Çocukların suça itilmesi, yetişkin suçluluğundan ayrı olarak ele alınması gereken, öncül risklerinin ve meydana getirdiği zararların tespit edilerek önlenmesi gereken bir kavramdır. Bir çocuğun suçlu olarak doğmasından veya özgür irade ve isteği ile suçlu olmasından söz etmek mümkün görünmemektedir. Suça itilme çocuğun kişilik özelliklerinin ve sosyo-kültürel kazanımlarının oluştuğu toplumsallaşma süreci ile doğrudan ilişkili bir kavramdır. Toplumsallaşma sürecinde karşılaşılan risk faktörleri ve koruyucu faktörler çocuğun suç ile olan ilişkisini belirlemektedir. Suça itilme çocuğun bireysel özelliklerinin yanı sıra toplumsallaşma süreçlerinden ve toplumsal olaylardan etkilenen bir süreci ifade etmektedir. Önemli toplumsal olaylar olan savaşlar, ekonomik krizler, salgın hastalıklar kişilerin ve toplumların suç ile olan ilişkisine olumlu veya olumsuz anlamda etki etmektedir. Son zamanlarda görülen en önemli küresel olaylardan biri olan Covid-19 pandemisi ile ilgili yapılan araştırmalar insanların bu süreçten fizyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyo-kültürel anlamda etkilendiğini ortaya koymaktadır. Pandeminin toplumsallaşma süreçleri içerisinde ne gibi bir rol oynadığı ve suça itilmeyi etkileyip etkilemediği de ayrıca merak edilen konulardandır. Bu çalışmada Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı Çocuk Suçları Soruşturma Bürosunda, pandemi öncesi ve pandemi dönemi olarak belirlenen tarih aralıklarında açılan soruşturma dosyaları incelenerek Covid-19 pandemisi ile suça itilme arasındaki ilişki incelenmiştir.
{"title":"A Study on Child Crime and Covid-19 Pandemic: Silivri Example","authors":"Aylin YALÇIN SARIBEY, Ayşe DEĞİRMENCİ","doi":"10.54049/taad.1374332","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1374332","url":null,"abstract":"Çocukların suça itilmesi, yetişkin suçluluğundan ayrı olarak ele alınması gereken, öncül risklerinin ve meydana getirdiği zararların tespit edilerek önlenmesi gereken bir kavramdır. Bir çocuğun suçlu olarak doğmasından veya özgür irade ve isteği ile suçlu olmasından söz etmek mümkün görünmemektedir. Suça itilme çocuğun kişilik özelliklerinin ve sosyo-kültürel kazanımlarının oluştuğu toplumsallaşma süreci ile doğrudan ilişkili bir kavramdır. Toplumsallaşma sürecinde karşılaşılan risk faktörleri ve koruyucu faktörler çocuğun suç ile olan ilişkisini belirlemektedir. Suça itilme çocuğun bireysel özelliklerinin yanı sıra toplumsallaşma süreçlerinden ve toplumsal olaylardan etkilenen bir süreci ifade etmektedir. Önemli toplumsal olaylar olan savaşlar, ekonomik krizler, salgın hastalıklar kişilerin ve toplumların suç ile olan ilişkisine olumlu veya olumsuz anlamda etki etmektedir. Son zamanlarda görülen en önemli küresel olaylardan biri olan Covid-19 pandemisi ile ilgili yapılan araştırmalar insanların bu süreçten fizyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyo-kültürel anlamda etkilendiğini ortaya koymaktadır. Pandeminin toplumsallaşma süreçleri içerisinde ne gibi bir rol oynadığı ve suça itilmeyi etkileyip etkilemediği de ayrıca merak edilen konulardandır. Bu çalışmada Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı Çocuk Suçları Soruşturma Bürosunda, pandemi öncesi ve pandemi dönemi olarak belirlenen tarih aralıklarında açılan soruşturma dosyaları incelenerek Covid-19 pandemisi ile suça itilme arasındaki ilişki incelenmiştir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"123 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135962942","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Gelecekteki alacakların devrinde tasarruf işleminin (temlik sözleşmesinin) kurulduğu anda, temlik konusu alacağın borçlunun şahsı, hukuki sebebi ve miktarı itibariyle belirli olması, öğretideki hakim görüşe göre asla gerekli değildir. Tasarruf (temlik) konusu alacağın “doğumu” zamanındaki “belirlilik”, temlikin geçerli olması için yeterlidir. İsviçre Federal Mahkemesi de bu görüşü benimsemiştir. Ancak temlikin tasarruf işlemi karakteri, eşya hukukundaki tasarrufların konusuna ilişkin “özellilik (Spezialitaet)” veya “belirlilik” ilkesinin burada da uygulanması yolunda görüşlerin savunulmasına yol açmıştır. Bu görüş taraflarına göre, tasarruf konusu alacaklar temlik sözleşmesinin kurulduğu sırada “belirli” değilse, burada sadece bir “temlik taahhüdü” söz konusudur. Bu görüşün, özellikle Factoring-Temliki (Factoring-Zession) bakımından pratik sonuçları söz konusudur. Aşağıda önce gelecekteki alacakların devrindeki “belirlilik/belirlenebilirlik” şartına değinilmiş, daha sonra da konu “Factoring-Temliki “ özelinde ele alınmıştır.
