Bu çalışma demiryollarının neden olduğu sözleşme dışı zararların sigortasında riziko unsurunun belirlenmesini sağlamak, tehlike esasına dair ölçütleri belirlemek için gerçekleştirilmiştir. Çalışmada, demiryolunun neden olduğu sözleşme dışı zararlardan dolayı sorumluluk Avrupa ve Türk hukuku bağlamında değerlendirilmektedir. Ayrıca çalışmada sigortanın kapsamı ve riziko istisnaları da yer almaktadır. Demiryolunun, hızlı trenlerin ve raylı sistemlerin günümüz ulaşım sektöründe geldiği nokta, bu sistemlerin neden olduğu zararlardan sorumluluğun çerçevesinin çizilmesini, zorunlu ve ihtiyari sorumluluk sigortaları genel şartlarının tespitini gerekli kılmaktadır. Ayrıca sigortada riziko istisnalarının yer, işletilme halinde olmayan raylı sistem araçları, kazadan sonra yapılan yardım faaliyetleri, hatır için taşıma, taşınan eşya ve çekilen cer istisnası ve farazi işletenler bağlamında yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir.
{"title":"DEMİRYOLU İŞLETENİN SÖZLEŞME DIŞI SORUMLULUĞUNUN SİGORTASINDA RİZİKO","authors":"Fahri Özsungur","doi":"10.54049/taad.1466861","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1466861","url":null,"abstract":"Bu çalışma demiryollarının neden olduğu sözleşme dışı zararların sigortasında riziko unsurunun belirlenmesini sağlamak, tehlike esasına dair ölçütleri belirlemek için gerçekleştirilmiştir. Çalışmada, demiryolunun neden olduğu sözleşme dışı zararlardan dolayı sorumluluk Avrupa ve Türk hukuku bağlamında değerlendirilmektedir. Ayrıca çalışmada sigortanın kapsamı ve riziko istisnaları da yer almaktadır. Demiryolunun, hızlı trenlerin ve raylı sistemlerin günümüz ulaşım sektöründe geldiği nokta, bu sistemlerin neden olduğu zararlardan sorumluluğun çerçevesinin çizilmesini, zorunlu ve ihtiyari sorumluluk sigortaları genel şartlarının tespitini gerekli kılmaktadır. Ayrıca sigortada riziko istisnalarının yer, işletilme halinde olmayan raylı sistem araçları, kazadan sonra yapılan yardım faaliyetleri, hatır için taşıma, taşınan eşya ve çekilen cer istisnası ve farazi işletenler bağlamında yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"6 9","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140743623","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Soybağının reddi davası, babalık karinesi uyarınca baba sayılan koca ile çocuk arasındaki soybağını ortadan kaldırmak amacıyla açılan davadır. Türk kanun koyucusu, çocuğun anasına, bu davayı açarak çocukla baba arasındaki soybağını ortadan kaldırma hakkı tanımamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi, yakın tarihli bir kararında anaya bu hakkın tanınmamasının ananın özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını ihlal edebileceği gerekçesiyle TMK m. 286/I’i, AY m. 20 ve m. 40’a aykırı bularak iptal etmiştir. Kanun’da, çocuğun menfaatinin soybağının reddini gerektirdiği hâllerde dahi anaya bu davayı açma imkânının tanınmamış olması, ananın, özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına meşru sınırların ötesinde bir müdahale teşkil eder. Bu açıdan Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı yerindedir. İptal edilen TMK m. 286/I hükmünün yerine yapılacak düzenlemede, çocuğun sosyal babalık ilişkisinin tesisine ve korunmasına yönelik menfaatinin, ananın özel hayatına saygı gösterilmesini istemeye yönelik menfaatine nazaran öncelikli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu doğrultuda ananın soybağının reddi davası açma hakkı iki yönden sınırlandırılmalıdır. İlk olarak söz konusu hak, çocuğun doğumundan itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye tâbi olmalıdır. İkinci olarak ise ana, bu bir yıllık süre içinde dahi, ancak çocuğun menfaatinin kocayla olan soybağının korunmasını gerektirmemesi şartıyla soybağının reddi davası açabilmelidir.
