R. Evcen, Fatih Çölkesen, Filiz SADİ AYKAN, Mehmet Kılınç, Eray Yıldız, Ümmügülsüm YILMAZ ERGÜN, Tuğba Önalan, F. Akkuş, Selim Kahraman, Mehmet Emin Gerek, Ş. Arslan
Common variable immunodeficiency (CVID) is the most common symptomatic immunodeficiency in adults. This study assessed the utility of using the C-reactive protein (CRP)/albumin ratio (CAR) at diagnosis to predict mortality in CVID patients. Between 2010 and 2022, hospital records and follow-up cards of patients with CVID were reviewed retrospectively. Seventy-five patients were included in the study. CRP 0–5 mg/L and albumin 3.5–5.5 g/dL were taken as references. The CAR was obtained by dividing the CRP value by the albumin value. Of the included patients, 41 (55%) were male and 34 (35%) were female. The median age was 38 (21–77) years. The mortality rate of the patients during the follow-up time was 20%. Of the patients, 41% had splenomegaly, 10.6% had malignancy, and 39% had bronchiectasis. The cut-off value of CAR to predict mortality was >2.18 (sensitivity: 88.4%, specificity: 90.1%). When the patients were classified according to the CAR, the mortality rate in the patient group with a CAR > 2.18 was statistically significantly higher than the patient group with a CAR ≤ 2.18. The CAR is a cheap, simple, and easily calculated parameter that can predict mortality in CVID patients.
{"title":"Could the C-reactive protein/albumin Ratio Predict Mortality in Patients with Common Variable İmmunodeficiency?","authors":"R. Evcen, Fatih Çölkesen, Filiz SADİ AYKAN, Mehmet Kılınç, Eray Yıldız, Ümmügülsüm YILMAZ ERGÜN, Tuğba Önalan, F. Akkuş, Selim Kahraman, Mehmet Emin Gerek, Ş. Arslan","doi":"10.20515/otd.1273621","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1273621","url":null,"abstract":"Common variable immunodeficiency (CVID) is the most common symptomatic immunodeficiency in adults. This study assessed the utility of using the C-reactive protein (CRP)/albumin ratio (CAR) at diagnosis to predict mortality in CVID patients. Between 2010 and 2022, hospital records and follow-up cards of patients with CVID were reviewed retrospectively. Seventy-five patients were included in the study. CRP 0–5 mg/L and albumin 3.5–5.5 g/dL were taken as references. The CAR was obtained by dividing the CRP value by the albumin value. Of the included patients, 41 (55%) were male and 34 (35%) were female. The median age was 38 (21–77) years. The mortality rate of the patients during the follow-up time was 20%. Of the patients, 41% had splenomegaly, 10.6% had malignancy, and 39% had bronchiectasis. The cut-off value of CAR to predict mortality was >2.18 (sensitivity: 88.4%, specificity: 90.1%). When the patients were classified according to the CAR, the mortality rate in the patient group with a CAR > 2.18 was statistically significantly higher than the patient group with a CAR ≤ 2.18. The CAR is a cheap, simple, and easily calculated parameter that can predict mortality in CVID patients.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"12 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127529093","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
On yaş kız hasta beş gündür sağ kulak ağrısı, üç gündür sağ gözünü kapatamama ve ağız köşesinde hareketsizlik şikayetleri ile kliniğimize getirildi. Fizik muayenede sağ dış kulak yolunda kene ve House-Brackmann evrelemesine göre grade 6 periferik fasiyal paralizi izlendi. Kene canlı olarak çıkartıldı ve medikal tedavi başlandı. Takiplerin dokuzuncu gününde paralizinin tamamen düzelmiş olduğu görüldü. Bu makalede dış kulak yolundaki keneye bağlı gelişen izole periferik fasiyal paralizi olgusu klinik bulgular, tanı ve tedavi süreci ile birlikte güncel literatür eşliğinde sunulmuştur.
