Bu çalışmada, yasama dokunulmazlığı, yargısal aktivizm bağlamında ele alınacak, Anayasamızın 83’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında geçen yasama dokunulmazlığının istisnalarından biri olan Anayasamızın 14’üncü maddesi mütalaa edilecektir. Anayasa Mahkemesi, karşı oy yazan üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve Yargıtay Başkanlığı’nın görüşleri/gerekçeleri üzerinde durulacak bir sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır. Çalışmamız, yasama dokunulmazlığının iki istisnasından biri olan, seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması şartıyla Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki suçlardan mahkûm olanların yasama dokunulmazlığından yararlanıp-yararlanamayacağı konusu ile sınırlıdır. Öncelikle konu ile ilgili olarak mahkeme kararları üzerinde durulacak, daha sonra tartışma konuları analiz edilecektir. Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki farklı görüşün çözümlemesi, öncelikle kendi ellerinde daha sonra Meclis’in takdirindedir. Kendileri çözemediği takdirde, ya yeni bir anayasa veya anayasa değişikliği veya kısmen kanunla sorun çözülebilir. Aksi halde hukuk devleti, yargıya güven, yüksek mahkemelerin güvenirliliği, yok saymanın yargıya getireceği olumsuzluklar sistemi zaafa uğratacak, ülkemiz zarar görecek ve bundan yargının da kazancı olmayacaktır. Yargımızın zayıf taraflarının tahkim edilmesi ile yargı kurumu güçlenecek, sorunlar daha rahat çözülebilecektir.
{"title":"Legislative Immunity and Judicial Activism","authors":"Hasan Tahsin Fendoğlu","doi":"10.54049/taad.1418042","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418042","url":null,"abstract":"Bu çalışmada, yasama dokunulmazlığı, yargısal aktivizm bağlamında ele alınacak, Anayasamızın 83’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında geçen yasama dokunulmazlığının istisnalarından biri olan Anayasamızın 14’üncü maddesi mütalaa edilecektir. Anayasa Mahkemesi, karşı oy yazan üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve Yargıtay Başkanlığı’nın görüşleri/gerekçeleri üzerinde durulacak bir sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır. Çalışmamız, yasama dokunulmazlığının iki istisnasından biri olan, seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması şartıyla Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki suçlardan mahkûm olanların yasama dokunulmazlığından yararlanıp-yararlanamayacağı konusu ile sınırlıdır. Öncelikle konu ile ilgili olarak mahkeme kararları üzerinde durulacak, daha sonra tartışma konuları analiz edilecektir.\u0000Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki farklı görüşün çözümlemesi, öncelikle kendi ellerinde daha sonra Meclis’in takdirindedir. Kendileri çözemediği takdirde, ya yeni bir anayasa veya anayasa değişikliği veya kısmen kanunla sorun çözülebilir. Aksi halde hukuk devleti, yargıya güven, yüksek mahkemelerin güvenirliliği, yok saymanın yargıya getireceği olumsuzluklar sistemi zaafa uğratacak, ülkemiz zarar görecek ve bundan yargının da kazancı olmayacaktır. Yargımızın zayıf taraflarının tahkim edilmesi ile yargı kurumu güçlenecek, sorunlar daha rahat çözülebilecektir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 7","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139621907","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Dünya Sağlık Örgütü ilacı; “fizyolojik sistemleri veya patolojik durumları, alanın yararı için değiştirmek veya incelemek amacıyla kullanılan veya kullanılması öngörülen bir madde ya da ürün” şeklinde tanımlamaktadır. Alman İlaç Kanunu § 2 ise ilaçları, “insanların veya hayvanların vücudunda kullanılmak üzere, insan ve hayvan hastalıklarını ya da hastalığa bağlı ağrıları tedavi edici, hafifletici veya önleyici ya da insanların veya hayvanların vücuduna uygulanan veya insanlara ya da hayvanlara verilen ya fizyolojik fonksiyonları farmakolojik, immünolojik veya metabolik etki aracılığıyla iyileştiren, onaran veya etkileyen ya da tıbbi teşhis tayini için özgülenmiş maddeler ile bu maddelerden oluşmuş müstahzarlar” şeklinde ifade etmiştir. Mevzuatımızda, Alman hukukunda olduğu gibi ilaç üreticilerinin ceza sorumluluğunu düzenleyen özel bir kanun bulunmamaktadır. Bu itibarla ilaç üreticilerinin ceza sorumluluğu 5237 sayılı TCK’daki genel suç tiplerinin haricinde özel olarak düzenlenmemiştir. Doktrindeki tanıma göre ilaç üreticisi; bir hastalığı tedavi etmek veya düzeltmek amacıyla insanlara ve hayvanlara tatbik edilebilen her çeşit madde birleşimlerini bir araya getirenler ile bunları kendi ayırt edici marka ve unvanları ile satan gerçek veya tüzel kişilerdir. Günümüzde kullanılan ilaçların yararları olduğu gibi yan etkileri kapsamında zararları da bulunmaktadır. Dolayısıyla birçok kişi bu ilaçlar sayesinde sağlığına kavuştuğu gibi zarar da görebilmektedir. Bu kapsamda ilaç üreticisinin fiilleri neticesinde bazı suçlar oluşabilir. Bunlar; kasten öldürme veya yaralama, taksirle öldürme ve yaralama, zehirli madde katma, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti, kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç yapma veya satma suçlarıdır. Çalışmamızda endüstriyel ilaç üreticilerinin ve ilaç üretme fiilinde bulunduklarında eczacıların sayılan suçlar kapsamında ceza sorumlulukları açıklanacaktır.