{"title":"ANAYA SOYBAĞININ REDDİ DAVASI AÇMA HAKKI TANINMASI: OLMASI GEREKEN HUKUK BAKIMINDAN ÖNERİLER","authors":"Özgür Güvenç","doi":"10.54049/taad.1466874","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1466874","url":null,"abstract":"Soybağının reddi davası, babalık karinesi uyarınca baba sayılan koca ile çocuk arasındaki soybağını ortadan kaldırmak amacıyla açılan davadır. Türk kanun koyucusu, çocuğun anasına, bu davayı açarak çocukla baba arasındaki soybağını ortadan kaldırma hakkı tanımamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi, yakın tarihli bir kararında anaya bu hakkın tanınmamasının ananın özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını ihlal edebileceği gerekçesiyle TMK m. 286/I’i, AY m. 20 ve m. 40’a aykırı bularak iptal etmiştir. Kanun’da, çocuğun menfaatinin soybağının reddini gerektirdiği hâllerde dahi anaya bu davayı açma imkânının tanınmamış olması, ananın, özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına meşru sınırların ötesinde bir müdahale teşkil eder. Bu açıdan Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı yerindedir. İptal edilen TMK m. 286/I hükmünün yerine yapılacak düzenlemede, çocuğun sosyal babalık ilişkisinin tesisine ve korunmasına yönelik menfaatinin, ananın özel hayatına saygı gösterilmesini istemeye yönelik menfaatine nazaran öncelikli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu doğrultuda ananın soybağının reddi davası açma hakkı iki yönden sınırlandırılmalıdır. İlk olarak söz konusu hak, çocuğun doğumundan itibaren bir yıllık hak düşürücü süreye tâbi olmalıdır. İkinci olarak ise ana, bu bir yıllık süre içinde dahi, ancak çocuğun menfaatinin kocayla olan soybağının korunmasını gerektirmemesi şartıyla soybağının reddi davası açabilmelidir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"12 21","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140745710","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Çalışanların istediği zaman, istediği sendikaya üye olup olmaması, istediği zaman üyelikten ayrılması, istediğinde üye olduğu sendikayı değiştirebilmesi ve üyesi olduğu sendikanın faaliyetlerine dilediğinde katılması olarak tanımlanabilen bireysel sendika özgürlüğü, Anayasa’da ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nunda düzenlenmektedir. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 25’inci maddesinde bireysel sendika özgürlüğü kavramı ve sendika özgürlüğünün güvencesine ilişkin hükümlere yer verildiği görülmektedir. Bu çalışmada öncelikle bireysel sendika özgürlüğü ele alınmıştır; ardından bu özgürlüğe yasalarla getirilen güvenceye yer verilmiştir. Son olarak sendika özgürlüğünün güvencesine ilişkin Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları incelenmiştir.
{"title":"BİREYSEL SENDİKA ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GÜVENCESİ VE YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA ÖZGÜRLÜĞE AYKIRILIĞIN TESPİTİ","authors":"Seda Özgül Ekiz","doi":"10.54049/taad.1466877","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1466877","url":null,"abstract":"Çalışanların istediği zaman, istediği sendikaya üye olup olmaması, istediği zaman üyelikten ayrılması, istediğinde üye olduğu sendikayı değiştirebilmesi ve üyesi olduğu sendikanın faaliyetlerine dilediğinde katılması olarak tanımlanabilen bireysel sendika özgürlüğü, Anayasa’da ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nunda düzenlenmektedir. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 25’inci maddesinde bireysel sendika özgürlüğü kavramı ve sendika özgürlüğünün güvencesine ilişkin hükümlere yer verildiği görülmektedir. \u0000Bu çalışmada öncelikle bireysel sendika özgürlüğü ele alınmıştır; ardından bu özgürlüğe yasalarla getirilen güvenceye yer verilmiştir. Son olarak sendika özgürlüğünün güvencesine ilişkin Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları incelenmiştir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"4 7","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140745404","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Çatışan fikri mülkiyet haklarından hangisine üstünlük tanınacağı sorunu marka hukuku açısından önemini korumaktadır. Marka hukukunun temel ilkelerinden olan öncelik, SMK 155’in yürürlüğe girmesinden sonra tescil ilkesi karşısında daha üstün bir hak olarak kabul edilmiştir. Bu çalışmada marka kavramı ile tescil ve öncelik ilkeleri incelenmiş ve marka hakkının mahiyeti ile bunun bir başka tescili engelleme etkisi araştırılmıştır. Konu SMK öncesi dönemdeki yargı uygulaması, bu dönemde ileri sürülen görüşler, karşılaştırmalı hukuktaki uygulamalar ve Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları çerçevesinde ele alınmış ve nihayet SMK 155 ile birlikte ortaya çıkması muhtemel sorunlar irdelenerek, çeşitli önerilerde bulunulmuştur.