{"title":"Nadir Bir Olgu Sunumu: Pediatrik Hastada Dış Kulak Yolundaki Keneye Bağlı İzole Periferik Fasiyal Paralizi","authors":"Gökhan Yilmaz, Gamze ÖZTÜRK YILMAZ","doi":"10.20515/otd.1290861","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1290861","url":null,"abstract":"On yaş kız hasta beş gündür sağ kulak ağrısı, üç gündür sağ gözünü kapatamama ve ağız köşesinde hareketsizlik şikayetleri ile kliniğimize getirildi. Fizik muayenede sağ dış kulak yolunda kene ve House-Brackmann evrelemesine göre grade 6 periferik fasiyal paralizi izlendi. Kene canlı olarak çıkartıldı ve medikal tedavi başlandı. Takiplerin dokuzuncu gününde paralizinin tamamen düzelmiş olduğu görüldü. Bu makalede dış kulak yolundaki keneye bağlı gelişen izole periferik fasiyal paralizi olgusu klinik bulgular, tanı ve tedavi süreci ile birlikte güncel literatür eşliğinde sunulmuştur.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"85 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-14","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"133316823","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Sistemik inflamasyon ve oksidatif stresin kanserin gelişimi ve ilerlemesi üzerine etkisi olduğu bilinmektedir. Akdeniz diyetinin kanser üzerine olan etkisinin bu parametreler üzerinden olduğunu gösteren bazı çalışmışalar bulunsa da bu ilişki hale net olarak belirlenememiştir. Bu nedenle bu çalışmanın amacı, kanser hastalarında Akdeniz diyetine uyum ile sistemik İnflamasyon belirteçleriyle olan ilişkiyi ortaya koymak ve bu hastalardaki nüks veya progresyon üzerine olan etkisini incelemekti. Bu amaçla Mart 2021 ile Mayıs 2021 tarihleri arasında takip ve tedavi Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı polikliniğine başvuran 102 kanser hastası değerlendirilmiştir. Hastalar aktif onkolojik tedavi alıp almamasına göre ayrılmıştır. Akdeniz diyetine uyum; Akdeniz diyeti bağlılık ölçeği ([Mediterranean Diet Adherence Screener (MEDAS)] anketi ile değerlendirilmiştir. Hastaların inflamasyon durumlarının değerlendirilmesinde ise sistemik inflamasyon indeksi ve HALP skoru kullanılmıştır. Ayrıca inflamasyon ve nüks sonuçlarına etki edebilecek Charlson Komorbidite indeksi de hastalarda değerlendirilmiştir. Hastalarda tedavi almayan gruptaki bireylerin MEDAS skor ortalamasının (7.4±2.41) tedavi alan gruptaki bireylerin MEDAS skor ortalamasına (6.3±1.78) göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). İnflamasyon belirteçler üzerine yapılan analizde ise Akdeniz diyetine uyum sağlamayan bireylerin Akdeniz diyetine uyum sağlayan bireylere göre C-reaktif protein (CRP) düzeyleri ve Sİİ skorları daha yüksek, HALP skorlarının ise daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0.05). Yapılan univariate ve multivariate analizler sonucunca CRP (OR 0.97, %95 CI 0.95-0.99, p=0.006) ve nüks varlığı (OR 0.07, %95 CI 0.01-0.45, p=0.005) diğer faktörlerden bağımsız olarak Akdeniz diyetiyle ilişkili olarak saptanmıştır. Sonuç olarak çalışmamızda Akdeniz diyetine uyumun bir inflamasyon belirteci olan CRP ile ve nihayetinde hastalığın nüks veya progresyonu ile ters ilişki olduğu gösterilmiştir.
{"title":"Kanser Hastalarında Akdeniz Diyetine Uyumun İnflamasyon ve Nüks Üzerine Olan Etkisi","authors":"Arif Hakan Onder, Nilgün SEREMET KÜRKLÜ","doi":"10.20515/otd.1283977","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1283977","url":null,"abstract":"Sistemik inflamasyon ve oksidatif stresin kanserin gelişimi ve ilerlemesi üzerine etkisi olduğu bilinmektedir. Akdeniz diyetinin kanser üzerine olan etkisinin bu parametreler üzerinden olduğunu gösteren bazı çalışmışalar bulunsa da bu ilişki hale net olarak belirlenememiştir. Bu nedenle bu çalışmanın amacı, kanser hastalarında Akdeniz diyetine uyum ile sistemik İnflamasyon belirteçleriyle olan ilişkiyi ortaya koymak ve bu hastalardaki nüks veya progresyon üzerine olan etkisini incelemekti. Bu amaçla Mart 2021 ile Mayıs 2021 tarihleri arasında takip ve