Tales are formed orally by their nature and continue their existence for generations by maintaining their anonymous structure. Inspired by the power of the parole, story telling creates a visual memory through words, and it is thought to contribute to the formation of the individual's first aesthetic understanding. Aesthetic symbols designed for the child subject also serve the educational function and convey the first ethical information. It can be predicted that the individual, who has started to collect data on aesthetics in infancy, will acquire this as a skill in the continuation of his life. Aestheticized symbols used in fairy-tales are usually simple objects, colors, or concepts that children are familiar with and relatively easy to understand. In this study, ethical-aesthetic teachings related to child education in fairy-tales have been examined within the context of the phenomenon of beauty on the basis of Arthur Schopenhauer's views in Metaphysics of Beauty: Secrets of Art and Beauty. While the universe of the study are tales, the sample is composed of the tales in Pertev Naili Boratav's collection titled Az Gittik Uz Gittik (We went less, We went Far). According to the findings of the study, Arthur Schopenhauer’s philosophy of beauty and the conceptions of beauty in Boratav’s fariy-tales are in line with each other. Both of them associate beauty with metaphysics. Additionally in Boratav’s fairy-tales the values that signify family ties such as mother, father, sibling, and the importance of being good and virtuous are at the forefront of ethical teachings and ethical values were determined to be transferred with aestheticized items. From this point of view it is aimed to emphasize that the new approaches and methods related to education can benefit from aesthetic-ethical expression opportunities of fairy-tales.
故事的本质是口头形成的,并通过保持其匿名结构而代代相传。受言语力量的启发,讲故事通过文字创造了一种视觉记忆,它被认为有助于形成个人的第一审美理解。为儿童主体设计的审美符号也服务于教育功能,传达第一伦理信息。可以预见,一个在婴儿期就开始收集美学资料的人,将在他生命的延续中获得这一技能。童话中使用的审美符号通常是孩子们熟悉的、相对容易理解的简单物体、颜色或概念。本研究以叔本华在《美的形而上学:艺术与美的秘密》一书中的观点为基础,在美现象的背景下,对童话中与儿童教育相关的伦理美学教学进行了研究。虽然研究的范围是故事,但样本是由Pertev Naili Boratav的故事集Az Gittik Uz Gittik(我们走得少,我们走得远)中的故事组成的。研究结果表明,叔本华的美哲学与波拉塔夫童话中的美的概念是一致的。他们都把美和形而上学联系在一起。此外,在波拉塔夫的童话故事中,象征家庭关系的价值观,如母亲、父亲、兄弟姐妹,以及善良和道德的重要性,都处于伦理教育的最前沿,伦理价值观被确定为与审美化的物品一起转移。从这一角度出发,强调童话的审美伦理表达可以为教育提供新的途径和方法。
{"title":"ETHICAL-AESTHETICAL CONCEPTIONS IN FAIRY-TALES WITHIN THE CONTEXT OF THE PHENOMENON OF BEAUTY","authors":"Çiğdem AKYÜZ ÖZTOKMAK","doi":"10.34083/akaded.1200235","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1200235","url":null,"abstract":"Tales are formed orally by their nature and continue their existence for generations by maintaining their anonymous structure. Inspired by the power of the parole, story telling creates a visual memory through words, and it is thought to contribute to the formation of the individual's first aesthetic understanding. Aesthetic symbols designed for the child subject also serve the educational function and convey the first ethical information. It can be predicted that the individual, who has started to collect data on aesthetics in infancy, will acquire this as a skill in the continuation of his life. Aestheticized symbols used in fairy-tales are usually simple objects, colors, or concepts that children are familiar with and relatively easy to understand. \u0000In this study, ethical-aesthetic teachings related to child education in fairy-tales have been examined within the context of the phenomenon of beauty on the basis of Arthur Schopenhauer's views in Metaphysics of Beauty: Secrets of Art and Beauty. While the universe of the study are tales, the sample is composed of the tales in Pertev Naili Boratav's collection titled Az Gittik Uz Gittik (We went less, We went Far). According to the findings of the study, Arthur Schopenhauer’s philosophy of beauty and the conceptions of beauty in Boratav’s fariy-tales are in line with each other. Both of them associate beauty with metaphysics. Additionally in Boratav’s fairy-tales the values that signify family ties such as mother, father, sibling, and the importance of being good and virtuous are at the forefront of ethical teachings and ethical values were determined to be transferred with aestheticized items. From this point of view it is aimed to emphasize that the new approaches and methods related to education can benefit from aesthetic-ethical expression opportunities of fairy-tales.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"706 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"123837355","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türkçede bağlaç, sözcük türleri arasında tek başına bir anlamı olmayan; sözcükler, sözcük grupları ve cümleler arasında anlamsal ilişkiler kuran öge olarak tanımlanır. Bağlaçlar, dil unsurları arasında biçimsel açıdan bağlantı kurdukları gibi anlamsal ilgiler de kurabilmektedirler. Bu kadar kullanım yoğunluğu ve çeşitliliğine sahip olan sözcük türünün anlamsal işlevlerine yönelik çalışmalar da farklı bakış açılarına göre şekillenmektedir. Türk lehçeleri arasında, aynı yapının ya da sözcüğün cümle içinde farklı anlamlar ve işlevler kazandığı görülmektedir. Çalışmada “dA” bağlacının farklı anlamları ve işlevleri gösterilmiştir. “dA” bağlacının bağlam içi kullanımları Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış metinlerden derlenen örnekler üzerinden sözdizimsel ve anlamsal yönüyle ele alınmıştır. Örnekler, Elçin’in (Elçin, 2005) “Seçilmiş Eserleri I “Hekayələr” adlı eserinden derlenmiştir. Alıntıların yapıldığı hikâyelerin başlıkları kısaltmalarla verilmiş ve sayfa numaraları belirtilmiştir. Yapılan değerlendirmeler sonucu “dA” bağlacının bağlam içi işlevleri; çelişki bildirme işlevi, olumluluğu olumsuzlaştırma işlevi, olumsuzluğu olumluluğa çevirme işlevi, durumların eşitlenmesi işlevi, sebep-sonuç işlevi, karşılaştırma işlevi, destekleme işlevi, benzer bir duruma dayanak oluşturma işlevi, ekleme işlevi, bir durumu diğer bir duruma ekleme / ilişkilendirme işlevi, pekiştirme işlevi, aynı anda olma işlevi, aynı eylemi birlikte yapma şeklinde on üç ana başlık altında sınıflandırılmıştır. Bu sonuçlar “dA” bağlacının sözdizimsel işlevin yanı sıra semantik işlevle de metinlerde yer aldığının açık bir göstergesidir. Bağlaçla ilgili elde edilen veriler sonucunda hem işlev hem de sınıflandırma bakımından yeni çalışmalara da zemin hazırlayacaktır.
