Pub Date : 2024-01-15DOI: 10.29000/rumelide.1420133
Mazhar Narşap
Aile toplumun temel taşı olarak görülmektedir. Bozkır kavimlerinde aileler, çekirdek aile olarak toplumda yer almaktadır. Erkek çocukları diğer boylardan evlendirilmekte, kız çocukları ise diğer boylara gelin olarak gitmektedirler. Bunun yapılmasındaki en önemli amaç, bozkır coğrafyasının zorlu şartlarına karşı birlik ve beraberlik içinde mücadele etmek ve güçlü akrabalık bağları kurmaktır. Evlenme çağına gelen erkek çocukta kahramanlık gösterip ad alma gibi özellikler aranmaktadır. Erkek çocuğunun evlenme çağına geldiğini düşünen aile, kızın ailesine görücü göndererek kızı istemektedir. Kızın ailesi ise birtakım hediyeler istemekte ve böylece iki aile arasında söz kesilmektedir. Söz ya da nişana küçük düğün adını veren bozkır insanı daha sonra düğün toyu düzenleyerek erkek ve kızın aile kurduğunu topluma ilan etmektedirler. Ailenin devamlılığını çocuk sağlamaktadır. Çocuğu olmayan ailenin ocağı sönmüş gibi görülmektedir. Bozkırın temel taşı olan aile ve ailenin oluşumu, çocuk gibi hususlar hakkında bozkır kültür tarihine dair bilgi veren kaynaklar bulunmaktadır. Bu kaynaklardan birisi de Dede Korkut Boylarıdır. Dede Korkut Boyları: Dresden, Vatikan ve Türkmen nüshası olmak üzere üç nüsha ve 13 boydan oluşmaktadır. Bu boyların her birinde bozkır kavimlerinin siyasi, sosyal, askerî, dinî ve ekonomik hayatı hakkında bilgiler bulunmaktadır. Dede Korkut Boyları, bozkır toplumunun temel taşı olan aile ile ilgili de önemli bilgiler vermektedir. Erkek ve kadının önemi, kız isteme, başlık, nişan, düğün, çocuk gibi ailenin kurulmasındaki törenler ve aile fertleri gibi birçok hususta Dede Korkut Boyları önemli bilgiler vererek bozkır toplumunda ailenin yeri ve önemine ışık tutmaktadır.
{"title":"Dede Korkut boylarına göre bozkır kavimlerinde aile","authors":"Mazhar Narşap","doi":"10.29000/rumelide.1420133","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1420133","url":null,"abstract":"Aile toplumun temel taşı olarak görülmektedir. Bozkır kavimlerinde aileler, çekirdek aile olarak toplumda yer almaktadır. Erkek çocukları diğer boylardan evlendirilmekte, kız çocukları ise diğer boylara gelin olarak gitmektedirler. Bunun yapılmasındaki en önemli amaç, bozkır coğrafyasının zorlu şartlarına karşı birlik ve beraberlik içinde mücadele etmek ve güçlü akrabalık bağları kurmaktır. Evlenme çağına gelen erkek çocukta kahramanlık gösterip ad alma gibi özellikler aranmaktadır. Erkek çocuğunun evlenme çağına geldiğini düşünen aile, kızın ailesine görücü göndererek kızı istemektedir. Kızın ailesi ise birtakım hediyeler istemekte ve böylece iki aile arasında söz kesilmektedir. Söz ya da nişana küçük düğün adını veren bozkır insanı daha sonra düğün toyu düzenleyerek erkek ve kızın aile kurduğunu topluma ilan etmektedirler. Ailenin devamlılığını çocuk sağlamaktadır. Çocuğu olmayan ailenin ocağı sönmüş gibi görülmektedir. Bozkırın temel taşı olan aile ve ailenin oluşumu, çocuk gibi hususlar hakkında bozkır kültür tarihine dair bilgi veren kaynaklar bulunmaktadır. Bu kaynaklardan birisi de Dede Korkut Boylarıdır. Dede Korkut Boyları: Dresden, Vatikan ve Türkmen nüshası olmak üzere üç nüsha ve 13 boydan oluşmaktadır. Bu boyların her birinde bozkır kavimlerinin siyasi, sosyal, askerî, dinî ve ekonomik hayatı hakkında bilgiler bulunmaktadır. Dede Korkut Boyları, bozkır toplumunun temel taşı olan aile ile ilgili de önemli bilgiler vermektedir. Erkek ve kadının önemi, kız isteme, başlık, nişan, düğün, çocuk gibi ailenin kurulmasındaki törenler ve aile fertleri gibi birçok hususta Dede Korkut Boyları önemli bilgiler vererek bozkır toplumunda ailenin yeri ve önemine ışık tutmaktadır.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":" 24","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-15","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139621147","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-01-12DOI: 10.29000/rumelide.1418615
Funda Yeşi̇l
Klasik edebî eserler; toplumların sosyal ve kültürel değişimlerinin yansımalarının en önemli temsilcilerindendir. Eğitimin, çocuğun sosyal ve dil becerileri gelişiminin desteklenmesinin en yaygın malzemelerinden olan bu eserler, belli amaçlar doğrultusunda ve yapı veya içerik bakımından çeşitli ölçütler bağlamında yeniden yorumlanabilir. Çocukları nitelikli edebî eserlerle erken yaşta buluşturmak ve onların okuma kültürünü desteklemek için bu eserlerde özetleme, değiştirme ve sadeleştirme tekniklerine sıklıkla başvurulmaktadır. Farklı tekniklerle yapılan metin sadeleştirme süreci ile metinlere çocuk okurların dil gelişim düzeylerine uygun biçim ve içerik özellikleri kazandırılması amaçlanmaktadır. Bununla birlikte sadeleştirmeler, özgün metnin içerdiği iletileri eksiltebilir, değiştirebilir veya bu iletileri ortadan kaldırabilir. Bu çalışmada, Türk edebiyatının klasik eserlerinden biri olan ve Reşat Nuri Güntekin tarafından yazılan “Çalıkuşu” adlı eserin çocuklar için sadeleştirilmiş metinleri, özgün metin bağlamında, cinsiyet ifadelerini yorumlama tercihleri açısından ele alınmıştır. Doküman incelemesinden yararlanılan bu araştırma kapsamında, farklı tekniklerle sadeleştirilen üç çocuk kitabı incelenmiş ve uygulanan bu tekniklerin cinsiyet ifadelerine ve özgün metnin iletilerine olan etkisi değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgular öncelikle kız çocuk, erkek çocuk, anne, baba, evlilik/kadın-erkek ilişkileri, fiziksel ögeler ve sosyokültürel ögeler temaları çerçevesinde sunulmuştur. Daha sonra eserlerin cinsiyet ifadelerine yönelik aktarım farklılıkları, eserlerden alıntılarla gösterilmiştir. Araştırmanın sonunda; özgün metinden bazı bölümlerin çıkarılması yoluyla yapılan sadeleştirmenin metnin bütünlüğüne zarar verdiği, yeniden yazım yoluyla yapılan sadeleştirmenin ise özgün metinde yer almayan iletileri ortaya çıkardığı ve bu iletilerin bir kısmının cinsiyete ilişkin olduğu belirlenmiştir.
