Merkel cell carcinoma (MCC) is a very rare high-grade neuroendocrine carcinoma that is frequently located in the skin. Although most cases are associated with Merkel cell polyomavirus, there are also cases in which the virus cannot be detected. The purpose of presenting the case of MCC with primary nodal involvement is due to its rare presentation. A 59-year-old male patient presented to the hospital with painless mass in the neck. Imaging analyses revealed necrotic lymphadenopathies on the neck, measuring up to 4.5 cm in size. After an explorative surgery with preliminary diagnoses of lymphoma and squamous cell carcinoma , samples taken from the excised mass showed high-grade neuroendocrine carcinoma morphology. In addition to neuroendocrine markers, CK7 and CK20 positivity were observed in the immunohistochemical tests performed. As a result, the case was evaluated in favor of MCC with negativity of markers performed to exclude other malignancies. Subsequently, a diagnosis of primary nodal MCC was made due to the absence of a different focus other than lymph node on PET imaging analysis. The differential diagnosis should be kept broad due to the histopathological morphology of small round cell malignant tumors. In addition in high-grade neuroendocrine carcinomas, the possibility of MCC should be ruled out especially if CK20 positivity is present. Although is has been reported that primary nodal MCC cases have a better clinical course compared to nodal metastatic cases with a known primary, there are limited case series studies on this topic. A multisystem approach is recommended for proper clinical management.
{"title":"Primary Nodal Merkel Cell Carcinoma: Rare Presentation","authors":"E. Tekin, A. Özen, M. Gürbüz","doi":"10.20515/otd.1260011","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1260011","url":null,"abstract":"Merkel cell carcinoma (MCC) is a very rare high-grade neuroendocrine carcinoma that is frequently located in the skin. Although most cases are associated with Merkel cell polyomavirus, there are also cases in which the virus cannot be detected. The purpose of presenting the case of MCC with primary nodal involvement is due to its rare presentation. \u0000A 59-year-old male patient presented to the hospital with painless mass in the neck. Imaging analyses revealed necrotic lymphadenopathies on the neck, measuring up to 4.5 cm in size. After an explorative surgery with preliminary diagnoses of lymphoma and squamous cell carcinoma , samples taken from the excised mass showed high-grade neuroendocrine carcinoma morphology. In addition to neuroendocrine markers, CK7 and CK20 positivity were observed in the immunohistochemical tests performed. As a result, the case was evaluated in favor of MCC with negativity of markers performed to exclude other malignancies. Subsequently, a diagnosis of primary nodal MCC was made due to the absence of a different focus other than lymph node on PET imaging analysis. \u0000The differential diagnosis should be kept broad due to the histopathological morphology of small round cell malignant tumors. In addition in high-grade neuroendocrine carcinomas, the possibility of MCC should be ruled out especially if CK20 positivity is present. Although is has been reported that primary nodal MCC cases have a better clinical course compared to nodal metastatic cases with a known primary, there are limited case series studies on this topic. A multisystem approach is recommended for proper clinical management.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122659137","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ekin SÖNMEZ GÜNGÖR, Elif Poyraz, Beste Nur GÜVENDİ MELENKİŞ, Merve ERİŞ GÖKÇE, Onur Durmaz
Zorunlu tedaviler etik, hukuki ve klinik açıdan sağlık çalışanları için zorlayıcı olabilmektedir. Bu araştırmada bir ruh ve sinir hastanesi acil servisinde görev yapan ruh sağlığı çalışanlarının fiziksel kısıtlama uygulamaları ile ilgili bilgi, tutum ve düşüncelerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Tanımlayıcı-kesitsel tipte çevrim içi anket çalışması olarak tasarlanan araştırmaya acil serviste görev yapan ve katılmayı kabul eden, araştırma ekibinden olmayan tüm sağlık çalışanları çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcıların sosyodemografik bilgileri, çalışma deneyimleri, son bir ay içinde fiziksel kısıtlama uygulamalarına ilişkin tahminleri ve bu uygulamalara yönelik tutum ve görüşleri belirlenmiştir. Çalışmaya toplam 55 sağlık çalışanı (31 asistan doktor, 10 uzman doktor, 6 hemşire, 8 güvenlik personeli) katılmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 32±6,4 (24-50, min-max) olup %52,7’si kadındır. Sağlık alanında çalışma süresi ortalama 6,6±5,7 (1-22, min-max) yıl, kurumda çalışma süresi ise ortalama 4,1±4,1 (1-17, min-max) olarak saptanmıştır. Çalışanların tahminine göre acil servise başvuran hastalarda tahmini ortalama fiziksel kısıtlama oranı %13,5±13 (2-60, min-max) olarak bildirilmiş; ancak aynı ay içinde bu oran yaklaşık %4 olarak gerçekleşmiştir. Tahmini ortalama fiziksel kısıtlama süresi 87,8±54,1 (20-300, min-max) dakika olarak bildirilmiş; ancak aynı ay içinde gerçekte fiziksel kısıtlama süresi ortanca 60 dakika olarak kaydedilmiştir. Mesleki çalışma süreleri ile fiziksel kısıtlama süresi, kısıtlama oranı ve komplikasyon oranına ilişkin tahminler arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır (p>0,05). Ruh sağlığı çalışanlarının fiziksel kısıtlama oranı ve kısıtlama süresi konusunda gerçek değerlere göre daha yüksek, dolayısıyla sürecin daha olumsuz olduğuna ilişkin bir yanlış algıları olduğu düşünülmüştür.