{"title":"Azerbaycan Türkçesinde “dA” Bağlacının Çeşitli Anlamsal İşlevleri","authors":"Sultan Şenödeyi̇ci̇","doi":"10.34083/akaded.1199846","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1199846","url":null,"abstract":"Türkçede bağlaç, sözcük türleri arasında tek başına bir anlamı olmayan; sözcükler, sözcük grupları ve cümleler arasında anlamsal ilişkiler kuran öge olarak tanımlanır. Bağlaçlar, dil unsurları arasında biçimsel açıdan bağlantı kurdukları gibi anlamsal ilgiler de kurabilmektedirler. Bu kadar kullanım yoğunluğu ve çeşitliliğine sahip olan sözcük türünün anlamsal işlevlerine yönelik çalışmalar da farklı bakış açılarına göre şekillenmektedir. Türk lehçeleri arasında, aynı yapının ya da sözcüğün cümle içinde farklı anlamlar ve işlevler kazandığı görülmektedir. Çalışmada “dA” bağlacının farklı anlamları ve işlevleri gösterilmiştir. “dA” bağlacının bağlam içi kullanımları Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış metinlerden derlenen örnekler üzerinden sözdizimsel ve anlamsal yönüyle ele alınmıştır. Örnekler, Elçin’in (Elçin, 2005) “Seçilmiş Eserleri I “Hekayələr” adlı eserinden derlenmiştir. Alıntıların yapıldığı hikâyelerin başlıkları kısaltmalarla verilmiş ve sayfa numaraları belirtilmiştir. Yapılan değerlendirmeler sonucu “dA” bağlacının bağlam içi işlevleri; çelişki bildirme işlevi, olumluluğu olumsuzlaştırma işlevi, olumsuzluğu olumluluğa çevirme işlevi, durumların eşitlenmesi işlevi, sebep-sonuç işlevi, karşılaştırma işlevi, destekleme işlevi, benzer bir duruma dayanak oluşturma işlevi, ekleme işlevi, bir durumu diğer bir duruma ekleme / ilişkilendirme işlevi, pekiştirme işlevi, aynı anda olma işlevi, aynı eylemi birlikte yapma şeklinde on üç ana başlık altında sınıflandırılmıştır. Bu sonuçlar “dA” bağlacının sözdizimsel işlevin yanı sıra semantik işlevle de metinlerde yer aldığının açık bir göstergesidir. Bağlaçla ilgili elde edilen veriler sonucunda hem işlev hem de sınıflandırma bakımından yeni çalışmalara da zemin hazırlayacaktır.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126471021","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
1960’ların ortalarından itibaren bir disiplin olarak gelişmeye başlayan anlatıbilimin kökleri Platon ve Aristo’nun mimesis ve diegesis kavramlarına kadar uzanır. En genel tabirle, “taklit” anlamına gelen mimesis ile “anlatma” anlamına gelen diegesis, anlatıda sözün ve düşüncenin temsili için bir zemin işlevi görür. Anlatı terimi günümüzde disiplinler arası ve çok boyutlu bir anlam kazanmıştır. Bu çalışma kapsamında ise anlatı “karakterin söylemi ile anlatıcının söyleminin bir bütünü” olarak ele alınmıştır. Anlatıda “söz” ve “düşünce”, genel olarak “söylem” kapsayıcı terimi ile karşılanabilmektedir. Karakterin otoritesi altında bulunan söylem kategorileri (serbest dolaysız söz, serbest dolaysız düşünce, dolaysız söz, dolaysız düşünce) kurmaca anlatıda en mimetik kategoriler olarak kabul görürken, anlatıcı otoritesi altında bulunanlar (dolaylı söz, dolaylı düşünce, söz edimlerinin anlatısal aktarımı, düşünce edimlerinin anlatısal aktarımı, eylemin anlatısal aktarımı) en diegetik kategoriler olarak kabul edilir. Bu makalede Ayfer Tunç’un “Doğru” başlıklı hikâyesi sözün ve düşüncenin temsili açısından incelenmiştir. Homodiegetik (öykü-içi) bir anlatıcının yer aldığı hikâyede, anlatı durumu, sözün ve düşüncenin temsil edilme biçimlerine yön vermektedir. Birinci şahıs anlatısına örnek olan metinde anlatıcının aynı zamanda anlattığı öyküde bir karakter olarak yer alması, ağırlıklı olarak söz kategorilerinin kullanılmasına ortam hazırlamıştır. Benimsenen anlatı durumunun etkisiyle, anlatıda diegetik söylem kategorilerinin yoğun olduğu, en mimetik söylem kategorilerinde bile anlatıcının varlığını hissettirdiği görülmektedir.
