Çalışmamızda COVID-19 pandemisinde Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) tanısı ile takip edilen çocuk/ergenlerin OKB belirtilerinin, anne-babalarının çocuk/ergenlere karşı tutumları ve evlilik çatışmaları ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamıza, pandemi sürecinde çocuk psikiyatrisi polikliniğinde OKB tanısı ile takibi olan 7-18 yaş arası, 69 hasta dâhil edilmiştir. Çocuk psikiyatri hekimi tarafından tüm hastalara Çocuklar için Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (CY- BOCS) uygulanmıştır. Çalışmaya alınan olgulardan ve ailelerinden sosyodemografik bilgi formunu, Çocukların Evlilik Çatışmasını Algılama Ölçeğini (ÇEÇAÖ) ve Anne Baba Tutum Ölçeğini (ABTÖ) doldurmaları istenmiştir. CY-BOCS obsesyon puan ortalaması 9.0±3.0, kompulsiyon puan ortalaması 9.5±3.2, obsesyon ve kompulsiyon toplam puan ortalaması 18.6±5.8 olup CY-BOCS alt puanları ile sosyo-demografik özellikler arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmamıştır. ÇEÇAÖ alt tiplerine bakıldığında, çatışma özelliği ile saldırganlık obsesyonu ve kız cinsiyette olmak, kendini suçlama ile babanın okur yazar olmaması arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptanmıştır. ÇEÇAÖ çatışma özellikleri alt ölçeği ile ihmalkâr ebeveyn tutumu arasındaki fark anlamlı bulunmuştur. ABTÖ alt ölçek puanlarından psikolojik özerklik puanı, annesi üniversite mezunu olan gençlerde anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Yazında pandemiye bağlı kısıtlamaların ev içi ilişkilere etkisini inceleyen az sayıda çalışma olmakla birlikte bu dönemde ev içi sorunların çocuklar/gençlerin OKB’sine etkisi ile ilgili bir yayın olmadığı gözlenmiştir. Bu nedenle çalışmamızın hem yazına katkı sağlayacağı hem de ebeveynlere gerekli önerilerde bulunulabilmesi açısından yararlı olacağı düşünülmektedir.
{"title":"OKB Tanılı Çocuk ve Ergenlerin Belirtilerinin, Anne Baba Tutumları ve Algılanan Evlilik Çatışması ile İlişkisi","authors":"İrem Damla Çi̇men, Sinem Yavuz, Şeyma Nur Akpınar, Merve DİLLİ GÜRKAN, Aysel Denktaş, Nursu Çakin","doi":"10.20515/otd.1186779","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1186779","url":null,"abstract":"Çalışmamızda COVID-19 pandemisinde Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) tanısı ile takip edilen çocuk/ergenlerin OKB belirtilerinin, anne-babalarının çocuk/ergenlere karşı tutumları ve evlilik çatışmaları ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamıza, pandemi sürecinde çocuk psikiyatrisi polikliniğinde OKB tanısı ile takibi olan 7-18 yaş arası, 69 hasta dâhil edilmiştir. Çocuk psikiyatri hekimi tarafından tüm hastalara Çocuklar için Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (CY- BOCS) uygulanmıştır. Çalışmaya alınan olgulardan ve ailelerinden sosyodemografik bilgi formunu, Çocukların Evlilik Çatışmasını Algılama Ölçeğini (ÇEÇAÖ) ve Anne Baba Tutum Ölçeğini (ABTÖ) doldurmaları istenmiştir. CY-BOCS obsesyon puan ortalaması 9.0±3.0, kompulsiyon puan ortalaması 9.5±3.2, obsesyon ve kompulsiyon toplam puan ortalaması 18.6±5.8 olup CY-BOCS alt puanları ile sosyo-demografik özellikler arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmamıştır. ÇEÇAÖ alt tiplerine bakıldığında, çatışma özelliği ile saldırganlık obsesyonu ve kız cinsiyette olmak, kendini suçlama ile babanın okur yazar olmaması arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptanmıştır. ÇEÇAÖ çatışma özellikleri alt ölçeği ile ihmalkâr ebeveyn tutumu arasındaki fark anlamlı bulunmuştur. ABTÖ alt ölçek puanlarından psikolojik özerklik puanı, annesi üniversite mezunu olan gençlerde anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Yazında pandemiye bağlı kısıtlamaların ev içi ilişkilere etkisini inceleyen az sayıda çalışma olmakla birlikte bu dönemde ev içi sorunların çocuklar/gençlerin OKB’sine etkisi ile ilgili bir yayın olmadığı gözlenmiştir. Bu nedenle çalışmamızın hem yazına katkı sağlayacağı hem de ebeveynlere gerekli önerilerde bulunulabilmesi açısından yararlı olacağı düşünülmektedir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128489988","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
F. Yaman, Nur OGUZ DAVUTOGLU, Filiz Yavaşoğlu, Neslihan Andıç, Hava ÜSKÜDAR TEKE, Eren Gunduz