{"title":"MARKA KORUMASINDA TESCİL VE ÖNCELİK İKİLEMİ ÜZERİNE YARGITAY VE ABAD KARARLARI IŞIĞINDA BİR İNCELEME","authors":"Hayri Bozgeyik, Fatih Mehmet Tabur","doi":"10.54049/taad.1466867","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1466867","url":null,"abstract":"Çatışan fikri mülkiyet haklarından hangisine üstünlük tanınacağı sorunu marka hukuku açısından önemini korumaktadır. Marka hukukunun temel ilkelerinden olan öncelik, SMK 155’in yürürlüğe girmesinden sonra tescil ilkesi karşısında daha üstün bir hak olarak kabul edilmiştir. Bu çalışmada marka kavramı ile tescil ve öncelik ilkeleri incelenmiş ve marka hakkının mahiyeti ile bunun bir başka tescili engelleme etkisi araştırılmıştır. Konu SMK öncesi dönemdeki yargı uygulaması, bu dönemde ileri sürülen görüşler, karşılaştırmalı hukuktaki uygulamalar ve Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları çerçevesinde ele alınmış ve nihayet SMK 155 ile birlikte ortaya çıkması muhtemel sorunlar irdelenerek, çeşitli önerilerde bulunulmuştur.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"14 3","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140742246","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden arabuluculuk Amerikan hukuk sisteminde önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlamda, bireyler arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde aile arabuluculuğu da sıkça tercih edilen yöntemlerden biridir. Nitekim Amerika’da eyalet hukukları incelediğinde aile arabuluculuğu müesesesine ilişkin düzenlemelere sıklıkla rastlamak mümkündür. Söz konusu düzenlemelerde aile arabuluculuğunun kapsamlı bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Diğer taraftan, eyalet hukukları dışında aile arabulucuğuna dair çok sayıda özel düzenleme de bulunmaktadır. Bu özel düzenlemelerden biri de çalışmamızın konusunu oluşturan Aile ve Boşanma Arabuluculuğuna Yönelik Uygulama Model Standartları adlı hukuki düzenlemedir. Bu düzenleme Amerikan Barolar Birliği Delegeler Meclisi tarafından son değişikleriyle birlikte 2001 yılında yayınlanmıştır. Bilindiği üzere aile arabuluculuğu ülkemiz açısından da uzunca bir süredir gündemdedir. Dolayısıyla çalışmamızda bu düzenlemenin tarihsel gelişim sürecine ve hükümlerine değinilerek Türk hukuku için böyle bir düzenlenin yararlı olup olmayacağı üzerinde durulacaktır.