{"title":"Çocuklar İçin Sadeleştirilmiş Klasik Eserlerde Cinsiyet İfadeleri: Çalıkuşu","authors":"Funda Yeşi̇l","doi":"10.29000/rumelide.1418615","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1418615","url":null,"abstract":"Klasik edebî eserler; toplumların sosyal ve kültürel değişimlerinin yansımalarının en önemli temsilcilerindendir. Eğitimin, çocuğun sosyal ve dil becerileri gelişiminin desteklenmesinin en yaygın malzemelerinden olan bu eserler, belli amaçlar doğrultusunda ve yapı veya içerik bakımından çeşitli ölçütler bağlamında yeniden yorumlanabilir. Çocukları nitelikli edebî eserlerle erken yaşta buluşturmak ve onların okuma kültürünü desteklemek için bu eserlerde özetleme, değiştirme ve sadeleştirme tekniklerine sıklıkla başvurulmaktadır. Farklı tekniklerle yapılan metin sadeleştirme süreci ile metinlere çocuk okurların dil gelişim düzeylerine uygun biçim ve içerik özellikleri kazandırılması amaçlanmaktadır. Bununla birlikte sadeleştirmeler, özgün metnin içerdiği iletileri eksiltebilir, değiştirebilir veya bu iletileri ortadan kaldırabilir. Bu çalışmada, Türk edebiyatının klasik eserlerinden biri olan ve Reşat Nuri Güntekin tarafından yazılan “Çalıkuşu” adlı eserin çocuklar için sadeleştirilmiş metinleri, özgün metin bağlamında, cinsiyet ifadelerini yorumlama tercihleri açısından ele alınmıştır. Doküman incelemesinden yararlanılan bu araştırma kapsamında, farklı tekniklerle sadeleştirilen üç çocuk kitabı incelenmiş ve uygulanan bu tekniklerin cinsiyet ifadelerine ve özgün metnin iletilerine olan etkisi değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgular öncelikle kız çocuk, erkek çocuk, anne, baba, evlilik/kadın-erkek ilişkileri, fiziksel ögeler ve sosyokültürel ögeler temaları çerçevesinde sunulmuştur. Daha sonra eserlerin cinsiyet ifadelerine yönelik aktarım farklılıkları, eserlerden alıntılarla gösterilmiştir. Araştırmanın sonunda; özgün metinden bazı bölümlerin çıkarılması yoluyla yapılan sadeleştirmenin metnin bütünlüğüne zarar verdiği, yeniden yazım yoluyla yapılan sadeleştirmenin ise özgün metinde yer almayan iletileri ortaya çıkardığı ve bu iletilerin bir kısmının cinsiyete ilişkin olduğu belirlenmiştir.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":" 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-12","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139624516","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-01-11DOI: 10.29000/rumelide.1418088
Havva ÖZER HAFÇI
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirleri milletimizin Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’de geçirmiş olduğu “safahat”ı yansıtmaktadır. Bu tarihî kronolojinin milletin hissiyâtında uyandırdığı etkiyi Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde bulmak mümkündür. Mehmet Âkif’in, devletin en çalkantılı döneminde faal olarak Millî Mücadele’ye vaazlarıyla destek verdiğini düşünürsek Safahat alternatif bir tarih kitabı gibi okunabilir. Mehmet Âkif Ersoy’un Millî Mücadele döneminde yazdığı şiirlerinde zaman zaman karamsarlık ve korku zaman zaman da ümit karşımıza çıkar. Tasavvuftaki “havf ü recâ” kavramıyla da açıklanabilecek olan bu duygu geçişi Mehmet Âkif’te duruma göre farklı şiirlerde kendini gösterir. Halkı mücadeleye teşvik etmek üzere ümitvar şiirler yazıp en zorlu dönemde İstiklâl Marşı ile bu ümidi zirveye çıkarsa da kişiliğinden gelen karamsarlık onu hemen ümitsizliğe sürükler. Burada Mehmet Âkif’in mizacının şairlikten beslenmesine de vurgu yapmak gerekir. Ancak Âkif ne kadar şair mizaçlı olsa da imanının gereği olarak yeise kapılmamaya çalışır. Karamsarlığa kapılmayı bir müslümana yakıştıramayan Mehmet Âkif, bu duygudan çabucak çıkmaya çalışır. Bülbül korkunun ve karamsarlığın, Âkif’in Safahat’a almadığı İstiklâl Marşı ise ümidin ve meydan okumanın zirveye çıktığı şiirlerdir. Bu çarpıcı örnekler yanında Mehmet Âkif’in diğer şiirlerinden de yola çıkılarak “korku” ile “ümit” arasındaki hissiyatının aydınlatılacağı bu çalışma, aynı zamanda Mehmet Âkif’i İstiklâl Marşı yazmaya sürükleyen tarihî sürece de ışık tutmaya çalışacaktır.
