış bir konudur. Sosyal bilimlere bir bilim adamı seviyesinde merakı olan Gazi’nin, Türk sanatı sahasına olan ilgisi, okuma ve not alarak çalışma faaliyetlerinin yanı sıra müze ziyaretleri ile yaptığı eser incelemeleri vasıtasıyla da ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada özellikle Cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk’ün Türk sanatının kaynaklarını yerinde görmesi bakımından büyük önem taşıyan ve bir protokol ziyaretinden ziyade “tetkik gezisi” mahiyeti taşıyan eski eser ve müze ziyaretleri ile buralarda yaptığı eser incelemeleri ele alınmaktadır. Atatürk’ün müze ziyaretleri bugüne kadar araştırmalarda genellikle hatıralar üzerinden incelenmiş olup dönem basını ve arşivlerde yer alan belgeler çok fazla kullanılmamıştır. Makalede ele alınan bir diğer konu da Atatürk’ün taşınabilir Türk kültür objeleri (tarihi eserler) ile olan ilişkisidir. Bu konuda yeni tespitler ve yeniden yapılan değerlendirmeler ile hazırlanan araştırmanın temel kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden temin edilen ve tamamı ilk kez yayınlanan belgeler ile dönemin günlük gazeteleri ve araştırma eserleri oluşturmaktadır.
20 世纪初,世界和土耳其在土耳其艺术领域的研究尚未形成制度化,都是由个别研究人员进行的。由于缺乏有助于确定土耳其艺术特点和政治动机的艺术作品信息和出版物,导致出版物中对土耳其艺术的评价不全面、不准确,从而加剧了这种制度化缺失。在这一时期,加齐-穆斯塔法-凯末尔-阿塔图尔克(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)实现了土耳其重要的政治变革,他的作品和对正确理解土耳其艺术本质的支持是一个迄今尚未得到充分讨论的主题。加齐对社会科学的兴趣达到了科学家的水平,他对土耳其艺术领域的兴趣通过他的阅读和笔记活动,以及他对博物馆的访问和对艺术品的研究显露无遗。在这项研究中,尤其是在阿塔图尔克担任总统期间,我们讨论了他对古迹和博物馆的访问,这些访问对于实地考察土耳其艺术的源头具有重要意义,而且具有 "考察之旅 "的性质,而不是礼节性的访问,我们还讨论了他在这些地方考察的作品。迄今为止,人们一般通过回忆录来分析阿塔图尔克的博物馆之行,而对当时的报刊和档案中的文件则使用不多。文章探讨的另一个问题是阿塔图尔克与土耳其可移动文物(历史文物)的关系。为对这一问题做出新的判断和重新评价而编写的研究报告的主要来源是从总统档案馆获得并首次出版的文件,以及当时的日报和研究著作。
{"title":"Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Sanatı Tarihi: Tetkik Gezileri ve Eser İncelemeleri","authors":"Anılcan SIÇRAYIK, Fatma Nalan TÜRKMEN","doi":"10.16985/mtad.1288545","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1288545","url":null,"abstract":"20. yüzyılın başlarında dünyada ve Türkiye’de Türk sanatı alanında yapılan çalışmalar henüz kurumsal bir nitelik kazanmamış olup, münferit araştırmacılar tarafından yürütülmüştür. Bu kurumsallaşma noksanlığına, Türk sanatının hususiyetlerini tespit etmeye yarayacak sanat eserleri hakkında bilgi ve yayın azlığı ile siyasi maksatlar da eklenince ortaya konulan yayınlarda Türk sanatı hakkında eksik ve yanlış değerlendirmeler yapılması sonucu doğmuştur. Böyle bir dönemde Türkiye’de siyasi anlamda önemli bir dönüşümü gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk sanatının mahiyetinin doğru anlaşılması üzerine yaptığı çalışmaları ve desteği bugüne kadar yeterince ele alınmamış bir konudur. Sosyal bilimlere bir bilim adamı seviyesinde merakı olan Gazi’nin, Türk sanatı sahasına olan ilgisi, okuma ve not alarak çalışma faaliyetlerinin yanı sıra müze ziyaretleri ile yaptığı eser incelemeleri vasıtasıyla da ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada özellikle Cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk’ün Türk sanatının kaynaklarını yerinde görmesi bakımından büyük önem taşıyan ve bir protokol ziyaretinden ziyade “tetkik gezisi” mahiyeti taşıyan eski eser ve müze ziyaretleri ile buralarda yaptığı eser incelemeleri ele alınmaktadır. Atatürk’ün müze ziyaretleri bugüne kadar araştırmalarda genellikle hatıralar üzerinden incelenmiş olup dönem basını ve arşivlerde yer alan belgeler çok fazla kullanılmamıştır. Makalede ele alınan bir diğer konu da Atatürk’ün taşınabilir Türk kültür objeleri (tarihi eserler) ile olan ilişkisidir. Bu konuda yeni tespitler ve yeniden yapılan değerlendirmeler ile hazırlanan araştırmanın temel kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden temin edilen ve tamamı ilk kez yayınlanan belgeler ile dönemin günlük gazeteleri ve araştırma eserleri oluşturmaktadır.