{"title":"GELECEKTEKİ ALACAKLARIN DEVRİNDE “BELİRLİLİK/BELİRLENEBİLİRLİK” ŞARTI VE BUNUN FACTORING-TEMLİKİ İŞLEMİNDEKİ GÖRÜNÜMÜ","authors":"Arif KOCAMAN","doi":"10.54049/taad.1374528","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1374528","url":null,"abstract":"Gelecekteki alacakların devrinde tasarruf işleminin (temlik sözleşmesinin) kurulduğu anda, temlik konusu alacağın borçlunun şahsı, hukuki sebebi ve miktarı itibariyle belirli olması, öğretideki hakim görüşe göre asla gerekli değildir. Tasarruf (temlik) konusu alacağın “doğumu” zamanındaki “belirlilik”, temlikin geçerli olması için yeterlidir. İsviçre Federal Mahkemesi de bu görüşü benimsemiştir. Ancak temlikin tasarruf işlemi karakteri, eşya hukukundaki tasarrufların konusuna ilişkin “özellilik (Spezialitaet)” veya “belirlilik” ilkesinin burada da uygulanması yolunda görüşlerin savunulmasına yol açmıştır. Bu görüş taraflarına göre, tasarruf konusu alacaklar temlik sözleşmesinin kurulduğu sırada “belirli” değilse, burada sadece bir “temlik taahhüdü” söz konusudur. Bu görüşün, özellikle Factoring-Temliki (Factoring-Zession) bakımından pratik sonuçları söz konusudur. Aşağıda önce gelecekteki alacakların devrindeki “belirlilik/belirlenebilirlik” şartına değinilmiş, daha sonra da konu “Factoring-Temliki “ özelinde ele alınmıştır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"263 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135963626","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türk Ceza Kanunu (TCK) m. 44/1’de zincirleme suç, m. 44/2’de ise aynı neviden fikrî içtima düzenlenmektedir. TCK m. 44. madde de farklı neviden fikrî içtima yer almaktadır. Bu üç kurumun ortak özelliği, farklı suçlara suç siyaseti gereği tek bir ceza verilmesidir. Kanunkoyucu, zincirleme suçlar, aynı neviden fikrî içtima veya farklı neviden fikrî içtima uygulamasına tabi olan suçların aynı iddianame kapsamında veya en azından davalar birleştirilerek aynı mahkemede görüleceği varsayımındadır. Mevzuatın düzenlemeleri incelendiğinde, kanun koyucu içtima hâlindeki suçların ayrı ayrı yargılanması ihtimâlini öngörmediği açıktır. Yargıtay, tamamlama muhakemesi yoluyla mevzuatın bu eksikliğini düzeltmeye çalışmıştır. Bu içtihada belirtildiği gibi, sonraki yargılamayı yapan mahkeme, evvelemirde karara bağlanmamış suçların cezalarını belirleyecektir. Ardından, önceki mahkemenin kararını kendisininmiş gibi kabul ederek tüm suçlar için verilmesi gereken tek (ortak) cezayı belirleyecektir. Bu cezadan önceki mahkemenin verdiği cezayı mahsup ederek karar verecektir. Tamamlama muhakemesi, kanunî bir dayanağa sahip olmadığı gibi, çeşitli açılardan sorunlu hususlar içermektedir. Ancak bu muhakeme, non bis in idem prensibine aykırı olmanın yanında mahkemelerin birbirlerine karşı olan konumlarına aykırı düşmektedir. Nitekim bu muhakemenin işletilmesinde verilecek cezanın belirlenmesine ilişkin uygulamada problemler ile de karşılaşılmaktadır. Ayrıca bu içtihat, adlî sicil kayıtlarının tutulmasında yol açabileceği sorunların yanında hükmün bölünmesine sebep olması bakımından sakıncalıdır. Bu nedenle, kanun koyucunun meseleyi yasal bir düzenleme yoluyla net bir şekilde çözmesinin uygun olacağı görüşündeyiz. Öncelikle fikrî içtima bakımından işlenen fiilin suç teşkil eden başka neticelerinin ortaya çıkmasının hükümlü veya sanık aleyhine yargılamanın yenilenmesi sebepleri arasına alınması yerinde olacaktır. Ardından iddianamenin iadesini de kapsayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Yapılacak kanunî düzenlemeye kadar da zincirleme suç bakımından yargılamanın yenilenmesi kurumunun işletilmesi gerekmektedir. Fikrî içtima bakımından ise muhakemenin zamanında ve özenli olarak yapılmamış olmasının sonuçlarını hükümlüye yüklemek hukuk devletinin gereklerine aykırı olacağından, kanunî düzenleme yapılıncaya kadar, devlet önceki mahkûmiyet ile vermiş olduğu cezalarla yetinmeli ve meşru bir zemini bulunmayan tamamlama yargılamasıyla verilecek cezadan sarf-ı nazar etmelidir.