Mehmet Akif Ersoy 的诗歌反映了我国在巴尔干战争、第一次世界大战和民族斗争期间所经历的 "safahat"。我们可以从 Mehmet Akif Ersoy 的诗歌中发现这一历史时序对民族情感的影响。考虑到麦赫迈特-阿基夫-埃尔索伊在国家最动荡的时期通过布道积极支持民族斗争,《萨法哈特》可以作为另一部历史书来阅读。在麦赫迈特-阿基夫-埃尔索伊写于民族斗争时期的诗歌中,我们有时会遇到悲观和恐惧,有时又会看到希望。这种情绪的转换也可以用苏菲派的 "havf ü recâ "概念来解释,它根据不同的情况表现在不同的诗歌中。尽管他写下了充满希望的诗歌来鼓励人民进行斗争,并在最困难的时期通过《独立颂》将这种希望推向了顶峰,但他性格中的悲观主义又立即将他引向了绝望。在此有必要强调,穆罕默德-阿基夫的性情受到了诗歌的滋养。然而,尽管阿基夫有着诗人的气质,但作为信仰的要求,他还是努力避免陷入绝望。穆罕默德-阿基夫认为悲观不适合穆斯林,他试图尽快摆脱这种情绪。夜莺》是一首充满恐惧和悲观情绪的诗歌,而《独立颂》则是一首充满希望和反抗情绪的诗歌,阿基夫没有将其收入《萨法哈特》。除了这些鲜明的例子,本研究还将根据麦赫迈特-阿基夫的其他诗作,阐明他在 "恐惧 "与 "希望 "之间的感受,并试图揭示导致麦赫迈特-阿基夫创作《独立颂》的历史进程。
{"title":"Korku İle Ümit Arasında Bülbül’den İstiklâl Marşı’na Mehmet Âkif","authors":"Havva ÖZER HAFÇI","doi":"10.29000/rumelide.1418088","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1418088","url":null,"abstract":"Mehmet Âkif Ersoy’un şiirleri milletimizin Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’de geçirmiş olduğu “safahat”ı yansıtmaktadır. Bu tarihî kronolojinin milletin hissiyâtında uyandırdığı etkiyi Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde bulmak mümkündür. Mehmet Âkif’in, devletin en çalkantılı döneminde faal olarak Millî Mücadele’ye vaazlarıyla destek verdiğini düşünürsek Safahat alternatif bir tarih kitabı gibi okunabilir. Mehmet Âkif Ersoy’un Millî Mücadele döneminde yazdığı şiirlerinde zaman zaman karamsarlık ve korku zaman zaman da ümit karşımıza çıkar. Tasavvuftaki “havf ü recâ” kavramıyla da açıklanabilecek olan bu duygu geçişi Mehmet Âkif’te duruma göre farklı şiirlerde kendini gösterir. Halkı mücadeleye teşvik etmek üzere ümitvar şiirler yazıp en zorlu dönemde İstiklâl Marşı ile bu ümidi zirveye çıkarsa da kişiliğinden gelen karamsarlık onu hemen ümitsizliğe sürükler. Burada Mehmet Âkif’in mizacının şairlikten beslenmesine de vurgu yapmak gerekir. Ancak Âkif ne kadar şair mizaçlı olsa da imanının gereği olarak yeise kapılmamaya çalışır. Karamsarlığa kapılmayı bir müslümana yakıştıramayan Mehmet Âkif, bu duygudan çabucak çıkmaya çalışır. Bülbül korkunun ve karamsarlığın, Âkif’in Safahat’a almadığı İstiklâl Marşı ise ümidin ve meydan okumanın zirveye çıktığı şiirlerdir. Bu çarpıcı örnekler yanında Mehmet Âkif’in diğer şiirlerinden de yola çıkılarak “korku” ile “ümit” arasındaki hissiyatının aydınlatılacağı bu çalışma, aynı zamanda Mehmet Âkif’i İstiklâl Marşı yazmaya sürükleyen tarihî sürece de ışık tutmaya çalışacaktır.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":" 11","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-11","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139625586","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2024-01-09DOI: 10.29000/rumelide.1417040
Emine Güven
Bilinen tarihî, etnik ve dinî bağlardan dolayı Türkiye, Kırım ve Doğu Türkistan sürekli bir etkileşim hâlinde olmuş; bu etkileşim, bahsi geçen coğrafyaları fikrî, siyasi ve edebî yönlerden besleyerek aralarındaki bağı yüzyıllar boyu canlı tutmuştur. XVIII. yüzyılda Doğu Türkistan’ın Çin işgaline uğraması ve XVIII. yüzyılda Kırım'ın Rus egemenliğine geçmesi neticesinde Türkiye, Kırım ve Doğu Türkistan arasındaki bağlar da gittikçe zayıflamıştır. Özellikle Kırım ve Doğu Türkistan'ın yaşam seyri farklılaşmış, siyasi değişim, kültürel ayrılıkları beraberinde getirmiştir. XX. yüzyılın başında ise aralarındaki dört bin kilometrelik mesafeye ve araya giren zamana bakılmaksızın iki ayrı coğrafyada iki genç şair, aynı ülkü için benzer eserleri kaleme almışlardır. Bu çalışmada, Uygur şair Abdulhaluk Uygur'un “Uyan” ve Kırım Tatar şair Hamdi Giraybay'ın "Ant Etkenmen Aytaman” şiirleri karşılaştırmalı edebiyat bilimi çerçevesinde ele alınıp incelenmiştir. İki genç şairin yaşamları gibi edebî fikirleri, eserleri, ideolojileri de benzerlik gösterir. Bu nedenle şairlerin şiirleri kullanılan motifler, konu, tesir ve biyografik paralellik hususlarıyla birlikte değerlendirilmiştir.