tedavi Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı polikliniğine başvuran 102 kanser hastası değerlendirilmiştir. Hastalar aktif onkolojik tedavi alıp almamasına göre ayrılmıştır. Akdeniz diyetine uyum; Akdeniz diyeti bağlılık ölçeği ([Mediterranean Diet Adherence Screener (MEDAS)] anketi ile değerlendirilmiştir. Hastaların inflamasyon durumlarının değerlendirilmesinde ise sistemik inflamasyon indeksi ve HALP skoru kullanılmıştır. Ayrıca inflamasyon ve nüks sonuçlarına etki edebilecek Charlson Komorbidite indeksi de hastalarda değerlendirilmiştir. Hastalarda tedavi almayan gruptaki bireylerin MEDAS skor ortalamasının (7.4±2.41) tedavi alan gruptaki bireylerin MEDAS skor ortalamasına (6.3±1.78) göre anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). İnflamasyon belirteçler üzerine yapılan analizde ise Akdeniz diyetine uyum sağlamayan bireylerin Akdeniz diyetine uyum sağlayan bireylere göre C-reaktif protein (CRP) düzeyleri ve Sİİ skorları daha yüksek, HALP skorlarının ise daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0.05). Yapılan univariate ve multivariate analizler sonucunca CRP (OR 0.97, %95 CI 0.95-0.99, p=0.006) ve nüks varlığı (OR 0.07, %95 CI 0.01-0.45, p=0.005) diğer faktörlerden bağımsız olarak Akdeniz diyetiyle ilişkili olarak saptanmıştır. Sonuç olarak çalışmamızda Akdeniz diyetine uyumun bir inflamasyon belirteci olan CRP ile ve nihayetinde hastalığın nüks veya progresyonu ile ters ilişki olduğu gösterilmiştir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"114 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"123101966","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Bu çalışmanın amacı odontojenik kaynaklı kistlerin tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemleri değerlendirmek ve kemik iyileşmesini klinik ve radyolojik olarak değerlendirmektir. Çalışmaya Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi kliniğinde 1 Ocak 2015-1 Ocak 2019 tarihleri arasında cerrahi tedavileri gerçekleştirilen ve histopatolojik olarak odontojenik kist tanısı almış hastalar dahil edilmiştir. Hastaların yaşı, cinsiyeti ve sistemik hastalıkları hem numerik hem de yüzde olarak değerlendirilmiştir. Kistik lezyonun vertikal olarak en geniş olduğu süperior-inferior (Sİ) ve horizontal olarak en yaygın olduğu mezio-distal (MD) mesafeler Romexis Viewer 3.4.1 programındaki ilgili dijital araç ile işaretlenerek pre-operatif olarak ve post-operatif 6. ayda alınmış panoramik radyografiler üzerinde ölçülüp kaydedilmiştir. Ayrıca pre-operatif ve post-operatif ölçümler arası farklar fark Sİ ve fark MD olarak kaydedilmiştir. Dahil edilme kriterleri göz önüne alındığında cerrahi olarak enükleasyon ve/veya marsupyalizasyon yapılan, histopatolojik olarak kist tanısı konmuş 38 hasta belirlenmiştir. Hastaların 23’ü (%39.5) erkek, 15’i (%60.5) kadındır. Histopatolojik değerlendirme sonucu bu hastaların 23’ünde (%60.5) radiküler, 9’unda (%23.7) dentigeröz, 6’sında (%15.8) keratokist olduğu tespit edilmiştir. Uygulanan tedavi şekline göre bu hastaların 17’sine (%44.7) marsüpalizasyon, 21’ine (%55.3) enükleasyon uygulanmıştır. Post-operatif 6. ayda kemik rejenerasyonunun marsüpyalizasyonla tedavide enükleasyona kıyasla istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha iyi sonuçlar gösterdiği görülmüştür(p>0,05). Fark Sİ değerinin mandibulada anlamlı olarak arrtığı gözlenmektedir (p<0.05). Fark MD ve Fark Sİ değerleri için diğer bütün parametreler açısından anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Odontojenik kistlerde en çok kullanılan tedavi yöntemleri enükleasyon ve marsüpyalizasyondur. Post-operatif 6. ayda her iki tedavi modalitesinin de kemik iyileşmesi açısından birbirine üstünlüğü bulunmamaktadır