{"title":"SUÇLARIN İÇTİMAINDA TAMAMLAMA MUHAKEMESİ","authors":"Erdal YERDELEN, Burak BOZ","doi":"10.54049/taad.1373962","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1373962","url":null,"abstract":"Türk Ceza Kanunu (TCK) m. 44/1’de zincirleme suç, m. 44/2’de ise aynı neviden fikrî içtima düzenlenmektedir. TCK m. 44. madde de farklı neviden fikrî içtima yer almaktadır. Bu üç kurumun ortak özelliği, farklı suçlara suç siyaseti gereği tek bir ceza verilmesidir. Kanunkoyucu, zincirleme suçlar, aynı neviden fikrî içtima veya farklı neviden fikrî içtima uygulamasına tabi olan suçların aynı iddianame kapsamında veya en azından davalar birleştirilerek aynı mahkemede görüleceği varsayımındadır. Mevzuatın düzenlemeleri incelendiğinde, kanun koyucu içtima hâlindeki suçların ayrı ayrı yargılanması ihtimâlini öngörmediği açıktır. Yargıtay, tamamlama muhakemesi yoluyla mevzuatın bu eksikliğini düzeltmeye çalışmıştır. Bu içtihada belirtildiği gibi, sonraki yargılamayı yapan mahkeme, evvelemirde karara bağlanmamış suçların cezalarını belirleyecektir. Ardından, önceki mahkemenin kararını kendisininmiş gibi kabul ederek tüm suçlar için verilmesi gereken tek (ortak) cezayı belirleyecektir. Bu cezadan önceki mahkemenin verdiği cezayı mahsup ederek karar verecektir. Tamamlama muhakemesi, kanunî bir dayanağa sahip olmadığı gibi, çeşitli açılardan sorunlu hususlar içermektedir. Ancak bu muhakeme, non bis in idem prensibine aykırı olmanın yanında mahkemelerin birbirlerine karşı olan konumlarına aykırı düşmektedir. Nitekim bu muhakemenin işletilmesinde verilecek cezanın belirlenmesine ilişkin uygulamada problemler ile de karşılaşılmaktadır. Ayrıca bu içtihat, adlî sicil kayıtlarının tutulmasında yol açabileceği sorunların yanında hükmün bölünmesine sebep olması bakımından sakıncalıdır. Bu nedenle, kanun koyucunun meseleyi yasal bir düzenleme yoluyla net bir şekilde çözmesinin uygun olacağı görüşündeyiz. Öncelikle fikrî içtima bakımından işlenen fiilin suç teşkil eden başka neticelerinin ortaya çıkmasının hükümlü veya sanık aleyhine yargılamanın yenilenmesi sebepleri arasına alınması yerinde olacaktır. Ardından iddianamenin iadesini de kapsayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Yapılacak kanunî düzenlemeye kadar da zincirleme suç bakımından yargılamanın yenilenmesi kurumunun işletilmesi gerekmektedir. Fikrî içtima bakımından ise muhakemenin zamanında ve özenli olarak yapılmamış olmasının sonuçlarını hükümlüye yüklemek hukuk devletinin gereklerine aykırı olacağından, kanunî düzenleme yapılıncaya kadar, devlet önceki mahkûmiyet ile vermiş olduğu cezalarla yetinmeli ve meşru bir zemini bulunmayan tamamlama yargılamasıyla verilecek cezadan sarf-ı nazar etmelidir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135923018","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Uluslararası hukuk ile ulusal hukuk ilişkisi, anayasalarda açık hüküm bulunmadığı hallerde üzerinde ittifak sağlanamayan en temel teorik tartışmalardan biridir. Özellikle Türkiye’de, ulusal hukuk ile uluslararası andlaşmaların ilişkisine dair net anayasal düzenlemenin bulunmaması, Türk hukukunun uluslararası andlaşmalara bakışının ne olduğu hususunda öteden beri tartışmaları beraberinde getirmektedir. “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinden” (İstanbul Sözleşmesi) Türkiye’nin 19 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı (CK) ile çekilmesi üzerine yapılan tartışmalar, Türkiye’nin uluslararası hukuk ve ulusal hukuk arasındaki ilişkinin monist bir yaklaşıma sahip olduğu ön kabulü üzerinden gerçekleşmiştir. Oysaki İstanbul Sözleşmesinden çekilme süreci, Sözleşmenin içeriğinden ziyade, çekilmenin gerçekleşme usulü kapsamında ele alındığında da, Sözleşmeden çekilmenin iç hukuka etkisi bakımından da, Türk hukukunun monist bir yaklaşıma mı düalist bir yaklaşıma mı sahip olduğu tespitinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmada, İstanbul Sözleşmesinden çekilme örneğinden hareketle, Türk hukukunun uluslararası andlaşmalara bakışı tespit edilmeye çalışılmış ve Türkiye’deki monizm-düalizm sarkacındaki tartışmalara yeni bir açılım getirilmeye çalışılmıştır.