{"title":"Acil Serviste Görevli Ruh Sağlığı Çalışanlarının Fiziksel Kısıtlamalara Yönelik Tutum ve Görüşleri","authors":"Ekin SÖNMEZ GÜNGÖR, Elif Poyraz, Beste Nur GÜVENDİ MELENKİŞ, Merve ERİŞ GÖKÇE, Onur Durmaz","doi":"10.20515/otd.1234722","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1234722","url":null,"abstract":"Zorunlu tedaviler etik, hukuki ve klinik açıdan sağlık çalışanları için zorlayıcı olabilmektedir. Bu araştırmada bir ruh ve sinir hastanesi acil servisinde görev yapan ruh sağlığı çalışanlarının fiziksel kısıtlama uygulamaları ile ilgili bilgi, tutum ve düşüncelerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Tanımlayıcı-kesitsel tipte çevrim içi anket çalışması olarak tasarlanan araştırmaya acil serviste görev yapan ve katılmayı kabul eden, araştırma ekibinden olmayan tüm sağlık çalışanları çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcıların sosyodemografik bilgileri, çalışma deneyimleri, son bir ay içinde fiziksel kısıtlama uygulamalarına ilişkin tahminleri ve bu uygulamalara yönelik tutum ve görüşleri belirlenmiştir. Çalışmaya toplam 55 sağlık çalışanı (31 asistan doktor, 10 uzman doktor, 6 hemşire, 8 güvenlik personeli) katılmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 32±6,4 (24-50, min-max) olup %52,7’si kadındır. Sağlık alanında çalışma süresi ortalama 6,6±5,7 (1-22, min-max) yıl, kurumda çalışma süresi ise ortalama 4,1±4,1 (1-17, min-max) olarak saptanmıştır. Çalışanların tahminine göre acil servise başvuran hastalarda tahmini ortalama fiziksel kısıtlama oranı %13,5±13 (2-60, min-max) olarak bildirilmiş; ancak aynı ay içinde bu oran yaklaşık %4 olarak gerçekleşmiştir. Tahmini ortalama fiziksel kısıtlama süresi 87,8±54,1 (20-300, min-max) dakika olarak bildirilmiş; ancak aynı ay içinde gerçekte fiziksel kısıtlama süresi ortanca 60 dakika olarak kaydedilmiştir. Mesleki çalışma süreleri ile fiziksel kısıtlama süresi, kısıtlama oranı ve komplikasyon oranına ilişkin tahminler arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır (p>0,05). Ruh sağlığı çalışanlarının fiziksel kısıtlama oranı ve kısıtlama süresi konusunda gerçek değerlere göre daha yüksek, dolayısıyla sürecin daha olumsuz olduğuna ilişkin bir yanlış algıları olduğu düşünülmüştür.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"7 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129889843","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
A 28-year-old male patient applied to our clinic for the complaint of an enlarged mass with occasional discharge behind the left ear. Physical examination revealed a total of three fistula ostiums, the largest of which was large base, mobile, soft consistency, painless, and approximately 2x1 cm in size in the left postauricular region. Histopathological examination of the total excision mass was reported as pilonidal sinus. In this article, a rare case of pilonidal sinus in the postauricular region is presented in the light of clinical findings, diagnosis, surgical treatment and current literature.