{"title":"Odontojenik Kistlerin Cerrahi Tedavi Protokollerinin Değerlendirilmesi","authors":"Nijat Aydinli, Nesrin Saruhan, Ömür Dereci̇, Fuat Açikalin, Yasin Koşar, Görkem Teki̇n","doi":"10.20515/otd.1298831","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1298831","url":null,"abstract":"Bu çalışmanın amacı odontojenik kaynaklı kistlerin tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemleri değerlendirmek ve kemik iyileşmesini klinik ve radyolojik olarak değerlendirmektir. Çalışmaya Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi kliniğinde 1 Ocak 2015-1 Ocak 2019 tarihleri arasında cerrahi tedavileri gerçekleştirilen ve histopatolojik olarak odontojenik kist tanısı almış hastalar dahil edilmiştir. Hastaların yaşı, cinsiyeti ve sistemik hastalıkları hem numerik hem de yüzde olarak değerlendirilmiştir. Kistik lezyonun vertikal olarak en geniş olduğu süperior-inferior (Sİ) ve horizontal olarak en yaygın olduğu mezio-distal (MD) mesafeler Romexis Viewer 3.4.1 programındaki ilgili dijital araç ile işaretlenerek pre-operatif olarak ve post-operatif 6. ayda alınmış panoramik radyografiler üzerinde ölçülüp kaydedilmiştir. Ayrıca pre-operatif ve post-operatif ölçümler arası farklar fark Sİ ve fark MD olarak kaydedilmiştir. Dahil edilme kriterleri göz önüne alındığında cerrahi olarak enükleasyon ve/veya marsupyalizasyon yapılan, histopatolojik olarak kist tanısı konmuş 38 hasta belirlenmiştir. Hastaların 23’ü (%39.5) erkek, 15’i (%60.5) kadındır. Histopatolojik değerlendirme sonucu bu hastaların 23’ünde (%60.5) radiküler, 9’unda (%23.7) dentigeröz, 6’sında (%15.8) keratokist olduğu tespit edilmiştir. Uygulanan tedavi şekline göre bu hastaların 17’sine (%44.7) marsüpalizasyon, 21’ine (%55.3) enükleasyon uygulanmıştır. Post-operatif 6. ayda kemik rejenerasyonunun marsüpyalizasyonla tedavide enükleasyona kıyasla istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha iyi sonuçlar gösterdiği görülmüştür(p>0,05). Fark Sİ değerinin mandibulada anlamlı olarak arrtığı gözlenmektedir (p<0.05). Fark MD ve Fark Sİ değerleri için diğer bütün parametreler açısından anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Odontojenik kistlerde en çok kullanılan tedavi yöntemleri enükleasyon ve marsüpyalizasyondur. Post-operatif 6. ayda her iki tedavi modalitesinin de kemik iyileşmesi açısından birbirine üstünlüğü bulunmamaktadır","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"32 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-06-02","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122480982","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Besin proteini ilişkili enterokolit sendromu (BPİES), nadir görülen immünoglobulin E (IgE) aracılı olmayan bir besin alerjisidir. Haziran 2021 ile Aralık 2022 tarihleri arasında takip edilen 17 BPİES tanılı hastanın klinik ve demografik özellikleri, tetikleyici besinleri ve tolerans durumları retrospektif olarak kaydedildi. BPİES tanısı alan %58,8’i (n=10) erkek, 17 hasta çalışmaya alındı. Semptom başlangıç yaşı ortanca (çeyrekler-arası) 6 ay (5-7,5 ay) ve tanı yaşı ise ortanca 7,7 ay (5,5-27,3 ay) idi. On yedi hastanın, 15’ine akut BPİES, 2’sine kronik BPİES tanısı konuldu. Akut BPİES’i olan hastalarda en sık tetikleyici besinler yumurta (n=6), inek sütü (n=4) ve balık (n=3) idi. Kronik BPİES’li hastalarda tetikleyici besin olarak sadece inek sütü (n=2) saptandı. En sık görülen klinik semptomlar, sıklık sırasına göre kusma (%100), solukluk (%77,8), letarji (%38,9) ve ishal (%38.9) idi. On yedi hastanın sekizi (%47,1) tetikleyici besine tolerans geliştirdi. Tolerans yaşı ortanca 23,5 ay (18,3-29,5 ay) idi. Balık BPİES olan hastaların hiç birinde tolerans gözlenmedi. Tolerans geliştiren ve tolerans geliştirmeyen hastaların özellikleri ve laboratuvar bulguları karşılaştırıldığından iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). BPİES’te prognoz genellikle iyidir ve hastaların yarısından çoğu 5 yaşına kadar tolerans geliştirir. Bu çalışmada, yumurta, inek sütü ve balığın en sık tetikleyici üç besin olduğu saptandı. Hastaların yaklaşık yarısı ortanca 23,5 ayda tolerans geliştirmişken, balık BPİES olan hastaların hiçbirinde tolerans gözlenmedi.