{"title":"Uzak Coğrafyaların Yakın Hikâyesi: Abdulhaluk Uygur ve Hamdi Giraybay'ın Şiirlerinde Birlik","authors":"Emine Güven","doi":"10.29000/rumelide.1417040","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1417040","url":null,"abstract":"Bilinen tarihî, etnik ve dinî bağlardan dolayı Türkiye, Kırım ve Doğu Türkistan sürekli bir etkileşim hâlinde olmuş; bu etkileşim, bahsi geçen coğrafyaları fikrî, siyasi ve edebî yönlerden besleyerek aralarındaki bağı yüzyıllar boyu canlı tutmuştur. XVIII. yüzyılda Doğu Türkistan’ın Çin işgaline uğraması ve XVIII. yüzyılda Kırım'ın Rus egemenliğine geçmesi neticesinde Türkiye, Kırım ve Doğu Türkistan arasındaki bağlar da gittikçe zayıflamıştır. Özellikle Kırım ve Doğu Türkistan'ın yaşam seyri farklılaşmış, siyasi değişim, kültürel ayrılıkları beraberinde getirmiştir. XX. yüzyılın başında ise aralarındaki dört bin kilometrelik mesafeye ve araya giren zamana bakılmaksızın iki ayrı coğrafyada iki genç şair, aynı ülkü için benzer eserleri kaleme almışlardır. Bu çalışmada, Uygur şair Abdulhaluk Uygur'un “Uyan” ve Kırım Tatar şair Hamdi Giraybay'ın \"Ant Etkenmen Aytaman” şiirleri karşılaştırmalı edebiyat bilimi çerçevesinde ele alınıp incelenmiştir. İki genç şairin yaşamları gibi edebî fikirleri, eserleri, ideolojileri de benzerlik gösterir. Bu nedenle şairlerin şiirleri kullanılan motifler, konu, tesir ve biyografik paralellik hususlarıyla birlikte değerlendirilmiştir.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"47 8","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2024-01-09","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139442591","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-28DOI: 10.29000/rumelide.1411244
Beril Di̇lcan
Sokak sanatı, kamusal alanı etkileme ve dönüştürme potansiyeliyle ön plana çıkan bir sanat formudur. Bu çalışmada, sokak sanatının kamusal alandaki önemini vurgulanarak, şehirlerin estetik ve politik dokusunu nasıl şekillendirdiğini ele alınmaktadır. Sokak sanatı, sanatı galeri mekanların tekelinden çıkartan bir form olmakla birlikte sanatın kamusal alandaki varlığının toplum üzerindeki derin etkilerinin de gözlemlenebileceği bir alan sunmaktadır. Kamusal alan, sokak sanatının sahnelediği bir performans haline gelmiştir; bu sanat formu, izleyiciyle etkileşim içinde, onların düşünce dünyasını ve bakış açısını sorgulayarak şehir yaşamına dokunmaktadır. Sanat eserleri, özellikle özel mülkiyete tabi alanlarda, izin ve anlayış eksikliği nedeniyle tartışmalara yol açabileceğinden mülkiyet haklarıyla ilgili çatışmalar da sıkça ortaya çıkmaktadır. Çalışma sokak sanatının kamusal alanda izinsiz icra edilmesi ve müze sergileriyle kurumsallaşması arasındaki çatışmaya odaklanmıştır. Örnek olarak, tanınan bir İtalyan sokak sanatçısı olan BLU'nun Bologna sokaklarında daha önceden yaptığı eserlerini sokaklardan kaldırmak amacı ile griye boyayarak yaptığı protesto ele alınmıştır. Bu örneklem sokak sanatının kurumsal bağlamda sergilenmesinin zorluklarını ortaya koymakta ve sokak sanatının kamusal alandaki yerini anlamak için estetik, politik ve hukuki bağlamda bir perspektif sunmaktadır. Kamusal alanın estetik, sosyal ve politik bir platform olarak nasıl işlev gördüğüne dair çeşitli bakış açılarına da değinilmiştir. Kamusal alanın sokak sanatı tarafından nasıl etkilendiği ve bu sanat formunun sosyal eşitlik ideolojisine nasıl katkı sağladığı üzerinde durulmuştur.