{"title":"AMERİKA’DA AİLE VE BOŞANMA ARABULUCULUĞUNA YÖNELİK UYGULAMA MODEL STANDARTLARI","authors":"Erhan Fırat","doi":"10.54049/taad.1466845","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1466845","url":null,"abstract":"Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden arabuluculuk Amerikan hukuk sisteminde önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlamda, bireyler arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde aile arabuluculuğu da sıkça tercih edilen yöntemlerden biridir. Nitekim Amerika’da eyalet hukukları incelediğinde aile arabuluculuğu müesesesine ilişkin düzenlemelere sıklıkla rastlamak mümkündür. Söz konusu düzenlemelerde aile arabuluculuğunun kapsamlı bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Diğer taraftan, eyalet hukukları dışında aile arabulucuğuna dair çok sayıda özel düzenleme de bulunmaktadır. Bu özel düzenlemelerden biri de çalışmamızın konusunu oluşturan Aile ve Boşanma Arabuluculuğuna Yönelik Uygulama Model Standartları adlı hukuki düzenlemedir. Bu düzenleme Amerikan Barolar Birliği Delegeler Meclisi tarafından son değişikleriyle birlikte 2001 yılında yayınlanmıştır. Bilindiği üzere aile arabuluculuğu ülkemiz açısından da uzunca bir süredir gündemdedir. Dolayısıyla çalışmamızda bu düzenlemenin tarihsel gelişim sürecine ve hükümlerine değinilerek Türk hukuku için böyle bir düzenlenin yararlı olup olmayacağı üzerinde durulacaktır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"14 30","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140745683","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Medeni ve idari yargılama hukuku açısından önemli bir yere sahip olan süreler, disiplin hukukunda da aynı oranda öneme sahiptirler. Bu nedenle hem 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlar için hem de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda öğretim elemanları için disiplin soruşturmasının başlangıcından sonuna kadar farklı nitelikteki sürelere yer verilmiştir. Bu sürelerin bir kısmının muhatabı idari makamlardır ve söz konusu süreler daha çok idarenin daha hızlı hareket etmesini temin etmeye yöneliktir. Bir kısım süreler ise memurlar ve öğretim elemanlarının savunma hakkı gibi haklarını gereği gibi kullanmaları için getirilmiş sürelerdir. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin getirmiş olduğu en temel ilkelerden birisi olan “Usul esasa mukaddemdir” ilkesi de kanunlarda düzenlenmiş sürelerin önemine işaret etmektedir. Bu çalışmamızda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlar için ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda öğretim elemanları için disiplin soruşturma ve cezalarında öngörülen süreler bütüncül bir yaklaşımla ele alınmıştır. Söz konusu kanunlarda düzenlenen süreler; konusuna, muhatabına ve etkisine göre gruplara ayrılmıştır. Bu kriterler ile yapılan ayrımda memurların ve öğretim elemanlarının disiplin hukukundaki süreleri; disiplin cezasına konu olan fiilin bir unsuru olan süreler, disiplin soruşturmalarında hak düşürücü süreler, disiplin cezalarının uygulanması bakımından süreler ve idari tedbir olarak görevden uzaklaştırmada süreler olmak üzere dört gruba ayırmak mümkündür. Her bir grupta söz konusu süreler ile ilgili önem arz eden ve güncel nitelikteki hususlardaki yargı kararlarına yer verilmek suretiyle disiplin hukukunda süreler incelenmektedir.
{"title":"DEVLET MEMURLARI KANUNU İLE 2547 SAYILI YÜKSEKÖĞRETİM KANUNUNDAKİ DİSİPLİN HUKUKUNA İLİŞKİN SÜRELER","authors":"Engin Saygin","doi":"10.54049/taad.1465879","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1465879","url":null,"abstract":"Medeni ve idari yargılama hukuku açısından önemli bir yere sahip olan süreler, disiplin hukukunda da aynı oranda öneme sahiptirler. Bu nedenle hem 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlar için hem de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda öğretim elemanları için disiplin soruşturmasının başlangıcından sonuna kadar farklı nitelikteki sürelere yer verilmiştir. Bu sürelerin bir kısmının muhatabı idari makamlardır ve söz konusu süreler daha çok idarenin daha hızlı hareket etmesini temin etmeye yöneliktir. Bir kısım süreler ise memurlar ve öğretim elemanlarının savunma hakkı gibi haklarını gereği gibi kullanmaları için getirilmiş