{"title":"İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLME SÜRECİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ: TÜRK HUKUKUNUN ULUSLARARASI ANDLAŞMALARLA İMTİHANI","authors":"Fethullah BAYRAKTAR","doi":"10.54049/taad.1373952","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1373952","url":null,"abstract":"Uluslararası hukuk ile ulusal hukuk ilişkisi, anayasalarda açık hüküm bulunmadığı hallerde üzerinde ittifak sağlanamayan en temel teorik tartışmalardan biridir. Özellikle Türkiye’de, ulusal hukuk ile uluslararası andlaşmaların ilişkisine dair net anayasal düzenlemenin bulunmaması, Türk hukukunun uluslararası andlaşmalara bakışının ne olduğu hususunda öteden beri tartışmaları beraberinde getirmektedir. “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinden” (İstanbul Sözleşmesi) Türkiye’nin 19 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı (CK) ile çekilmesi üzerine yapılan tartışmalar, Türkiye’nin uluslararası hukuk ve ulusal hukuk arasındaki ilişkinin monist bir yaklaşıma sahip olduğu ön kabulü üzerinden gerçekleşmiştir. Oysaki İstanbul Sözleşmesinden çekilme süreci, Sözleşmenin içeriğinden ziyade, çekilmenin gerçekleşme usulü kapsamında ele alındığında da, Sözleşmeden çekilmenin iç hukuka etkisi bakımından da, Türk hukukunun monist bir yaklaşıma mı düalist bir yaklaşıma mı sahip olduğu tespitinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmada, İstanbul Sözleşmesinden çekilme örneğinden hareketle, Türk hukukunun uluslararası andlaşmalara bakışı tespit edilmeye çalışılmış ve Türkiye’deki monizm-düalizm sarkacındaki tartışmalara yeni bir açılım getirilmeye çalışılmıştır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"47 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135923025","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
2017 yılında 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 1.1.2018 tarihinden itibaren iş hukukunda dava şartı olan arabuluculuk uygulaması başlamış olup, düzenlemenin kapsamı dışında bırakılanlar hariç olmak üzere işçi ve işveren alacakları, tazminatları ve işe iade talebiyle açılan davalarda arabulucuya başvurulması zorunlu hale getirilmiştir. Böylelikle iş hukukundaki uyuşmazlıkların büyük bir bölümü dava şartı olan arabuluculuğun kapsamına dahil edilmiştir. 2021 yılında kamuoyuna açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı ile de bir başka uyuşmazlık çözüm yöntemi olan hakem-bilirkişilik uygulamasının hayata geçirileceği duyurulmuştur. Bu doğrultuda bazı uyuşmazlıklarda aynı anda, dava şartı olan arabuluculuk ile hakem-bilirkişiliğin birlikte uygulanması söz konusu olabilecektir. Bu durum ise beraberinde çeşitli uygulama sorunlarını getirebilecektir. Bu sebeple çalışmamızda iş hukukunda dava şartı olan arabuluculuk ile hakem-bilirkişilik kavramları incelenerek, hakem-bilirkişi sözleşmesinin arabuluculuğa başvuru sürecine etkisi, arabuluculuk sürecinde hakem-bilirkişi raporunun bağlayıcılığı, arabuluculuk sürecinde görüşülen hakem-bilirkişi raporunun mahkeme aşamasında kullanımı gibi bazı önemli konuların aydınlatılması hedeflenmiştir.