{"title":"Kurumsal müzede sokak sanatı: Blu örneği","authors":"Beril Di̇lcan","doi":"10.29000/rumelide.1411244","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1411244","url":null,"abstract":"Sokak sanatı, kamusal alanı etkileme ve dönüştürme potansiyeliyle ön plana çıkan bir sanat formudur. Bu çalışmada, sokak sanatının kamusal alandaki önemini vurgulanarak, şehirlerin estetik ve politik dokusunu nasıl şekillendirdiğini ele alınmaktadır. Sokak sanatı, sanatı galeri mekanların tekelinden çıkartan bir form olmakla birlikte sanatın kamusal alandaki varlığının toplum üzerindeki derin etkilerinin de gözlemlenebileceği bir alan sunmaktadır. Kamusal alan, sokak sanatının sahnelediği bir performans haline gelmiştir; bu sanat formu, izleyiciyle etkileşim içinde, onların düşünce dünyasını ve bakış açısını sorgulayarak şehir yaşamına dokunmaktadır. Sanat eserleri, özellikle özel mülkiyete tabi alanlarda, izin ve anlayış eksikliği nedeniyle tartışmalara yol açabileceğinden mülkiyet haklarıyla ilgili çatışmalar da sıkça ortaya çıkmaktadır. Çalışma sokak sanatının kamusal alanda izinsiz icra edilmesi ve müze sergileriyle kurumsallaşması arasındaki çatışmaya odaklanmıştır. Örnek olarak, tanınan bir İtalyan sokak sanatçısı olan BLU'nun Bologna sokaklarında daha önceden yaptığı eserlerini sokaklardan kaldırmak amacı ile griye boyayarak yaptığı protesto ele alınmıştır. Bu örneklem sokak sanatının kurumsal bağlamda sergilenmesinin zorluklarını ortaya koymakta ve sokak sanatının kamusal alandaki yerini anlamak için estetik, politik ve hukuki bağlamda bir perspektif sunmaktadır. Kamusal alanın estetik, sosyal ve politik bir platform olarak nasıl işlev gördüğüne dair çeşitli bakış açılarına da değinilmiştir. Kamusal alanın sokak sanatı tarafından nasıl etkilendiği ve bu sanat formunun sosyal eşitlik ideolojisine nasıl katkı sağladığı üzerinde durulmuştur.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"262 6","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-28","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139152626","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-26DOI: 10.29000/rumelide.1410236
Derya Oruç
Dystopia which is presumed to be the antonym of the word utopia instigates the idea that a given society is governed by a totalitarian regime in which constructs fear and anxiety to its people. In many dystopian texts, the main aim of the rulers is to create a better world according to their own ideologies by believing that they are creating a ‘utopia’. This conviction divides society into two; the ones who join the cause and the ones who are against it. However, the most loyal to the cause are the creators of the so called ‘utopia’ and the ones who are afraid to die. As a result, the promise of ‘the good place’ triumphs only to establish a community that is portrayed as oppressed with constant unhappiness. This article analyses both the individuals and the dystopian society while taking into consideration dystopian elements like totalitarian regime and fear, pseudo-utopia, and division in society that takes place in the short story The Funeral (1972) by Kate Wilhelm and the novel Never Let Me Go (2005) by Kazuo Ishiguro. The purpose of this article is to investigate the concept of dystopia in these texts by engaging Adorno and Horkheimer’s ‘administered world’, Plato’s ‘social classes’, Louis Althusser’s ‘interpellation’ and ‘Repressive State Apparatus’ along with his ‘Ideological State Apparatus’, Mihail Bakhtin’s ‘authoritative language’, and finally Michel Foucault’s ‘carceral society’ in connection with Jeremy Bentham’s ‘panopticon’.
{"title":"A promise of ‘The Good Place’: Dystopia in Kate Wilhelm’s The Funeral and Kazuo Ishiguro’s Never Let Me Go.","authors":"Derya Oruç","doi":"10.29000/rumelide.1410236","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1410236","url":null,"abstract":"Dystopia which is presumed to be the antonym of the word utopia instigates the idea that a given society is governed by a totalitarian regime in which constructs fear and anxiety to its people. In many dystopian texts, the main aim of the rulers is to create a better world according to their own ideologies by believing that they are creating a ‘utopia’. This conviction divides society into two; the ones who join the cause and the ones who are against it. However, the most loyal to the cause are the creators of the so called ‘utopia’ and the ones who are afraid to die. As a result, the promise of ‘the good place’ triumphs only to establish a community that is portrayed as oppressed with constant unhappiness. This article analyses both the individuals and the dystopian society while taking into consideration dystopian elements like totalitarian regime and fear, pseudo-utopia, and division in society that takes place in the short story The Funeral (1972) by Kate Wilhelm and the novel Never Let Me Go (2005) by Kazuo Ishiguro. The purpose of this article is to investigate the concept of dystopia in these texts by engaging Adorno and Horkheimer’s ‘administered world’, Plato’s ‘social classes’, Louis Althusser’s ‘interpellation’ and ‘Repressive State Apparatus’ along with his ‘Ideological State Apparatus’, Mihail Bakhtin’s ‘authoritative language’, and finally Michel Foucault’s ‘carceral society’ in connection with Jeremy Bentham’s ‘panopticon’.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"12 2","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139156704","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-26DOI: 10.29000/rumelide.1410263
Abdulkadir Önkol