{"title":"Ayfer Tunç’un “Doğru” Başlıklı Hikâyesinde Sözün ve Düşüncenin Temsili","authors":"Ebru Özlem Yilmaz","doi":"10.34083/akaded.1203676","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1203676","url":null,"abstract":"1960’ların ortalarından itibaren bir disiplin olarak gelişmeye başlayan anlatıbilimin kökleri Platon ve Aristo’nun mimesis ve diegesis kavramlarına kadar uzanır. En genel tabirle, “taklit” anlamına gelen mimesis ile “anlatma” anlamına gelen diegesis, anlatıda sözün ve düşüncenin temsili için bir zemin işlevi görür. Anlatı terimi günümüzde disiplinler arası ve çok boyutlu bir anlam kazanmıştır. Bu çalışma kapsamında ise anlatı “karakterin söylemi ile anlatıcının söyleminin bir bütünü” olarak ele alınmıştır. Anlatıda “söz” ve “düşünce”, genel olarak “söylem” kapsayıcı terimi ile karşılanabilmektedir. Karakterin otoritesi altında bulunan söylem kategorileri (serbest dolaysız söz, serbest dolaysız düşünce, dolaysız söz, dolaysız düşünce) kurmaca anlatıda en mimetik kategoriler olarak kabul görürken, anlatıcı otoritesi altında bulunanlar (dolaylı söz, dolaylı düşünce, söz edimlerinin anlatısal aktarımı, düşünce edimlerinin anlatısal aktarımı, eylemin anlatısal aktarımı) en diegetik kategoriler olarak kabul edilir. Bu makalede Ayfer Tunç’un “Doğru” başlıklı hikâyesi sözün ve düşüncenin temsili açısından incelenmiştir. Homodiegetik (öykü-içi) bir anlatıcının yer aldığı hikâyede, anlatı durumu, sözün ve düşüncenin temsil edilme biçimlerine yön vermektedir. Birinci şahıs anlatısına örnek olan metinde anlatıcının aynı zamanda anlattığı öyküde bir karakter olarak yer alması, ağırlıklı olarak söz kategorilerinin kullanılmasına ortam hazırlamıştır. Benimsenen anlatı durumunun etkisiyle, anlatıda diegetik söylem kategorilerinin yoğun olduğu, en mimetik söylem kategorilerinde bile anlatıcının varlığını hissettirdiği görülmektedir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"560 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"123919747","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
19. asrın ikinci yarısında doğan Mahmud Şevket Gavsî Bey, Osmanlının son dönem şairlerindendir. Neyzenlik yapan, musiki ile de yakından ilgilenen Şevket Bey klasik edebiyatın son döneminde Gavsî mahlasıyla şiirler yazarak geleneğin devamına katkı sağlamıştır. Bahâr-ı Hevesim, Şair Dâniş Bey ve Gülzâr-ı Şebâb, onun hayatının farklı dönemlerinde kaleme aldığı Türkçe manzumelerini bir araya getirdiği eserleridir. Bunlardan Bahâr-ı Hevesim, şairin ilk eseri olmasıyla dikkat çeker. Eser, 1308/1891’de Gavsî’nin çocukluk yıllarına rastlayan bir tarihte tertip edilmiştir. Mecmua niteliğindeki eserde farklı nazım şekilleriyle yazılan 15 manzume bulunur. Kendisini “nev-heves” bir şair olarak niteleyen şair, şiir yazma hevesine yenik düşerek mecmuasındaki şiirleri kaleme aldığını ifade etmektedir. Bu çalışmada Şevket Gavsî’nin Bahar-ı Hevesim adlı eseri ele alınmıştır. Eserde bulunan şiirler önce şekil yönünden bir incelemeye tabi tutulmuş, ardından bunların muhteva yönüyle değerlendirmesi yapılmıştır. Böylece şairin edebî şahsiyetine dair bilinenlere katkılar sunmak ve bir eserin daha literatüre kazandırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın sonunda ise eserin transkribe metnine yer verilmiştir.