{"title":"İLAÇ ÜRETİCİSİNİN CEZAİ SORUMLULUĞU","authors":"Uğur Aşkin","doi":"10.54049/taad.1418057","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418057","url":null,"abstract":"Dünya Sağlık Örgütü ilacı; “fizyolojik sistemleri veya patolojik durumları, alanın yararı için değiştirmek veya incelemek amacıyla kullanılan veya kullanılması öngörülen bir madde ya da ürün” şeklinde tanımlamaktadır. Alman İlaç Kanunu § 2 ise ilaçları, “insanların veya hayvanların vücudunda kullanılmak üzere, insan ve hayvan hastalıklarını ya da hastalığa bağlı ağrıları tedavi edici, hafifletici veya önleyici ya da insanların veya hayvanların vücuduna uygulanan veya insanlara ya da hayvanlara verilen ya fizyolojik fonksiyonları farmakolojik, immünolojik veya metabolik etki aracılığıyla iyileştiren, onaran veya etkileyen ya da tıbbi teşhis tayini için özgülenmiş maddeler ile bu maddelerden oluşmuş müstahzarlar” şeklinde ifade etmiştir. \u0000Mevzuatımızda, Alman hukukunda olduğu gibi ilaç üreticilerinin ceza sorumluluğunu düzenleyen özel bir kanun bulunmamaktadır. Bu itibarla ilaç üreticilerinin ceza sorumluluğu 5237 sayılı TCK’daki genel suç tiplerinin haricinde özel olarak düzenlenmemiştir. Doktrindeki tanıma göre ilaç üreticisi; bir hastalığı tedavi etmek veya düzeltmek amacıyla insanlara ve hayvanlara tatbik edilebilen her çeşit madde birleşimlerini bir araya getirenler ile bunları kendi ayırt edici marka ve unvanları ile satan gerçek veya tüzel kişilerdir. \u0000Günümüzde kullanılan ilaçların yararları olduğu gibi yan etkileri kapsamında zararları da bulunmaktadır. Dolayısıyla birçok kişi bu ilaçlar sayesinde sağlığına kavuştuğu gibi zarar da görebilmektedir. Bu kapsamda ilaç üreticisinin fiilleri neticesinde bazı suçlar oluşabilir. Bunlar; kasten öldürme veya yaralama, taksirle öldürme ve yaralama, zehirli madde katma, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti, kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç yapma veya satma suçlarıdır. Çalışmamızda endüstriyel ilaç üreticilerinin ve ilaç üretme fiilinde bulunduklarında eczacıların sayılan suçlar kapsamında ceza sorumlulukları açıklanacaktır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"227 ","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139622622","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kamu görevlileri hizmet esnasında bir disiplin suçu işledikten hemen sonra –henüz disiplin işlemi yapılmadan önce- görevden ayrılmış olabilirler. Bu, emeklilik, istifa, ihraç vb. sebeplerle olabilir. Bu takdirde personel hakkında disiplin işlemi (soruşturma ve ceza) yapılabileceğine dair genel bir yasal kural bulunmamaktadır. Doktrindeki bir görüşe göre, bu kişiye ancak tekrar kamu görevine dönerse ceza verilebilir. Çoğunluğun görüşüne göre ise, ayrılmış olsa bile personel hakkında disiplin soruşturma yapılabilir ve disiplin cezası uygulanabilir. Yeter ki savunma hakkı gibi haklar tanınmış veya zamanaşımı dolmamış olsun. Bu durumda her türlü tebligat 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na göre yapılmalıdır. İdare çoğu zaman disiplin soruşturmasından kaçındığı için, Türk idari yargı yerlerinin konuya ilişkin kararlarına pek rastlanmamaktadır. Bununla birlikte, doktrin ve uygulamada genellikle Danıştay’ın 27.1.1977 tarihli kararı emsal gösterilmektedir. Bu ve aynı yöndeki diğer kararlara göre ayrılmakla illiyet bağı kesilmez. İdare suçun işlendiği zaman yürürlükte olan disiplin mevzuatını uygulamak zorundadır. Çektirilmese bile ceza personelin siciline işlenir ve yeniden kamu görevine dönmesi halinde -şartları varsa- ilgiliye uygulanır. Son yıllarda ordu ve üniversite mensubu gibi bazı kamu görevlileriyle ilgili yeni yasal düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Bu konuda özellikle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na özel bir hüküm konması yerinde olur. Bizce bu hükümler kurucu değil bildirici ve açıklayıcı mahiyettedir. Bu düzenlemeler olmasa da ayrılmış personel hakkında disiplin işlemi yapılabilir. Aksi takdirde kamu kurumuna, hizmetine ve mesleğe zarar veren bu kişilerin cezasız kalması söz konusu olur. Bu çalışmada, kamu görevlileri Anayasa m.128/1’e göre asli ve sürekli bir kamu görevinde idare hukuku anlamında ve statüter bir bağla çalışan personeli kastetmektedir.
