19. asırda yaşayan Abbas Ağa Gâibzâde Azerbeycan edebiyatının tanınan şairlerindendir. Azerbeycan’da kısa bir dönem öğretmenlik deneyimi de bulunan şair Tislis’te Zakafkaziya Ruhani İdaresi’nde başkatip yardımcılığı ve başkatiplik görevlerinde otuz beş yıl boyunca çalışmıştır. Tercüme ve telif eserleri bulunan şairin ileri yaş döneminde tertip ettiği bu eserin baskısı Tiflis’te 1330/1912 yılında on sekiz sayfa hâlinde yapılmıştır. Olay kahramanları Edhem ve Ekrem adlı iki kardeştir. Mesnevide iki kardeş arasındaki kardeşlik ilişkisi üzerinden ilim ve cahilliğin mukayesesi yapılarak ders verme amaçlanmaktadır. İki Kardaş adlı eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmış ahlaki kısa mesneviler arasında yer alır. Bu çalışmada Abbas Ağa Gâibzâde’nin İki Kardaş adlı eseri ele alınmıştır. Eser önce şekil yönünden incelemiş, ardından eserin muhteva yönüyle değerlendirmesi yapılmıştır. Böylece şairin edebî şahsiyetine dair bilinenlere katkılar sunmak ve bir eserin daha literatüre kazandırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın sonunda ise eserin transkribe metnine yer verilmiştir.
{"title":"A Work Of Abbas Ağa Gaibzade: İki Kardaş","authors":"İhsan Şehi̇toğlu","doi":"10.34083/akaded.1325225","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1325225","url":null,"abstract":"19. asırda yaşayan Abbas Ağa Gâibzâde Azerbeycan edebiyatının tanınan şairlerindendir. Azerbeycan’da kısa bir dönem öğretmenlik deneyimi de bulunan şair Tislis’te Zakafkaziya Ruhani İdaresi’nde başkatip yardımcılığı ve başkatiplik görevlerinde otuz beş yıl boyunca çalışmıştır. Tercüme ve telif eserleri bulunan şairin ileri yaş döneminde tertip ettiği bu eserin baskısı Tiflis’te 1330/1912 yılında on sekiz sayfa hâlinde yapılmıştır. Olay kahramanları Edhem ve Ekrem adlı iki kardeştir. Mesnevide iki kardeş arasındaki kardeşlik ilişkisi üzerinden ilim ve cahilliğin mukayesesi yapılarak ders verme amaçlanmaktadır. İki Kardaş adlı eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmış ahlaki kısa mesneviler arasında yer alır. Bu çalışmada Abbas Ağa Gâibzâde’nin İki Kardaş adlı eseri ele alınmıştır. Eser önce şekil yönünden incelemiş, ardından eserin muhteva yönüyle değerlendirmesi yapılmıştır. Böylece şairin edebî şahsiyetine dair bilinenlere katkılar sunmak ve bir eserin daha literatüre kazandırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın sonunda ise eserin transkribe metnine yer verilmiştir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"43 9 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-11","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121180591","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Hz. Ali, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (a.s.) amcazadesi ve aynı zamanda damadı olması dolayısıyla Müslümanlar arasında ona karşı derin bir saygı ve sevgi beslenmiştir. Ayrıca savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, fiziki kuvveti ve âlim kişiliği, daha sonraları anlatılmaya başlayan menkıbelere dönüşmüş ve halk arasında yayılmaya başlamıştır. Bu menkıbelerin tarihi süreçte gelişerek ve halk anlatılarına ait unsurlarla zenginleştirilerek yayılması neticesinde ortaya bir destan kahramanı çıkmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabulünden önceki süreçte epik destan geleneğinin değişmez unsuru olan kahraman tipi, bazı değişim ve dönüşümlere uğrayarak İslamiyet sonrası dönemde de varlığını sürdürmüştür. Bu değişim genel itibarıyla “alp” tipinin “gazi” tipine evrilmesi ve kahramanın temel gayesinde meydana gelen değişim olarak özetlense de Türk boylarının yaşam biçimi ve dünya görüşüne uygun bir değişim söz konusudur. Nitekim bu değişim Kırgız destancılık geleneğinde farklı seviye ve niteliklerde ortaya çıkmıştır. Anadolu sahasında Hz. Ali cenknâmelerinin XIII-XIV. yüzyıllarda yazıya aktarıldığı tahmin edilmektedir. Bu sahada üretilen diğer birçok yazılı ürün gibi cenknâmeler de XIX-XX. yüzyıllarda Orta Asya Türk boylarının ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu çalışmada, Kırgız destancılık geleneğinde İslamiyet’in kabulünden sonraki süreçte meydana gelen değişim ve dönüşümleri seviye ve nitelik olarak örnekleyebilmek üzere İslami dönem destan kahramanına dönüşen Hz. Ali’nin ve onunla ilgili inanışların destanlara yansıma biçimi incelenecektir.