Marjinal zon lenfoma (MZL), Non-Hodgkin Lenfoma (NHL)’nın yavaş seyirli bir alt tipidir. Mukoza ilişkili lenfoid dokunun ekstranodal MZL’sı (MALT lenfoma), nodal MZL, splenik MZL, primer kutanöz MZL olmak üzere dört alt tipi vardır. Heterojenitesi ve nadirliği sebebiyle MZL’da tedavi yönetimi net olarak tanımlanamamıştır. Bu çalışmada MZL tanılı 36 hastanın klinik özellikleri ve sağkalım verileri incelenmiştir. Hastaların toplam takip süresi ortalama 64.5 aydı. Takip süreleri 6-240 ay arasındaydı. Hastaların 32’si (%88.8) hayattaydı. Ortanca OS 54 aydı. Ölen 4 hasta (%11.1), relaps olan 22 (%61) hasta vardı. Ortanca PFS 45 aydı. On altı (%44.5) hasta CHOP veya R-CHOP, 13 (%36.1) hasta haftalık rituksimab, 3 (%8.3) hasta rituksimab-bendamustin tedavileri almıştı. Tedavi yanıtları değerlendirildiğinde 22 (%61.1) hastada tam yanıt, 9’unda (%25) stabil hastalık, 5’inde (%13.9) kısmi yanıt saptandı. İlk sıra tedavi bitiminde yapılan yanıt değerlendirilmesinde progresif hastalık görülmedi. Çalışmamızda yaş, cinsiyet, evre, MALT-IPI skoru, tedavi yanıtı, laktat dehidrogenaz (LDH), β2-mikroglobulin, albümin, tanı anında kemik iliği infiltrasyonu, karaciğer tutulumu ve hematopoetik olmayan alan tutulumu gibi değişkenlerin sağkalım üzerine etkileri incelendi ancak OS üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkileri saptanmadı (p>0.05). MALT-IPI skoru (p=0.029) ve β2-mikroglobulin yüksekliğinin (p=0.041) tek değişkenli sağkalım analizine göre PFS üzerine olumsuz etkileri olan birer risk faktörü oldukları görüldü. Çoklu değişkenli analiz sonuçlarına göre ise sağkalım üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkileri saptanmadı (p>0.05). MALT-IPI skoru hastalık prognozunu öngörmede kullanılabilir ancak çalışmamızdan elde edilen sonuçlara göre bu skora β2-mikroglobulin eklenmesi düşünülebilir. MZL alt tiplerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi hasta heterojenitesine bağlı sonuçların yorumlanmasındaki güçlüğü azaltacaktır.
{"title":"Marjinal Zon Lenfomalı Hastaların Klinik ve Laboratuar Özellikleri: Tek Merkez Deneyimi","authors":"F. Yaman, Nur OGUZ DAVUTOGLU, Filiz Yavaşoğlu, Neslihan Andıç, Hava ÜSKÜDAR TEKE, Eren Gunduz","doi":"10.20515/otd.1205914","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1205914","url":null,"abstract":"Marjinal zon lenfoma (MZL), Non-Hodgkin Lenfoma (NHL)’nın yavaş seyirli bir alt tipidir. Mukoza ilişkili lenfoid dokunun ekstranodal MZL’sı (MALT lenfoma), nodal MZL, splenik MZL, primer kutanöz MZL olmak üzere dört alt tipi vardır. Heterojenitesi ve nadirliği sebebiyle MZL’da tedavi yönetimi net olarak tanımlanamamıştır. Bu çalışmada MZL tanılı 36 hastanın klinik özellikleri ve sağkalım verileri incelenmiştir. Hastaların toplam takip süresi ortalama 64.5 aydı. Takip süreleri 6-240 ay arasındaydı. Hastaların 32’si (%88.8) hayattaydı. Ortanca OS 54 aydı. Ölen 4 hasta (%11.1), relaps olan 22 (%61) hasta vardı. Ortanca PFS 45 aydı. On altı (%44.5) hasta CHOP veya R-CHOP, 13 (%36.1) hasta haftalık rituksimab, 3 (%8.3) hasta rituksimab-bendamustin tedavileri almıştı. Tedavi yanıtları değerlendirildiğinde 22 (%61.1) hastada tam yanıt, 9’unda (%25) stabil hastalık, 5’inde (%13.9) kısmi yanıt saptandı. İlk sıra tedavi bitiminde yapılan yanıt değerlendirilmesinde progresif hastalık görülmedi. Çalışmamızda yaş, cinsiyet, evre, MALT-IPI skoru, tedavi yanıtı, laktat dehidrogenaz (LDH), β2-mikroglobulin, albümin, tanı anında kemik iliği infiltrasyonu, karaciğer tutulumu ve hematopoetik olmayan alan tutulumu gibi değişkenlerin sağkalım üzerine etkileri incelendi ancak OS üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkileri saptanmadı (p>0.05). MALT-IPI skoru (p=0.029) ve β2-mikroglobulin yüksekliğinin (p=0.041) tek değişkenli sağkalım analizine göre PFS üzerine olumsuz etkileri olan birer risk faktörü oldukları görüldü. Çoklu değişkenli analiz sonuçlarına göre ise sağkalım üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkileri saptanmadı (p>0.05). MALT-IPI skoru hastalık prognozunu öngörmede kullanılabilir ancak çalışmamızdan elde edilen sonuçlara göre bu skora β2-mikroglobulin eklenmesi düşünülebilir. MZL alt tiplerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi hasta heterojenitesine bağlı sonuçların yorumlanmasındaki güçlüğü azaltacaktır.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"117 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"117321681","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Y. Kara, M. C. Kizil, G. Bozan, E. Kıral, Ayşe Sülü, Pelin Koşger, Ömer Kılıç, B. Uçar, Ener DINLEYICI, MD