{"title":"KAMU GÖREVİNDEN AYRILANLARA DİSİPLİN CEZASI VERİLMESİ VE KONUYLA İLGİLİ YENİ DÜZENLEMELER","authors":"Celâl Işiklar","doi":"10.54049/taad.1418495","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418495","url":null,"abstract":"Kamu görevlileri hizmet esnasında bir disiplin suçu işledikten hemen sonra –henüz disiplin işlemi yapılmadan önce- görevden ayrılmış olabilirler. Bu, emeklilik, istifa, ihraç vb. sebeplerle olabilir. Bu takdirde personel hakkında disiplin işlemi (soruşturma ve ceza) yapılabileceğine dair genel bir yasal kural bulunmamaktadır. Doktrindeki bir görüşe göre, bu kişiye ancak tekrar kamu görevine dönerse ceza verilebilir. Çoğunluğun görüşüne göre ise, ayrılmış olsa bile personel hakkında disiplin soruşturma yapılabilir ve disiplin cezası uygulanabilir. Yeter ki savunma hakkı gibi haklar tanınmış veya zamanaşımı dolmamış olsun. Bu durumda her türlü tebligat 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na göre yapılmalıdır. İdare çoğu zaman disiplin soruşturmasından kaçındığı için, Türk idari yargı yerlerinin konuya ilişkin kararlarına pek rastlanmamaktadır. Bununla birlikte, doktrin ve uygulamada genellikle Danıştay’ın 27.1.1977 tarihli kararı emsal gösterilmektedir. Bu ve aynı yöndeki diğer kararlara göre ayrılmakla illiyet bağı kesilmez. İdare suçun işlendiği zaman yürürlükte olan disiplin mevzuatını uygulamak zorundadır. Çektirilmese bile ceza personelin siciline işlenir ve yeniden kamu görevine dönmesi halinde -şartları varsa- ilgiliye uygulanır. Son yıllarda ordu ve üniversite mensubu gibi bazı kamu görevlileriyle ilgili yeni yasal düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Bu konuda özellikle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na özel bir hüküm konması yerinde olur. Bizce bu hükümler kurucu değil bildirici ve açıklayıcı mahiyettedir. Bu düzenlemeler olmasa da ayrılmış personel hakkında disiplin işlemi yapılabilir. Aksi takdirde kamu kurumuna, hizmetine ve mesleğe zarar veren bu kişilerin cezasız kalması söz konusu olur. Bu çalışmada, kamu görevlileri Anayasa m.128/1’e göre asli ve sürekli bir kamu görevinde idare hukuku anlamında ve statüter bir bağla çalışan personeli kastetmektedir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 27","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139620761","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
1982 Anayasası’nın 57’nci maddesine göre devlet; şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler. Keza 56’ncı maddesi; herkesin sağlıklı, dengeli ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına sahip bulunduğunu hükme bağlamakta ve devlete bu hususta görevler yüklemektedir. Yine 23’üncü maddesine göre devlet, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ile görevlidir. Bu maddeler bir bütün olarak düşünüldüğünde devletin; sağlıklı, düzenli ve dengeli bir yaşam ile çevreyi tesis etmek için ödevler yüklendiği görülmektedir. Bunun en önemli sebepleri de insanların afetlere karşı can güvenliğinin sağlanması ve yaşanabilir kentlerin oluşturulmasıdır. Zira ülkemizde 6 Şubat 2023’te yaşanan deprem afeti nedeniyle meydana gelen kayıplar bunu göstermiştir. Afetler, aslolanın can güvenliği olduğunu ortaya koyarken şehirlerin güzelleştirilerek daha yaşanılabilir kılınması gerektiğini de hatırlatmaktadır. Bu kapsamda her ne kadar asli sorumluluğun devlet tüzel kişiliğinde olması gerektiği düşünülse bile bireylerin teker teker sorumluluk yüklenmesi gerektiği aşikârdır. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun ile 6306 sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliği bu amaçla çıkartılmıştır. Bina bazlı dönüşüme olanak tanıyan bu normlar, bireylerin tek tek can güvenliğini düşünerek esas aktörün devlet değil vatandaşlar olduğunu açıklamaktadır. Ülkemizde afet riskinin yüksek olması ve afet öncesi tedbirlere ilişkin mevzuatın yetersiz olması sebebiyle 6306 sayılı Kanun çıkartılmıştır. Bu Kanun, afet öncesini dizayn etmesi bakımından önemlidir. Riskli yapı kavramı tanımlanmış, yara almadan evvel dönüşümün sağlanması amaçlanmıştır. Zira can güvenliğini sağlamak için hayata mâl olabilecek yapıların tespiti, tahliyesi ve yıkımına ihtiyaç vardır. Böylelikle insanların can güvenliğinin sağlanmasının yanında şehirler estetik ve sosyokültürel bakımdan güzelleştirilecektir.
{"title":"Risky Building Concept Under Law No. 6306","authors":"Emre Açar","doi":"10.54049/taad.1418228","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418228","url":null,"abstract":"1982 Anayasası’nın 57’nci maddesine göre devlet; şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler. Keza 56’ncı maddesi; herkesin sağlıklı, dengeli ve güvenli bir çevrede yaşama hakkına sahip bulunduğunu hükme bağlamakta ve devlete bu hususta görevler yüklemektedir. Yine 23’üncü maddesine göre devlet, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ile görevlidir. Bu maddeler bir bütün olarak düşünüldüğünde devletin; sağlıklı, düzenli ve dengeli bir yaşam ile çevreyi tesis etmek için ödevler yüklendiği görülmektedir. Bunun en önemli sebepleri de insanların afetlere karşı can güvenliğinin sağlanması ve yaşanabilir kentlerin oluşturulmasıdır. Zira ülkemizde 6 Şubat 2023’te yaşanan deprem afeti nedeniyle meydana gelen kayıplar bunu göstermiştir. \u0000Afetler, aslolanın can güvenliği olduğunu ortaya koyarken şehirlerin güzelleştirilerek daha yaşanılabilir kılınması gerektiğini de hatırlatmaktadır. Bu kapsamda her ne kadar asli sorumluluğun devlet tüzel kişiliğinde olması gerektiği düşünülse bile bireylerin teker teker sorumluluk yüklenmesi gerektiği aşikârdır. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun ile 6306 sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliği bu amaçla çıkartılmıştır. Bina bazlı dönüşüme olanak tanıyan bu normlar, bireylerin tek tek can güvenliğini düşünerek esas aktörün devlet değil vatandaşlar olduğunu açıklamaktadır. \u0000Ülkemizde afet riskinin yüksek olması ve afet öncesi tedbirlere ilişkin mevzuatın yetersiz olması sebebiyle 6306 sayılı Kanun çıkartılmıştır. Bu Kanun, afet öncesini dizayn etmesi bakımından önemlidir. Riskli yapı kavramı tanımlanmış, yara almadan evvel dönüşümün sağlanması amaçlanmıştır. Zira can güvenliğini sağlamak için hayata mâl olabilecek yapıların tespiti, tahliyesi ve yıkımına ihtiyaç vardır. Böylelikle insanların can güvenliğinin sağlanmasının yanında şehirler estetik ve sosyokültürel bakımdan güzelleştirilecektir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139622619","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Hızla yenileşerek değişen ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamda hukuk sistemlerinin de bu durumdan etkilenmemesi kaçınılmazdır. Nitekim yönetmelikler, kanunlar hatta anayasal hükümler durağan olmaktan ziyade muhtelif amaçlar dahilinde ve farklı yasal işlemler yoluyla değişmekte olan hukuk metinleridir. Hukuki metinlerin, bunların düzenlediği ekonomik siyasal ve sosyal yaşamın değişimi bir vakıa iken hukuk yazınında “ebedîyet”, “sonsuzluk” gibi kavramların göze çarpması oldukça ilginçtir. Yerleşiklik ve ebedîyet kayıtları, bazı anayasal hüküm, ilke ve değerlerin değiştirilmesini kısıtlayan ve bazen de tamamen yasaklayan anayasal normlardır. Anayasaların bu tür kayıtlarla koruduğu ilke ve değerler incelendiğinde, demokrasi, temsili hükûmet, cumhuriyet, din-devlet ilişkisi, insan hakları gibi devlet ve toplumun en temel unsurlarına veya evrensel haklara ilişkin oldukları görülmektedir. Kayıtların kullanılmasındaki amaç; kısıtlarla pratik gücü sınırlamak, genel yasaklarla ise devletin temel unsurlarının, rejimin muhtemel tahrifini veya yok edilmesini engellemektir. Özellikle ebedîyet kayıtlarının varlığıyla, ilgili anayasal hüküm ilke ve değerlerin hukuk içi yollarla ilgası veya değiştirilmesi anayasa koyucu tarafından engellenir. Çalışmamızın konusunu oluşturan ve birçok anayasada da kendine yer bulan bu kayıtlar, anayasal değişikliğin sınırı klişe tabiriyle kırmızı çizgisidir. Yerleşiklik ve ebedîyet kaydı kavramı çalışmamızda tanımlanıp tarihsel gelişimi incelenecek, hukuki niteliği açıklanacak ve anayasa yargısındaki yeri ele alınacaktır.
{"title":"EBEDÎYET KAYDI: ASLÎ KURUCU İKTİDARIN EBEDÎ MİRASI","authors":"Uğur Yakasiz","doi":"10.54049/taad.1418037","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418037","url":null,"abstract":"Hızla yenileşerek değişen ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamda hukuk sistemlerinin de bu durumdan etkilenmemesi kaçınılmazdır. Nitekim yönetmelikler, kanunlar hatta anayasal hükümler durağan olmaktan ziyade muhtelif amaçlar dahilinde ve farklı yasal işlemler yoluyla değişmekte olan hukuk metinleridir. Hukuki metinlerin, bunların düzenlediği ekonomik siyasal ve sosyal yaşamın değişimi bir vakıa iken hukuk yazınında “ebedîyet”, “sonsuzluk” gibi kavramların göze çarpması oldukça ilginçtir. Yerleşiklik ve ebedîyet kayıtları, bazı anayasal hüküm, ilke ve değerlerin değiştirilmesini kısıtlayan ve bazen de tamamen yasaklayan anayasal normlardır. Anayasaların bu tür kayıtlarla koruduğu ilke ve değerler incelendiğinde, demokrasi, temsili hükûmet, cumhuriyet, din-devlet ilişkisi, insan hakları gibi devlet ve toplumun en temel unsurlarına veya evrensel haklara ilişkin oldukları görülmektedir. Kayıtların kullanılmasındaki amaç; kısıtlarla pratik gücü sınırlamak, genel yasaklarla ise devletin temel unsurlarının, rejimin muhtemel tahrifini veya yok edilmesini engellemektir. Özellikle ebedîyet kayıtlarının varlığıyla, ilgili anayasal hüküm ilke ve değerlerin hukuk içi yollarla ilgası veya değiştirilmesi anayasa koyucu tarafından engellenir. Çalışmamızın konusunu oluşturan ve birçok anayasada da kendine yer bulan bu kayıtlar, anayasal değişikliğin sınırı klişe tabiriyle kırmızı çizgisidir. Yerleşiklik ve ebedîyet kaydı kavramı çalışmamızda tanımlanıp tarihsel gelişimi incelenecek, hukuki niteliği açıklanacak ve anayasa yargısındaki yeri ele alınacaktır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"10 26","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139529245","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Uzlaşma sürecinin yöneticisi olan uzlaştırmacılar, süreç esnasında birçok sorunla karşılaşmaktadır. Uzlaştırmacıların uygulamada en yoğun karşılaştıkları problem belki de güven sorunudur. Teknolojinin gelişmesi ve telefon/bilişim sistemleri üzerinden işlenen dolandırıcılık suçları sayısının artmasına da paralel olarak, toplumda yeteri kadar tanıtılmayan ve bilinmeyen uzlaştırmacılar, taraflara ulaşım sağladıklarında uzlaştırmacıların ilk yaşadıkları sorun, kendilerinin uzlaştırmacı olduğuna inandıramamaktır. Bazı adliyelerde uzlaştırmanın rahat ve güven içinde yürütülmesi için gereken ortamın oluşturulmaması, günümüz ekonomik şartlarında uzlaştırma ücreti ve özellikle mutad yol giderlerinin düşük kalması, farklı bürolarda farklı uygulamalarla karşılaşılması dışında, uzlaştırmacıların uzlaştırma sürecinin işleyişine dair sorunları da bulunmaktadır. Yine tarafların uzlaştırma sürecine ilgisiz davranması da uzlaştırmacının sorunlarındandır. Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde yer alan uzlaştırma bürosu, uzlaştırma müessesesinin uygulanmasında adliyelerde görevli birimdir. Büro, uzlaştırma işlemlerinin sağlıklı yürütülmesini takip eden ve uzlaştırmacının işlemini yürütürken karşılaştığı sorunlarda uzlaştırmacıya yol gösterici olması gereken savcı ve diğer personelden oluşur. Esasen uzlaştırmacı ile aynı ortak amaca sahip olan uzlaştırma savcısı ve diğer personel, özellikle ağır ceza mahkemesi bulunmayan adliyelerde, adliyedeki savcılık teşkilatının aynı anda birden fazla konuda çalışmak zorunda olması, iş yükü ve personel sayısı azlığı gibi sebeplerle uzlaştırma işlemini ek/yük iş olarak görmekte olup, bu da uzlaştırmacılar için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Alternatif Çözümler Daire Başkanlığı(AÇDB) da, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü(CİGM) bünyesinde kurulmuş olup, uzlaştırma müessesesi gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin uygulama ve etkinliğini arttırma amacı güden, uzlaştırma süreci ile ilgili görevleri bulunan ve Ankara’da Bakanlık bünyesinde bulunan birimdir. Birim, uygulamada yaşanan aksaklıklara; kendilerine sorulan görüşlere yol gösterici cevap yazısı yazmak, uygulamacılara rehber kitaplar göndermek, uzlaştırmayı tanıtıcı reklam/afiş vb hazırlamak, uzlaştırma sürecinin etkinliğini arttırmakla ilgili bilimsel toplantılar yapmak ve uzlaştırma bürolarını yerinde izlemek gibi yöntemlerle çözümler üretmeye çalışmaktadır. Ancak doktrin ve uygulamada, hem AÇDB hem de savcılık teşkilatının yaklaşımlarıyla ilgili birtakım eleştiriler bulunmaktadır.
{"title":"Problems of Conciliators and Approach of Judicial and Administrative Authorities to Problems","authors":"Muhammed Eşme","doi":"10.54049/taad.1418220","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418220","url":null,"abstract":"Uzlaşma sürecinin yöneticisi olan uzlaştırmacılar, süreç esnasında birçok sorunla karşılaşmaktadır. Uzlaştırmacıların uygulamada en yoğun karşılaştıkları problem belki de güven sorunudur. Teknolojinin gelişmesi ve telefon/bilişim sistemleri üzerinden işlenen dolandırıcılık suçları sayısının artmasına da paralel olarak, toplumda yeteri kadar tanıtılmayan ve bilinmeyen uzlaştırmacılar, taraflara ulaşım sağladıklarında uzlaştırmacıların ilk yaşadıkları sorun, kendilerinin uzlaştırmacı olduğuna inandıramamaktır. Bazı adliyelerde uzlaştırmanın rahat ve güven içinde yürütülmesi için gereken ortamın oluşturulmaması, günümüz ekonomik şartlarında uzlaştırma ücreti ve özellikle mutad yol giderlerinin düşük kalması, farklı bürolarda farklı uygulamalarla karşılaşılması dışında, uzlaştırmacıların uzlaştırma sürecinin işleyişine dair sorunları da bulunmaktadır. Yine tarafların uzlaştırma sürecine ilgisiz davranması da uzlaştırmacının sorunlarındandır. \u0000Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde yer alan uzlaştırma bürosu, uzlaştırma müessesesinin uygulanmasında adliyelerde görevli birimdir. Büro, uzlaştırma işlemlerinin sağlıklı yürütülmesini takip eden ve uzlaştırmacının işlemini yürütürken karşılaştığı sorunlarda uzlaştırmacıya yol gösterici olması gereken savcı ve diğer personelden oluşur. Esasen uzlaştırmacı ile aynı ortak amaca sahip olan uzlaştırma savcısı ve diğer personel, özellikle ağır ceza mahkemesi bulunmayan adliyelerde, adliyedeki savcılık teşkilatının aynı anda birden fazla konuda çalışmak zorunda olması, iş yükü ve personel sayısı azlığı gibi sebeplerle uzlaştırma işlemini ek/yük iş olarak görmekte olup, bu da uzlaştırmacılar için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Alternatif Çözümler Daire Başkanlığı(AÇDB) da, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü(CİGM) bünyesinde kurulmuş olup, uzlaştırma müessesesi gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin uygulama ve etkinliğini arttırma amacı güden, uzlaştırma süreci ile ilgili görevleri bulunan ve Ankara’da Bakanlık bünyesinde bulunan birimdir. Birim, uygulamada yaşanan aksaklıklara; kendilerine sorulan görüşlere yol gösterici cevap yazısı yazmak, uygulamacılara rehber kitaplar göndermek, uzlaştırmayı tanıtıcı reklam/afiş vb hazırlamak, uzlaştırma sürecinin etkinliğini arttırmakla ilgili bilimsel toplantılar yapmak ve uzlaştırma bürolarını yerinde izlemek gibi yöntemlerle çözümler üretmeye çalışmaktadır. Ancak doktrin ve uygulamada, hem AÇDB hem de savcılık teşkilatının yaklaşımlarıyla ilgili birtakım eleştiriler bulunmaktadır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"12 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139530057","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Cinsel suç mağdurlarının beyanlarının mahkeme salonlarından bağımsız bir ortamda alınma fikrinin küresel olarak yaygınlaşmasının etkisi Türkiye’de de görülmüştür. Önce 2010 yılından itibaren çocuk cinsel suç mağdurları için çocuk izlem merkezleri, ardından da 2017 yılında adalet sarayları içerisinde tüm kırılgan/dezavantajlı grupları ve yetişkin mağdurları kapsayan adli görüşme odaları kurulmaya başlamıştır. Sevindirici bir gelişme olarak adli görüşme odaları büyük bir başarı elde etmiş, kısa süre içerisinde 81 ili kapsayacak şekilde yaygınlaşmıştır. Nitekim bazı adalet saraylarında ek adli görüşme odaları açılmış, ayrıca ilçe adalet sarayların da adli görüşme odaları kurulmaya başlamıştır. Bu olumlu gelişmelerin yanında bardağın boş kısmında ise, genel bir sorun olarak yetişkin cinsel istismar mağdurlarının adli görüşme odalarından daha az faydalanması söz konusudur. Yetişkin cinsel istismar mağdurlarının da çocuk mağdurlar gibi kısa ve uzun vadede cinsel suçlardan olumsuz etkilendiği, koruyucu, destekleyici düzenlemelere, uzman desteğine ve adli görüşme odasında alınmasına gereksinim duydukları unutulmamalıdır. Kırılgan grup içerisinde yer alan yetişkin cinsel suç mağdurlarının beyanlarının adli görüşme odasında alınması uygulamasının yaygınlaşması, şüphesiz yetişkin mağdurların örselenmesini ya da ikincil mağduriyet oluşmasını önleyecektir. Ayrıca birçok çalışma göstermektedir ki, adli görüşme odası ortamı yetişkin cinsel suç mağdurların ifşa ve yargılama süreçlerine de önemli katkılar sunabilmektedir. Sonuç olarak, adli görüşme odalarının yetişkin mağdurları daha fazla kapsayacak şekilde genişlemesi mağdurların ve kırılgan grupların korunması ve desteklenmesi noktasında önemli bir adım olacaktır.