{"title":"Besin Proteini İlişkili Enterokolit Sendromlu Hastaların Klinik Özelliklerinin Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi","authors":"Melike Ocak","doi":"10.20515/otd.1284858","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1284858","url":null,"abstract":"Besin proteini ilişkili enterokolit sendromu (BPİES), nadir görülen immünoglobulin E (IgE) aracılı olmayan bir besin alerjisidir. Haziran 2021 ile Aralık 2022 tarihleri arasında takip edilen 17 BPİES tanılı hastanın klinik ve demografik özellikleri, tetikleyici besinleri ve tolerans durumları retrospektif olarak kaydedildi. BPİES tanısı alan %58,8’i (n=10) erkek, 17 hasta çalışmaya alındı. Semptom başlangıç yaşı ortanca (çeyrekler-arası) 6 ay (5-7,5 ay) ve tanı yaşı ise ortanca 7,7 ay (5,5-27,3 ay) idi. On yedi hastanın, 15’ine akut BPİES, 2’sine kronik BPİES tanısı konuldu. Akut BPİES’i olan hastalarda en sık tetikleyici besinler yumurta (n=6), inek sütü (n=4) ve balık (n=3) idi. Kronik BPİES’li hastalarda tetikleyici besin olarak sadece inek sütü (n=2) saptandı. En sık görülen klinik semptomlar, sıklık sırasına göre kusma (%100), solukluk (%77,8), letarji (%38,9) ve ishal (%38.9) idi. On yedi hastanın sekizi (%47,1) tetikleyici besine tolerans geliştirdi. Tolerans yaşı ortanca 23,5 ay (18,3-29,5 ay) idi. Balık BPİES olan hastaların hiç birinde tolerans gözlenmedi. Tolerans geliştiren ve tolerans geliştirmeyen hastaların özellikleri ve laboratuvar bulguları karşılaştırıldığından iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). BPİES’te prognoz genellikle iyidir ve hastaların yarısından çoğu 5 yaşına kadar tolerans geliştirir. Bu çalışmada, yumurta, inek sütü ve balığın en sık tetikleyici üç besin olduğu saptandı. Hastaların yaklaşık yarısı ortanca 23,5 ayda tolerans geliştirmişken, balık BPİES olan hastaların hiçbirinde tolerans gözlenmedi.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"75 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121944759","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Triage and scoring systems have been developed to differentiate critical patients from others and to ensure early intervention in crowded emergency departments. We aimed to determine the utility of the perfusion index in the triage of patients, and its association with mortality in comparison and combination with the Modified Early Warning score. This was a single-center and prospective study. The study included patients who received yellow or red triage code in emergency department. The modified Early Warning scores were calculated from patients data. The perfusion index value was measured using a Masimo® device with probe. The outcomes of the patients and one-month mortality were recorded. 397 patients were included in the study. Mean perfusion index and Modified Early Warning score was 4.05 (± 2.67) and 1.99, respectively in patients discharged from the emergency department, 1.12 (± 0.97) and 7.5, respectively in patients deceased at the emergency department. Finally, the Modified Early Warning score was added to the perfusion index and the effect of the created model on mortality was evaluated. In this case, the new model had an accurate classification rate of 91.7%, with a sensitivity of 98.6% and a specificity of 45.1%. Nagelkerke’s R2 of 0.434 suggested that the model was effective in explaining the dependent variable (mortality) at a rate of 43.4%. It would be possible to make early decisions on intervention and prevent mortality since the combined use of perfusion index and Modified Early Warning score provide higher reliability in identifying critical patients.
{"title":"Investigation of the value of MEW score and Perfusion Index parameters in identifying critically ill patients- a prospective study","authors":"Agit Akgül, R. Karaali, Z. Karakaya","doi":"10.20515/otd.1242841","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1242841","url":null,"abstract":"Triage and scoring systems have been developed to differentiate critical patients from others and to ensure early intervention in crowded emergency departments. We aimed to determine the utility of the perfusion index in the triage of patients, and its association with mortality in comparison and combination with the Modified Early Warning score. This was a single-center and prospective study. The study included patients who received yellow or red triage code in emergency department. The modified Early Warning scores were calculated from patients data. The perfusion index value was measured using a Masimo® device with probe. The outcomes of the patients and one-month mortality were recorded. 397 patients were included in the study. Mean perfusion index and Modified Early Warning score was 4.05 (± 2.67) and 1.99, respectively in patients discharged from the emergency department, 1.12 (± 0.97) and 7.5, respectively in patients deceased at the emergency department. Finally, the Modified Early Warning score was added to the perfusion index and the effect of the created model on mortality was evaluated. In this case, the new model had an accurate classification rate of 91.7%, with a sensitivity of 98.6% and a specificity of 45.1%. Nagelkerke’s R2 of 0.434 suggested that the model was effective in explaining the dependent variable (mortality) at a rate of 43.4%. It would be possible to make early decisions on intervention and prevent mortality since the combined use of perfusion index and Modified Early Warning score provide higher reliability in identifying critical patients.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"8 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-23","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128301219","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İklim değişikliği çağımızın en önemli sorunları arasında yer almaktadır. Bu çalışmada bir üniversitedeki öğrencilerin küresel iklim değişikliğine yönelik farkındalık düzeyleri ve bu farkındalık düzeylerinin sosyo-demografik özelliklerine göre değişkenliği incelenmiştir. Kesitsel tipteki bu araştırma orantılı tabakalı örnekleme ile belirlenen ve Giresun Üniversitesi’nin farklı fakültelerinde 2022-2023 döneminde öğrenim gören 789 (%88,15) lisans öğrencisinde yapılmıştır. Çalışmada Küresel İklim Değişikliğine Yönelik Farkındalık Ölçeği (KİD) ile öğrencilerin farkındalık düzeyi değerlendirilmiştir. Student t ve Kruskal Wallis testleri kullanılarak analizler yapılmıştır. Çalışma grubunun %58,6’sı kadın ve yaş ortalaması 21,36±2,47’dir. Öğrencilerin farkındalık düzeyleri orta düzeyde tespit edilmiştir. Alt boyutlar incelendiğinde en düşük farkındalık küresel organizasyonlar ve anlaşmalar (%45,5) ile küresel iklim değişikliğini ortaya çıkaran sebepler (%32,3) boyutlarında saptanmıştır. Ölçek alt boyutlarında üniversite öğrencilerinin cinsiyet, gelir algısı ve fakültelerine göre farkındalık düzeylerinde anlamlı farklılıkların olduğu tespit edilmiştir. İklim değişikliği farkındalığının artırılmasına yönelik projeler geliştirilmesi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerin azaltılmasında sürdürülebilir kalkınma amaçlarından olan ‘nitelikli eğitimin’ sağlanması için üniversitelerde eğitim müfredatlarının iklim değişikliğine duyarlı hale getirilmesi gerekmektedir.