{"title":"'Nev-Heves' Bir Şairin İlk Şiirleri: Dânişî-zâde Şevket Gavsî’nin “Bahâr-ı Hevesim” İsimli Şiir Mecmuası","authors":"Hulusi Eren","doi":"10.34083/akaded.1203536","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1203536","url":null,"abstract":"19. asrın ikinci yarısında doğan Mahmud Şevket Gavsî Bey, Osmanlının son dönem şairlerindendir. Neyzenlik yapan, musiki ile de yakından ilgilenen Şevket Bey klasik edebiyatın son döneminde Gavsî mahlasıyla şiirler yazarak geleneğin devamına katkı sağlamıştır. Bahâr-ı Hevesim, Şair Dâniş Bey ve Gülzâr-ı Şebâb, onun hayatının farklı dönemlerinde kaleme aldığı Türkçe manzumelerini bir araya getirdiği eserleridir. Bunlardan Bahâr-ı Hevesim, şairin ilk eseri olmasıyla dikkat çeker. Eser, 1308/1891’de Gavsî’nin çocukluk yıllarına rastlayan bir tarihte tertip edilmiştir. Mecmua niteliğindeki eserde farklı nazım şekilleriyle yazılan 15 manzume bulunur. Kendisini “nev-heves” bir şair olarak niteleyen şair, şiir yazma hevesine yenik düşerek mecmuasındaki şiirleri kaleme aldığını ifade etmektedir. \u0000Bu çalışmada Şevket Gavsî’nin Bahar-ı Hevesim adlı eseri ele alınmıştır. Eserde bulunan şiirler önce şekil yönünden bir incelemeye tabi tutulmuş, ardından bunların muhteva yönüyle değerlendirmesi yapılmıştır. Böylece şairin edebî şahsiyetine dair bilinenlere katkılar sunmak ve bir eserin daha literatüre kazandırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın sonunda ise eserin transkribe metnine yer verilmiştir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"40 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116958177","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Modernizm, rasyonel düşünceyi merkeze alarak yaratıcı hamleler idealini gerçekleştirmeyi ilke edinirken yeni yaşam biçimleri de geliştirir. Bireyin soyut ve manevi değerlerle bağını koparmayı hızlandıran bu yaşam biçiminde, gündelik hayatın her kademesinde varlık gösteren kapital ekonomi düzeni etkindir. Tekelci ekonomi yaratan kapital düzende gelir gider arası arasındaki uçurumun artmasına bağlı olarak sınıflar arası uçurumda, temsilciliğini zenginlerin yaptığı tüketime dayalı yeni bir kültür oluşur. Tüketim kültüründe nesneler, ihtiyaçlara göre değil temsil ettiği göstergeler değerine göre bir anlam ifade eder. İnsanların, toplumda itibar elde etmek ile nesnelerin gösterge değerine sahip olmak arasında bağ kurmaları, nesnelerin egemenliği altında ezilmelerine ve onun bir parçasına dönüşmelerine yol açar. Böylece tüketim güdüsünün kontrolü altına giren, bundan haz alan yeni bir kimlik oluşur. Modern özne, evrildiği yeni kimlikte nesne karşısında çaresizliğe düşerken her şeye, özellikle din ve inanç sistemine yabancılaşır. Din, toplumsal ve bireysel kimliği şekillendirmede, toplumsal nizamı tesis etmede önemli bir yapıdır. Fakat modernleşmenin sonuçlarından biri olan ve insanların manevi hayatla olan bağını koparmayı ifade eden sekülerleşme, kapital ekonominin tüketici zihniyetinden beslenerek insanların din ile ilişkisini artan bir şiddetle zedeleyip dini tüketilmesi gereken bir nesne konumuna indirgemiştir. Bu etki, sosyal ilişkilerin yoğun ve karmaşık olduğu şehirlerde daha fazladır. Kırsal kesimin gelişmelere daha kapalı olması, toplumun gelenek ve göreneklerinin yeni davranış örgülerine ve kalıplarına direnç göstermesi dine bağlılığın egemen olduğu bir dünya algısını besler. Mustafa Kutlu’nun, Sır isimli öyküsü, sekülerleşmenin ekonomik ve kültürel boyutlarının dine etkisini konu edinen bir eserdir. Kırsal yaşamdaki geleneksel normların, hızlı değişimin yaşandığı şehirlere özgü bir zihinsel yapı tarafından nasıl evrildiği düşüncesi öyküye egemendir. Kutlu, köy-şehir çatışması etrafında metalaşmayı özümseyen modern öznelerin dini meta haline getiren anlayışını yabancılaşma, yalnızlık ekseninde eleştirir. Gerçekçi bir şekilde yapılan bu eleştiriler, toplumu anlama konusunda sosyolojik verilerle desteklenir. Öykü, edebiyat ve toplum arasındaki ilişkiyi göstermesi, çalışmamızın sebebini teşkil eder.