{"title":"YETİŞKİN CİNSEL SUÇ MAĞDURLARININ ADLİ GÖRÜŞME ODASI GEREKSİNİMİ","authors":"Umut Haydar Coşkun","doi":"10.54049/taad.1418240","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418240","url":null,"abstract":"Cinsel suç mağdurlarının beyanlarının mahkeme salonlarından bağımsız bir ortamda alınma fikrinin küresel olarak yaygınlaşmasının etkisi Türkiye’de de görülmüştür. Önce 2010 yılından itibaren çocuk cinsel suç mağdurları için çocuk izlem merkezleri, ardından da 2017 yılında adalet sarayları içerisinde tüm kırılgan/dezavantajlı grupları ve yetişkin mağdurları kapsayan adli görüşme odaları kurulmaya başlamıştır. Sevindirici bir gelişme olarak adli görüşme odaları büyük bir başarı elde etmiş, kısa süre içerisinde 81 ili kapsayacak şekilde yaygınlaşmıştır. Nitekim bazı adalet saraylarında ek adli görüşme odaları açılmış, ayrıca ilçe adalet sarayların da adli görüşme odaları kurulmaya başlamıştır. Bu olumlu gelişmelerin yanında bardağın boş kısmında ise, genel bir sorun olarak yetişkin cinsel istismar mağdurlarının adli görüşme odalarından daha az faydalanması söz konusudur. Yetişkin cinsel istismar mağdurlarının da çocuk mağdurlar gibi kısa ve uzun vadede cinsel suçlardan olumsuz etkilendiği, koruyucu, destekleyici düzenlemelere, uzman desteğine ve adli görüşme odasında alınmasına gereksinim duydukları unutulmamalıdır. Kırılgan grup içerisinde yer alan yetişkin cinsel suç mağdurlarının beyanlarının adli görüşme odasında alınması uygulamasının yaygınlaşması, şüphesiz yetişkin mağdurların örselenmesini ya da ikincil mağduriyet oluşmasını önleyecektir. Ayrıca birçok çalışma göstermektedir ki, adli görüşme odası ortamı yetişkin cinsel suç mağdurların ifşa ve yargılama süreçlerine de önemli katkılar sunabilmektedir. Sonuç olarak, adli görüşme odalarının yetişkin mağdurları daha fazla kapsayacak şekilde genişlemesi mağdurların ve kırılgan grupların korunması ve desteklenmesi noktasında önemli bir adım olacaktır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139622795","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışmada çok genel hatlarıyla lex sportiva kavramı ile sportif uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümlenmesi bağlamında CAS Tahkim Mahkemesinden bahsedilmektedir. CAS Tahkim Mahkemesinin rolü ve işlevi kısaca incelenmektedir. İlgili düzenlemeler uyarınca CAS nezdinde kanun yolu başvurusu olarak temyiz usulü düzenlenmektedir. Her ne kadar Türk hukuku düzenlemelerinde TFF kurulları kararlarının nihailiği ve kesinliği vurgulanmakta ise de bu durumun sadece yönetim ve disipline ilişkin kararlarda geçerli olduğu, taraflar arasında sözleşmeden doğan uyuşmazlıklara ilişkin olarak CAS’ın temyizen inceleme yetkisinin bulunduğu kabul edilmektedir. Çalışmada, çoğu zaman farklı tabiiyette bulunan uyuşmazlık tarafları arasında CAS Temyiz Mahkemesi tarafından uygulanacak hukuk, ilgili düzenlemeler ve uygulama çerçevesinde ele alınmaktadır. CAS, Lozan/İsviçre’de teşekkül ettiğinden ve birçok uluslararası sportif yapının da merkezinin İsviçre’de bulunduğundan, İsviçre hukukunun kaçınılmaz etkisi himayesinde tarafların uygulanacak hukuk bağlamında irade serbestileri işlenmektedir. CAS ve FIFA kuralları arasındaki etkileşim de nazara alındığında, ilgili düzenlemeler çerçevesinde taraflara bahsedilen kısıtlı irade serbestine göre öncelikle ilgili sportif yapının kural ve düzenlemeleri birincil olarak, akabinde tarafların açıkça veya zımnen seçtikleri hukuk kurallarının ikincil ve tamamlayıcı olarak uygulanacağı kabul edilmektedir. Bununla birlikte, sporcuların çoğu zaman kulüp, dernek veya lig karşısında daha güçsüz konumda olduğu kabul edildiğinden, evrensel kurallar gözetilmekte ve tamamlayıcı hukuk olarak da tarafların seçimi göz önüne alınmaksızın İsviçre hukuku uygulanmaktadır.