由于哈兹拉特-阿里是伊斯兰教先知穆罕默德(永存)的叔父和女婿,穆斯林对他怀有深深的敬意和爱戴。此外,他在战斗中的英勇事迹、强壮的体魄和学者的人格也成为后来人们津津乐道的传奇故事,并开始在民间流传。这些传说故事在历史进程中不断发展,丰富了民间叙事的元素,从而形成了史诗英雄。在土耳其人接受伊斯兰教之前,英雄类型是史诗传统中不变的元素,在伊斯兰教之后的时期,英雄类型经历了一些变化和转变,继续存在。虽然这种变化一般被概括为 "阿尔普 "型向 "加齐 "型的演变以及英雄主要目的的改变,但其中也有与土耳其部落的生活方式和世界观相适应的变化。事实上,在吉尔吉斯史诗传统中,这种变化也出现在不同的层面和质量上。据估计,安纳托利亚地区的阿里史诗(Hz. Ali jenknâmas)成书于十三至十四世纪。与这一领域的许多其他书面产品一样,简克纳玛斯在十九至二十世纪开始引起中亚突厥部落的注意。在本研究中,为了说明吉尔吉斯史诗传统在伊斯兰教传入后在水平和质量上发生的变化和转型,将对伊斯兰教时期史诗英雄阿里的形象以及史诗中关于他的信仰进行研究。
{"title":"Kırgız Destanlarında Hz. Ali: Bir Kült ve Bir Bahadır","authors":"Muhammet Nurullah Ci̇ci̇oğlu","doi":"10.34083/akaded.1321438","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1321438","url":null,"abstract":"Hz. Ali, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (a.s.) amcazadesi ve aynı zamanda damadı olması dolayısıyla Müslümanlar arasında ona karşı derin bir saygı ve sevgi beslenmiştir. Ayrıca savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, fiziki kuvveti ve âlim kişiliği, daha sonraları anlatılmaya başlayan menkıbelere dönüşmüş ve halk arasında yayılmaya başlamıştır. Bu menkıbelerin tarihi süreçte gelişerek ve halk anlatılarına ait unsurlarla zenginleştirilerek yayılması neticesinde ortaya bir destan kahramanı çıkmıştır. \u0000Türklerin İslamiyet’i kabulünden önceki süreçte epik destan geleneğinin değişmez unsuru olan kahraman tipi, bazı değişim ve dönüşümlere uğrayarak İslamiyet sonrası dönemde de varlığını sürdürmüştür. Bu değişim genel itibarıyla “alp” tipinin “gazi” tipine evrilmesi ve kahramanın temel gayesinde meydana gelen değişim olarak özetlense de Türk boylarının yaşam biçimi ve dünya görüşüne uygun bir değişim söz konusudur. Nitekim bu değişim Kırgız destancılık geleneğinde farklı seviye ve niteliklerde ortaya çıkmıştır. \u0000Anadolu sahasında Hz. Ali cenknâmelerinin XIII-XIV. yüzyıllarda yazıya aktarıldığı tahmin edilmektedir. Bu sahada üretilen diğer birçok yazılı ürün gibi cenknâmeler de XIX-XX. yüzyıllarda Orta Asya Türk boylarının ilgisini çekmeye başlamıştır. \u0000Bu çalışmada, Kırgız destancılık geleneğinde İslamiyet’in kabulünden sonraki süreçte meydana gelen değişim ve dönüşümleri seviye ve nitelik olarak örnekleyebilmek üzere İslami dönem destan kahramanına dönüşen Hz. Ali’nin ve onunla ilgili inanışların destanlara yansıma biçimi incelenecektir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"12 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-07","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"133283851","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Osmanlı’da inşai unsur olarak cami/mescidlerden sonra en fazla tesis edilen müessese olan âsitâne, hânkâh, dergâh, tekke, zâviye, kalenderhâne ve ribat olarak tesmiye olunan tasavvuf müesseseleri, devletin kuruluşundan yıkılışına kadarki dönem içinde her daim canlılığını muhafaza etmiştir. Tasavvufi neşvenin canlı tutulup kemâle ermiş iyi bir ferdin yetişmesi için gayret sarfedilen bu müesseseler etrafında zamanla çok zengin bir müktesebat teşekkül etmiştir. Sosyal hayatın birçok alanında izlerine rastlanan bu müktesebatın kendini hissettirdiği alanların başında edebiyat gelmektedir. Aynı zamanda kendileri de bir tarikat müntesibi olan bazı divan şairleri, teşekkül eden bu zengin müktesebatı her fırsatta şiirlerine aksettirmişler; hatta müstakil eserler kaleme almışlardır. Tekkelerin isimleri, bulundukları mekânlar, buralarda görev yapan veya yapmakta olan şeyhler, zikir ve ayin günleri gibi çeşitli bilgilere yer verilen ve tür olarak dergâhnâme olarak adlandırılan eserler de bunlardan biridir. Edebi geleneğimizde dergâhnâme türündeki eserlerin büyük bir kısmı mensur olsa da manzum şekilde kaleme alınanları da mevcuttur. Şimdilik bilinen manzum dergâhnâme sayısı beş olup bunlar içinde en meşhur olanı 18. yüzyılın ilk yarısında Bursalı Müminzâde Ahmed Hasîb’in önce 129 beyit hâlinde tanzim edip daha sonra genişleterek 805 beyte çıkardığı Dergâhnâme adlı eserdir. Bu çalışmada Hasîb’in hayatı ve yeni tespit edilen eserleri hakkında bilgi verilecek, yeniden tanzim etmiş olduğu Dergâhnâme’sinin şekil ve muhteva özellikleri üzerinde bazı değerlendirmelerde bulunulduktan sonra çeviri yazılı metnine yer verilecektir.