{"title":"Postauriküler Pilonidal Sinüs: Nadir Bir Olgu Sunumu ve Kısa Literatür Derlemesi","authors":"Gamze ÖZTÜRK YILMAZ, Gökhan Yilmaz","doi":"10.20515/otd.1275619","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1275619","url":null,"abstract":"A 28-year-old male patient applied to our clinic for the complaint of an enlarged mass with occasional discharge behind the left ear. Physical examination revealed a total of three fistula ostiums, the largest of which was large base, mobile, soft consistency, painless, and approximately 2x1 cm in size in the left postauricular region. Histopathological examination of the total excision mass was reported as pilonidal sinus. In this article, a rare case of pilonidal sinus in the postauricular region is presented in the light of clinical findings, diagnosis, surgical treatment and current literature.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"6 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-05-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115740599","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. Başpinar, A. Yilmaz, Muharrem Şenel, Enver Ihtiyar
Tiroid dokusunun anormal büyümesi olarak tanımlanan guatr terimi, klinik pratikte oldukça sık görülen bir sorundur. Retrosternal guatr ise, torasik giriş düzleminin altına uzanan veya kütlesinin %50'sinden fazlasının sternal çentiğin altında yer aldığı guatrlar olarak tanımlanmaktadır. Bizde olgumuzda retrosternal guatrı olan hastada servikal insizyonun yanında sternotomi gereksinimi olan olguyu sunmayı amaçladık. 82 yaşında erkek hasta son 1 yıldır olan fakat son 3 aydır neredeyse tamamen beslenememe şikâyeti nedeni ile gastroenteroloji kliniğine başvurmuş, hastaya yapılan özofagogastroskopide darlık saptanması üzerine iki kez dilatasyon yapılmış, fakat hastanın semptom ve kilo kaybı sebat etmesi üzerine kliniğimize başvurdu. Yapılan tiroid ultrasonu ve toraks tomografinde retrosternal guatr saptanan hastaya göğüs cerrrahisi ile birlikte servikal-torasik yaklaşım ile bilateral total tiroidektomi yapıldı. Postoperatif dönemde sorun yaşanmayan hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç olarak yutma güçlüğü ve trakeal bası semptomları olan hastada retrosternal guatr akılda tutulmalı ve preoperatif dönemde radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılarak yapılacak cerrahi yöntemi dikkatlice seçilmelidir.
{"title":"Yutma Güçlüğü ve Beslenme Yetersizliğine Neden Olan Retrosternal Guatr","authors":"M. Başpinar, A. Yilmaz, Muharrem Şenel, Enver Ihtiyar","doi":"10.20515/otd.1242883","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1242883","url":null,"abstract":"Tiroid dokusunun anormal büyümesi olarak tanımlanan guatr terimi, klinik pratikte oldukça sık görülen bir sorundur. Retrosternal guatr ise, torasik giriş düzleminin altına uzanan veya kütlesinin %50'sinden fazlasının sternal çentiğin altında yer aldığı guatrlar olarak tanımlanmaktadır. Bizde olgumuzda retrosternal guatrı olan hastada servikal insizyonun yanında sternotomi gereksinimi olan olguyu sunmayı amaçladık. 82 yaşında erkek hasta son 1 yıldır olan fakat son 3 aydır neredeyse tamamen beslenememe şikâyeti nedeni ile gastroenteroloji kliniğine başvurmuş, hastaya yapılan özofagogastroskopide darlık saptanması üzerine iki kez dilatasyon yapılmış, fakat hastanın semptom ve kilo kaybı sebat etmesi üzerine kliniğimize başvurdu. Yapılan tiroid ultrasonu ve toraks tomografinde retrosternal guatr saptanan hastaya göğüs cerrrahisi ile birlikte servikal-torasik yaklaşım ile bilateral total tiroidektomi yapıldı. Postoperatif dönemde sorun yaşanmayan hasta şifa ile taburcu edildi. Sonuç olarak yutma güçlüğü ve trakeal bası semptomları olan hastada retrosternal guatr akılda tutulmalı ve preoperatif dönemde radyolojik görüntüleme yöntemleri kullanılarak yapılacak cerrahi yöntemi dikkatlice seçilmelidir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"87 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132407834","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
At the present study, study we aimed to analyze the risk factors for cardiac arrhythmias related disease factors by evaluating some ventricular repolarization parameters in the electrocardiographic (ECG) evaluation of CD. The study was conducted retrospectively from the files of the patients. The ECG evaluation of 63 patients aged 5-18 years diagnosis with CD and 63 healthy control group in Adana City Training and Research Hospital, between 01.2018-11.2022. Patients who were taking any drugs, who had a chronic disease and/or abnormal tests (vitamin B12, folate, tissue transglutaminase, anti-endomysium antibody titers) were excluded from the study. The ventricular repolarization parameters (QT interval, QTc interval, QT dispersion, QTc dispersion, Tp-e interval, Tp-e/QT, Tp-e/QTc) analyzed on ECG and compared both groups. The measured ventricular repolarization parameters of the patients and control groups were not statistically different. From the ECG data, it was found that the QTc min value was higher in patients diagnosed before 5 years old than the patients diagnosed after 8 years old. While the QTc dispersion was higher in patients diagnosed after 8 years old than the patients with an age at diagnosed before 5 years old. It was found that the values of QT min, QT max, and QT in the ECG were influenced by the duration of the disease and significantly high related with the disease duration (more than 5 years). We found that QTc dispersion was higher in patients with a later diagnosis. This suggests that cardiac involvement is also increased in patients with a late diagnosis.