Multisystem inflammatory syndrome in children (MIS-C) is a disease characterized by hyperinflammation with multiple organ involvement that develops after COVID-19 infection. In this study, we aimed to assess the clinical characteristics, cardiologic findings, and cardiac magnetic resonance imaging (MRI) results of MIS-C cases. Thirty-one patients diagnosed with MIS-C and followed up at Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine between November 2020 and June 2022 were included in the study. The clinical and epidemiological characteristics and cardiological findings of the patients were evaluated retrospectively. Fifty-five percent of the thirty-one MIS-C cases were male and the mean age was 102 (2-204) months. The most common presenting symptoms were fever, rash, conjunctivitis, and abdominal pain. The most common cardiac findings were left ventricular dysfunction, myocarditis, and coronary artery dilatation. Cardiac MRI was performed in 4 of 8 patients with severe cardiac findings, and no pathologic findings were noted. Patients who had hypotension and cardiogenic shock at the time of admission, who had high ferritin, D-dimer, and IL -6 levels on laboratory tests, and who had left ventricular dysfunction and myocarditis on echocardiography had a high rate of ICU admission. The degree of cardiovascular involvement is important in following up on the disease and determining the treatment regimen. All patients should be monitored by echocardiography and cardiac MRI for possible permanent cardiac damage. Although MIS-C can lead to serious, life-threatening cardiac manifestations, early diagnosis and appropriate treatment can prevent the risk of serious cardiac morbidity and mortality in the future.
儿童多系统炎症综合征(multi - system inflammatory syndrome, MIS-C)是一种在COVID-19感染后发生的以多器官受累的高亢炎症为特征的疾病。在这项研究中,我们旨在评估misc病例的临床特征、心脏学表现和心脏磁共振成像(MRI)结果。该研究包括31名被诊断为misc的患者,并于2020年11月至2022年6月在eskiehir Osmangazi大学医学院进行了随访。回顾性分析患者的临床、流行病学特征及心脏学表现。31例misc患者中55%为男性,平均年龄102(2-204)个月。最常见的症状是发热、皮疹、结膜炎和腹痛。最常见的心脏表现为左心室功能障碍、心肌炎和冠状动脉扩张。8例有严重心脏表现的患者中有4例进行了心脏MRI检查,未发现任何病理结果。入院时有低血压、心源性休克,实验室检查铁蛋白、d -二聚体、IL -6水平高,超声心动图显示左心室功能障碍、心肌炎的患者入ICU率高。心血管疾病的受累程度对于疾病的随访和确定治疗方案非常重要。所有患者应通过超声心动图和心脏MRI监测可能的永久性心脏损伤。尽管misc可导致严重的、危及生命的心脏表现,但早期诊断和适当治疗可以预防未来严重心脏发病和死亡的风险。
{"title":"Evaluation of Multisystem Inflammatory Syndrome in Children (MIS-C) Cases: Clinical Features and Cardiologic Findings","authors":"Y. Kara, M. C. Kizil, G. Bozan, E. Kıral, Ayşe Sülü, Pelin Koşger, Ömer Kılıç, B. Uçar, Ener DINLEYICI, MD","doi":"10.20515/otd.1183749","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1183749","url":null,"abstract":" Multisystem inflammatory syndrome in children (MIS-C) is a disease characterized by hyperinflammation with multiple organ involvement that develops after COVID-19 infection. In this study, we aimed to assess the clinical characteristics, cardiologic findings, and cardiac magnetic resonance imaging (MRI) results of MIS-C cases. Thirty-one patients diagnosed with MIS-C and followed up at Eskişehir Osmangazi University Faculty of Medicine between November 2020 and June 2022 were included in the study. The clinical and epidemiological characteristics and cardiological findings of the patients were evaluated retrospectively. Fifty-five percent of the thirty-one MIS-C cases were male and the mean age was 102 (2-204) months. The most common presenting symptoms were fever, rash, conjunctivitis, and abdominal pain. The most common cardiac findings were left ventricular dysfunction, myocarditis, and coronary artery dilatation. Cardiac MRI was performed in 4 of 8 patients with severe cardiac findings, and no pathologic findings were noted. Patients who had hypotension and cardiogenic shock at the time of admission, who had high ferritin, D-dimer, and IL -6 levels on laboratory tests, and who had left ventricular dysfunction and myocarditis on echocardiography had a high rate of ICU admission. The degree of cardiovascular involvement is important in following up on the disease and determining the treatment regimen. All patients should be monitored by echocardiography and cardiac MRI for possible permanent cardiac damage. Although MIS-C can lead to serious, life-threatening cardiac manifestations, early diagnosis and appropriate treatment can prevent the risk of serious cardiac morbidity and mortality in the future.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"164 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115146263","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Meme koruyucu cerrahi (MKC) erken evre meme kanserlerinde sıklıkla uygulanır. Torakal paravertebral blok (TPVB) meme cerrahileri ağrı yönetiminde etkinliği kabul edilmiş bir yöntemdir. Son yıllarda yeni tanımlanan Erektör Spina Plan Bloğu (ESPB) güvenli, kolay ve benzer analjezik etkileri olan yöntem olarak gündeme gelmiştir. Çalışmamız MKC’lerde TPVB ve ESPB’nin opioid tüketimi ve analjezi etkinliğini karşılaştırmaktadır. Gözlemsel, prospektif olarak Grup P(TPVB)’de 43 ve Grup E(ESPB)’de 42 olmak üzere toplam 85 hasta ile tamamlandı. Bloklar ameliyat öncesinde ultrasonografi altında 20 ml %0.375 bupivakain ile T4 vertebra seviyesinden yapıldı. Birincil sonuç postoperatif 24 saat morfin tüketimi, ikincil sonuçlar postoperatif 0. ve 30. dk, 1., 4., 6., 12. ve 24. saat ağrı skorları, kurtarma analjezi gereksinimi, blok uygulama süreleri ve bulantı kusma yan etkileriydi. Morfin tüketimi Grup P’de (17,582,29 mg) Grup E’den (18,962,67 mg) daha düşüktü. (p=0.012) Tüm zamanlarda istirahat ve hareket ağrı skorları benzerdi. Grup P’de iki hastada, Grup E’de beş hastada kurtarma analjezisi yapıldı. (p>0.05) Blok uygulama süresi Grup P’de (78,6210,93 sn), Grup E’ye göre (57,177,84 sn) daha uzundu. (p<0.001) Grup P’de beş hastada (%11.6) Grup E’de ise yedi (%16.7) hastada bulantı görüldü. (p>0.05) MKC’lerde TPVB ve ESPB benzer analjezik etkinlik sağlamıştır. Ancak ESPB daha kolay uygulanabilir olmasıyla iyi bir alternatiftir.