{"title":"Bursalı Mü’minzâde Ahmed Hasîb and His Dergâhnâme","authors":"Yunus Kaplan","doi":"10.34083/akaded.1324137","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1324137","url":null,"abstract":"Osmanlı’da inşai unsur olarak cami/mescidlerden sonra en fazla tesis edilen müessese olan âsitâne, hânkâh, dergâh, tekke, zâviye, kalenderhâne ve ribat olarak tesmiye olunan tasavvuf müesseseleri, devletin kuruluşundan yıkılışına kadarki dönem içinde her daim canlılığını muhafaza etmiştir. Tasavvufi neşvenin canlı tutulup kemâle ermiş iyi bir ferdin yetişmesi için gayret sarfedilen bu müesseseler etrafında zamanla çok zengin bir müktesebat teşekkül etmiştir. Sosyal hayatın birçok alanında izlerine rastlanan bu müktesebatın kendini hissettirdiği alanların başında edebiyat gelmektedir. Aynı zamanda kendileri de bir tarikat müntesibi olan bazı divan şairleri, teşekkül eden bu zengin müktesebatı her fırsatta şiirlerine aksettirmişler; hatta müstakil eserler kaleme almışlardır. Tekkelerin isimleri, bulundukları mekânlar, buralarda görev yapan veya yapmakta olan şeyhler, zikir ve ayin günleri gibi çeşitli bilgilere yer verilen ve tür olarak dergâhnâme olarak adlandırılan eserler de bunlardan biridir. \u0000Edebi geleneğimizde dergâhnâme türündeki eserlerin büyük bir kısmı mensur olsa da manzum şekilde kaleme alınanları da mevcuttur. Şimdilik bilinen manzum dergâhnâme sayısı beş olup bunlar içinde en meşhur olanı 18. yüzyılın ilk yarısında Bursalı Müminzâde Ahmed Hasîb’in önce 129 beyit hâlinde tanzim edip daha sonra genişleterek 805 beyte çıkardığı Dergâhnâme adlı eserdir. \u0000Bu çalışmada Hasîb’in hayatı ve yeni tespit edilen eserleri hakkında bilgi verilecek, yeniden tanzim etmiş olduğu Dergâhnâme’sinin şekil ve muhteva özellikleri üzerinde bazı değerlendirmelerde bulunulduktan sonra çeviri yazılı metnine yer verilecektir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"71 ","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"120972866","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Türk edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biri olan Alî Şîr Nevâyî; Farsçanın edebî dil olduğu ve Türkçe eser vermenin küçümsendiği bir dönemde, eserlerini şuurlu olarak Türkçe kaleme almıştır. Aynı zamanda Farsça bir dîvân da tertip eden Nevâyî’nin Farsça Dîvân’ı; gazel, müseddes, terkîb-bend, rübâ’î, kıt’a, tarih, lugaz, muammâ, müfredler, Molla Câmî için yazılan mersiye ile “Sitte-i Zarûriyye” isimli kasidelerden oluşmaktadır. Ayrıca Nevâyî’nin Türkiye’de bulunan Farsça dîvânlarının yazma nüshalarında yer almayan ve “Fusûl-i Erba’a” başlığını taşıyan dört kasidesi daha mevcuttur. Fusûl-i Erba’a; dört mevsimden söz eden “Seretân”, “Hazân”, “Bahâr” ve “Dey” başlıklı dört kasideden müteşekkildir. Nevâyî’nin kasidelerinin Türkçe tercümelerini ihtiva edecek olan bu çalışmanın ilk tefrikasında; Nevâyî’nin Türkçe ve Farsça eserler verme kabiliyetinden söz edilmiş, “Sitte-i Zarûriyye” ve “Fusûl-i Erba’a”da yer alan kasideler kısaca tanıtılmış ve sonunda da “Seretân” başlıklı kasidenin Türkçe tercümesine yer verilmiştir. İkinci tefrika, “Fusûl-i Erba’a”nın ikinci kasidesi olan “Hazân”ın; üçüncü tefrika ise “Fusûl-i Erba’a”nın üçüncü kasidesi olan “Bahâr”ın tercümesinden oluşmaktadır. Bu tefrikada ise dördüncü kaside olan “Dey”in Türkçe tercümesine yer verilmiştir.