{"title":"Tüketim Kültürünün Gölgesinde Mustafa Kutlu’nun Sır İsimli Hikâyesine Dair Bazı Tespitler","authors":"Ayhan Bulut","doi":"10.34083/akaded.1196530","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1196530","url":null,"abstract":"Modernizm, rasyonel düşünceyi merkeze alarak yaratıcı hamleler idealini gerçekleştirmeyi ilke edinirken yeni yaşam biçimleri de geliştirir. Bireyin soyut ve manevi değerlerle bağını koparmayı hızlandıran bu yaşam biçiminde, gündelik hayatın her kademesinde varlık gösteren kapital ekonomi düzeni etkindir. Tekelci ekonomi yaratan kapital düzende gelir gider arası arasındaki uçurumun artmasına bağlı olarak sınıflar arası uçurumda, temsilciliğini zenginlerin yaptığı tüketime dayalı yeni bir kültür oluşur. Tüketim kültüründe nesneler, ihtiyaçlara göre değil temsil ettiği göstergeler değerine göre bir anlam ifade eder. İnsanların, toplumda itibar elde etmek ile nesnelerin gösterge değerine sahip olmak arasında bağ kurmaları, nesnelerin egemenliği altında ezilmelerine ve onun bir parçasına dönüşmelerine yol açar. Böylece tüketim güdüsünün kontrolü altına giren, bundan haz alan yeni bir kimlik oluşur. Modern özne, evrildiği yeni kimlikte nesne karşısında çaresizliğe düşerken her şeye, özellikle din ve inanç sistemine yabancılaşır. Din, toplumsal ve bireysel kimliği şekillendirmede, toplumsal nizamı tesis etmede önemli bir yapıdır. Fakat modernleşmenin sonuçlarından biri olan ve insanların manevi hayatla olan bağını koparmayı ifade eden sekülerleşme, kapital ekonominin tüketici zihniyetinden beslenerek insanların din ile ilişkisini artan bir şiddetle zedeleyip dini tüketilmesi gereken bir nesne konumuna indirgemiştir. Bu etki, sosyal ilişkilerin yoğun ve karmaşık olduğu şehirlerde daha fazladır. Kırsal kesimin gelişmelere daha kapalı olması, toplumun gelenek ve göreneklerinin yeni davranış örgülerine ve kalıplarına direnç göstermesi dine bağlılığın egemen olduğu bir dünya algısını besler. Mustafa Kutlu’nun, Sır isimli öyküsü, sekülerleşmenin ekonomik ve kültürel boyutlarının dine etkisini konu edinen bir eserdir. Kırsal yaşamdaki geleneksel normların, hızlı değişimin yaşandığı şehirlere özgü bir zihinsel yapı tarafından nasıl evrildiği düşüncesi öyküye egemendir. Kutlu, köy-şehir çatışması etrafında metalaşmayı özümseyen modern öznelerin dini meta haline getiren anlayışını yabancılaşma, yalnızlık ekseninde eleştirir. Gerçekçi bir şekilde yapılan bu eleştiriler, toplumu anlama konusunda sosyolojik verilerle desteklenir. Öykü, edebiyat ve toplum arasındaki ilişkiyi göstermesi, çalışmamızın sebebini teşkil eder.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"114 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116109781","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türk edebiyatının önemli yazılı kaynaklarından biri olan cönkler, muhtevasında manzum ve mensur olmak üzere birçok farklı halk edebiyatı malzemesini barındıran defterlerdir. İçerisindeki halk edebiyatı ürünleri sayesinde cönkler, kaleme alındığı dönemin kültürel değerlerini, siyasal yapısını, halkın düşünce dünyasını, felsefesini, gelenek ve görenekleri ile halk inanışlarını gösteren sözlü tarihin kaynak eserlerindendir. Bununla birlikte cönkler, yaşadığı çağın dil malzemesini de sundukları için dil tarihi açısından zihinde oluşabilecek sorulara cevap verebilecek niteliktedir. Âşıklık geleneğinin canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü İran Türk âşık muhitlerinde bulunan cönkler hakkında herhangi bir araştırmanın olmaması alanda tespit edilen önemli eksikliklerden biridir. Bu bağlamda çalışma, İran’ın batısında yer alan Hemedan sahasındaki cönklerin, âşıklık geleneğine ne derecede katkıda bulunduğu ve bölgedeki Türklerin toplumsal ve tarihî süreçteki yaşamına ne gibi faydalar sunduğu ortaya konulmak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu sebeple araştırmada, bütüncül bir anlayışla Hemedan bölgesinin cönk geleneği ortaya konarak cönklerin bölgedeki ve âşıklık geleneğindeki önemine vurgu yapıldıktan sonra Hemedan’da tespit edilen cönklere yer verilecektir. Araştırmada kullanılan cönklerle ilgili veriler, 2015, 2017-2018 yıllarında Hemedan’da yapılan alan araştırmaları esnasında tespit edilen ve Hemedanlı âşıklar ile yakın akrabalarının ellerinde bulunan cönklerin fotoğraflanarak dijital ortama kaydedildiği ürünlerden oluşmaktadır. Netice itibarıyla cönklerin sözlü olarak varlığını idame ettiren âşıklık geleneğine yazılı olarak destek vermesi, bölgenin halk edebiyatı malzemelerinin koruma altına alınmasına fayda sağlaması, dilsel ve kültürel ögelerinin sonraki nesillere aktarılması fonksiyonlarıyla ön plana çıkan ürünler olduğu tespit edilmiştir.