{"title":"İŞ HUKUKUNDA DAVA ŞARTI ARABULUCULUK İLE HAKEM-BİLİRKİŞİLİĞİN BİRLİKTE UYGULANMASI HALİNDE KARŞILAŞILABİLECEK DURUMLAR","authors":"Didem YARDIMCIOĞLU","doi":"10.54049/taad.1374522","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1374522","url":null,"abstract":"2017 yılında 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 1.1.2018 tarihinden itibaren iş hukukunda dava şartı olan arabuluculuk uygulaması başlamış olup, düzenlemenin kapsamı dışında bırakılanlar hariç olmak üzere işçi ve işveren alacakları, tazminatları ve işe iade talebiyle açılan davalarda arabulucuya başvurulması zorunlu hale getirilmiştir. Böylelikle iş hukukundaki uyuşmazlıkların büyük bir bölümü dava şartı olan arabuluculuğun kapsamına dahil edilmiştir. 2021 yılında kamuoyuna açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı ile de bir başka uyuşmazlık çözüm yöntemi olan hakem-bilirkişilik uygulamasının hayata geçirileceği duyurulmuştur. Bu doğrultuda bazı uyuşmazlıklarda aynı anda, dava şartı olan arabuluculuk ile hakem-bilirkişiliğin birlikte uygulanması söz konusu olabilecektir. Bu durum ise beraberinde çeşitli uygulama sorunlarını getirebilecektir. Bu sebeple çalışmamızda iş hukukunda dava şartı olan arabuluculuk ile hakem-bilirkişilik kavramları incelenerek, hakem-bilirkişi sözleşmesinin arabuluculuğa başvuru sürecine etkisi, arabuluculuk sürecinde hakem-bilirkişi raporunun bağlayıcılığı, arabuluculuk sürecinde görüşülen hakem-bilirkişi raporunun mahkeme aşamasında kullanımı gibi bazı önemli konuların aydınlatılması hedeflenmiştir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"33 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135962944","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kişiliği sona erdiren haller, ölüm ve gaipliktir. Bir kişi hakkında gaip hükmünün verilebilmesi için maddi ve usuli şartlar bulunmaktadır. Buradaki şartların çok sıkı ve müsamahasız uygulanması, gaiplik kurumunun sağlıklı işlemesi açısından şarttır. Gaiplik ile ilgili şartların teşekkülü ve ikmali durumunda kişi, hem gaiplik kararı verilinceye kadarki süreçte hem de gaipliğin şartları konusunda karar verici makam niteliğinde olan sulh hukuk hakimi tarafından verilen gaiplik kararından sonraki süreçte, hukuki bir fanusun içerisindedir. Bu vetirede kişinin hukuki sıfatı ve faaliyetlerine ilişkin pozisyonu, kaçınılmaz bir şekilde etkilenmektedir. Hakkında gaiplik kararı verilecek ya da verilmiş kişi için en etkili sonuçların doğduğu alanlardan biri de vergisel alandır. Çalışmanın özünde, her iki aşama için ortaya çıkan farklı netice ve sorunlu durumları ortaya koyma gayreti vardır. Belirtmek gerekir ki özellikle sorunlu durumların kanun koyucu tarafından proaktif bir yaklaşımla pürüzsüz hale getirilmesi ve böylece mevcut durumun düzeltilmesi zorunluluk taşımaktadır.
{"title":"The Institution of Absence and Its Consequences in Tax Law","authors":"Cengizhan HATİPOĞLU","doi":"10.54049/taad.1374510","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1374510","url":null,"abstract":"Kişiliği sona erdiren haller, ölüm ve gaipliktir. Bir kişi hakkında gaip hükmünün verilebilmesi için maddi ve usuli şartlar bulunmaktadır. Buradaki şartların çok sıkı ve müsamahasız uygulanması, gaiplik kurumunun sağlıklı işlemesi açısından şarttır. Gaiplik ile ilgili şartların teşekkülü ve ikmali durumunda kişi, hem gaiplik kararı verilinceye kadarki süreçte hem de gaipliğin şartları konusunda karar verici makam niteliğinde olan sulh hukuk hakimi tarafından verilen gaiplik kararından sonraki süreçte, hukuki bir fanusun içerisindedir. Bu vetirede kişinin hukuki sıfatı ve faaliyetlerine ilişkin pozisyonu, kaçınılmaz bir şekilde etkilenmektedir. Hakkında gaiplik kararı verilecek ya da verilmiş kişi için en etkili sonuçların doğduğu alanlardan biri de vergisel alandır. Çalışmanın özünde, her iki aşama için ortaya çıkan farklı netice ve sorunlu durumları ortaya koyma gayreti vardır. Belirtmek gerekir ki özellikle sorunlu durumların kanun koyucu tarafından proaktif bir yaklaşımla pürüzsüz hale getirilmesi ve böylece mevcut durumun düzeltilmesi zorunluluk taşımaktadır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"22 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135963130","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ülkemizde 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen deprem birçok konuda yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. Bu kapsamda depremin zarar gören konutlarda mevcut kira sözleşmelerine etkisi ayrıca incelenmelidir. Konutun deprem nedeniyle zarar görmesi durumunda, sonraki kusursuz ifa imkansızlığı söz konusu olabilir. Konutta meydana gelen hasar, sonraki kusursuz ifa imkansızlığının sonuçlarına sözleşmenin hangi tarafının katlanacağı meselesini ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla konutun deprem nedeniyle zarar görmesi durumunda kira sözleşmesinin sona erip ermeyeceği; sözleşme sona ermemişse, tarafların hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Konutun yıkılması, ağır hasar alarak kullanılamaz hale gelmesi durumlarında sözleşme konusu ortadan kalktığı için kira sözleşmesinin sona erdiği kabul edilir. Bunun sonucu olarak kiraya veren ve kiracının borçları sona erer. Konuttaki hasarın az olmasına rağmen kiracının yaşanan deprem nedeniyle konutta kalamaması ihtimalinde, önemli sebebe dayalı olağanüstü fesih yoluyla sözleşme sona erdirilebilir. Deprem nedeniyle konutta meydana gelen sonraki ayıpların ise kiraya veren tarafından giderilmesi gerekir. Bu hususta da kiracının ayıbı bildirme ve ayıpların giderilmesi için yapılan çalışmalara katlanma yükümlülüğü vardır.