{"title":"Meme Koruyucu Cerrahi’lerde Torakal Paravertebral ve Erektör Spina Plan Bloğunun Postoperatif Opioid Tüketimi ve Analjezi Etkinliğinin Karşılaştırılması","authors":"Nukhet Sivrikoz, Ebru EMRE DEMİREL, Özlem Turhan, Dilan Büyük, Zerrin Sungur","doi":"10.20515/otd.1217577","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1217577","url":null,"abstract":"Meme koruyucu cerrahi (MKC) erken evre meme kanserlerinde sıklıkla uygulanır. Torakal paravertebral blok (TPVB) meme cerrahileri ağrı yönetiminde etkinliği kabul edilmiş bir yöntemdir. Son yıllarda yeni tanımlanan Erektör Spina Plan Bloğu (ESPB) güvenli, kolay ve benzer analjezik etkileri olan yöntem olarak gündeme gelmiştir. Çalışmamız MKC’lerde TPVB ve ESPB’nin opioid tüketimi ve analjezi etkinliğini karşılaştırmaktadır. Gözlemsel, prospektif olarak Grup P(TPVB)’de 43 ve Grup E(ESPB)’de 42 olmak üzere toplam 85 hasta ile tamamlandı. Bloklar ameliyat öncesinde ultrasonografi altında 20 ml %0.375 bupivakain ile T4 vertebra seviyesinden yapıldı. Birincil sonuç postoperatif 24 saat morfin tüketimi, ikincil sonuçlar postoperatif 0. ve 30. dk, 1., 4., 6., 12. ve 24. saat ağrı skorları, kurtarma analjezi gereksinimi, blok uygulama süreleri ve bulantı kusma yan etkileriydi. Morfin tüketimi Grup P’de (17,582,29 mg) Grup E’den (18,962,67 mg) daha düşüktü. (p=0.012) Tüm zamanlarda istirahat ve hareket ağrı skorları benzerdi. Grup P’de iki hastada, Grup E’de beş hastada kurtarma analjezisi yapıldı. (p>0.05) Blok uygulama süresi Grup P’de (78,6210,93 sn), Grup E’ye göre (57,177,84 sn) daha uzundu. (p<0.001) Grup P’de beş hastada (%11.6) Grup E’de ise yedi (%16.7) hastada bulantı görüldü. (p>0.05) MKC’lerde TPVB ve ESPB benzer analjezik etkinlik sağlamıştır. Ancak ESPB daha kolay uygulanabilir olmasıyla iyi bir alternatiftir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"19 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126363444","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Fatma Nurgül Taşgöz, Nergis KENDER ERTURK, Mehmet Özkanli, Anıl Erturk
Servikal sitolojisi malignite açısından negatif, HPV (Human papillomaVirus) DNA taraması pozitif olan hastalarda tek başına HPV pozitifliğinin preinvaziv/invaziv hastalığı tanımlayabilmedeki yerini araştırmaktır. Ulusal Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) tarafından 30-65 yaş arasında primer HPV testi ile taranıp refleks sitoloji uygulanan ve Ocak 2021- Aralık 2021 tarihleri arasında kolposkopik değerlendirme yapılan hastalar retrospektif tarandı. Servikal sitolojisi negatif, HPV pozitif olan 234 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar HPV sonuçlarına göre 4 gruba ayrıldı; HPV 16 ve/veya 18 pozitifler, HPV 16/18 ile birlikte diğer yüksek riskli HPV pozitifler, sadece diğer yüksek riskli HPV pozitifler, düşük riskli HPV pozitifler. Gruplar demografik veriler, kolposkopik sonuçlar açısından karşılaştırıldı. 234 hastanın mediyan yaşı 44(38-52), paritesi 2(2-3)idi. Hastaların 82’si (%35) postmenopozal iken,152 (%65) tanesi premenopozaldi. Gruplar arasında yaş, vücut kitle indeksi, gravida, parite, menopozal durum, sigara kullanımı, kolposkopik muayenede anormal bulguların bulunma oranı, uygulanan biyopsi adedi açısından fark izlenmedi. HPV sıklık sırası HPV16 (%29,6), HPV31 (%17,5), HPV52 (%9,8), HPV51(%9,4) ve HPV18 (%8,1)idi. Kolposkopik biyosi histopatolojik sonuçlarına göre, HPV 16 ve/veya 18 pozitifliğinde prekanseröz lezyon (CIN 2-3) görülme oranı diğer gruplara göre yüksekti (p=0,007). Endoservikal küretaj (ESK) histopatoloji sonuçlarına göre 2 hastada invaziv kanser varlığı saptandı. Sitoloji normal olan hastalarda HPV DNA pozitifliği endikasyonu ile yapılan kolposkopik biyopsilerde yüksek dereceli servikal displazi ve kanser görülebilmektedir. Yüksek onkojenik HPV alt tiplerinin (HPV 16- 18) direkt kolposkopiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Aşılama programlarının yaygınlaşması ile HPV 31 gibi diğer yüksek riskli alt tipler ilerleyen yıllarda klinik önem kazanabilir.