气候变化是我们这个时代最重要的问题之一。本研究调查了一所大学的学生对全球气候变化的认识水平,以及这些认识水平因其社会人口特征而产生的差异。这项横断面研究的对象是 789 名(88.15%)本科生,他们是通过比例分层抽样确定的,2022-2023 年就读于吉雷松大学的不同院系。研究采用全球气候变化意识量表(GCA)对学生的意识水平进行评估。采用学生 t 检验和 Kruskal Wallis 检验进行分析。58.6%的研究小组成员为女性,平均年龄为(21.36±2.47)岁。学生的认知水平处于中等水平。在对子维度进行研究时,发现全球组织和协议(45.5%)以及全球气候变化的原因(32.3%)这两个维度的认知度最低。结果表明,在量表的子维度上,大学生的认识水平因性别、收入观念和院系的不同而存在显著差异。为了开发提高气候变化意识的项目,并提供 "合格教育"(这是减少气候变化负面影响的可持续发展目标之一),大学的教育课程应该对气候变化有敏感认识。
{"title":"Bir Üniversitedeki Öğrencilerin Küresel İklim Değişikliğine Yönelik Farkındalıkları","authors":"Elif Aylin YÜCE YÖRÜK, Ceren VARER AKPINAR","doi":"10.20515/otd.1278028","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1278028","url":null,"abstract":"İklim değişikliği çağımızın en önemli sorunları arasında yer almaktadır. Bu çalışmada bir üniversitedeki öğrencilerin küresel iklim değişikliğine yönelik farkındalık düzeyleri ve bu farkındalık düzeylerinin sosyo-demografik özelliklerine göre değişkenliği incelenmiştir. Kesitsel tipteki bu araştırma orantılı tabakalı örnekleme ile belirlenen ve Giresun Üniversitesi’nin farklı fakültelerinde 2022-2023 döneminde öğrenim gören 789 (%88,15) lisans öğrencisinde yapılmıştır. Çalışmada Küresel İklim Değişikliğine Yönelik Farkındalık Ölçeği (KİD) ile öğrencilerin farkındalık düzeyi değerlendirilmiştir. Student t ve Kruskal Wallis testleri kullanılarak analizler yapılmıştır. Çalışma grubunun %58,6’sı kadın ve yaş ortalaması 21,36±2,47’dir. Öğrencilerin farkındalık düzeyleri orta düzeyde tespit edilmiştir. Alt boyutlar incelendiğinde en düşük farkındalık küresel organizasyonlar ve anlaşmalar (%45,5) ile küresel iklim değişikliğini ortaya çıkaran sebepler (%32,3) boyutlarında saptanmıştır. Ölçek alt boyutlarında üniversite öğrencilerinin cinsiyet, gelir algısı ve fakültelerine göre farkındalık düzeylerinde anlamlı farklılıkların olduğu tespit edilmiştir. İklim değişikliği farkındalığının artırılmasına yönelik projeler geliştirilmesi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerin azaltılmasında sürdürülebilir kalkınma amaçlarından olan ‘nitelikli eğitimin’ sağlanması için üniversitelerde eğitim müfredatlarının iklim değişikliğine duyarlı hale getirilmesi gerekmektedir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125561575","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Meme kanseri, dünya çapında kadınlarda kansere bağlı ölümlerin önde gelen nedenidir. Meme kanserinin görülme sıklığı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Kanser tedavisinde kullanılan kemoterapotik ilaçlar ve diğerleri hedef hücrelerde ve sağlıklı hücrelerde etkin olduğundan, araştırmacılar meme kanseri tedavisi için yeni ajanlar geliştirmeye çalışmaktadır. Bu ajanlardan biri de oldukça umut vadeden birçok meyve ve sebzede bulunan doğal polifenolik bir molekül olan gallik asittir. Gallik asit üzerine yapılan çalışmalarda, gallik asitin A549 (akciğer kanseri hücre hattı) EBC-1, HTB 35(rahim ağzı kanseri hücre hattı) K-562 (miyeloid lösemi hücre hattı) MCF-7, MDA-MB-231 (meme kanseri hücre hattı) gibi birçok kanser hücre hattında apoptoz indükleyici, hücre döngüsü durdurucu, kanser oluşumunda rol oynayan çeşitli sinyal yolaklarını inhibe edici, anjiyogenezi ya da metastazı önleyici etkilerinin olduğu gözlemlenmiştir. Yapılan çalışmalarda gallik asidin evrensel kanser tedavisi ajanı olma potansiyeli taşıdığı ve kanser başta olmak üzere birçok hastalık üzerine etkilerinin araştırılmaya devam ettiği görülmektedir. Yaptığımız bu derlemede gallik asidin meme kanseri üzerindeki etkilerinin ve anti-kanser mekanizmasının gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