{"title":"Alî Şîr Nevâyî’nin Farsça Kasideleri-IV","authors":"Ahmet Kartal, Saniye ERASLAN KALELİ","doi":"10.34083/akaded.1328009","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1328009","url":null,"abstract":"Türk edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biri olan Alî Şîr Nevâyî; Farsçanın edebî dil olduğu ve Türkçe eser vermenin küçümsendiği bir dönemde, eserlerini şuurlu olarak Türkçe kaleme almıştır. Aynı zamanda Farsça bir dîvân da tertip eden Nevâyî’nin Farsça Dîvân’ı; gazel, müseddes, terkîb-bend, rübâ’î, kıt’a, tarih, lugaz, muammâ, müfredler, Molla Câmî için yazılan mersiye ile “Sitte-i Zarûriyye” isimli kasidelerden oluşmaktadır. Ayrıca Nevâyî’nin Türkiye’de bulunan Farsça dîvânlarının yazma nüshalarında yer almayan ve “Fusûl-i Erba’a” başlığını taşıyan dört kasidesi daha mevcuttur. Fusûl-i Erba’a; dört mevsimden söz eden “Seretân”, “Hazân”, “Bahâr” ve “Dey” başlıklı dört kasideden müteşekkildir. Nevâyî’nin kasidelerinin Türkçe tercümelerini ihtiva edecek olan bu çalışmanın ilk tefrikasında; Nevâyî’nin Türkçe ve Farsça eserler verme kabiliyetinden söz edilmiş, “Sitte-i Zarûriyye” ve “Fusûl-i Erba’a”da yer alan kasideler kısaca tanıtılmış ve sonunda da “Seretân” başlıklı kasidenin Türkçe tercümesine yer verilmiştir. İkinci tefrika, “Fusûl-i Erba’a”nın ikinci kasidesi olan “Hazân”ın; üçüncü tefrika ise “Fusûl-i Erba’a”nın üçüncü kasidesi olan “Bahâr”ın tercümesinden oluşmaktadır. Bu tefrikada ise dördüncü kaside olan “Dey”in Türkçe tercümesine yer verilmiştir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"250 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"116718962","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Klâsik Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Bahâyî, 17. yüzyılın önde gelen şahsiyetlerindendir. Âlim ve şair bir zat olan Bahâyî’nin kaleme almış olduğu neylersin redifli şiir, gerek kendi döneminde gerekse kendinden sonraki dönemde pek çok şairi etkilemiştir. Klâsik Türk edebiyatının gelişmesine; şairlerin yetişip olgunlaşmasına katkı sağlayan nazirecilik geleneği, geçmiş ve gelecek arasında bir köprü oluşturmuştur. Nazirecilik geleneği ile yüzyıllar önce yaşayan bir şairin adı yaşatılmış ve şiirleri güncelliğini muhafaza etmiştir. Böylelikle şairler arasında şiir vasıtasıyla bir muhabbet hâsıl olmuştur. Bahâyî’nin neylersin redifli şiirine yazılan nazire ve tahmisler, şairin üslûbunun beğenildiği ve takdir edildiği anlamına gelmektedir. Çalışmamızda Bahâyî’nin (ö. 1654) oldukça meşhur olan neylersin redifli gazeline yazılmış olan nazire ve tahmislere yer verilmiştir. Söz konusu neylersin redifli şiire; Nâ’ilî-i Kadîm (ö. 1666), Güftî (ö. 1677), Haylî Ahmed Çelebi (ö. 1686), Nasûhî (ö. ?), Vahyî (ö. 1718), Nazîm (ö. 1727), Sebkatî (ö. 1754), Ferrî (ö. 1805) ve İlhâmî (ö. 1808) tarafından nazire, taştir ve tahmisler yazılmıştır. Yapılan bu çalışmayla Bahâyî’nin neylersin redifli şiiri merkeze alınmış ve bu şiirin, şairler üzerindeki etkisi gösterilmeye çalışılmıştır.