sürelerdir. \u0000Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin getirmiş olduğu en temel ilkelerden birisi olan “Usul esasa mukaddemdir” ilkesi de kanunlarda düzenlenmiş sürelerin önemine işaret etmektedir. Bu çalışmamızda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurlar için ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda öğretim elemanları için disiplin soruşturma ve cezalarında öngörülen süreler bütüncül bir yaklaşımla ele alınmıştır. Söz konusu kanunlarda düzenlenen süreler; konusuna, muhatabına ve etkisine göre gruplara ayrılmıştır. Bu kriterler ile yapılan ayrımda memurların ve öğretim elemanlarının disiplin hukukundaki süreleri; disiplin cezasına konu olan fiilin bir unsuru olan süreler, disiplin soruşturmalarında hak düşürücü süreler, disiplin cezalarının uygulanması bakımından süreler ve idari tedbir olarak görevden uzaklaştırmada süreler olmak üzere dört gruba ayırmak mümkündür. Her bir grupta söz konusu süreler ile ilgili önem arz eden ve güncel nitelikteki hususlardaki yargı kararlarına yer verilmek suretiyle disiplin hukukunda süreler incelenmektedir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"9 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140744258","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Millî mücadele döneminde kabul edilen 1921 Anayasası (1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu), Türk anayasal tarihinde özel bir yere sahiptir. Dönemin olağanüstü koşullarında ortaya çıkan belge kısa, yumuşak anayasa olması itibariyle tektir ve aynı zamanda milli egemenlik ilkesini kabul ederek iktidarın kaynağını beşerileştirmiştir. Modern anayasacılığın gereği olarak iktidarı sınırlama işlevi gören anayasalar, birey hak ve özgürlüklerini ve devletin temel organları ile bu organlar arasındaki ilişkileri düzenleyen metinlerdir. Ancak 1921 Anayasası’nda yargı ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. 23 Nisan 1920’de Meclisin açılmasından sonra meclis hükümeti sisteminin hukuki zemini oluşturulmuştur. “Cumhuriyet” gibi zor bir hedefe ulaşma yolunda, devam etmekte olan kurtuluş mücadelesi ve 1. Mecliste çoğunluğun desteklediği eski rejimi kurtarma isteği kuvvetler birliği sisteminin benimsenmesini zorunlu kılmıştır. Kuvvetler birliği modelleri arasında yer alan meclis hükümeti sistemi olağanüstü dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Bu duruma istisna tek örnek, İsviçre’de uygulanan meclis hükümet sistemi olmuştur. Bu çalışmanın temel amacı, 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile temelleri atılan ve 1921 Anayasası ile de anayasal bir boyut kazanan hükümet sistemini ele alarak İsviçre modeli ile karşılaştırmaktır. Bu amaç doğrultusunda, önce meclis hükümeti sisteminin kavramsal çerçevesi ve tarihi gelişimi ele alınmış ve meclis hükümet sisteminin özelliklerine değinilmiştir. Ardından İsviçre hükümet sistemi ile 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile temelleri atılan ve 1921 Anayasası’nın da içerdiği hükümet sistemi karşılaştırılmıştır.
{"title":"1921 ANAYASASI’NIN ANAYASAL BOYUT KAZANDIRDIĞI MECLİS HÜKÜMETİ SİSTEMİ İLE İSVİÇRE HÜKÜMET SİSTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI","authors":"Hatice Derya Ormanoğlu Duranlioğlu","doi":"10.54049/taad.1465836","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1465836","url":null,"abstract":"Millî mücadele döneminde kabul edilen 1921 Anayasası (1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu), Türk anayasal tarihinde özel bir yere sahiptir. Dönemin olağanüstü koşullarında ortaya çıkan belge kısa, yumuşak anayasa olması itibariyle tektir ve aynı zamanda milli egemenlik ilkesini kabul ederek iktidarın kaynağını beşerileştirmiştir. Modern anayasacılığın gereği olarak iktidarı sınırlama işlevi gören anayasalar, birey hak ve özgürlüklerini ve devletin temel organları ile bu organlar arasındaki ilişkileri düzenleyen metinlerdir. Ancak 1921 Anayasası’nda yargı ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. \u000023 Nisan 1920’de Meclisin açılmasından sonra meclis hükümeti sisteminin hukuki zemini oluşturulmuştur. “Cumhuriyet” gibi zor bir hedefe ulaşma yolunda, devam etmekte olan kurtuluş mücadelesi ve 1. Mecliste çoğunluğun desteklediği eski rejimi kurtarma isteği kuvvetler birliği sisteminin benimsenmesini zorunlu kılmıştır. Kuvvetler birliği modelleri