{"title":"Gallik asit’in meme kanseri üzerinde etkilediği yolaklar ve kombine tedavide kullanımı","authors":"Hacer KAYA ÇAKIR, Onur Eroğlu, Şeyda Güngördü","doi":"10.20515/otd.1255349","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1255349","url":null,"abstract":"Meme kanseri, dünya çapında kadınlarda kansere bağlı ölümlerin önde gelen nedenidir. Meme kanserinin görülme sıklığı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Kanser tedavisinde kullanılan kemoterapotik ilaçlar ve diğerleri hedef hücrelerde ve sağlıklı hücrelerde etkin olduğundan, araştırmacılar meme kanseri tedavisi için yeni ajanlar geliştirmeye çalışmaktadır. Bu ajanlardan biri de oldukça umut vadeden birçok meyve ve sebzede bulunan doğal polifenolik bir molekül olan gallik asittir. Gallik asit üzerine yapılan çalışmalarda, gallik asitin A549 (akciğer kanseri hücre hattı) EBC-1, HTB 35(rahim ağzı kanseri hücre hattı) K-562 (miyeloid lösemi hücre hattı) MCF-7, MDA-MB-231 (meme kanseri hücre hattı) gibi birçok kanser hücre hattında apoptoz indükleyici, hücre döngüsü durdurucu, kanser oluşumunda rol oynayan çeşitli sinyal yolaklarını inhibe edici, anjiyogenezi ya da metastazı önleyici etkilerinin olduğu gözlemlenmiştir. Yapılan çalışmalarda gallik asidin evrensel kanser tedavisi ajanı olma potansiyeli taşıdığı ve kanser başta olmak üzere birçok hastalık üzerine etkilerinin araştırılmaya devam ettiği görülmektedir. Yaptığımız bu derlemede gallik asidin meme kanseri üzerindeki etkilerinin ve anti-kanser mekanizmasının gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"26 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134281397","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Portal vein thrombosis (PVT) occurs in up to 17.9% of patients awaiting liver transplantation. It may impact post-liver transplantation survival negatively. The liver transplant procedures performed in our transplant center between January 2020 and June 2021 were screened. Data were collected retrospectively from the electronic folder system. Data, including causes of mortality, recipient gender, age, transplant indication, presence of hepatocellular carcinoma, rejection episodes, number of days in the intensive care unit, hospitalization duration, and complications, were recorded. Patients with no PVT constituted the control group. Patients with PVT were considered as the study group. Student’s t-test and the Mann-Whitney U test were used to evaluate the significance of the difference between study groups. Overall, 223 liver transplants were performed within the study period. Three re-transplants were excluded from the study. The analysis of 220 liver transplant patients revealed that 18.2% (n=20) of the patients presented with a PVT before liver transplantation. Patients with PVT had a higher rate of non-alcoholic steatohepatitis as an indication of a liver transplant. In addition, the presence of PVT significantly increased surgical mortality and early rejection rates. In correlation with this, the intensive care unit stay was longer in the patient group with PVT. Although the early surgical mortality post-liver transplant was higher in the group with PVT, the underlying variables could not be identified in this study. Nevertheless, the late mortality rates were not higher in patients with PVT following liver transplantation
{"title":"Impact of Portal Vein Thrombosis on the Outcomes of Liver Transplantation","authors":"Eryiğit Eren, A. Dinckan","doi":"10.20515/otd.1271261","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1271261","url":null,"abstract":"Portal vein thrombosis (PVT) occurs in up to 17.9% of patients awaiting liver transplantation. It may impact post-liver transplantation survival negatively. The liver transplant procedures performed in our transplant center between January 2020 and June 2021 were screened. Data were collected retrospectively from the electronic folder system. Data, including causes of mortality, recipient gender, age, transplant indication, presence of hepatocellular carcinoma, rejection episodes, number of days in the intensive care unit, hospitalization duration, and complications, were recorded. Patients with no PVT constituted the control group. Patients with PVT were considered as the study group. Student’s t-test and the Mann-Whitney U test were used to evaluate the significance of the