Geçmişten günümüze destanlar, oluşturulduğu toplumun değerlerini yansıtmış, kültürel kimliklerinin oluşumunu sağlamış ve millî bilincin uyanışında önemli rol oynamıştır. Türklerde destan anlatma geleneği İslamiyet öncesi sözlü kültüre dayanmaktadır. Bu dönemde oluşan destanlar bozkır yaşam kültürüne sahip olan Türklerin savaşçı ve kahraman özellikleri etrafında şekillenmiştir. Bu yaşam tarzı destanlarda savaşçı-kahraman “alp tipi” nin doğmasını sağlamıştır. Alp tipi, halkı için her türlü fedakârlıkta bulunan savaşçı bir kahraman olarak destanlardaki olaylara yön veren kişidir. Destanlarda genellikle erkek alp tipinin öne çıktığı görülür. Ancak kadınların da Türk toplumunda erkekler kadar savaşçı özelliğe sahip olduğu, halkının hayatta kalma mücadelesinde onlara önderlik ettiği ve onların birliğini korumaya çalıştığı destan metinlerinde görülmektedir. Türk destan anlatma geleneği içerisinde önemli bir yere sahip olan Uygurların, geçmişten günümüze destancılık geleneğini sürdürdükleri bilinmektedir. Uygurlarda ve Uygur destan metinlerinde kadınların önemli roller üstlendiği görülmektedir. Bu çalışmada, önemli destanlara ve destancılık geleneğine sahip olan Uygurların, Gülendem destanında karşımıza çıkan kadın kahraman “Gülendem”, alp kadın tipinin özelliklerinden hareketle incelenmiştir. Gülendem destanı Uygur destanları üzerine yapılan tasniflerde aşk ve kahramanlık konulu destan olarak değerlendirilmektedir. Çalışmada kullanılan Gülendem destan metni, Hâkimcan Hemrayef tarafından düzenlenerek 1991 yılında, Almatı’da, Arzu dergisinde yayımlanan metnin Abdulhakim Mehmet tarafından hazırlanan Türkiye Türkçesine aktarılmış hâlinin bulunduğu ‘Uygur Halk Destanları III’ adlı eserden alınmıştır. Destanda Gülendem, şiir okuma yeteneği, güzelliği ve zekâsının yanında lider ve savaşçı bir kahraman olarak da öne çıkmaktadır. Özellikle ülkesini ve halkını korumak için verdiği mücadeleler onun alp kadın tipi olarak değerlendirilebileceğini göstermektedir.
{"title":"Uygur Destanında Alp Kadın Tipi: Gülendem","authors":"Abdulkadir Önkol","doi":"10.29000/rumelide.1410263","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1410263","url":null,"abstract":"Geçmişten günümüze destanlar, oluşturulduğu toplumun değerlerini yansıtmış, kültürel kimliklerinin oluşumunu sağlamış ve millî bilincin uyanışında önemli rol oynamıştır. Türklerde destan anlatma geleneği İslamiyet öncesi sözlü kültüre dayanmaktadır. Bu dönemde oluşan destanlar bozkır yaşam kültürüne sahip olan Türklerin savaşçı ve kahraman özellikleri etrafında şekillenmiştir. Bu yaşam tarzı destanlarda savaşçı-kahraman “alp tipi” nin doğmasını sağlamıştır. Alp tipi, halkı için her türlü fedakârlıkta bulunan savaşçı bir kahraman olarak destanlardaki olaylara yön veren kişidir. Destanlarda genellikle erkek alp tipinin öne çıktığı görülür. Ancak kadınların da Türk toplumunda erkekler kadar savaşçı özelliğe sahip olduğu, halkının hayatta kalma mücadelesinde onlara önderlik ettiği ve onların birliğini korumaya çalıştığı destan metinlerinde görülmektedir. Türk destan anlatma geleneği içerisinde önemli bir yere sahip olan Uygurların, geçmişten günümüze destancılık geleneğini sürdürdükleri bilinmektedir. Uygurlarda ve Uygur destan metinlerinde kadınların önemli roller üstlendiği görülmektedir. Bu çalışmada, önemli destanlara ve destancılık geleneğine sahip olan Uygurların, Gülendem destanında karşımıza çıkan kadın kahraman “Gülendem”, alp kadın tipinin özelliklerinden hareketle incelenmiştir. Gülendem destanı Uygur destanları üzerine yapılan tasniflerde aşk ve kahramanlık konulu destan olarak değerlendirilmektedir. Çalışmada kullanılan Gülendem destan metni, Hâkimcan Hemrayef tarafından düzenlenerek 1991 yılında, Almatı’da, Arzu dergisinde yayımlanan metnin Abdulhakim Mehmet tarafından hazırlanan Türkiye Türkçesine aktarılmış hâlinin bulunduğu ‘Uygur Halk Destanları III’ adlı eserden alınmıştır. Destanda Gülendem, şiir okuma yeteneği, güzelliği ve zekâsının yanında lider ve savaşçı bir kahraman olarak da öne çıkmaktadır. Özellikle ülkesini ve halkını korumak için verdiği mücadeleler onun alp kadın tipi olarak değerlendirilebileceğini göstermektedir.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"60 S8","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139155215","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-26DOI: 10.29000/rumelide.1410254
Yavuz Ayhan, Cebrail Ötgün
İmza dendiğinde, insanın el yazısıyla yüzey üzerine yazdığı, adı soyadı veya onları çağrıştıran harfler ve şekiller akla gelmektedir. Bir çeşit yazı formu olan şekiller bireyi yüzey üzerinde temsil etmektedir. Sahip olma ve bireysellik kavramları içerisinde imzanın önemi araştırılmış, sanat tarihi bulgularının da bu kapsamda taranması ile imzanın gelişim basamakları incelenmiştir. Başlangıçta bireyin sahip olduğu maddesel varlıkların bireye özgü imlenmesi görevi gören ilkel imzalar (Damga ve Mühür), yazının da gelişmesi ile bildiğimiz formatına ulaşmıştır. İnsanın bilişsel dünyasının gelişmesi, sanat alanında oluşturulan eserlerin yaratıcısını imlemesi sayesinde bireysel düşünce yücelmeye başlamıştır. Sanat tarihi araştırmalarında elde edilen bulgularla, geçmişten gelip günümüzde var olan sanatçılar, imzasını eserlerine koyabilmiş olan sanatçılardır. İmzasını koymayan sanatçıların eserleri ise kime ait olduğu bilinmeyen tarihi kalıntılar olarak kabul edilmektedir. Sanat tarihi bilgileri ile geçmişin izlerini takip eden günümüz sanatçıları, gelecekte var olmanın sırlarını araştırmaktadır. Yapılan çalışmaya göre, şimdi ve gelecekte fikri iradesinin göstergeleri olan eserleri ile var olabilmesinin birinci şartı insanlarca önemli olan işleri başarmak ikincisi ise o işlerin altına imza atmaktır. Değerli olan işlere atılan imza da işlerle beraber değer kazanmakta, imza bir marka olmaya başlamaktadır. Markalaşmış olan imza nerede olsa oraya değer katar hale gelmektedir. Böylelikle sanatçının kariyeri boyunca yaptığı ve imzaladığı her eser, değer bulmakta ve korunmaktadır. Çalışmalarının şekillenmesinde etkili olan fikirlerine değer veren her sanatçı, her yaptığını imzalaması gerektiği vurgulanmış bulunmaktadır.