在本研究中,非常笼统地提到了体育法的概念和通过仲裁解决体育争端的 CAS 仲裁法院。简要分析了 CAS 仲裁法院的作用和职能。根据相关规定,上诉程序是 CAS 的一项法律补救措施。尽管土耳其法律强调土耳其足球联盟理事会的决定具有终局性和决定性,但这只适用于与行政和纪律有关的决定,CAS有权对当事人之间的合同纠纷进行上诉审查。在本研究中,将在相关法规和实践的框架内讨论 CAS 上诉法院在争议双方(通常是不同国籍的当事人)之间适用的法律。由于 CAS 设在瑞士洛桑,而许多国际体育机构的总部都设在瑞士,因此在瑞士法律不可避免的影响下,本研究探讨了当事方在适用法律方面的意志自由。考虑到 CAS 与国际足联规则之间的相互影响,可以接受的是主要适用相关体育机构的规则和条例,然后根据当事人在相关条例框架内的有限意志自由,次要适用或补充适用当事人明示或默示选择的法律规则。然而,由于运动员相对于俱乐部、协会或联盟而言往往处于弱势地位,因此,无论当事人如何选择,都要遵守普遍规则,并适用瑞士法律作为补充法律。
{"title":"Applicable Law in Cas Appeal Process","authors":"Necip Fazıl Erbeyi̇n","doi":"10.54049/taad.1418499","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418499","url":null,"abstract":"Bu çalışmada çok genel hatlarıyla lex sportiva kavramı ile sportif uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümlenmesi bağlamında CAS Tahkim Mahkemesinden bahsedilmektedir. CAS Tahkim Mahkemesinin rolü ve işlevi kısaca incelenmektedir. İlgili düzenlemeler uyarınca CAS nezdinde kanun yolu başvurusu olarak temyiz usulü düzenlenmektedir. Her ne kadar Türk hukuku düzenlemelerinde TFF kurulları kararlarının nihailiği ve kesinliği vurgulanmakta ise de bu durumun sadece yönetim ve disipline ilişkin kararlarda geçerli olduğu, taraflar arasında sözleşmeden doğan uyuşmazlıklara ilişkin olarak CAS’ın temyizen inceleme yetkisinin bulunduğu kabul edilmektedir. Çalışmada, çoğu zaman farklı tabiiyette bulunan uyuşmazlık tarafları arasında CAS Temyiz Mahkemesi tarafından uygulanacak hukuk, ilgili düzenlemeler ve uygulama çerçevesinde ele alınmaktadır. CAS, Lozan/İsviçre’de teşekkül ettiğinden ve birçok uluslararası sportif yapının da merkezinin İsviçre’de bulunduğundan, İsviçre hukukunun kaçınılmaz etkisi himayesinde tarafların uygulanacak hukuk bağlamında irade serbestileri işlenmektedir. CAS ve FIFA kuralları arasındaki etkileşim de nazara alındığında, ilgili düzenlemeler çerçevesinde taraflara bahsedilen kısıtlı irade serbestine göre öncelikle ilgili sportif yapının kural ve düzenlemeleri birincil olarak, akabinde tarafların açıkça veya zımnen seçtikleri hukuk kurallarının ikincil ve tamamlayıcı olarak uygulanacağı kabul edilmektedir. Bununla birlikte, sporcuların çoğu zaman kulüp, dernek veya lig karşısında daha güçsüz konumda olduğu kabul edildiğinden, evrensel kurallar gözetilmekte ve tamamlayıcı hukuk olarak da tarafların seçimi göz önüne alınmaksızın İsviçre hukuku uygulanmaktadır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 53","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139621390","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İş Kanunu kapsamındaki hukuki işlemler bakımından yargısal çözüm unsuru için getirilmiş olan arabulucuya başvuru ön koşulu bu çalışma kapsamında ele alınmıştır. Alternatif uyuşmazlık yöntemi olarak arabuluculuk Türkiye’de iş hukuku, ticaret hukuku, kira hukuku ve tüketici hukuku alanlarında yargılama sürelerine yardımcı olmayı amaçlamaktadır. İşçi ve işveren arasında yaşanan hukuki uyuşmazlıkların uzun sürelere sarkmadan çözülmesine yardımcı olmasının yanında tarafları barış ortamında bir araya getirerek sosyal ilişkilerin zedelenmemesine ve tarafların kendi ilişkilerinde adil bir çözüm bulabilmelerine olanak tanımaktadır. İş mahkemelerinin iş yükünü hafifletmeyi sağlayan arabulucu kurumu ilgili bu olumlu etkilerin karşısında tarafların bu görüşmeler esnasında yaşadıkları ve karşılaştıkları somut durumlar kanun koyucunun korumak istediği menfaati zedelemektedir. Esas olan ihtiyari arabuluculuk kavramı iken bunun bir dava şartı olarak düzenlenmiş olması İş Kanunu içerisindeki bazı dengeleri etkilemiştir. Bu etki en basit anlamıyla tarafların mahkemeye gitmeden önce arabulucuya gitmelerini zorunlu kılmış ancak burada anlaşmalarını zorunlu tutmamış olmasıdır. Taraflar burada anlaşma sağlamamış olmaları halinde mahkemeye gitmekte özgürdürler. Arabulucuya başvuru ile geçen süre bakımından yaşanan belirsizlikler tarafların aleyhine sonuçlar doğurabilmektedir. Çalışmamız içerisinde bu kapsamda bulunan feshin geçersizliği halinde açılacak dava bakımından arabulucuya başvuru şartını ele alacağız.