{"title":"HPV Testi Pozitif, Servikal Sitolojisi Negatif Hastaların Kolposkopi Sonuçlarının Değerlendirilmesi","authors":"Fatma Nurgül Taşgöz, Nergis KENDER ERTURK, Mehmet Özkanli, Anıl Erturk","doi":"10.20515/otd.1124474","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1124474","url":null,"abstract":"Servikal sitolojisi malignite açısından negatif, HPV (Human papillomaVirus) DNA taraması pozitif olan hastalarda tek başına HPV pozitifliğinin preinvaziv/invaziv hastalığı tanımlayabilmedeki yerini araştırmaktır. Ulusal Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) tarafından 30-65 yaş arasında primer HPV testi ile taranıp refleks sitoloji uygulanan ve Ocak 2021- Aralık 2021 tarihleri arasında kolposkopik değerlendirme yapılan hastalar retrospektif tarandı. Servikal sitolojisi negatif, HPV pozitif olan 234 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar HPV sonuçlarına göre 4 gruba ayrıldı; HPV 16 ve/veya 18 pozitifler, HPV 16/18 ile birlikte diğer yüksek riskli HPV pozitifler, sadece diğer yüksek riskli HPV pozitifler, düşük riskli HPV pozitifler. Gruplar demografik veriler, kolposkopik sonuçlar açısından karşılaştırıldı. 234 hastanın mediyan yaşı 44(38-52), paritesi 2(2-3)idi. Hastaların 82’si (%35) postmenopozal iken,152 (%65) tanesi premenopozaldi. Gruplar arasında yaş, vücut kitle indeksi, gravida, parite, menopozal durum, sigara kullanımı, kolposkopik muayenede anormal bulguların bulunma oranı, uygulanan biyopsi adedi açısından fark izlenmedi. HPV sıklık sırası HPV16 (%29,6), HPV31 (%17,5), HPV52 (%9,8), HPV51(%9,4) ve HPV18 (%8,1)idi. Kolposkopik biyosi histopatolojik sonuçlarına göre, HPV 16 ve/veya 18 pozitifliğinde prekanseröz lezyon (CIN 2-3) görülme oranı diğer gruplara göre yüksekti (p=0,007). Endoservikal küretaj (ESK) histopatoloji sonuçlarına göre 2 hastada invaziv kanser varlığı saptandı. Sitoloji normal olan hastalarda HPV DNA pozitifliği endikasyonu ile yapılan kolposkopik biyopsilerde yüksek dereceli servikal displazi ve kanser görülebilmektedir. Yüksek onkojenik HPV alt tiplerinin (HPV 16- 18) direkt kolposkopiye yönlendirilmesi gerekmektedir. Aşılama programlarının yaygınlaşması ile HPV 31 gibi diğer yüksek riskli alt tipler ilerleyen yıllarda klinik önem kazanabilir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"27 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-01-04","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"133656704","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Turgay Çokyaman, Yücel Sinmaz, N. Aylanç, B. Akıncı, B. Sözeri
Takayasu arteritis (TA) is a chronic inflammatory vasculitis involving the aorta and its main branches. It usually starts with systemic inflammatory signs after ten years of age. Neurological symptoms seen depend on aneurysmatic, stenotic and thromboembolic events in the affected vessels. It is rarely seen in childhood and presentation with epileptic seizure is extremely rare in infantile age. In this case report, a 22-month-old child who was admitted with epileptic seizure and had a large infarction in the area matching the right middle cerebral artery (MCA) watershed. Symptoms and imaging findings due to infarction developed hours after epileptic seizure. First, low molecular weight heparin treatment was started. Following the development of multiple aneurysmatic-stenotic lesions in the left brachial artery and profunda branch, diagnosed as TA. It was added to oral steroid and azathioprine. Resistant seizures were controlled with levetiracetam and valproic acid in the poststroke period. Multidisciplinary follow-up is ongoing with anticoagulant, antiepileptic and immunosuppressive treatments. TA rarely occurs in the infantile period with acute neurological symptoms such as epileptic seizure and stroke. It is important to make diagnosis early in order to reduce the neurological comorbidities that may occur in the long term.