{"title":"KONUTUN DEPREM NEDENİYLE ZARAR GÖRMESİNİN KİRA SÖZLEŞMESİNE ETKİSİ","authors":"Seda BAŞ","doi":"10.54049/taad.1374536","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1374536","url":null,"abstract":"Ülkemizde 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen deprem birçok konuda yıkıcı sonuçlara yol açmıştır. Bu kapsamda depremin zarar gören konutlarda mevcut kira sözleşmelerine etkisi ayrıca incelenmelidir. Konutun deprem nedeniyle zarar görmesi durumunda, sonraki kusursuz ifa imkansızlığı söz konusu olabilir. Konutta meydana gelen hasar, sonraki kusursuz ifa imkansızlığının sonuçlarına sözleşmenin hangi tarafının katlanacağı meselesini ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla konutun deprem nedeniyle zarar görmesi durumunda kira sözleşmesinin sona erip ermeyeceği; sözleşme sona ermemişse, tarafların hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Konutun yıkılması, ağır hasar alarak kullanılamaz hale gelmesi durumlarında sözleşme konusu ortadan kalktığı için kira sözleşmesinin sona erdiği kabul edilir. Bunun sonucu olarak kiraya veren ve kiracının borçları sona erer. Konuttaki hasarın az olmasına rağmen kiracının yaşanan deprem nedeniyle konutta kalamaması ihtimalinde, önemli sebebe dayalı olağanüstü fesih yoluyla sözleşme sona erdirilebilir. Deprem nedeniyle konutta meydana gelen sonraki ayıpların ise kiraya veren tarafından giderilmesi gerekir. Bu hususta da kiracının ayıbı bildirme ve ayıpların giderilmesi için yapılan çalışmalara katlanma yükümlülüğü vardır.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"70 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135963627","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Hukuk davalarında aleniyet ilkesi büyük önem taşır. Yargılama sürecinin dijitalleşmesi ise bu ilkeden vazgeçilmesine neden olmaz. Tüm taraf ve ilgililerin duruşma salonunda hazır olduğu yargılamalarda aleniyet ilkesine ne kadar dikkat edilmesi gerekiyorsa, ses ve görüntü nakli yoluyla yapılan duruşmalarda (elektronik duruşmalarda) da aynı şekilde dikkat edilmesi gerekir. Öte yandan burada cevaplanması gereken soru, elektronik duruşmalarda aleniyetin nasıl, hangi araçlarla ve ne ölçüde sağlanması gerektiğidir.
Aleniyet ilkesine uygunluğun sağlanması, özellikle pandemi ile birlikte uygulanma sıklığı artan elektronik duruşmalar bakımından gün geçtikçe daha çok tartışılan bir konu haline gelmiştir. Bu konuda yalnızca ses aktarımı, hem ses hem görüntü aktarımı, adliyelerde bunun için ayrı bir yer ihdas edilmesi, video konferans yöntemi ve canlı yayın yöntemi gibi yöntemler önerilmiştir. Tüm bu yöntemler tartışılırken dikkat edilmesi gereken iki temel husus bulunmaktadır. Bunlardan ilki, öncelikle elektronik duruşmalar için sahip olunması gereken teknik donanımdır. İkincisi ise, aleniyet sağlanırken, yargılamaya katılanların kişilik haklarının ve elektronik ortamda ses ve görüntü aktarımı yapılan hâllerde özellikle kişisel verilerinin korunması zorunluluğudur.
{"title":"MEDENİ YARGILAMA HUKUKUNDA ELEKTRONİK DURUŞMALARDA ALENİYETİN SAĞLANMASI","authors":"Hakan HASIRCI","doi":"10.54049/taad.1374517","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1374517","url":null,"abstract":"Hukuk davalarında aleniyet ilkesi büyük önem taşır. Yargılama sürecinin dijitalleşmesi ise bu ilkeden vazgeçilmesine neden olmaz. Tüm taraf ve ilgililerin duruşma salonunda hazır olduğu yargılamalarda aleniyet ilkesine ne kadar dikkat edilmesi gerekiyorsa, ses ve görüntü nakli yoluyla yapılan duruşmalarda (elektronik duruşmalarda) da aynı şekilde dikkat edilmesi gerekir. Öte yandan burada cevaplanması gereken soru, elektronik duruşmalarda aleniyetin nasıl, hangi araçlarla ve ne ölçüde sağlanması gerektiğidir.