arasında yer alan meclis hükümeti sistemi olağanüstü dönemlerde ortaya çıkmaktadır. Bu duruma istisna tek örnek, İsviçre’de uygulanan meclis hükümet sistemi olmuştur. Bu çalışmanın temel amacı, 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile temelleri atılan ve 1921 Anayasası ile de anayasal bir boyut kazanan hükümet sistemini ele alarak İsviçre modeli ile karşılaştırmaktır. Bu amaç doğrultusunda, önce meclis hükümeti sisteminin kavramsal çerçevesi ve tarihi gelişimi ele alınmış ve meclis hükümet sisteminin özelliklerine değinilmiştir. Ardından İsviçre hükümet sistemi ile 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile temelleri atılan ve 1921 Anayasası’nın da içerdiği hükümet sistemi karşılaştırılmıştır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"4 11","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140743414","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaşla birlikte Türkiye'ye sığınan Ukraynalıların uluslararası koruma statüleri kapsamında değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Türk hukukunda düzenlenen uluslararası koruma türleri mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma statüleridir. Ukrayna Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olduğu için bu ülkeden gelen Ukraynalılara Türkiye'de şartlı mülteci statüsü verilememektedir. Ukrayna'dan gelip Türkiye'ye sığınan bir Ukraynalı, ancak şartları yerine getirmesi hâlinde mülteci veya ikincil koruma statüsü kapsamında Türkiye'de korunabilir. Ukraynalı bir sığınmacının, Türkiye’de mülteci statüsünde bulunabilmesi için öncelikli olarak silahlı çatışma kavramının bu statü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer yandan, Ukrayna’daki silahlı çatışma hâli mülteci statüsü kapsamında düşünülse bile, bu statüsünün verilebilmesi için sığınmacının haklı nedenle zulüm korkusunun, ırk, din, tabiiyet, belli bir toplumsal gruba mensubiyet veya siyasi düşünce kategorilerinden biriyle ilişkilendirilmesi şarttır. Ülkemizden sığınma talep eden Ukraynalıya ikincil koruma statüsü verilebilmesi bakımından ise kendisine mülteci statüsü verilebilecek nitelendirmeye sahip olmaması gerekmektedir. Sonraki aşamada, Ukraynalının ikincil koruma statüsünün sağladığı korumadan faydalanabilmesi için gerekli şartlar Ukrayna’daki somut durum bakımından tek tek ele alınmalıdır.
{"title":"TÜRKİYE’DE BULUNAN UKRAYNALILARIN ULUSLARARASI KORUMA STATÜLERİ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ","authors":"Aslı Çoban","doi":"10.54049/taad.1465872","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1465872","url":null,"abstract":"Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaşla birlikte Türkiye'ye sığınan Ukraynalıların uluslararası koruma statüleri kapsamında değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Türk hukukunda düzenlenen uluslararası koruma türleri mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma statüleridir. Ukrayna Avrupa Konseyi üyesi bir ülke olduğu için bu ülkeden gelen Ukraynalılara Türkiye'de şartlı mülteci statüsü verilememektedir. Ukrayna'dan gelip Türkiye'ye sığınan bir Ukraynalı, ancak şartları yerine getirmesi hâlinde mülteci veya ikincil koruma statüsü kapsamında Türkiye'de korunabilir. Ukraynalı bir sığınmacının, Türkiye’de mülteci statüsünde bulunabilmesi için öncelikli olarak silahlı çatışma kavramının bu statü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer yandan, Ukrayna’daki silahlı çatışma hâli mülteci statüsü kapsamında düşünülse bile, bu statüsünün verilebilmesi için sığınmacının haklı nedenle zulüm korkusunun, ırk, din, tabiiyet, belli bir toplumsal gruba mensubiyet veya siyasi düşünce kategorilerinden biriyle ilişkilendirilmesi şarttır. Ülkemizden sığınma talep eden Ukraynalıya ikincil koruma statüsü verilebilmesi bakımından ise kendisine mülteci statüsü verilebilecek nitelendirmeye sahip olmaması gerekmektedir. Sonraki aşamada, Ukraynalının ikincil koruma statüsünün sağladığı korumadan faydalanabilmesi için gerekli şartlar Ukrayna’daki somut durum bakımından tek tek ele alınmalıdır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"7 17","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140744359","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Zihinsel ve fiziksel olarak olgunluğa erişmemiş, aynı zamanda eğitimleri devam