{"title":"Çölyak Hastalarında Elektrokardiyografik Değerlendirmenin Önemi","authors":"Didem GÜLCÜ TAŞKIN, Ali Orgun","doi":"10.20515/otd.1230679","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1230679","url":null,"abstract":"At the present study, study we aimed to analyze the risk factors for cardiac arrhythmias related disease factors by evaluating some ventricular repolarization parameters in the electrocardiographic (ECG) evaluation of CD. The study was conducted retrospectively from the files of the patients. The ECG evaluation of 63 patients aged 5-18 years diagnosis with CD and 63 healthy control group in Adana City Training and Research Hospital, between 01.2018-11.2022. Patients who were taking any drugs, who had a chronic disease and/or abnormal tests (vitamin B12, folate, tissue transglutaminase, anti-endomysium antibody titers) were excluded from the study. The ventricular repolarization parameters (QT interval, QTc interval, QT dispersion, QTc dispersion, Tp-e interval, Tp-e/QT, Tp-e/QTc) analyzed on ECG and compared both groups. The measured ventricular repolarization parameters of the patients and control groups were not statistically different. From the ECG data, it was found that the QTc min value was higher in patients diagnosed before 5 years old than the patients diagnosed after 8 years old. While the QTc dispersion was higher in patients diagnosed after 8 years old than the patients with an age at diagnosed before 5 years old. It was found that the values of QT min, QT max, and QT in the ECG were influenced by the duration of the disease and significantly high related with the disease duration (more than 5 years). We found that QTc dispersion was higher in patients with a later diagnosis. This suggests that cardiac involvement is also increased in patients with a late diagnosis.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"40 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-30","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"114829238","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Aile hekimliği asistanlarının meme kanseri tarama programıyla ilgili bilgi düzeyinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Kesitsel çalışmamız, aile hekimliği asistan hekimleri ile yürütüldü. Veri toplamak için 9 sorudan oluşan sosyodemografik veri formu ve asistanların bilgi düzeyini ölçmek için araştırmacılar tarafından güncel kılavuzlar kullanılarak oluşturulan 42 soruluk bilgi düzeyi anket formu kullanıldı. Ankette bilgi düzeyi ölçümü için meme kanseri riskini azaltan risk faktörleri, meme kanseri risk faktörleri, meme kanseri tarama yöntemleri ve mamografi sonuçlarının değerlendirilmesi ile ilgili ifadelerin yer aldığı dört bölüm yer almaktaydı. Google forms aracılığıyla hazırlanan anket formu, aile hekimleri tarafından takip edilen sosyal medya hesaplarından duyurulmuştur ve bir ay süreyle erişime açık bırakılmıştır. Araştırmaya katılan 123 hekimin yaş ortalaması 32,4±6,9 idi. Hekimlerin %34,1 (n=42) kadın, %65,9’u (n=81) erkekti Toplam 42 soru üzerinden değerlendirilen meme kanseri tanı ve tarama ifadelerinin yer aldığı sorulara doğru cevap verme ortalaması 27,6±3,17 (20-35) idi. Uzmanlık eğitimindeki yıl ile soruları doğru cevaplama arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0,027). Eğitiminin ilk yılındaki asistanların doğru cevap sayısı 27,03±3,05 iken, eğitiminin ikinci yılı ve üzerindeki asistanların ortalaması 28,19±3,20 idi. Aile hekimliği asistanlarının ulusal meme kanseri tarama programı ile ilgili farkındalık ve bilgi düzeylerinin artırılması için eğitim müfredatlarında genel cerrahi, radyoloji klinikleri ile birlikte yürütülen multidisipliner teorik ve pratik eğitimler eklenmesi programın etkinliğini artıracaktır.