{"title":"Diagnostic Inexperience of Takayasu Arteritis in Pediatric Neurology: A Case Report and Mini-Review of the Literature","authors":"Turgay Çokyaman, Yücel Sinmaz, N. Aylanç, B. Akıncı, B. Sözeri","doi":"10.20515/otd.1176704","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1176704","url":null,"abstract":"Takayasu arteritis (TA) is a chronic inflammatory vasculitis involving the aorta and its main branches. It usually starts with systemic inflammatory signs after ten years of age. Neurological symptoms seen depend on aneurysmatic, stenotic and thromboembolic events in the affected vessels. It is rarely seen in childhood and presentation with epileptic seizure is extremely rare in infantile age. In this case report, a 22-month-old child who was admitted with epileptic seizure and had a large infarction in the area matching the right middle cerebral artery (MCA) watershed. Symptoms and imaging findings due to infarction developed hours after epileptic seizure. First, low molecular weight heparin treatment was started. Following the development of multiple aneurysmatic-stenotic lesions in the left brachial artery and profunda branch, diagnosed as TA. It was added to oral steroid and azathioprine. Resistant seizures were controlled with levetiracetam and valproic acid in the poststroke period. Multidisciplinary follow-up is ongoing with anticoagulant, antiepileptic and immunosuppressive treatments. TA rarely occurs in the infantile period with acute neurological symptoms such as epileptic seizure and stroke. It is important to make diagnosis early in order to reduce the neurological comorbidities that may occur in the long term.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"98 6 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128351265","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Çiğdem Arslan Alıcı, B. Tokar, Umut Alıcı, Huseyin ILHAN, TURKEY, M. S. Arda
Ureteropelvic junction obstruction(UPJO) causes inadequate transport of urine from the renal pelvis to the ureter. Laparoscopic pyeloplasty(LP) is increasingly preferred in patients with UPJO. We aimed to compare the clinical, radiological and scintigraphic findings before the treatment and the early and late progress of the patients underwent LP for UPJO. Sixty-eight cases underwent LP for UPJO(January 2010-May 2016) were included. Demographic characteristics, clinical findings, intraoperative characteristics, data on preoperative and postoperative clinical, radiological and scintigraphic follow-ups of the cases were evaluated retrospectively. LP was performed in 68 patients(51 males, 17 females) for UPJO. Twenty-four patients with antenatal hydronephrosis, 46 patients with abdominal pain, hematuria and urinary tract infection(UTI) findings were diagnosed with UPJO. Patients were preoperatively followed up by USG and DTPA-MAG3 imaging. During surgery, aberrant vessel in 13(19.1%) patients, malrotation in 4(5.8%) and polyp in one(1.4%) patient were detected. Thirteen patients(19.1%) underwent surgery with the transmesoolic approach, 55 patients(80.8%) underwent retrocolic surgery, 33 patients underwent laparoscopy-assisted extracorporeal pyeloplasty. In postoperative period, patients were followed up at 1st, 3rd, 6th months and in the first year with USG and at 6th months with DTPA-MAG3 imaging. Postoperative USG follow up showed a decrease in hydronephrosis(p<0.001), an increase in parenchymal thickness(p<0.001), and a decrease in caliceal dilatation(p<0.001). In scintigraphic data, renal function was increased but it is not statistically significant(p>0.05) and activated half-time was decreased(p<0.05) in postoperative period. LP is a surgical treatment method with successful results when performed with appropriate indications in experienced clinics.
{"title":"Evaluation of Early and Late Clinical, Radiological and Scintigraphic Datas After Laparoscopic Pyeloplasty in Ureteropelvic Junction Obstruction","authors":"Çiğdem Arslan Alıcı, B. Tokar, Umut Alıcı, Huseyin ILHAN, TURKEY, M. S. Arda","doi":"10.20515/otd.1187227","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1187227","url":null,"abstract":"Ureteropelvic junction obstruction(UPJO) causes inadequate transport of urine from the renal pelvis to the ureter. Laparoscopic pyeloplasty(LP) is increasingly preferred in patients with UPJO. We aimed to compare the clinical, radiological and scintigraphic findings before the treatment and the early and late progress of the patients underwent LP for UPJO. Sixty-eight cases underwent LP for UPJO(January 2010-May 2016) were included. Demographic characteristics, clinical findings, intraoperative characteristics, data on preoperative and postoperative clinical, radiological and scintigraphic follow-ups of the cases were evaluated retrospectively. LP was performed in 68 patients(51 males, 17 females) for UPJO. Twenty-four patients with antenatal hydronephrosis, 46 patients with abdominal pain, hematuria and urinary tract infection(UTI) findings were diagnosed with UPJO. Patients were preoperatively followed up by USG and DTPA-MAG3 imaging. During surgery, aberrant vessel in 13(19.1%) patients, malrotation in 4(5.8%) and polyp in one(1.4%) patient were detected. Thirteen patients(19.1%) underwent surgery with the transmesoolic approach, 55 patients(80.8%) underwent retrocolic surgery, 33 patients underwent laparoscopy-assisted extracorporeal pyeloplasty. In postoperative period, patients were followed up at 1st, 3rd, 6th months and in the first year with USG and at 6th months with DTPA-MAG3 imaging. Postoperative USG follow up showed a decrease in hydronephrosis(p<0.001), an increase in parenchymal thickness(p<0.001), and a decrease in caliceal dilatation(p<0.001). In scintigraphic data, renal function was increased but it is not statistically significant(p>0.05) and activated half-time was decreased(p<0.05) in postoperative period. LP is a surgical treatment method with successful results when performed with appropriate indications in experienced clinics.