eden çocuk ve genç işçilerin bedensel, fiziksel ve ahlaki gelişimlerine engel olunmaması, aynı zamanda eğitimlerine zarar gelmemesi için çalışma hayatında özel olarak korunması gerekir. Bu itibarla çocuk ve genç işçilerin korunması iş hukukunun en önemli alanlarından biri olup, bir yandan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı ve Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinde diğer taraftan ulusal mevzuatımızda konuya ilişkin özel düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu düzenlemeler genel olarak asgari bir çalışma yaşının öngörülmesi, çocuk ve genç işçilerin çalışabilecekleri işlerin ve çalışma sürelerinin sınırlanması, dinlenme sürelerinin arttırılması ile iş sağlığı ve güvenliğinde özel koruyucu önlemlere yer verilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Genç gemi çalışanları ise, denizciliğin beraberinde getirdiği güç çalışma koşulları dolayısıyla ayrıca korumaya muhtaçtır. Buna rağmen 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nda genç gemi çalışanlarına ilişkin olarak hiçbir düzenlemeye yer verilmemiştir. Gemi Adamları ve Kılavuz Kaptanlar Yönetmeliği ile 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve bu Kanun kapsamında çıkarılan yönetmelikler kapsamında yer alan bazı düzenlemeler genç gemi çalışanları için kimi hükümler içermekle birlikte yetersizdir. Zira gerek onaylamış olduğumuz Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinde gerekse hukukumuz açısından henüz yürürlükte olmasa da Denizcilik Çalışma Sözleşmesinde (Maritime Labour Convention – 2006) (MLC 2006) genç gemi çalışanlarına ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Özellikle Denizcilik Çalışma Sözleşmesiyle gemilerde asgari çalışma yaşı kural olarak 16 olarak belirlenmiş, genç gemi çalışanlarının çalışma süreleri günde 8 saati ve haftada 40 saat ile sınırlandırılmış, yıllık ücretli izne ilişkin özel düzenlemeler yapılması öngörülmüş, genç gemi çalışanlarının iş sağlığı ve güvenliği konusunda da ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır. Çalışmamızda, deniz iş hukukunda genç gemi çalışanlarının korunması kapsamındaki düzenlemeler incelenmiş, özellikle Denizcilik Çalışma Sözleşmesi düzenlemeleri karşısında ulusal mevzuatımız değerlendirilmiştir.
{"title":"DENİZ İŞ HUKUKUNDA GENÇ GEMİ ÇALIŞANLARININ KORUNMASI","authors":"Ş. E. Baskan","doi":"10.54049/taad.1466882","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1466882","url":null,"abstract":"Zihinsel ve fiziksel olarak olgunluğa erişmemiş, aynı zamanda eğitimleri devam eden çocuk ve genç işçilerin bedensel, fiziksel ve ahlaki gelişimlerine engel olunmaması, aynı zamanda eğitimlerine zarar gelmemesi için çalışma hayatında özel olarak korunması gerekir. Bu itibarla çocuk ve genç işçilerin korunması iş hukukunun en önemli alanlarından biri olup, bir yandan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı ve Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinde diğer taraftan ulusal mevzuatımızda konuya ilişkin özel düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu düzenlemeler genel olarak asgari bir çalışma yaşının öngörülmesi, çocuk ve genç işçilerin çalışabilecekleri işlerin ve çalışma sürelerinin sınırlanması, dinlenme sürelerinin arttırılması ile iş sağlığı ve güvenliğinde özel koruyucu önlemlere yer verilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Genç gemi çalışanları ise, denizciliğin beraberinde getirdiği güç çalışma koşulları dolayısıyla ayrıca korumaya muhtaçtır. Buna rağmen 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nda genç gemi çalışanlarına ilişkin olarak hiçbir düzenlemeye yer verilmemiştir. Gemi Adamları ve Kılavuz Kaptanlar Yönetmeliği ile 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve bu Kanun kapsamında çıkarılan yönetmelikler kapsamında yer alan bazı düzenlemeler genç gemi çalışanları için kimi hükümler içermekle birlikte yetersizdir. Zira gerek onaylamış olduğumuz Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinde gerekse hukukumuz açısından henüz yürürlükte olmasa da Denizcilik Çalışma Sözleşmesinde (Maritime Labour Convention – 2006) (MLC 2006) genç gemi çalışanlarına ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Özellikle Denizcilik Çalışma Sözleşmesiyle gemilerde asgari çalışma yaşı kural olarak 16 olarak belirlenmiş, genç