{"title":"Aile Hekimliği Asistanlarının Meme Kanseri Tarama Programa Bilgi Düzeyleri","authors":"Mehmet Oztop","doi":"10.20515/otd.1260072","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1260072","url":null,"abstract":"Aile hekimliği asistanlarının meme kanseri tarama programıyla ilgili bilgi düzeyinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Kesitsel çalışmamız, aile hekimliği asistan hekimleri ile yürütüldü. Veri toplamak için 9 sorudan oluşan sosyodemografik veri formu ve asistanların bilgi düzeyini ölçmek için araştırmacılar tarafından güncel kılavuzlar kullanılarak oluşturulan 42 soruluk bilgi düzeyi anket formu kullanıldı. Ankette bilgi düzeyi ölçümü için meme kanseri riskini azaltan risk faktörleri, meme kanseri risk faktörleri, meme kanseri tarama yöntemleri ve mamografi sonuçlarının değerlendirilmesi ile ilgili ifadelerin yer aldığı dört bölüm yer almaktaydı. Google forms aracılığıyla hazırlanan anket formu, aile hekimleri tarafından takip edilen sosyal medya hesaplarından duyurulmuştur ve bir ay süreyle erişime açık bırakılmıştır. Araştırmaya katılan 123 hekimin yaş ortalaması 32,4±6,9 idi. Hekimlerin %34,1 (n=42) kadın, %65,9’u (n=81) erkekti Toplam 42 soru üzerinden değerlendirilen meme kanseri tanı ve tarama ifadelerinin yer aldığı sorulara doğru cevap verme ortalaması 27,6±3,17 (20-35) idi. Uzmanlık eğitimindeki yıl ile soruları doğru cevaplama arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0,027). Eğitiminin ilk yılındaki asistanların doğru cevap sayısı 27,03±3,05 iken, eğitiminin ikinci yılı ve üzerindeki asistanların ortalaması 28,19±3,20 idi. Aile hekimliği asistanlarının ulusal meme kanseri tarama programı ile ilgili farkındalık ve bilgi düzeylerinin artırılması için eğitim müfredatlarında genel cerrahi, radyoloji klinikleri ile birlikte yürütülen multidisipliner teorik ve pratik eğitimler eklenmesi programın etkinliğini artıracaktır.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"27 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-22","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124756703","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ekstraoküler kistik tümörü olan olguların patoloji ve klinik bulgularla konulan tanıları, klinik özellikleri ile tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi. Ekstraoküler kistik tümörü tanısı alan 85 olgu çalışmaya alındı. Olgular yaş, cinsiyet, klinik bulgular, tümörün yerleşimi, klinik ön tanı, tedavi, patolojik tanı ve prognoz açısından değerlendirildi. Seksen beş olguya ait 92 tümör retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 47’si (%55,3) kadın, 38’i (%44,7) erkek olup yaş ortalaması 26,8±5,2 yıl idi. 7 olguda tümörün iki taraflı olduğu saptandı. Olgularda, en sık başvurma nedeni gözde ağrısız şişlik olmasıydı. Diplopi ve egzoftalmus en sık mukosel olgularında saptandı. Kistler en sık alt iç kadranda (%35) yerleşmiş olup bunu sırası ile üst dış kadran (%27), üst iç kadran (%25) ve alt dış kadran (%13,5) izliyordu. Cerrahi tedavide bir olgunun 1 gözündeki tümör total olarak çıkartıldı. Dört olgu ise cerrahi tedavi uygulanmadan izleme alındı. Kitlelerin patolojik tanıları; 31’i epidermal dermoid kist, 7’si konjonktival dermoid kist, 37’si epidermal kist (18 primer kutaneöz, 15 primer konjonktival, 4 sekonder konjonktival) , 7’si sudoriferous kist, 5’İ kolobomatöz kist, 3’ü mukosel, 2’si lipodermoid idi. Alt iç kadranda en sık epidermal kistler, üst iç ve dış kadranda ise en sık dermoid kistler görüldü. Kistik tümörlerin %13’ünde klinik ve patolojik tanı arasında uyuşmazlık saptandı. Cerrahi yapılan konjonktiva dermoid kistli bir göz dışında diğerlerinde nüks görülmedi. Çalışmamızda, epidermal kistler ve dermoid kistler en sık görülen ekstraoküler kistik tümörü olup, klinik ön tanı ile patolojik tanı uyumu %87 olarak saptandı. Kistin tamamının çıkartılması ile kür sağlandığı görüldü.