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"16 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135165825","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Osmanlı bürokrasisinde kâtip adayı olarak çeşitli kurumlarda istihdam edilen kimselere şâkird adı verilmekteydi. Başlarda Divan-ı Hümayun çatısı altındaki dar bir kâtip kadrosunun nezaretinde istihdam edilen şâkirdler, 17. yüzyıl ortalarından itibaren merkezî bürokrasinin sacayağını oluşturan Bâbıâlî, Defterhâne ve Bâb-ı Defterî’de çalışmaya başlamışlardı. Ekseriyetle küçük yaştaki çocuklardan oluşan bu grup, Osmanlı bürokrasisinin temel personel kaynağını teşkil etmekteydi. Kurumların ihtiyaç duyduğu şâkirdlerin özellikleri, kariyer yolları ve çalışma düzenleri arasında ciddi farklılıklar olmakla birlikte genel manada şâkirdlerin pek çok ortak özelliği de bulunmaktaydı. Bugüne kadar sınırlı sayıdaki Osmanlı teşkilat tarihi çalışmalarında, araştırmacılar ister istemez imparatorluğun üst bürokrasisine odaklandıklarından şâkirdlere dair ciddi bir literatür oluşmamıştır. Bu makale söz konusu eksiklikten hareketle Osmanlı bürokrasisinde şâkirdliğin mahiyeti ele alacaktır. Ancak bütün kurumları kapsayacak bir araştırmanın şu aşamada mümkün olmaması nedeniyle örneklem olarak Başmuhasebe Kalemi, dönem olarak ise 18. yüzyıl ele alınacaktır. Bu çerçevede Başmuhasebe Kalemi şâkirdlerinin nasıl tayin edildikleri, sayıları, terfi usülleri, çalışma şartları, gelirleri ve kariyerleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.
{"title":"Apprenticeship in the Ottoman Bureaucracy: the Example of the Chief Accounting Office in the 18th Century","authors":"Engin Çeti̇n","doi":"10.16985/mtad.1252756","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1252756","url":null,"abstract":"Osmanlı bürokrasisinde kâtip adayı olarak çeşitli kurumlarda istihdam edilen kimselere şâkird adı verilmekteydi. Başlarda Divan-ı Hümayun çatısı altındaki dar bir kâtip kadrosunun nezaretinde istihdam edilen şâkirdler, 17. yüzyıl ortalarından itibaren merkezî bürokrasinin sacayağını oluşturan Bâbıâlî, Defterhâne ve Bâb-ı Defterî’de çalışmaya başlamışlardı. Ekseriyetle küçük yaştaki çocuklardan oluşan bu grup, Osmanlı bürokrasisinin temel personel kaynağını teşkil etmekteydi. Kurumların ihtiyaç duyduğu şâkirdlerin özellikleri, kariyer yolları ve çalışma düzenleri arasında ciddi farklılıklar olmakla birlikte genel manada şâkirdlerin pek çok ortak özelliği de bulunmaktaydı. Bugüne kadar sınırlı sayıdaki Osmanlı teşkilat tarihi çalışmalarında, araştırmacılar ister istemez imparatorluğun üst bürokrasisine odaklandıklarından şâkirdlere dair ciddi bir literatür oluşmamıştır. Bu makale söz konusu eksiklikten hareketle Osmanlı bürokrasisinde şâkirdliğin mahiyeti ele alacaktır. Ancak bütün kurumları kapsayacak bir araştırmanın şu aşamada mümkün olmaması nedeniyle örneklem olarak Başmuhasebe Kalemi, dönem olarak ise 18. yüzyıl ele alınacaktır. Bu çerçevede Başmuhasebe Kalemi şâkirdlerinin nasıl tayin edildikleri, sayıları, terfi usülleri, çalışma şartları, gelirleri ve kariyerleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"11 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139354737","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ülkelerin dış politika hedeflerini gerçekleştirme yolunda izlediği yöntem ve kararlar