gemi çalışanlarının çalışma süreleri günde 8 saati ve haftada 40 saat ile sınırlandırılmış, yıllık ücretli izne ilişkin özel düzenlemeler yapılması öngörülmüş, genç gemi çalışanlarının iş sağlığı ve güvenliği konusunda da ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır. Çalışmamızda, deniz iş hukukunda genç gemi çalışanlarının korunması kapsamındaki düzenlemeler incelenmiş, özellikle Denizcilik Çalışma Sözleşmesi düzenlemeleri karşısında ulusal mevzuatımız değerlendirilmiştir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"13 7","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140744864","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kurumlar Vergisi Kanunu’na 7417 sayılı Kanun ile eklenen geçici madde 15 hükmü yeni bir varlık barışı uygulaması getirmiştir. Bu yolla tanınan vergi avantajı sayesinde yurt dışındaki ve yurt içindeki varlıkların kayıt altına alınarak daha düşük oranlarla vergilendirilmesi yoluna gidilmiştir. Söz konusu varlık barışı uygulaması, kademeli vergilendirme öngörmesi ve vergi incelemesi yapılamayacağını hüküm altına alması bakımından daha önceki uygulamalardan ayrılmıştır. Bu düzenlemenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunulmuştur. İptal talebinde; varlık barışı uygulaması ile kayıt altına alma imkânının mali güç ilkesi ile vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkelerine aykırı olduğu, mülkiyet hakkını ihlal ettiği, hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle de bağdaşmadığı ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi talebi yerinde görmeyerek reddetmiştir. Çalışmada Kurumlar Vergisi Kanunu’nda geçici madde ile düzenlenen varlık barışı uygulaması ve bu maddeye ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı konu edilmiştir. Bu bakımdan öncelikle ilgili varlık barışı uygulaması açıklanmış, özellikleri ortaya konmuştur. Daha sonra da maddenin denetimini yapan Anayasa Mahkemesi kararı, iptal talebinde ileri sürülen gerekçeler ve Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmeleri çerçevesinde incelenmiştir. Sonuç olarak; kararda yapılan değerlendirmeler, daha önce verilen kararlar ve teorik açıklamalar neticesinde kararın çelişki barındırdığı belirlenmiştir.
{"title":"KURUMLAR VERGİSİ KANUNU’NDA VARLIK BARIŞI VE İLGİLİ ANAYASA MAHKEMESİ KARARI ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER","authors":"Fatih Saraçoğlu, Abdullah Ömercioğlu","doi":"10.54049/taad.1465844","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1465844","url":null,"abstract":"Kurumlar Vergisi Kanunu’na 7417 sayılı Kanun ile eklenen geçici madde 15 hükmü yeni bir varlık barışı uygulaması getirmiştir. Bu yolla tanınan vergi avantajı sayesinde yurt dışındaki ve yurt içindeki varlıkların kayıt altına alınarak daha düşük oranlarla vergilendirilmesi yoluna gidilmiştir. Söz konusu varlık barışı uygulaması, kademeli vergilendirme öngörmesi ve vergi incelemesi yapılamayacağını hüküm altına alması bakımından daha önceki uygulamalardan ayrılmıştır. Bu düzenlemenin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunulmuştur. İptal talebinde; varlık barışı uygulaması ile kayıt altına alma imkânının mali güç ilkesi ile vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkelerine aykırı olduğu, mülkiyet hakkını ihlal ettiği, hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle de bağdaşmadığı ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi talebi yerinde görmeyerek reddetmiştir. \u0000Çalışmada Kurumlar Vergisi Kanunu’nda geçici madde ile düzenlenen varlık barışı uygulaması ve bu maddeye ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı konu edilmiştir. Bu bakımdan öncelikle ilgili varlık barışı uygulaması açıklanmış, özellikleri ortaya konmuştur. Daha sonra da maddenin denetimini yapan Anayasa Mahkemesi kararı, iptal talebinde ileri sürülen gerekçeler ve Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmeleri çerçevesinde incelenmiştir. Sonuç olarak; kararda yapılan değerlendirmeler, daha önce verilen kararlar ve teorik açıklamalar neticesinde kararın çelişki barındırdığı belirlenmiştir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"15 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-04-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"140743253","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}