 Aleniyet ilkesine uygunluğun sağlanması, özellikle pandemi ile birlikte uygulanma sıklığı artan elektronik duruşmalar bakımından gün geçtikçe daha çok tartışılan bir konu haline gelmiştir. Bu konuda yalnızca ses aktarımı, hem ses hem görüntü aktarımı, adliyelerde bunun için ayrı bir yer ihdas edilmesi, video konferans yöntemi ve canlı yayın yöntemi gibi yöntemler önerilmiştir. Tüm bu yöntemler tartışılırken dikkat edilmesi gereken iki temel husus bulunmaktadır. Bunlardan ilki, öncelikle elektronik duruşmalar için sahip olunması gereken teknik donanımdır. İkincisi ise, aleniyet sağlanırken, yargılamaya katılanların kişilik haklarının ve elektronik ortamda ses ve görüntü aktarımı yapılan hâllerde özellikle kişisel verilerinin korunması zorunluluğudur.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"12 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135968773","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışma, Mısır’da 2011 Arap kalkışmaları neticesinde devrimci bir süreç içerisinde inşa edilen 2012 Anayasası ile Temmuz 2013’te gerçekleştirilen askeri darbe sonucunda tasarlanan 2014 Anayasası’nı, anayasal değişim temelinde belirli anayasal temalar çerçevesinde karşılaştırmayı amaçlamıştır. 2012 ve 2014 anayasaları; yapım süreçleri, din ve devlet ilişkileri, hükümet sistemleri ve son olarak temel hak ve hürriyetler açısından tartışılmıştır. Bu araştırmada metinsel analiz metodu tercih edilmiştir. 2012 Anayasasında, yapım süreci açısından kapsayıcılık, katılımcılık ve şeffaflık kriterleri büyük ölçüde sağlanmıştır. Ancak, literatürde sürecin kapsayıcı olmadığı eleştirileri yükselmiştir. 2014 Anayasası sürecinde ise bu kriterlerin hiçbiri yerine getirilmemiştir. İçerik açısından 2012 ve 2014 Anayasaları, hiç şüphesiz 1971 Anayasası’na nazaran daha başarılı metinlerdir. 2012 ve 2014 Anayasalarının kendi arasındaki karşılaştırılmasında ise 2012 Anayasası yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi açısından daha anayasacı bir metindir. Ayrıca, din ve devlet ilişkileri bakımından 2012 Anayasası’nda dine daha fazla anayasal rol ve önem verilmiştir. 2014 Anayasası’nda ise bu dini hükümlerden bazıları ortadan kaldırılmış ve bazı anayasal konularda daha seküler ve liberal bir yaklaşım benimsenmiştir. 2012 Anayasası’nda orduya fazlasıyla verilen ayrıcalıklar, 2014 Anayasası’nda olağandışı derecede genişletilmiştir. Bu durum, 2014 Anayasası’nda belirtilen devletin demokratik ve sivil karakteri ile açık bir çelişki meydana getirmiştir. 2014 Anayasası’nda gerçekleştirilen 2019 Anayasa değişiklikleri anayasacılık düşüncesi ile açıkça çelişen düzenlemeler getirmiştir. Bununla birlikte, 2014 Anayasası’nda, temel hak ve hürriyetler, önceki anayasalara nazaran güçlendirilmiştir.
{"title":"2012 ve 2014 MISIR ANAYASALARININ KARŞILAŞTIRILMASI","authors":"Sezgin BAŞ","doi":"10.54049/taad.1373946","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1373946","url":null,"abstract":"Bu çalışma, Mısır’da 2011 Arap kalkışmaları neticesinde devrimci bir süreç içerisinde inşa edilen 2012 Anayasası ile Temmuz 2013’te gerçekleştirilen askeri darbe sonucunda tasarlanan 2014 Anayasası’nı, anayasal değişim temelinde belirli anayasal temalar çerçevesinde karşılaştırmayı amaçlamıştır. 2012 ve 2014 anayasaları; yapım süreçleri, din ve devlet ilişkileri, hükümet sistemleri ve son olarak temel hak ve hürriyetler açısından tartışılmıştır. Bu araştırmada metinsel analiz metodu tercih edilmiştir. 2012 Anayasasında, yapım süreci açısından kapsayıcılık, katılımcılık ve şeffaflık kriterleri büyük ölçüde sağlanmıştır. Ancak, literatürde sürecin kapsayıcı olmadığı eleştirileri yükselmiştir. 2014 Anayasası sürecinde ise bu kriterlerin hiçbiri yerine getirilmemiştir. İçerik açısından 2012 ve 2014 Anayasaları, hiç şüphesiz 1971 Anayasası’na nazaran daha başarılı metinlerdir. 2012 ve 2014 Anayasalarının kendi arasındaki karşılaştırılmasında ise 2012 Anayasası yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi açısından daha anayasacı bir metindir. Ayrıca, din ve devlet ilişkileri bakımından 2012 Anayasası’nda dine daha fazla anayasal rol ve önem verilmiştir. 2014 Anayasası’nda ise bu dini hükümlerden bazıları ortadan kaldırılmış ve bazı anayasal konularda daha seküler ve liberal bir yaklaşım benimsenmiştir. 2012 Anayasası’nda orduya fazlasıyla verilen ayrıcalıklar, 2014 Anayasası’nda olağandışı derecede genişletilmiştir. Bu durum, 2014 Anayasası’nda belirtilen devletin demokratik ve sivil karakteri ile açık bir çelişki meydana getirmiştir. 2014 Anayasası’nda gerçekleştirilen 2019 Anayasa değişiklikleri anayasacılık düşüncesi ile açıkça çelişen düzenlemeler getirmiştir. Bununla birlikte, 2014 Anayasası’nda, temel hak ve hürriyetler, önceki anayasalara nazaran güçlendirilmiştir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"60 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135923026","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