difference between study groups. Overall, 223 liver transplants were performed within the study period. Three re-transplants were excluded from the study. The analysis of 220 liver transplant patients revealed that 18.2% (n=20) of the patients presented with a PVT before liver transplantation. Patients with PVT had a higher rate of non-alcoholic steatohepatitis as an indication of a liver transplant. In addition, the presence of PVT significantly increased surgical mortality and early rejection rates. In correlation with this, the intensive care unit stay was longer in the patient group with PVT. Although the early surgical mortality post-liver transplant was higher in the group with PVT, the underlying variables could not be identified in this study. Nevertheless, the late mortality rates were not higher in patients with PVT following liver transplantation","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"19 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-18","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132840899","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Yaralanmanın, işlev zayıflığına veya yitimine neden olup olmadığı, adli raporlarda belirtilmesi gereken hususlardandır. Sunulan çalışmada, Anabilim Dalımızda, yaralama suçları ile ilgili düzenlenen adli raporlarda, “duyu veya organlarından birinin sürekli işlev zayıflaması ya da yitimine neden olması” ile ilgili değerlendirme yapılması ve literatürle paylaşılması amaçlanmıştır. Anabilim Dalımızda, 01.01.2018 ile 31.12.2022 tarihleri arasındaki 5 yıllık dönemde, yaralanmalı olgularla ilgili düzenlenen adli raporlar retrospektif olarak incelenmiş, “duyu veya organlarında sürekli işlev zayıflaması ya da yitimi” olduğu belirlenen olgular incelenmiştir. Adli raporların 177’sinde (% 2) “işlev zayıflığı ya da yitimi olduğu” saptanmıştır. İşlev zayıflığı veya yitim olan olguların % 79,7’sinin (n=141) erkek, % 20,3’ünün (n=36) kadın olduğu, olguların yaş ortalamalarının 38,5±16,56 olduğu, 128’inin (%72,3) kaza sonucu, 49’unun (%27,7) ise etkili eylem sonucu meydana geldiği saptanmıştır. Çalışmamızda elde edilen veriler, adli travmatoloji ile ilgili literatürle uyumlu bulunmuştur. “İşlev zayıflığı/yitimi” ile ilgili adli rapor kılavuzlarındaki eksiklerin giderilmesi, konuyla ilgili farkındalık yaratılması için çok merkezli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
{"title":"Adli Raporlarda İşlev Zayıflığı ve İşlev Yitimi Değerlendirmesi","authors":"Merve Alpman, Ümit Şimşek, Kenan Karbeyaz","doi":"10.20515/otd.1280395","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1280395","url":null,"abstract":"Yaralanmanın, işlev zayıflığına veya yitimine neden olup olmadığı, adli raporlarda belirtilmesi gereken hususlardandır. Sunulan çalışmada, Anabilim Dalımızda, yaralama suçları ile ilgili düzenlenen adli raporlarda, “duyu veya organlarından birinin sürekli işlev zayıflaması ya da yitimine neden olması” ile ilgili değerlendirme yapılması ve literatürle paylaşılması amaçlanmıştır. Anabilim Dalımızda, 01.01.2018 ile 31.12.2022 tarihleri arasındaki 5 yıllık dönemde, yaralanmalı olgularla ilgili düzenlenen adli raporlar retrospektif olarak incelenmiş, “duyu veya organlarında sürekli işlev zayıflaması ya da yitimi” olduğu belirlenen olgular incelenmiştir. Adli raporların 177’sinde (% 2) “işlev zayıflığı ya da yitimi olduğu” saptanmıştır. İşlev zayıflığı veya yitim olan olguların % 79,7’sinin (n=141) erkek, % 20,3’ünün (n=36) kadın olduğu, olguların yaş ortalamalarının 38,5±16,56 olduğu, 128’inin (%72,3) kaza sonucu, 49’unun (%27,7) ise etkili eylem sonucu meydana geldiği saptanmıştır. Çalışmamızda elde edilen veriler, adli travmatoloji ile ilgili literatürle uyumlu bulunmuştur. “İşlev zayıflığı/yitimi” ile ilgili adli rapor kılavuzlarındaki eksiklerin giderilmesi, konuyla ilgili farkındalık yaratılması için çok merkezli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124291713","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}