{"title":"Şeyhülislâm Bahâyî’nin “Neylersin” Redifli Gazeline Yazılmış Nazire, Taştir ve Tahmisler","authors":"H. Özdi̇l, Volkan Göktaş","doi":"10.34083/akaded.1327166","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1327166","url":null,"abstract":"Klâsik Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Bahâyî, 17. yüzyılın önde gelen şahsiyetlerindendir. Âlim ve şair bir zat olan Bahâyî’nin kaleme almış olduğu neylersin redifli şiir, gerek kendi döneminde gerekse kendinden sonraki dönemde pek çok şairi etkilemiştir. \u0000Klâsik Türk edebiyatının gelişmesine; şairlerin yetişip olgunlaşmasına katkı sağlayan nazirecilik geleneği, geçmiş ve gelecek arasında bir köprü oluşturmuştur. Nazirecilik geleneği ile yüzyıllar önce yaşayan bir şairin adı yaşatılmış ve şiirleri güncelliğini muhafaza etmiştir. Böylelikle şairler arasında şiir vasıtasıyla bir muhabbet hâsıl olmuştur. Bahâyî’nin neylersin redifli şiirine yazılan nazire ve tahmisler, şairin üslûbunun beğenildiği ve takdir edildiği anlamına gelmektedir. \u0000Çalışmamızda Bahâyî’nin (ö. 1654) oldukça meşhur olan neylersin redifli gazeline yazılmış olan nazire ve tahmislere yer verilmiştir. Söz konusu neylersin redifli şiire; Nâ’ilî-i Kadîm (ö. 1666), Güftî (ö. 1677), Haylî Ahmed Çelebi (ö. 1686), Nasûhî (ö. ?), Vahyî (ö. 1718), Nazîm (ö. 1727), Sebkatî (ö. 1754), Ferrî (ö. 1805) ve İlhâmî (ö. 1808) tarafından nazire, taştir ve tahmisler yazılmıştır. Yapılan bu çalışmayla Bahâyî’nin neylersin redifli şiiri merkeze alınmış ve bu şiirin, şairler üzerindeki etkisi gösterilmeye çalışılmıştır.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"243 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-06","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"131898863","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Tanzimat’la birlikte modernleşmeye başlayan Türk şiiri, bu yıllardan itibaren eski şiir olarak kabul edilen geleneğe karşı bir mücadeleye girişir. Eski-yeni şeklinde başlayıp gelenek- modern şeklinde devam eden bu tartışmalar her dönem varlığını sürdürür. Tanzimat şiiri, modernleşmeyi eskiyi hatırlatan her şeyi yok sayma hatta reddetme şeklinde görmüş ve bu görüş Cumhuriyet’in ortalarına kadar her daim kendine taraftar bulmuştur. Yahya Kemal’le gündeme gelen geleneği devam ettirme ve ondan faydalanma görüşü; Asaf Halet Çelebi, Behçet Necatigil, Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Ebubekir Eroğlu, Arif Ay, İhsan Deniz gibi şairler tarafından da benimsenir. Söz konusu sanatçıların geleneği olumlayan ve onu bir imkân olarak görme tavrı özellikle 1980 sonrası şairleri tarafından benimsenir. Bu kuşak şairlerinden İhsan Deniz’in şiirlerinde geleneğin yer alış şekli çalışmanın konusudur. Mistik/metafizik anlayışlayışı sürdüren şair; geleneği, Sezai Karakoç gibi biçimsel özelliklerden çok mânâ ve öz olarak ele alır.Yine gelenek ve din arasındaki organik bağdan faydalanan şair, tasavvufî duyarlılığın yoğun biçimde hissedildiği şiirleriyle dikkat çeker. Çalışmanın başlangıcında gelenek ve Türk şiirinde geleneğin serüveni hakkında bilgiler verilmiş, daha sonra İhsan Deniz’in şiir anlayışı ve gelenek hakkındaki görüşlerine temas edilmiştir. Son olarak sanatçının şiiri gelenek bağlamında ele alınmış, şiirlerinde geleneğe has dil, üslup, muhteva ve şekil özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
{"title":"İhsan Deniz and Tradition","authors":"Ayşe Tepebaşi","doi":"10.34083/akaded.1318688","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1318688","url":null,"abstract":"Tanzimat’la birlikte modernleşmeye başlayan Türk şiiri, bu yıllardan itibaren eski şiir olarak kabul edilen geleneğe karşı bir mücadeleye girişir. Eski-yeni şeklinde başlayıp gelenek- modern şeklinde devam eden bu tartışmalar her dönem varlığını sürdürür. Tanzimat şiiri, modernleşmeyi eskiyi hatırlatan her şeyi yok sayma hatta reddetme şeklinde görmüş ve bu görüş Cumhuriyet’in ortalarına kadar her daim kendine taraftar bulmuştur. Yahya Kemal’le gündeme gelen geleneği devam ettirme ve ondan faydalanma görüşü; Asaf Halet Çelebi, Behçet Necatigil, Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Ebubekir Eroğlu, Arif Ay, İhsan Deniz gibi şairler tarafından da benimsenir. Söz konusu sanatçıların geleneği olumlayan ve onu bir imkân olarak görme tavrı özellikle 1980 sonrası şairleri tarafından benimsenir. Bu kuşak şairlerinden İhsan Deniz’in şiirlerinde geleneğin yer alış şekli çalışmanın konusudur. Mistik/metafizik anlayışlayışı sürdüren şair; geleneği, Sezai Karakoç gibi biçimsel özelliklerden çok mânâ ve öz olarak ele alır.Yine gelenek ve din arasındaki organik bağdan faydalanan şair, tasavvufî duyarlılığın yoğun biçimde hissedildiği şiirleriyle dikkat çeker. Çalışmanın başlangıcında gelenek ve Türk şiirinde geleneğin serüveni hakkında bilgiler verilmiş, daha sonra İhsan Deniz’in şiir anlayışı ve gelenek hakkındaki görüşlerine temas edilmiştir. Son olarak sanatçının şiiri gelenek bağlamında ele alınmış, şiirlerinde geleneğe has dil, üslup, muhteva ve şekil özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"17 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"126253654","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İnsana ait temel duygulardan biri olan şiddet gerek bilinç düzeyinde ve gerekse maddi âlemde sıkça karşılaşılan, sözün tesirinin azaldığı veya ortadan kalktığı durumlarda ortaya çıkan ve insanın arzu ve isteği dışında maruz kaldığı tutum, davranış ve her türlü otorite kurma amacı güden bir edim olarak karşımıza çıkan bir olgudur. İnsan yaralanabilir olduğu ve yaralama arzusu duyduğu müddetçe şiddete açık bir varlıktır. Bu yönüyle insanı merkeze alan varlık alanına sahip edebî eserlerde de sıkça işlenmiş bir yapı olduğu söylenebilir. Malzemesi dil olan bir sanat eseri olarak edebî eserlerin de insanda duygu, fikir ve düşüncelere doğrudan tesir etmesi bir şiddet biçimi olarak nitelendirilebileceği gibi izleksel planda şiddetin çeşitli görünümlerini de okuyucuya sunan bir ontik varlık olduklarını söylemek mümkündür. Bu anlamda bireyden topluma uzanan taraflarıyla şiddetin farklı görünümlerini sunma ve okuyucunun itibari bir âlemde bu görünümleri deneyimleme imkânına sahip olan edebî eser, bu yönüyle yaşanılan ve var olunan hayatın içerisinde önemli bir yer tutar. Söz konusu varlık alanı bu makalede Samet Ağaoğlu’nun “Büyük Aile” adlı hikâyesi merkeze alınarak kurmaca bir metinde şiddetin biçimlenişi sosyolojik, psikolojik ve dil boyutlarıyla incelenecektir.