{"title":"Geleceğe bırakılan iz: imza ve plastik sanatlar için önemi","authors":"Yavuz Ayhan, Cebrail Ötgün","doi":"10.29000/rumelide.1410254","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1410254","url":null,"abstract":"İmza dendiğinde, insanın el yazısıyla yüzey üzerine yazdığı, adı soyadı veya onları çağrıştıran harfler ve şekiller akla gelmektedir. Bir çeşit yazı formu olan şekiller bireyi yüzey üzerinde temsil etmektedir. Sahip olma ve bireysellik kavramları içerisinde imzanın önemi araştırılmış, sanat tarihi bulgularının da bu kapsamda taranması ile imzanın gelişim basamakları incelenmiştir. Başlangıçta bireyin sahip olduğu maddesel varlıkların bireye özgü imlenmesi görevi gören ilkel imzalar (Damga ve Mühür), yazının da gelişmesi ile bildiğimiz formatına ulaşmıştır. İnsanın bilişsel dünyasının gelişmesi, sanat alanında oluşturulan eserlerin yaratıcısını imlemesi sayesinde bireysel düşünce yücelmeye başlamıştır. Sanat tarihi araştırmalarında elde edilen bulgularla, geçmişten gelip günümüzde var olan sanatçılar, imzasını eserlerine koyabilmiş olan sanatçılardır. İmzasını koymayan sanatçıların eserleri ise kime ait olduğu bilinmeyen tarihi kalıntılar olarak kabul edilmektedir. Sanat tarihi bilgileri ile geçmişin izlerini takip eden günümüz sanatçıları, gelecekte var olmanın sırlarını araştırmaktadır. Yapılan çalışmaya göre, şimdi ve gelecekte fikri iradesinin göstergeleri olan eserleri ile var olabilmesinin birinci şartı insanlarca önemli olan işleri başarmak ikincisi ise o işlerin altına imza atmaktır. Değerli olan işlere atılan imza da işlerle beraber değer kazanmakta, imza bir marka olmaya başlamaktadır. Markalaşmış olan imza nerede olsa oraya değer katar hale gelmektedir. Böylelikle sanatçının kariyeri boyunca yaptığı ve imzaladığı her eser, değer bulmakta ve korunmaktadır. Çalışmalarının şekillenmesinde etkili olan fikirlerine değer veren her sanatçı, her yaptığını imzalaması gerektiği vurgulanmış bulunmaktadır.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"18 1","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139155853","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-26DOI: 10.29000/rumelide.1410303
Güven Çağan
Changing parameters in people’s perception of truth have taken on a different dimension, especially in the last century. The consideration of a person’s emotional connection to an idea, instead of objective truths, in accepting an opinion as true has led to the emergence of the concept of post-truth. Before and during the 2003 Iraq War, politicians, opinion leaders, civilians and state institutions tried to guide people through emotional manipulation through post-truth discourses. In the field of art, this situation is criticized in the plays written about the war. For instance, Gregory Burke exposes the post-truth discourse of the military institution in his play Black Watch. The historical and contemporary figures he creates in the play mislead soldiers by talking about the virtue of fighting. The discourses they use for this purpose are generally shaped around dreams of heroism, fame, wealth and charisma. They persuade people to fight by making ostentatious promises, but the only things war brings are death and psychological destruction. Burke vividly depicts the dangers the soldiers face in Iraq and the disappointments they experience upon returning home. However, he also criticizes the military institution for its pro-war post-truth narratives by utilizing a post-truth discourse himself. Since he takes an anti-war stance, he is not objective in his depictions and narratives. Due to this contradiction, the playwright’s criticism has a self-contradictory structure. Based on this argument, this article first analyses how the post-truth discourse of the military institution is revealed in the play, and then how the counter-arguments are similarly imposed by the playwright, and claims that the writer’s challenge with post-truth is problematic.