{"title":"Hemedan Âşıklık Geleneğinde Cönkler","authors":"Faruk Gün","doi":"10.34083/akaded.1201541","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1201541","url":null,"abstract":"Türk edebiyatının önemli yazılı kaynaklarından biri olan cönkler, muhtevasında manzum ve mensur olmak üzere birçok farklı halk edebiyatı malzemesini barındıran defterlerdir. İçerisindeki halk edebiyatı ürünleri sayesinde cönkler, kaleme alındığı dönemin kültürel değerlerini, siyasal yapısını, halkın düşünce dünyasını, felsefesini, gelenek ve görenekleri ile halk inanışlarını gösteren sözlü tarihin kaynak eserlerindendir. Bununla birlikte cönkler, yaşadığı çağın dil malzemesini de sundukları için dil tarihi açısından zihinde oluşabilecek sorulara cevap verebilecek niteliktedir. Âşıklık geleneğinin canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü İran Türk âşık muhitlerinde bulunan cönkler hakkında herhangi bir araştırmanın olmaması alanda tespit edilen önemli eksikliklerden biridir. Bu bağlamda çalışma, İran’ın batısında yer alan Hemedan sahasındaki cönklerin, âşıklık geleneğine ne derecede katkıda bulunduğu ve bölgedeki Türklerin toplumsal ve tarihî süreçteki yaşamına ne gibi faydalar sunduğu ortaya konulmak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu sebeple araştırmada, bütüncül bir anlayışla Hemedan bölgesinin cönk geleneği ortaya konarak cönklerin bölgedeki ve âşıklık geleneğindeki önemine vurgu yapıldıktan sonra Hemedan’da tespit edilen cönklere yer verilecektir. Araştırmada kullanılan cönklerle ilgili veriler, 2015, 2017-2018 yıllarında Hemedan’da yapılan alan araştırmaları esnasında tespit edilen ve Hemedanlı âşıklar ile yakın akrabalarının ellerinde bulunan cönklerin fotoğraflanarak dijital ortama kaydedildiği ürünlerden oluşmaktadır. Netice itibarıyla cönklerin sözlü olarak varlığını idame ettiren âşıklık geleneğine yazılı olarak destek vermesi, bölgenin halk edebiyatı malzemelerinin koruma altına alınmasına fayda sağlaması, dilsel ve kültürel ögelerinin sonraki nesillere aktarılması fonksiyonlarıyla ön plana çıkan ürünler olduğu tespit edilmiştir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"131379212","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Klasik şiirin güçlü bir gelenek hâline gelmesinde şairlerin tutumunun büyük payı vardır. Onlar kendileri için belirlenmiş kurallardan asla taviz vermemişlerdir. Ayrıca sunulan malzemeyi, tıpkı bir ressamın elindeki sınırlı renklerle eşsiz görseller ortaya koyduğu gibi işlemişlerdir. Sanatsal yönlerini sürekli geliştirmeye çalışmışlar, bu hususta kafa yormayı ve araştırmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır. Bu bakımdan diğer sanat dallarıyla her daim alakalarını sürdürmüşlerdir. Bilhassa şiir ve resmin ortak yönlerinin oldukça fazla olmasından dolayı her ikisi de etkileşim hâlinde olmuşlardır. Birçok divanda adı sıklıkla zikredilen şahsiyetlerden biri olan Bihzâd bu tutuma bir örnektir. Bihzâd, kaynaklarda hem İran mitolojisinde var olan hem de Horasan Hükümdarı Hüseyin Baykara’nın yanında yetişen iki farklı sanatçının ortak adıdır. Ancak klasik şiirde daha çok kastedilen Hüseyin Baykara’nın nedimlerinden olan Bihzâd’dır. Şairlerin adını zikretmelerindeki temel gaye tasvir etme yeteneklerini ve sanatçı kişiliklerini onunla kıyaslamaktır. Bu da şahsiyeti çerçevesinde şairlerin ve klasik şiirin sanat anlayışı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamaktadır. Çalışma da bundan yola çıkılarak hazırlanmıştır. Bunun için öncelikle divanlarda Bihzâd’ın isminin zikredildiği beyitler tespit edilmiştir. Neticesinde şairlerin Bihzâd’la ilgili olarak değindiklerinden hareketle sanat anlayışları maddeler hâlinde belirlenmiştir. Böylelikle Bihzâd karakterinin klasik şiir anlayışındaki yeri gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.
{"title":"Bir Minyatür Ustası Bihzâd’ın Klasik Şiire Bazı Yansımaları","authors":"Mutlu Muhammet Aktaş","doi":"10.34083/akaded.1192941","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1192941","url":null,"abstract":"Klasik şiirin güçlü bir gelenek hâline gelmesinde şairlerin tutumunun büyük payı vardır. Onlar kendileri için belirlenmiş kurallardan asla taviz vermemişlerdir. Ayrıca sunulan malzemeyi, tıpkı bir ressamın elindeki sınırlı renklerle eşsiz görseller ortaya koyduğu gibi işlemişlerdir. Sanatsal yönlerini sürekli geliştirmeye çalışmışlar, bu hususta kafa yormayı ve araştırmayı hiçbir zaman bırakmamışlardır. Bu bakımdan diğer sanat dallarıyla her daim alakalarını sürdürmüşlerdir. Bilhassa şiir ve resmin ortak yönlerinin oldukça fazla olmasından dolayı her ikisi de etkileşim hâlinde olmuşlardır. Birçok divanda adı sıklıkla zikredilen şahsiyetlerden biri olan Bihzâd bu tutuma bir örnektir. Bihzâd, kaynaklarda hem İran mitolojisinde var olan hem de Horasan Hükümdarı Hüseyin Baykara’nın yanında yetişen iki farklı sanatçının ortak adıdır. Ancak klasik şiirde daha çok kastedilen Hüseyin Baykara’nın nedimlerinden olan Bihzâd’dır. Şairlerin adını zikretmelerindeki temel gaye tasvir etme yeteneklerini ve sanatçı kişiliklerini onunla kıyaslamaktır. Bu da şahsiyeti çerçevesinde şairlerin ve klasik şiirin sanat anlayışı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamaktadır. Çalışma da bundan yola çıkılarak hazırlanmıştır. Bunun için öncelikle divanlarda Bihzâd’ın isminin zikredildiği beyitler tespit edilmiştir. Neticesinde şairlerin Bihzâd’la ilgili olarak değindiklerinden hareketle sanat anlayışları maddeler hâlinde belirlenmiştir. Böylelikle Bihzâd karakterinin klasik şiir anlayışındaki yeri gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"64 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125175829","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ölümün ve ölümden sonrasının bilinmezliği insanoğlunun ve toplumların hayatına işlemiş evrensel bir korkudur. Bu evrensel korkunun temelinde şüphesiz ölümün bir ceza olduğu inanması yatmaktadır. Bu korku insanoğlunda ölümsüz olma ihtiyacını meydana getirmiştir. Ölümsüzlük her insanın içinde olan insana özgü bir arzudur. Bu insana dair arzu, yine insanı konu olan ve insan ürünü olan edebi yaratmaları da etkilemiştir. Dünya kültürlerinin tamamında kahramanlar ölüme çare bulmak için yollara düşmüş, ölümle mücadele etmiş ve kimileri zafere ulaşmış kimileri de kadere boyun eğmiştir. Biz bu çalışmamızda Türk Dünyasına mal olmuş Dede Korkut Kitabı’nın mistik kahramanı Dede Korkut’un ölümle yüzleşmesini konu alan dokuz efsane üzerinden Korkut Ata’nın ölümsüzlük arayışını ve bu arayış esnasında yapmış olduğu hareketleri inceleyeceğiz.