{"title":"Samet Ağaoğlu’nun “Büyük Aile” Adlı Hikâyesinde Şiddetin Biçimlenişi","authors":"Selçuk Atay","doi":"10.34083/akaded.1315616","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1315616","url":null,"abstract":"İnsana ait temel duygulardan biri olan şiddet gerek bilinç düzeyinde ve gerekse maddi âlemde sıkça karşılaşılan, sözün tesirinin azaldığı veya ortadan kalktığı durumlarda ortaya çıkan ve insanın arzu ve isteği dışında maruz kaldığı tutum, davranış ve her türlü otorite kurma amacı güden bir edim olarak karşımıza çıkan bir olgudur. İnsan yaralanabilir olduğu ve yaralama arzusu duyduğu müddetçe şiddete açık bir varlıktır. Bu yönüyle insanı merkeze alan varlık alanına sahip edebî eserlerde de sıkça işlenmiş bir yapı olduğu söylenebilir. \u0000Malzemesi dil olan bir sanat eseri olarak edebî eserlerin de insanda duygu, fikir ve düşüncelere doğrudan tesir etmesi bir şiddet biçimi olarak nitelendirilebileceği gibi izleksel planda şiddetin çeşitli görünümlerini de okuyucuya sunan bir ontik varlık olduklarını söylemek mümkündür. Bu anlamda bireyden topluma uzanan taraflarıyla şiddetin farklı görünümlerini sunma ve okuyucunun itibari bir âlemde bu görünümleri deneyimleme imkânına sahip olan edebî eser, bu yönüyle yaşanılan ve var olunan hayatın içerisinde önemli bir yer tutar. Söz konusu varlık alanı bu makalede Samet Ağaoğlu’nun “Büyük Aile” adlı hikâyesi merkeze alınarak kurmaca bir metinde şiddetin biçimlenişi sosyolojik, psikolojik ve dil boyutlarıyla incelenecektir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"59 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-05","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132194433","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İnsanlık tarihi incelendiğinde, özelde bireylerin, genelde toplumların, ihtiyaçlarını karşılamak için pek çok meslek alanında gelişme gösterdikleri görülmektedir. Bu meslek alanları toplumların yaşam biçimleri, dünya görüşleri, temel ihtiyaçları, medeniyet seviyeleri vb. alanlarda araştırmacılara önemli bilgiler sunmaktadır. Eski Türkler de ihtiyaçlarını karşılamak üzere birçok meslek dalında, yüzyıllarca varlık göstermişler ve miras olarak bu meslekleri sonraki nesillere aktarmışlardır. Çalışmamızda Çağatay Türkçesi döneminde hangi meslek dallarının ve bu mesleklerle ilgili olan unvanların var olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu meslek dallarının tespiti için öncelikle Çağatayca olarak kaleme alınan Çağatayca Manzum Sözlük, Feraği'nin Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Fazlullâh Han Lügâti, Fethali Kaçar'ın Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Nezrali'nin Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Nevāyį'nin Sözleri ve Çağatayca Tanıklar, Senglâh'ın Tematik Sözlüğü, Zebân-ı Türkî adlı sözlükler taranmış ve bu sözlüklerde yer alan meslek adları ile unvanlar listelenmiştir. Ardından meslek ve unvanlar yapı bakımından incelenmiş, sözcüklerin kökü ve aldıkları ekler belirtilmiştir. Kök ve ek ayrıştırması yapılırken kök ve aldıkları eklerde şüphe oluşturmayan sözcükler için herhangi bir kaynak gösterilmemiş, diğer sözcükler için ilgili eserler kaynak olarak verilmiştir.