{"title":"FESHİN GEÇERSİZLİĞİ DAVASINDA ÖN KOŞUL OLARAK ARABULUCULUK KURUMU","authors":"H. Akkışla","doi":"10.54049/taad.1418524","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418524","url":null,"abstract":"İş Kanunu kapsamındaki hukuki işlemler bakımından yargısal çözüm unsuru için getirilmiş olan arabulucuya başvuru ön koşulu bu çalışma kapsamında ele alınmıştır. Alternatif uyuşmazlık yöntemi olarak arabuluculuk Türkiye’de iş hukuku, ticaret hukuku, kira hukuku ve tüketici hukuku alanlarında yargılama sürelerine yardımcı olmayı amaçlamaktadır. İşçi ve işveren arasında yaşanan hukuki uyuşmazlıkların uzun sürelere sarkmadan çözülmesine yardımcı olmasının yanında tarafları barış ortamında bir araya getirerek sosyal ilişkilerin zedelenmemesine ve tarafların kendi ilişkilerinde adil bir çözüm bulabilmelerine olanak tanımaktadır. İş mahkemelerinin iş yükünü hafifletmeyi sağlayan arabulucu kurumu ilgili bu olumlu etkilerin karşısında tarafların bu görüşmeler esnasında yaşadıkları ve karşılaştıkları somut durumlar kanun koyucunun korumak istediği menfaati zedelemektedir. Esas olan ihtiyari arabuluculuk kavramı iken bunun bir dava şartı olarak düzenlenmiş olması İş Kanunu içerisindeki bazı dengeleri etkilemiştir. Bu etki en basit anlamıyla tarafların mahkemeye gitmeden önce arabulucuya gitmelerini zorunlu kılmış ancak burada anlaşmalarını zorunlu tutmamış olmasıdır. Taraflar burada anlaşma sağlamamış olmaları halinde mahkemeye gitmekte özgürdürler. Arabulucuya başvuru ile geçen süre bakımından yaşanan belirsizlikler tarafların aleyhine sonuçlar doğurabilmektedir. Çalışmamız içerisinde bu kapsamda bulunan feshin geçersizliği halinde açılacak dava bakımından arabulucuya başvuru şartını ele alacağız.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 9","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139621958","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Doğal tehlikelerden ve olağanüstü hallerden etkilenen alanların başında iş hayatı gelmektedir. 06.02.2023 tarihinde ülkemizde yaşanan deprem, sebep olduğu büyük yıkım ile iş ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Bu kapsamda tarafların fesih hakları, kısa çalışma ödeneği, sosyal güvenlik hakları ve çeşitli sürelerin işleyişine ilişkin hususlar özellikle önemli olup bu alanlara ilişkin tedbirleri içeren OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi de 10.02.2023 tarihinde 32100 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu kararnameyle alınan tedbirlerin ve genel olarak depremden etkilenen işçi ve işverenlerin sahip oldukları hakların incelenmesi oldukça önem arz etmektedir. Bununla birlikte, mevzuatımızda Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ifa imkânsızlığı ve İş Kanunu’nda yer alan zorlayıcı sebeplere ilişkin düzenlemeler başta olmak üzere bu hallerde uygulanacak hükümler bulunsa da iş ilişkileri bakımından yeterli ölçüde düzenleme olmayışı göze çarpmaktadır. Bu kapsamda, makalemizde, söz konusu düzenlemelerin somut durumda ne şekilde uygulanabileceğinin değerlendirilmesi; her ne kadar bu gibi doğal tehlike hallerinde OHAL kararnameleri ile tedbirler alınabiliyor olsa da iş hukukunun doğası gereği sahip olduğu önem göz önünde bulundurulduğunda iş ilişkileri bakımından özel düzenlemelere ihtiyaç duyuluyor oluşunun ortaya konulması amaçlanmaktadır.
{"title":"The Effects of Earthquakes and Other Natural Hazards on Labor Contracts","authors":"İştar Urhanoğlu, Damla Kaynar","doi":"10.54049/taad.1418550","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1418550","url":null,"abstract":"Doğal tehlikelerden ve olağanüstü hallerden etkilenen alanların başında iş hayatı gelmektedir. 06.02.2023 tarihinde ülkemizde yaşanan deprem, sebep olduğu büyük yıkım ile iş ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Bu kapsamda tarafların fesih hakları, kısa çalışma ödeneği, sosyal güvenlik hakları ve çeşitli sürelerin işleyişine ilişkin hususlar özellikle önemli olup bu alanlara ilişkin tedbirleri içeren OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi de 10.02.2023 tarihinde 32100 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu kararnameyle alınan tedbirlerin ve genel olarak depremden etkilenen işçi ve işverenlerin sahip oldukları hakların incelenmesi oldukça önem arz etmektedir. Bununla birlikte, mevzuatımızda Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ifa imkânsızlığı ve İş Kanunu’nda yer alan zorlayıcı sebeplere ilişkin düzenlemeler başta olmak üzere bu hallerde uygulanacak hükümler bulunsa da iş ilişkileri bakımından yeterli ölçüde düzenleme olmayışı göze çarpmaktadır. Bu kapsamda, makalemizde, söz konusu düzenlemelerin somut durumda ne şekilde uygulanabileceğinin değerlendirilmesi; her ne kadar bu gibi doğal tehlike hallerinde OHAL kararnameleri ile tedbirler alınabiliyor olsa da iş hukukunun doğası gereği sahip olduğu önem göz önünde bulundurulduğunda iş ilişkileri bakımından özel düzenlemelere ihtiyaç duyuluyor oluşunun ortaya konulması amaçlanmaktadır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":" 48","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139620716","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}