{"title":"Ölümsüzlük Arayışında Bir Kahraman: Dede Korkut","authors":"Yağmur Alkir, Nagihan Baysal","doi":"10.34083/akaded.1203227","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1203227","url":null,"abstract":"Ölümün ve ölümden sonrasının bilinmezliği insanoğlunun ve toplumların hayatına işlemiş evrensel bir korkudur. Bu evrensel korkunun temelinde şüphesiz ölümün bir ceza olduğu inanması yatmaktadır. Bu korku insanoğlunda ölümsüz olma ihtiyacını meydana getirmiştir. Ölümsüzlük her insanın içinde olan insana özgü bir arzudur. Bu insana dair arzu, yine insanı konu olan ve insan ürünü olan edebi yaratmaları da etkilemiştir. Dünya kültürlerinin tamamında kahramanlar ölüme çare bulmak için yollara düşmüş, ölümle mücadele etmiş ve kimileri zafere ulaşmış kimileri de kadere boyun eğmiştir. Biz bu çalışmamızda Türk Dünyasına mal olmuş Dede Korkut Kitabı’nın mistik kahramanı Dede Korkut’un ölümle yüzleşmesini konu alan dokuz efsane üzerinden Korkut Ata’nın ölümsüzlük arayışını ve bu arayış esnasında yapmış olduğu hareketleri inceleyeceğiz.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"29 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126422644","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Şehirler, gezip görülecek mekanları, coğrafî güzellikleri, yetiştirdikleri önemli kişiler, tarihsel önemleri, yetiştirdikleri ürünler vb. özellikleriyle Klasik Türk Edebiyatı’nda konu edilmektedir. Şehirlerin tanıtıldığı, övgülerinin yapıldığı şehrengiz, biladiye gibi türlerin yanı sıra; şairlerin divanlarında, tamamında o şehirlerin övüldüğü medhiyeler de yer almaktadır. Övgüler kadar sık olmamakla birlikte şehirlere yazılan hicivler, şikayetnameler ve mersiyeler de bulunmaktadır. Ayrıca şairlerin sürgün, istenmeyen bir tayin, gurbet vb. sebeplerle sevmediği şehirleri konu alan şiirleri de vardır. XVI. Yüzyılda Gelibolulu Âlî ve Sehî Bey, XVII. Yüzyılda Azmizâde Hâletî ve Diyarbakırlı Mâlî, XVIII. Yüzyılda Enderunlu Fâzıl ve Ahmed Vesîm, XIX. Yüzyılda Eşref Paşa, Trabzonlu Hazinedar-zâde Âgah Osman ve Eşref; resmî görevleri sebebiyle ilişki kurdukları Bitlis, Lahsa, Kahire, Korint, Menteşe, Mora, Niş, Sivrihisar, Şam, Van gibi şehirleri ve kasabaları olumsuz bir dille şiirlerinde anmaktadır. Şairler, şiirlerini “oraya” yapılacak bir tayini durdurmak için veya görev yaptıkları söz konusu şehre dair hoşnutsuzluklarını dile getirmek için yazmışlardır. Çalışmada bahsi geçen şiirler incelenerek şairlerin bu şehirlere ilişkin şikayetlerinin sebebinin anlaşılması amaçlanmaktadır.