{"title":"Ekstraoküler Kistik Tümörlerinde Klinik Tanı ve Tedavi Sonuçları","authors":"N. Yildirim, Tülay Şimşek, Emine Dündar","doi":"10.20515/otd.1218941","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1218941","url":null,"abstract":"Ekstraoküler kistik tümörü olan olguların patoloji ve klinik bulgularla konulan tanıları, klinik özellikleri ile tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi. Ekstraoküler kistik tümörü tanısı alan 85 olgu çalışmaya alındı. Olgular yaş, cinsiyet, klinik bulgular, tümörün yerleşimi, klinik ön tanı, tedavi, patolojik tanı ve prognoz açısından değerlendirildi. Seksen beş olguya ait 92 tümör retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların 47’si (%55,3) kadın, 38’i (%44,7) erkek olup yaş ortalaması 26,8±5,2 yıl idi. 7 olguda tümörün iki taraflı olduğu saptandı. Olgularda, en sık başvurma nedeni gözde ağrısız şişlik olmasıydı. Diplopi ve egzoftalmus en sık mukosel olgularında saptandı. Kistler en sık alt iç kadranda (%35) yerleşmiş olup bunu sırası ile üst dış kadran (%27), üst iç kadran (%25) ve alt dış kadran (%13,5) izliyordu. Cerrahi tedavide bir olgunun 1 gözündeki tümör total olarak çıkartıldı. Dört olgu ise cerrahi tedavi uygulanmadan izleme alındı. Kitlelerin patolojik tanıları; 31’i epidermal dermoid kist, 7’si konjonktival dermoid kist, 37’si epidermal kist (18 primer kutaneöz, 15 primer konjonktival, 4 sekonder konjonktival) , 7’si sudoriferous kist, 5’İ kolobomatöz kist, 3’ü mukosel, 2’si lipodermoid idi. Alt iç kadranda en sık epidermal kistler, üst iç ve dış kadranda ise en sık dermoid kistler görüldü. Kistik tümörlerin %13’ünde klinik ve patolojik tanı arasında uyuşmazlık saptandı. Cerrahi yapılan konjonktiva dermoid kistli bir göz dışında diğerlerinde nüks görülmedi. Çalışmamızda, epidermal kistler ve dermoid kistler en sık görülen ekstraoküler kistik tümörü olup, klinik ön tanı ile patolojik tanı uyumu %87 olarak saptandı. Kistin tamamının çıkartılması ile kür sağlandığı görüldü.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"31 4 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-03-03","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116377990","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. Onay, Sema Şanal Baş, Gizem Kurada, A. Özen, E. Karakoç, Birgul Yelken
Patients who have had a nephrectomy usually have a history of renal dysfunction or are at risk for kidney failure due to tissue loss during surgery. In this study, our aim was to evaluate the factors affecting acute renal function in nephrectomy surgeries under general anesthesia. Demographic data of patients, case type, surgery type, duration of anesthesia, intraoperative lactate level, and postoperative complications of patients who underwent nephrectomy in our clinic were reviewed. Renal function was compared with urea, creatinine and estimated glomerular filtration rate (eGFR) levels in the preoperative (2 days before surgery) and postoperative period (day 2). The mean age of the patient was 58.2 ± 13.02 years, duration of anesthesia 166.24 ± 53.01/min, pre-operative eGFR 84.71 (67.69-90.0) mL/min/1.73 m2, and postoperative eGFR 65.09 (47.91-87.44) mL/min/1.73 m2 were respectively. When the pre- and postoperative renal functions of the patients were compared, the statistically significant results were those of urea (p: 0.01), creatinine (p:0.01), and GFR (p:0.01). The factors affecting GFR decrease were age (p:0.01) and case type (p:0.01). Increase in lactate levels in the postoperative period compared to the preoperative levels was statistically significant (p: 0.01). The increase in lactate levels was associated with complications (p: 0.001), case type (p:0.01) and surgery type (p: 0.01). Conclusions: The incidence of acute renal failure is increasing in nephrectomy surgeries, especially in radical ones. Age and case type are also the most important parameters to be consider.