diplomasi olarak tanımlanırken uyguladıkları yöntemlerin karşılıklı iş birliği ve kültürel ilişkiler ekseninde gelişmesi kamu diplomasisini oluşturmaktadır. Kamu diplomasisinin uygulama alanı olan kültürel diplomasi, devletlerin halkları arasında fikir, tarih, sanat ve kültür ilişkilerini kapsamakta karşılıklı kültür anlaşmaları ise kültürel ilişkileri güçlendirmektedir. hukuki zemin pekişmektedir. Bu çalışmada konu edilen Türk-Alman kültür anlaşmasının temeli Birinci Dünya Savaşı’nın ardından oluşan Avrupa bütünleşmesi fikrinin İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle tekrar gündeme gelmesi oluşturmaktadır. Avrupa bütünleşmesi düşüncesinin somut çıktısını oluşturan Avrupa Konseyi, üye devletleri iki taraflı anlaşmalar yoluyla Avrupa kültürünü korumaya, karşılıklı medeniyet, tarih ve dillerini tetkik imkânı vermeye davet etmek düşüncesiyle Konseye üye devletlerin kültür anlaşmaları yapmalarını tavsiye etmiştir. Türkiye, Yunanistan ve İtalya ile 1951’de, Fransa’yla 1952’de, İngiltere’yle 1956’da birer kültür anlaşması imzalamıştır. Almanya ile olan kültür anlaşmasıysa Federal Almanya Cumhurbaşkanı Theodor Heuss’un Türkiye ziyareti esnasında 8 Mayıs 1957’de imzalanmıştır. Bu anlaşma sonrası her iki ülkede kültür diplomasisi bağlamında değerlendirilecek birçok adım atılmıştır. Bu çalışma, Türk-Alman Kültür anlaşması çerçevesinde Almanya’nın Türkiye’deki kültür diplomasisi faaliyetleri üzerinedir. Araştırmada alan yazını, resmi yayınlar ve arşiv belgelerinden faydalanılmıştır.
{"title":"Turkish-German Cultural Diplomacy and 1957 Cultural Agreement","authors":"Ceyhun Öğreten","doi":"10.16985/mtad.1256522","DOIUrl":"https://doi.org/10.16985/mtad.1256522","url":null,"abstract":"Ülkelerin dış politika hedeflerini gerçekleştirme yolunda izlediği yöntem ve kararlar diplomasi olarak tanımlanırken uyguladıkları yöntemlerin karşılıklı iş birliği ve kültürel ilişkiler ekseninde gelişmesi kamu diplomasisini oluşturmaktadır. Kamu diplomasisinin uygulama alanı olan kültürel diplomasi, devletlerin halkları arasında fikir, tarih, sanat ve kültür ilişkilerini kapsamakta karşılıklı kültür anlaşmaları ise kültürel ilişkileri güçlendirmektedir. hukuki zemin pekişmektedir. Bu çalışmada konu edilen Türk-Alman kültür anlaşmasının temeli Birinci Dünya Savaşı’nın ardından oluşan Avrupa bütünleşmesi fikrinin İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle tekrar gündeme gelmesi oluşturmaktadır. Avrupa bütünleşmesi düşüncesinin somut çıktısını oluşturan Avrupa Konseyi, üye devletleri iki taraflı anlaşmalar yoluyla Avrupa kültürünü korumaya, karşılıklı medeniyet, tarih ve dillerini tetkik imkânı vermeye davet etmek düşüncesiyle Konseye üye devletlerin kültür anlaşmaları yapmalarını tavsiye etmiştir. Türkiye, Yunanistan ve İtalya ile 1951’de, Fransa’yla 1952’de, İngiltere’yle 1956’da birer kültür anlaşması imzalamıştır. Almanya ile olan kültür anlaşmasıysa Federal Almanya Cumhurbaşkanı Theodor Heuss’un Türkiye ziyareti esnasında 8 Mayıs 1957’de imzalanmıştır. Bu anlaşma sonrası her iki ülkede kültür diplomasisi bağlamında değerlendirilecek birçok adım atılmıştır. Bu çalışma, Türk-Alman Kültür anlaşması çerçevesinde Almanya’nın Türkiye’deki kültür diplomasisi faaliyetleri üzerinedir. Araştırmada alan yazını, resmi yayınlar ve arşiv belgelerinden faydalanılmıştır.","PeriodicalId":320054,"journal":{"name":"Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"85 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-07-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139358325","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}