{"title":"Klasik Türk Edebiyatı Şairlerinin Görev Yaptığı Şehirlere Dair Şikayetleri","authors":"G. A. Yilmaz","doi":"10.34083/akaded.1203207","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1203207","url":null,"abstract":"Şehirler, gezip görülecek mekanları, coğrafî güzellikleri, yetiştirdikleri önemli kişiler, tarihsel önemleri, yetiştirdikleri ürünler vb. özellikleriyle Klasik Türk Edebiyatı’nda konu edilmektedir. Şehirlerin tanıtıldığı, övgülerinin yapıldığı şehrengiz, biladiye gibi türlerin yanı sıra; şairlerin divanlarında, tamamında o şehirlerin övüldüğü medhiyeler de yer almaktadır. Övgüler kadar sık olmamakla birlikte şehirlere yazılan hicivler, şikayetnameler ve mersiyeler de bulunmaktadır. Ayrıca şairlerin sürgün, istenmeyen bir tayin, gurbet vb. sebeplerle sevmediği şehirleri konu alan şiirleri de vardır. XVI. Yüzyılda Gelibolulu Âlî ve Sehî Bey, XVII. Yüzyılda Azmizâde Hâletî ve Diyarbakırlı Mâlî, XVIII. Yüzyılda Enderunlu Fâzıl ve Ahmed Vesîm, XIX. Yüzyılda Eşref Paşa, Trabzonlu Hazinedar-zâde Âgah Osman ve Eşref; resmî görevleri sebebiyle ilişki kurdukları Bitlis, Lahsa, Kahire, Korint, Menteşe, Mora, Niş, Sivrihisar, Şam, Van gibi şehirleri ve kasabaları olumsuz bir dille şiirlerinde anmaktadır. Şairler, şiirlerini “oraya” yapılacak bir tayini durdurmak için veya görev yaptıkları söz konusu şehre dair hoşnutsuzluklarını dile getirmek için yazmışlardır. Çalışmada bahsi geçen şiirler incelenerek şairlerin bu şehirlere ilişkin şikayetlerinin sebebinin anlaşılması amaçlanmaktadır.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"22 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125692395","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Şark medeniyetinin ayrılmaz bir parçası olan tasavvuf, Divan edebiyatının zenginleşmesinde önemli rol oynamıştır. Birçok temsilcisi arasında binlerce yazar, şair ve düşünürün doğduğu bu akımın 16. yüzyılda Türk kültürüne kazandırdığı şahsiyetlerden biri Halvetilik tasavvufi mektebinin Gülşenî lik kolunun müessisi İbrahim Gülşenî ’dir. Kaynaklar İbrahim Gülşenî ’nin, Diyarbakır (Amid) veya Azerbaycan’ın Berdâ ilçesinde doğduğunu, hayatının bir kısmını Akkoyunlular döneminde Tebriz’de, son 30 yılını ise Mısır’ın Kahire şehrinde tamamladığını belirtmektedir. Bazıları ondan el-Âmidi, bazıları da el-Berdâi olarak bahseder. Edibin Türkçe, Farsça ve Arapça divanları ve 10’dan fazla eseri bulunmaktadır. Sınırların değil kültürün söz sahibi olduğu Doğu’da, her üç dile hakim olan yazarlar genellikle felsefi risalelerini Arapça yazmayı tercih ederlerdi, şiir ve lirik temalı eserler ise Farsça veya Türkçe yazılırdı. Ancak Arapça divan sahibi Türk edebiyatı temsilcileri de yok değildir. Müellifin tespit edilmiş eserleri arasında, iki el yazma nüshasına ulaştığımız ve karşılaştırmalı tetkike çalıştığımız Arapça bir divanı bulunmaktadır. Kaynaklarda on bin beyitlik olarak zikredilen Divan, iki kaside, 56 gazel ve 171 rubaiden oluşmaktadır. Makalemizde divanı mazmun, kompozisyon ve üslup açılarından incelemeğe çalıştık.
{"title":"İki El Yazma Nüsha Esasında İbrâhim Gülşenî’nin Arapça Dîvanı","authors":"Feride Seyi̇tova","doi":"10.34083/akaded.1195431","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1195431","url":null,"abstract":"Şark medeniyetinin ayrılmaz bir parçası olan tasavvuf, Divan edebiyatının zenginleşmesinde önemli rol oynamıştır. Birçok temsilcisi arasında binlerce yazar, şair ve düşünürün doğduğu bu akımın 16. yüzyılda Türk kültürüne kazandırdığı şahsiyetlerden biri Halvetilik tasavvufi mektebinin Gülşenî lik kolunun müessisi İbrahim Gülşenî ’dir. Kaynaklar İbrahim Gülşenî ’nin, Diyarbakır (Amid) veya Azerbaycan’ın Berdâ ilçesinde doğduğunu, hayatının bir kısmını Akkoyunlular döneminde Tebriz’de, son 30 yılını ise Mısır’ın Kahire şehrinde tamamladığını belirtmektedir. Bazıları ondan el-Âmidi, bazıları da el-Berdâi olarak bahseder. Edibin Türkçe, Farsça ve Arapça divanları ve 10’dan fazla eseri bulunmaktadır. Sınırların değil kültürün söz sahibi olduğu Doğu’da, her üç dile hakim olan yazarlar genellikle felsefi risalelerini Arapça yazmayı tercih ederlerdi, şiir ve lirik temalı eserler ise Farsça veya Türkçe yazılırdı. Ancak Arapça divan sahibi Türk edebiyatı temsilcileri de yok değildir. Müellifin tespit edilmiş eserleri arasında, iki el yazma nüshasına ulaştığımız ve karşılaştırmalı tetkike çalıştığımız Arapça bir divanı bulunmaktadır. Kaynaklarda on bin beyitlik olarak zikredilen Divan, iki kaside, 56 gazel ve 171 rubaiden oluşmaktadır. Makalemizde divanı mazmun, kompozisyon ve üslup açılarından incelemeğe çalıştık.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"45 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132797867","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}