{"title":"Professions in Chagatai Dictionary and Titles Related to These Professions","authors":"Muhsin Uygun","doi":"10.34083/akaded.1318562","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1318562","url":null,"abstract":"İnsanlık tarihi incelendiğinde, özelde bireylerin, genelde toplumların, ihtiyaçlarını karşılamak için pek çok meslek alanında gelişme gösterdikleri görülmektedir. Bu meslek alanları toplumların yaşam biçimleri, dünya görüşleri, temel ihtiyaçları, medeniyet seviyeleri vb. alanlarda araştırmacılara önemli bilgiler sunmaktadır. Eski Türkler de ihtiyaçlarını karşılamak üzere birçok meslek dalında, yüzyıllarca varlık göstermişler ve miras olarak bu meslekleri sonraki nesillere aktarmışlardır. Çalışmamızda Çağatay Türkçesi döneminde hangi meslek dallarının ve bu mesleklerle ilgili olan unvanların var olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu meslek dallarının tespiti için öncelikle Çağatayca olarak kaleme alınan Çağatayca Manzum Sözlük, Feraği'nin Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Fazlullâh Han Lügâti, Fethali Kaçar'ın Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Nezrali'nin Çağatay Türkçesi Sözlüğü, Nevāyį'nin Sözleri ve Çağatayca Tanıklar, Senglâh'ın Tematik Sözlüğü, Zebân-ı Türkî adlı sözlükler taranmış ve bu sözlüklerde yer alan meslek adları ile unvanlar listelenmiştir. Ardından meslek ve unvanlar yapı bakımından incelenmiş, sözcüklerin kökü ve aldıkları ekler belirtilmiştir. Kök ve ek ayrıştırması yapılırken kök ve aldıkları eklerde şüphe oluşturmayan sözcükler için herhangi bir kaynak gösterilmemiş, diğer sözcükler için ilgili eserler kaynak olarak verilmiştir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"14 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-02","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130853064","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
VI. yüzyıldan itibaren tarih sahnesinde varlık gösteren Oğuzların konuştukları lehçenin yazı dili hâlini alması, XI. yüzyıldan itibaren gerçekleşmiştir. Doğu Türkçesi ise Karahanlı Dönemi'nden sonra siyasi birliğin kayboluşuyla ortak yazı dilinden ayrılarak gelişen yazı dillerinden biridir. Bu yazı dili, "Nevâ’î tili" hüviyetiyle uzun bir süre Doğu Türklük coğrafyasını birleştirmiş ve kendisini korumuştur. Bâbürnâme, Büyük Bâbür İmparatorluğu’nun kurucusu Bâbür Şah (1431-1530) tarafından kaleme alınmış hatırat türünde bir dil yadigârıdır. Doğu Türkçesinin klasik devrinin nesir alanına ait olan bu eserde Bâbür; mücadelelerini, kayıplarını, yaşadığı ihanetleri, hayal kırıklıklarını samimi ve açık bir dille aktarmıştır. Bu çalışmada Bâbürnâme’nin Haydarâbâd nüshası dikkate alınmıştır. Ortak bir yazı dilinden inkişaf eden Oğuzca ve Doğu Türkçesi, gelişimlerini farklı şekillerde devam ettirmiş olsalar da birbirleri üzerinde ortak bir geçmişin getirdiği karşılıklı etkilere sahiptir. Bu çalışmada, literatürde araştırmacılar tarafından Oğuzca belirti olarak değerlendirilen ses ve şekil özelliklerinin Bâbürnâme’deki durumu tespit edilmeye çalışılmıştır. İnceleme neticesinde, araştırmacılar tarafından Oğuzca belirti olarak değerlendirilen özelliklerin Babürnâme'de, klasik dönem Doğu Türkçesi metinlerinin geneline kıyasla azımsanmayacak miktarda olduğu tespit edilmiştir. Bunun nedenlerinden ilki, her ne kadar Babürnâme'nin yazıldığı dönem ve coğrafya Oğuz tesirinden uzak olsa da Babür'ün hatıratında türe uygun olarak doğal ve içten bir dil kullanmasıdır. Diğeri ise hatıratta bahsi geçen Oğuz kökenli kimselerin dil özelliklerinin metne aktarılmasıdır.