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127858020","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. Akdeniz Leblebicier, F. Yaman, Dilan Bulut Özkaya
Mirror therapy is a method that increases the functionality of the affected extremity and is effective in the treatment of chronic pain. In this study, we aimed to investigate the effect of mirror therapy on shoulder impingement syndrome. The study included 62 participants, including 31 in the intervention group (IG) and 31 in the control group (CG) who met the inclusion criteria. IG received mirror therapy with conventional physiotherapy while CG received only conventional physiotherapy. The patients were evaluated before treatment and immediately after treatment with Visual Analog Scale (VAS) score for pain, goniometric measurement for shoulder range of motion, modified Constant-Murley score for functionality, and Tampa Kinesiophobia Scale (TSK) for kinesiophobia. After treatment, the change in the VAS score was 5.51 ± 1.89 for IG, 2.80 ± 2.61 for CG, and the significance was p<0.01. The change in the TSK score was 10.83 ± 9.53 for IG and 1.66 ± 4.85 for CG (p<0.01). The change in the total Constant-Murley score was 23.77 ± 11.41 for IG and 9.60 ± 9.70 for CG, and the significance was calculated as p<0.01. This study showed that the addition of mirror therapy to conventional treatment can improve pain severity, functionality, and levels of kinesiophobia in patients with unilateral shoulder impingement syndrome. The decrease in fear of movement along with pain in impingement syndrome has shown that mirror theraphy can be used in the treatment of different diseases for which it has not been used before.
{"title":"Outcomes with Additional Mirror Theraphy to Rehabilitation Protocol in Patients with Shoulder Impingement Syndrome: A Prospective Randomized Controlled Study","authors":"M. Akdeniz Leblebicier, F. Yaman, Dilan Bulut Özkaya","doi":"10.20515/otd.1166020","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1166020","url":null,"abstract":"Mirror therapy is a method that increases the functionality of the affected extremity and is effective in the treatment of chronic pain. In this study, we aimed to investigate the effect of mirror therapy on shoulder impingement syndrome. The study included 62 participants, including 31 in the intervention group (IG) and 31 in the control group (CG) who met the inclusion criteria. IG received mirror therapy with conventional physiotherapy while CG received only conventional physiotherapy. The patients were evaluated before treatment and immediately after treatment with Visual Analog Scale (VAS) score for pain, goniometric measurement for shoulder range of motion, modified Constant-Murley score for functionality, and Tampa Kinesiophobia Scale (TSK) for kinesiophobia. After treatment, the change in the VAS score was 5.51 ± 1.89 for IG, 2.80 ± 2.61 for CG, and the significance was p<0.01. The change in the TSK score was 10.83 ± 9.53 for IG and 1.66 ± 4.85 for CG (p<0.01). The change in the total Constant-Murley score was 23.77 ± 11.41 for IG and 9.60 ± 9.70 for CG, and the significance was calculated as p<0.01. This study showed that the addition of mirror therapy to conventional treatment can improve pain severity, functionality, and levels of kinesiophobia in patients with unilateral shoulder impingement syndrome. The decrease in fear of movement along with pain in impingement syndrome has shown that mirror theraphy can be used in the treatment of different diseases for which it has not been used before.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"23 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-19","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"117019822","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. Akdeniz Leblebicier, Gülsüm Bakçepınar, Emine Cihan
Lymphedema is defined as the abnormal accumulation of protein-rich fluid in the interstitial space as a result of deterioration in lymphatic system functions. In our case, we describe a patient that developed lymphedema symptoms in his right upper extremity following liver transplantation. After the lymphedema diagnosis, the patient underwent complex decongestive therapy, which included 30 sessions of manual lymphatic drainage (30 minutes a day) and 30 sessions of multilayer bandaging (five days a week). There was an improvement in both the shoulder joint range of motion and circumferences measurements of the hand and arm after treatment.Based on this case, we recommend manual lymph drainage as a preventative in the early period after organ transplants affecting the lymphatic system.