{"title":"Factors Affecting Perioperative Period Renal Function in Nephrectomies","authors":"M. Onay, Sema Şanal Baş, Gizem Kurada, A. Özen, E. Karakoç, Birgul Yelken","doi":"10.20515/otd.1236019","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1236019","url":null,"abstract":"Patients who have had a nephrectomy usually have a history of renal dysfunction or are at risk for kidney failure due to tissue loss during surgery. In this study, our aim was to evaluate the factors affecting acute renal function in nephrectomy surgeries under general anesthesia. Demographic data of patients, case type, surgery type, duration of anesthesia, intraoperative lactate level, and postoperative complications of patients who underwent nephrectomy in our clinic were reviewed. Renal function was compared with urea, creatinine and estimated glomerular filtration rate (eGFR) levels in the preoperative (2 days before surgery) and postoperative period (day 2). The mean age of the patient was 58.2 ± 13.02 years, duration of anesthesia 166.24 ± 53.01/min, pre-operative eGFR 84.71 (67.69-90.0) mL/min/1.73 m2, and postoperative eGFR 65.09 (47.91-87.44) mL/min/1.73 m2 were respectively. When the pre- and postoperative renal functions of the patients were compared, the statistically significant results were those of urea (p: 0.01), creatinine (p:0.01), and GFR (p:0.01). The factors affecting GFR decrease were age (p:0.01) and case type (p:0.01). Increase in lactate levels in the postoperative period compared to the preoperative levels was statistically significant (p: 0.01). The increase in lactate levels was associated with complications (p: 0.001), case type (p:0.01) and surgery type (p: 0.01). Conclusions: The incidence of acute renal failure is increasing in nephrectomy surgeries, especially in radical ones. Age and case type are also the most important parameters to be consider.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-02-27","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"129386689","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Öz-Bildirim Ölçeği-20 (ÖBÖ-20) toplumda psikiyatrik bozuklukların taranması için kullanılan bir araçtır. Bu çalışmada, ÖBÖ-20’nin 25-64 yaş arasındaki yetişkinlerde Türkçe geçerlik ve güvenilirliğinin test edilmesi ve kesme puanının hesaplanması amaçlandı. Çalışma Kasım-Aralık 2021 tarihlerinde 344 hastane personelinde gerçekleştirilen metodolojik tipte bir araştırmadır. ÖBÖ-20’nin yapı geçerliğini değerlendirmek için doğrulayıcı faktör analizi (DFA) yapıldı ve ayırt edici geçerlik test edildi. Benzer ölçek geçerliliği için Genel Sağlık Anketi-12 (GSA-12) kullanıldı. İç tutarlılık için Cronbach Alfa güvenilirlik katsayısı hesaplandı. Kararlılığı değerlendirmek için test-tekrar test yöntemi kullanıldı. ÖBÖ-20’nin kesme puanı ROC analizi ile belirlendi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 kabul edildi. Çalışma grubunun yaş ortalaması 35.13±8.1 ve %53.2’si (n=183) erkek idi. DFA’da standardize edilmiş artık ortalamalarının karekökü (standardized root mean square residuals, SRMR) hariç yeterli model-veri uyumunun sağlandığı görüldü. Cronbach Alfa katsayısı 0.848 olarak bulundu. ÖBÖ-20 ile GSA-12’den alınan puanlar arasında pozitif yönlü orta-kuvvetli bir ilişki tespit edildi. GSA-12’den 2 ve üzerinde puan alan, hekim tanılı herhangi bir ruhsal hastalığı olan, daha önceden ruhsal hastalık geçirmiş olan, hayatı etkileyecek derecede büyük bir travma yaşamış olan, kronik hastalığı olan ve ailesinde ruhsal bozukluğa sahip bir birey olanların ÖBÖ-20’den aldıkları puanların daha yüksek olduğu bulundu. Test-tekrar test uygulamasında Spearman korelasyon katsayısı 0.916 ve sınıf içi korelasyon katsayısı (intraclasss correlation coefficient, ICC) 0.936 olarak hesaplandı. Kesme puanı kadınlarda 6.5, erkeklerde ve tüm örneklemde 4.5 olarak bulundu. ÖBÖ-20’nin Türkiye’de 25-64 yaş arası yetişkinlerde ruhsal bozuklukların taranması amacıyla kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir araç olduğu sonucuna varıldı.