6698 sayılı KVKK m. 3/1-d’de kişisel veri kavramı tanımlanmaktadır. Buna göre, “kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” kişisel veridir. Kanun koyucu kişisel verinin nelerden ibaret olduğunu net olarak sınırlamamış, kapsamın uygulama tarafından belirlenmesini tercih etmiştir. Kabahatler ise, Kabahatler Kanunu’nda ve diğer özel kanunlarda düzenlenmektedir. Özel kanunlar da yer alan bir fiilin kabahat olup olmadığı, karşılığında öngörülen yaptırıma göre belirlenir. Bu kapsamda bir haksızlık karşılığında idari yaptırım uygulanması, onun kabahat olduğunu gösterir. Kanun koyucu kişisel verilerin korunması hakkının bazı ihlallerini ağır görerek TCK m. 135-138 arasında suç olarak düzenlemektedir. Bu suçlar, kişisel verilerin kaydedilmesi (m. 135), verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (m. 136) ve verileri yok etmemedir (m. 138). Buna karşılık ceza hukukunun son çare olması ilkesinden hareketle kişisel verilerin korunmasına ilişkin bazı ihlal biçimlerini kabahat olarak düzenlemeyi yeterli görmüştür. Böylelikle kişisel verilere ilişkin ihlallerin bir kısmı cezayı gerektirirken, diğer bazı ihlaller idari yaptırım gerektirmektedir. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 18. maddesinde kişisel verilere ilişkin kabahatler düzenlenmektedir. Bunlar; aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, veri güvenliğine ilişkin yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, kurul tarafından verilen kararların yerine getirilmemesi ile veri sorumluları siciline kayıt ve bildirim yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesidir.
{"title":"KİŞİSEL VERİLERİ KORUMA KURULU KARARLARININ YERİNE GETİRİLMEMESİ KABAHATİ (KVKK m. 18/1-c)","authors":"Uğur AŞKIN","doi":"10.54049/taad.1373921","DOIUrl":"https://doi.org/10.54049/taad.1373921","url":null,"abstract":"6698 sayılı KVKK m. 3/1-d’de kişisel veri kavramı tanımlanmaktadır. Buna göre, “kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” kişisel veridir. Kanun koyucu kişisel verinin nelerden ibaret olduğunu net olarak sınırlamamış, kapsamın uygulama tarafından belirlenmesini tercih etmiştir. Kabahatler ise, Kabahatler Kanunu’nda ve diğer özel kanunlarda düzenlenmektedir. Özel kanunlar da yer alan bir fiilin kabahat olup olmadığı, karşılığında öngörülen yaptırıma göre belirlenir. Bu kapsamda bir haksızlık karşılığında idari yaptırım uygulanması, onun kabahat olduğunu gösterir. Kanun koyucu kişisel verilerin korunması hakkının bazı ihlallerini ağır görerek TCK m. 135-138 arasında suç olarak düzenlemektedir. Bu suçlar, kişisel verilerin kaydedilmesi (m. 135), verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme (m. 136) ve verileri yok etmemedir (m. 138). Buna karşılık ceza hukukunun son çare olması ilkesinden hareketle kişisel verilerin korunmasına ilişkin bazı ihlal biçimlerini kabahat olarak düzenlemeyi yeterli görmüştür. Böylelikle kişisel verilere ilişkin ihlallerin bir kısmı cezayı gerektirirken, diğer bazı ihlaller idari yaptırım gerektirmektedir. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 18. maddesinde kişisel verilere ilişkin kabahatler düzenlenmektedir. Bunlar; aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, veri güvenliğine ilişkin yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, kurul tarafından verilen kararların yerine getirilmemesi ile veri sorumluları siciline kayıt ve bildirim yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesidir.","PeriodicalId":499307,"journal":{"name":"Türkiye adalet akademisi dergisi","volume":"13 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-10-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"135923029","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}