{"title":"Role of Decongestive Therapy For Lymphedema In A Patient After Liver Transplantation: A Case Report","authors":"M. Akdeniz Leblebicier, Gülsüm Bakçepınar, Emine Cihan","doi":"10.20515/otd.1184310","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1184310","url":null,"abstract":"Lymphedema is defined as the abnormal accumulation of protein-rich fluid in the interstitial space as a result of deterioration in lymphatic system functions. In our case, we describe a patient that developed lymphedema symptoms in his right upper extremity following liver transplantation. After the lymphedema diagnosis, the patient underwent complex decongestive therapy, which included 30 sessions of manual lymphatic drainage (30 minutes a day) and 30 sessions of multilayer bandaging (five days a week). There was an improvement in both the shoulder joint range of motion and circumferences measurements of the hand and arm after treatment.Based on this case, we recommend manual lymph drainage as a preventative in the early period after organ transplants affecting the lymphatic system.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-16","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124600280","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Çocukluk çağının en sık görülen vasküliti olan immünglobulin A vasküliti (IgAV) küçük damarlarda immünglobulin A ve immün kompleks birikimi ile karakterize, genellikle kendi kendini sınırlayan sistemik bir vaskülittir. Spesifik bir laboratuvar testi olmayan IgAV’ne klinik ve histopatolojik bulgular ile tanı konulmaktadır. Kesin prognostik parametreler henüz net olarak tanımlanmamakla beraber nüksler yaygındır. Bu çalışmada, IgAV’nin demografik, klinik özellikleri ve laboratuvar belirteçleri değerlendirilerek nüksleri öngörebilecek risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Ankara Şehir Hastanesi Çocuk Romatolojisi Kliniği’nde Ocak 2012 ile Haziran 2021 tarihleri arasında takip edilen IgAV tanılı 318 hastanın klinik ve laboratuvar verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmada yer alan 318 olgunun 17’sinde (%5,3) nüks gelişti. Nüks gelişen ve gelişmeyen hastaların medyan başlangıç yaşı, cinsiyet, hastalık başlangıç mevsimi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Enfeksiyonun tetiklediği IgAV’nde daha az nüks geliştiği saptandı (p=0,048). Her iki grup arasında başvuruda bakılan; beyaz küre, hemoglobin, platelet, eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein, immünglobulin A, anti nükleer antikor, kompleman 3 ve 4 düzeyleri arasında fark yoktu. Tanı anında gastrointestinal, renal, eklem ve testis tutulum oranları arasında fark saptanmadı. Kortikosteroid kullanımı ve tedavi süresi açısından 2 grup arasında anlamlı fark yoktu (p=0,512). Bu çalışmada IgAV’nin nüks oranı %5,3 olarak bulundu. Literatürde cilt tutulumuna renal tutulumun eşlik etmesinin ve 10 günden uzun süreli kullanılan kortikosteroid tedavisinin nüks için risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda nüks ile ilişkili herhangi bir risk faktörü saptanmamakla beraber semptomlar başlamadan önce enfeksiyon öyküsü olan hastalarda daha az nüks geliştiği gösterildi. IgAV tanılı hastalarda nüksleri öngörmemize katkıda bulunan diğer olası faktörleri belirlemek için ileriye yönelik takip edilen geniş hasta serilerine ihtiyaç vardır
{"title":"İmmünglobulin A Vaskülit Nüksü ile İlişkili Risk Faktörleri","authors":"Merve Cansu Polat, Zahide EKİCİ TEKİN, Elif Çeli̇kel, Vildan Güngörer, T. Kurt, Nilüfer Tekgöz, Müge Sezer, Cüneyt Karagöl, Serkan Coşkun, Melike Kaplan, Nimet Öner, Banu Acar","doi":"10.20515/otd.1120184","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1120184","url":null,"abstract":"Çocukluk çağının en sık görülen vasküliti olan immünglobulin A vasküliti (IgAV) küçük damarlarda immünglobulin A ve immün kompleks birikimi ile karakterize, genellikle kendi kendini sınırlayan sistemik bir vaskülittir. Spesifik bir laboratuvar testi olmayan IgAV’ne klinik ve histopatolojik bulgular ile tanı konulmaktadır. Kesin prognostik parametreler henüz net olarak tanımlanmamakla beraber nüksler yaygındır. Bu çalışmada, IgAV’nin demografik, klinik özellikleri ve laboratuvar belirteçleri değerlendirilerek nüksleri öngörebilecek risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Ankara Şehir Hastanesi Çocuk Romatolojisi Kliniği’nde Ocak 2012 ile Haziran 2021 tarihleri arasında takip edilen IgAV tanılı 318 hastanın klinik ve laboratuvar verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmada yer alan 318 olgunun 17’sinde (%5,3) nüks gelişti. Nüks gelişen ve gelişmeyen hastaların medyan başlangıç yaşı, cinsiyet, hastalık başlangıç mevsimi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Enfeksiyonun tetiklediği IgAV’nde daha az nüks geliştiği saptandı (p=0,048). Her iki grup arasında başvuruda bakılan; beyaz küre, hemoglobin, platelet, eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein, immünglobulin A, anti nükleer antikor, kompleman 3 ve 4 düzeyleri arasında fark yoktu. Tanı anında gastrointestinal, renal, eklem ve testis tutulum oranları arasında fark saptanmadı. Kortikosteroid kullanımı ve tedavi süresi açısından 2 grup arasında anlamlı fark yoktu (p=0,512). Bu çalışmada IgAV’nin nüks oranı %5,3 olarak bulundu. Literatürde cilt tutulumuna renal tutulumun eşlik etmesinin ve 10 günden uzun süreli kullanılan kortikosteroid tedavisinin nüks için risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda nüks ile ilişkili herhangi bir risk faktörü saptanmamakla beraber semptomlar başlamadan önce enfeksiyon öyküsü olan hastalarda daha az nüks geliştiği gösterildi. IgAV tanılı hastalarda nüksleri öngörmemize katkıda bulunan diğer olası faktörleri belirlemek için ileriye yönelik takip edilen geniş hasta serilerine ihtiyaç vardır","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"9 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2022-12-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132103736","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}