{"title":"Öz-Bildirim Ölçeği’nin 25-64 Yaş Arasındaki Yetişkinlerde Türkçe Geçerlik ve Güvenilirliği ve Kesme Puanının Hesaplanması","authors":"Sevil AYDOĞAN GEDİK, Ayşegül Mutlu, Sevda Sungur, Tuğçe ARSLAN TORBA, Mine Tepetaş, Didem Arslantaş, Alaettin Ünsal","doi":"10.20515/otd.1231259","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1231259","url":null,"abstract":"Öz-Bildirim Ölçeği-20 (ÖBÖ-20) toplumda psikiyatrik bozuklukların taranması için kullanılan bir araçtır. Bu çalışmada, ÖBÖ-20’nin 25-64 yaş arasındaki yetişkinlerde Türkçe geçerlik ve güvenilirliğinin test edilmesi ve kesme puanının hesaplanması amaçlandı. Çalışma Kasım-Aralık 2021 tarihlerinde 344 hastane personelinde gerçekleştirilen metodolojik tipte bir araştırmadır. ÖBÖ-20’nin yapı geçerliğini değerlendirmek için doğrulayıcı faktör analizi (DFA) yapıldı ve ayırt edici geçerlik test edildi. Benzer ölçek geçerliliği için Genel Sağlık Anketi-12 (GSA-12) kullanıldı. İç tutarlılık için Cronbach Alfa güvenilirlik katsayısı hesaplandı. Kararlılığı değerlendirmek için test-tekrar test yöntemi kullanıldı. ÖBÖ-20’nin kesme puanı ROC analizi ile belirlendi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 kabul edildi. Çalışma grubunun yaş ortalaması 35.13±8.1 ve %53.2’si (n=183) erkek idi. DFA’da standardize edilmiş artık ortalamalarının karekökü (standardized root mean square residuals, SRMR) hariç yeterli model-veri uyumunun sağlandığı görüldü. Cronbach Alfa katsayısı 0.848 olarak bulundu. ÖBÖ-20 ile GSA-12’den alınan puanlar arasında pozitif yönlü orta-kuvvetli bir ilişki tespit edildi. GSA-12’den 2 ve üzerinde puan alan, hekim tanılı herhangi bir ruhsal hastalığı olan, daha önceden ruhsal hastalık geçirmiş olan, hayatı etkileyecek derecede büyük bir travma yaşamış olan, kronik hastalığı olan ve ailesinde ruhsal bozukluğa sahip bir birey olanların ÖBÖ-20’den aldıkları puanların daha yüksek olduğu bulundu. Test-tekrar test uygulamasında Spearman korelasyon katsayısı 0.916 ve sınıf içi korelasyon katsayısı (intraclasss correlation coefficient, ICC) 0.936 olarak hesaplandı. Kesme puanı kadınlarda 6.5, erkeklerde ve tüm örneklemde 4.5 olarak bulundu. ÖBÖ-20’nin Türkiye’de 25-64 yaş arası yetişkinlerde ruhsal bozuklukların taranması amacıyla kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir araç olduğu sonucuna varıldı.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"23 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-02-21","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127387934","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Didar Betül Doğan, Didem ÖZKAL EMİNOĞLU, Oğuzhan Maden
Ağız diş sağlığı genel vücut sağlığını ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir. Oral bölgenin ağız ve diş sağlığının devamlılığının sağlanması için kendine özgü florası vardır. Sistemik ve lokal risk faktörlerinin etkisiyle; sağlıklı oral flora ve immün sistem dengesinin bozulmasıyla ağız içi patojen durumlarla karşılaşılabilir. Oral bölgede görülebilen bu patolojiler arasında da periodontal hastalıklar yüksek prevelansa sahiptir. Ağız ve diş sağlığı genel vücut sağlığını etkileyebildiği gibi genel vücut sağlığı da ağız ve diş sağlığını etkiler. Çok faktörlü olması ve çift yönlü etkilenebilmesi nedeniyle de periodontal hastalıkların tedavisi kritik öneme sahiptir. Diştaşı temizliği ve kök düzleştirme (SRP) adı verilen periodontal tedavi altın standart olarak kabul edilmektedir. Bu derlemenin amacı da periodontal tedavinin altın standardı olarak kabul edilen tedavi protokolündeki güncel yaklaşım olarak görülen tüm ağız diştaşı temizliği ve tüm ağız dezenfeksiyonu değerlendirmektir.
{"title":"Periodontal Debridmanda Farklı Yaklaşımlar","authors":"Didar Betül Doğan, Didem ÖZKAL EMİNOĞLU, Oğuzhan Maden","doi":"10.20515/otd.1251559","DOIUrl":"https://doi.org/10.20515/otd.1251559","url":null,"abstract":"Ağız diş sağlığı genel vücut sağlığını ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir. Oral bölgenin ağız ve diş sağlığının devamlılığının sağlanması için kendine özgü florası vardır. Sistemik ve lokal risk faktörlerinin etkisiyle; sağlıklı oral flora ve immün sistem dengesinin bozulmasıyla ağız içi patojen durumlarla karşılaşılabilir. Oral bölgede görülebilen bu patolojiler arasında da periodontal hastalıklar yüksek prevelansa sahiptir. Ağız ve diş sağlığı genel vücut sağlığını etkileyebildiği gibi genel vücut sağlığı da ağız ve diş sağlığını etkiler. Çok faktörlü olması ve çift yönlü etkilenebilmesi nedeniyle de periodontal hastalıkların tedavisi kritik öneme sahiptir. Diştaşı temizliği ve kök düzleştirme (SRP) adı verilen periodontal tedavi altın standart olarak kabul edilmektedir. Bu derlemenin amacı da periodontal tedavinin altın standardı olarak kabul edilen tedavi protokolündeki güncel yaklaşım olarak görülen tüm ağız diştaşı temizliği ve tüm ağız dezenfeksiyonu değerlendirmektir.","PeriodicalId":409662,"journal":{"name":"OSMANGAZİ JOURNAL OF MEDICINE","volume":"23 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-02-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127181242","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}