{"title":"Oghuz Dialect's Phonetic and Morphological Characteristic in Baburnama","authors":"Emre Kundakçi, Semra Akgül","doi":"10.34083/akaded.1315419","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1315419","url":null,"abstract":"VI. yüzyıldan itibaren tarih sahnesinde varlık gösteren Oğuzların konuştukları lehçenin yazı dili hâlini alması, XI. yüzyıldan itibaren gerçekleşmiştir. Doğu Türkçesi ise Karahanlı Dönemi'nden sonra siyasi birliğin kayboluşuyla ortak yazı dilinden ayrılarak gelişen yazı dillerinden biridir. Bu yazı dili, \"Nevâ’î tili\" hüviyetiyle uzun bir süre Doğu Türklük coğrafyasını birleştirmiş ve kendisini korumuştur. Bâbürnâme, Büyük Bâbür İmparatorluğu’nun kurucusu Bâbür Şah (1431-1530) tarafından kaleme alınmış hatırat türünde bir dil yadigârıdır. Doğu Türkçesinin klasik devrinin nesir alanına ait olan bu eserde Bâbür; mücadelelerini, kayıplarını, yaşadığı ihanetleri, hayal kırıklıklarını samimi ve açık bir dille aktarmıştır. \u0000 Bu çalışmada Bâbürnâme’nin Haydarâbâd nüshası dikkate alınmıştır. Ortak bir yazı dilinden inkişaf eden Oğuzca ve Doğu Türkçesi, gelişimlerini farklı şekillerde devam ettirmiş olsalar da birbirleri üzerinde ortak bir geçmişin getirdiği karşılıklı etkilere sahiptir. Bu çalışmada, literatürde araştırmacılar tarafından Oğuzca belirti olarak değerlendirilen ses ve şekil özelliklerinin Bâbürnâme’deki durumu tespit edilmeye çalışılmıştır. \u0000 İnceleme neticesinde, araştırmacılar tarafından Oğuzca belirti olarak değerlendirilen özelliklerin Babürnâme'de, klasik dönem Doğu Türkçesi metinlerinin geneline kıyasla azımsanmayacak miktarda olduğu tespit edilmiştir. Bunun nedenlerinden ilki, her ne kadar Babürnâme'nin yazıldığı dönem ve coğrafya Oğuz tesirinden uzak olsa da Babür'ün hatıratında türe uygun olarak doğal ve içten bir dil kullanmasıdır. Diğeri ise hatıratta bahsi geçen Oğuz kökenli kimselerin dil özelliklerinin metne aktarılmasıdır.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"14 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127692286","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Tılsım, değişik objelerle ve dualarla yapılan bir uygulamadır. Tılsımda insanoğlu doğaüstü güçler yardımıyla amaçlarına kavuşmayı hedefler. Bu amaçlar kimi zaman mal, mülk edinme kimi zaman korkulan şeylerden emin olma kimi zaman bir sevgiliye kavuşma kimi zaman da başka birine zarar verme şeklinde görülür. Çalışmamızın konusunu oluşturan eser, 16. yüzyılda Osmanlı Türkçesiyle yazılmış bir tılsım kitabıdır. Eser, Tübingen’de Eberhard Karls Üniversitesi Kütüphanesinde 10.20345/digitue.25585 numarada dijital olarak kayıtlıdır, toplam 83 varaktan oluşmaktadır. Eserde tılsım yapmak için şu dualar verilmiştir: dua-yı bozorg, dua-yı karsiyya, dua-yı azam, dua-yı şerifi’l-mübarek, dua-yı sürh-i bad, dua-yı Muhammet, duaü’n-necat mine’n-nar. Eserde tılsımların niçin ve nasıl uygulanması gerektiğine yönelik bilgiler halkın anlayabileceği şekilde sade bir dille yazılmıştır. Eserdeki hastalık adları, tılsım yaparken kullanılan araç-gereç adları, dinî terimler araştırmacılara zengin bir söz varlığı sunmaktadır. Ayrıca eser teoloji, sosyoloji, halk bilimi gibi farklı bilimsel alanlara da kaynaklık edebilecek niteliktedir.
{"title":"16. Yüzyıla Ait Bir Tılsım Kitabı ve Söz Varlığı","authors":"Beytullah Bekar, O. Güngör","doi":"10.34083/akaded.1261977","DOIUrl":"https://doi.org/10.34083/akaded.1261977","url":null,"abstract":"Tılsım, değişik objelerle ve dualarla yapılan bir uygulamadır. Tılsımda insanoğlu doğaüstü güçler yardımıyla amaçlarına kavuşmayı hedefler. Bu amaçlar kimi zaman mal, mülk edinme kimi zaman korkulan şeylerden emin olma kimi zaman bir sevgiliye kavuşma kimi zaman da başka birine zarar verme şeklinde görülür. Çalışmamızın konusunu oluşturan eser, 16. yüzyılda Osmanlı Türkçesiyle yazılmış bir tılsım kitabıdır. Eser, Tübingen’de Eberhard Karls Üniversitesi Kütüphanesinde 10.20345/digitue.25585 numarada dijital olarak kayıtlıdır, toplam 83 varaktan oluşmaktadır. Eserde tılsım yapmak için şu dualar verilmiştir: dua-yı bozorg, dua-yı karsiyya, dua-yı azam, dua-yı şerifi’l-mübarek, dua-yı sürh-i bad, dua-yı Muhammet, duaü’n-necat mine’n-nar. Eserde tılsımların niçin ve nasıl uygulanması gerektiğine yönelik bilgiler halkın anlayabileceği şekilde sade bir dille yazılmıştır. Eserdeki hastalık adları, tılsım yaparken kullanılan araç-gereç adları, dinî terimler araştırmacılara zengin bir söz varlığı sunmaktadır. Ayrıca eser teoloji, sosyoloji, halk bilimi gibi farklı bilimsel alanlara da kaynaklık edebilecek niteliktedir.","PeriodicalId":211082,"journal":{"name":"Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130198786","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}