{"title":"The Problematic Criticism of the Post-Truth Pro-Iraq War Discourse in Gregory Burke’s Black Watch","authors":"Güven Çağan","doi":"10.29000/rumelide.1410303","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1410303","url":null,"abstract":"Changing parameters in people’s perception of truth have taken on a different dimension, especially in the last century. The consideration of a person’s emotional connection to an idea, instead of objective truths, in accepting an opinion as true has led to the emergence of the concept of post-truth. Before and during the 2003 Iraq War, politicians, opinion leaders, civilians and state institutions tried to guide people through emotional manipulation through post-truth discourses. In the field of art, this situation is criticized in the plays written about the war. For instance, Gregory Burke exposes the post-truth discourse of the military institution in his play Black Watch. The historical and contemporary figures he creates in the play mislead soldiers by talking about the virtue of fighting. The discourses they use for this purpose are generally shaped around dreams of heroism, fame, wealth and charisma. They persuade people to fight by making ostentatious promises, but the only things war brings are death and psychological destruction. Burke vividly depicts the dangers the soldiers face in Iraq and the disappointments they experience upon returning home. However, he also criticizes the military institution for its pro-war post-truth narratives by utilizing a post-truth discourse himself. Since he takes an anti-war stance, he is not objective in his depictions and narratives. Due to this contradiction, the playwright’s criticism has a self-contradictory structure. Based on this argument, this article first analyses how the post-truth discourse of the military institution is revealed in the play, and then how the counter-arguments are similarly imposed by the playwright, and claims that the writer’s challenge with post-truth is problematic.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"24 5","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-26","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139157095","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Pub Date : 2023-12-20DOI: 10.29000/rumelide.1405746
Gülşah Durmuş
Art ve eş süremli zaman dizgesinde şiir üzerine farklı dillerde yapılan binlerce tanım, hem onun evrenselliğinin hem de tanımlanamazlığının en önemli göstergelerindendir. Şiir metinlerini çözümleme ve anlamlandırma süreçlerini kapsayan şiir eleştirisi de edebiyat kuramları çerçevesinde -gün ışığının prizmadan geçirilmesi süreçlerine benzer biçimde yorumlandığında- farklı görüntüleriyle okur karşısına yansılanmaktadır. Sanatçı, eser, okur ve toplum merkezli eleştiri kuramları ile Psiko- analitik, Marksist, Gösterge bilimsel ve Dil bilimsel okuma biçimleri; şiir metinlerini anlamlandırma yollarından yalnızca birkaçıdır. Şiir metnini her farklı ve yeniden anlamlandırma biçimi, somut verilerle desteklendiği ve kendi içinde tutarlı olduğu ölçüde alan yazınında geçerli kabul edilebilmektedir. Şiir metinlerini çoklu; disiplinler arası, sanatlar arası ve göstergeler arası her okuma denemesi; gök kuşağını beyaz ışığa dönüştürme sürecinde atılan önemli prizmatik gayretler olarak değerlendirilebilir. Ancak şiir eleştirisi, belki de bütün bu gayretlerin çok daha ötesinde, yazıya ve söze dökülmeksizin, şiir gün ışığını hissetme ve onu yaşa/t/ma biçimidir. Bu çalışmada, Hecenin Beş Şairi’nden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sen Nerdesin?” başlıklı şiiri Dil bilimsel Eleştiri Yöntemi esas alınarak analiz edilmiştir. Yapılan çözümleme işlemi sonucunda şiirin âhenk unsurları, şekil özellikleri, gramatikal yapısı, şiirde ağırlıklı olarak kullanılan kelime çeşitleri ile bunların kullanılış biçimleri ve şiirin ses yapısı ile şiirin muhtevası arasında bir tutarlılık, bir uygunluk olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
{"title":"Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sen Nerdesin” şiirini Dilbilimsel Eleştiri Yöntemiyle yeniden anlamlandırma denemesi","authors":"Gülşah Durmuş","doi":"10.29000/rumelide.1405746","DOIUrl":"https://doi.org/10.29000/rumelide.1405746","url":null,"abstract":"Art ve eş süremli zaman dizgesinde şiir üzerine farklı dillerde yapılan binlerce tanım, hem onun evrenselliğinin hem de tanımlanamazlığının en önemli göstergelerindendir. Şiir metinlerini çözümleme ve anlamlandırma süreçlerini kapsayan şiir eleştirisi de edebiyat kuramları çerçevesinde -gün ışığının prizmadan geçirilmesi süreçlerine benzer biçimde yorumlandığında- farklı görüntüleriyle okur karşısına yansılanmaktadır. Sanatçı, eser, okur ve toplum merkezli eleştiri kuramları ile Psiko- analitik, Marksist, Gösterge bilimsel ve Dil bilimsel okuma biçimleri; şiir metinlerini anlamlandırma yollarından yalnızca birkaçıdır. Şiir metnini her farklı ve yeniden anlamlandırma biçimi, somut verilerle desteklendiği ve kendi içinde tutarlı olduğu ölçüde alan yazınında geçerli kabul edilebilmektedir. Şiir metinlerini çoklu; disiplinler arası, sanatlar arası ve göstergeler arası her okuma denemesi; gök kuşağını beyaz ışığa dönüştürme sürecinde atılan önemli prizmatik gayretler olarak değerlendirilebilir. Ancak şiir eleştirisi, belki de bütün bu gayretlerin çok daha ötesinde, yazıya ve söze dökülmeksizin, şiir gün ışığını hissetme ve onu yaşa/t/ma biçimidir. Bu çalışmada, Hecenin Beş Şairi’nden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Sen Nerdesin?” başlıklı şiiri Dil bilimsel Eleştiri Yöntemi esas alınarak analiz edilmiştir. Yapılan çözümleme işlemi sonucunda şiirin âhenk unsurları, şekil özellikleri, gramatikal yapısı, şiirde ağırlıklı olarak kullanılan kelime çeşitleri ile bunların kullanılış biçimleri ve şiirin ses yapısı ile şiirin muhtevası arasında bir tutarlılık, bir uygunluk olduğu sonucuna ulaşılmıştır.","PeriodicalId":509346,"journal":{"name":"RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi","volume":"38 4","pages":""},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2023-12-20","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"139168703","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}