Amac: Bu calisma 9 maddelik Avrupa Kalp Yetmezligi Ozbakim Davranislari olceginin Turkce gecerlilik ve guvenilirliginin test edilmesi amaci ile yapildi (AKYOB-9). Materyal ve Metot: Metodolojik olan bu calisma yas ortalamasi 61,82±11,39 olan kalp yetmezligi tanisi almis 123 kalp hastasi ile yapildi. Dil adaptasyonu gecerlilik degerlendirmesi Cronbach’s alfa ic tutarlilik katsayisi ve madde toplam korelasyonu hesaplandi. Bulgular: Yapilan factor analizinde KMO indeks degeri 0,757, Bartlett’sphericityX² degeri 384,870, df: 36, p: 0,000. Cronbach’s alfa degeri 0,820 oldugu saptandi. Olcegin iki faktoru toplam varyansin %56,5’ini aciklamaktadir. Olcegin tamami icin ic tutarlilik guvenilirligi 0,820’dir. Olcegin tum factor yukleri 0,40’in ustunde ve maddelerin factor yukleri 0,511–0,817 arasinda degisiyordu. Madde-toplam korelasyonlari iki boyut icin 0,381 ve 0,639’di. Sonuc: AKYOB-9 olceginin Turkce versiyonu kalp yetmezlikli hastalarin ozbakim davranislarini olcmede kullanilabilecek guvenilir bir aractir.
{"title":"The Turkish Version of Reliability and Validity of Nine Item-European Heart Failure Self-Care Behaviour Scale","authors":"E. Yıldız, B. Erci","doi":"10.5505/kjms.2018.44135","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.44135","url":null,"abstract":"Amac: Bu calisma 9 maddelik Avrupa Kalp Yetmezligi Ozbakim Davranislari olceginin Turkce gecerlilik ve guvenilirliginin test edilmesi amaci ile yapildi (AKYOB-9). Materyal ve Metot: Metodolojik olan bu calisma yas ortalamasi 61,82±11,39 olan kalp yetmezligi tanisi almis 123 kalp hastasi ile yapildi. Dil adaptasyonu gecerlilik degerlendirmesi Cronbach’s alfa ic tutarlilik katsayisi ve madde toplam korelasyonu hesaplandi. Bulgular: Yapilan factor analizinde KMO indeks degeri 0,757, Bartlett’sphericityX² degeri 384,870, df: 36, p: 0,000. Cronbach’s alfa degeri 0,820 oldugu saptandi. Olcegin iki faktoru toplam varyansin %56,5’ini aciklamaktadir. Olcegin tamami icin ic tutarlilik guvenilirligi 0,820’dir. Olcegin tum factor yukleri 0,40’in ustunde ve maddelerin factor yukleri 0,511–0,817 arasinda degisiyordu. Madde-toplam korelasyonlari iki boyut icin 0,381 ve 0,639’di. Sonuc: AKYOB-9 olceginin Turkce versiyonu kalp yetmezlikli hastalarin ozbakim davranislarini olcmede kullanilabilecek guvenilir bir aractir.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"65 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"127099416","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Semih Başkan, Duygu Kayar, Mehmet Gamli, Eda Macit, Dilsen Ornek, Oya Kilci, Canan Un, Özgür Aldemir
Amac: Cocuklarin fizyolojik, anatomik ve farmakolojik ozellikleri eriskinden ve gelisim durumlarina gore birbirlerinden farklidir. Bu nedenle pediatrik hastalarda anestezi uygulamalari sirasinda bu farkli-liklar goz onunde bulundurulmalidir. Bu calismada klinigimizde pediatrik hastalardaki cerrahilerde uygulanan anestezi ve analjezi yontemlerini tespit etmek amaciyla yapildi. Materyal ve Metot: Ankara Numune Egitim ve Arastirma Hastanesi Anestezi ve Reanimasyon Kliniginde Ocak 2011-Şubat 2012 doneminde ameliyat olan pediatrik hastalarin kayitlari geriye donuk olarak degerlendirildi. Hastalarla ilgili demografik veriler, uygulanan ameliyat, premedikasyon, kullanilan anestezik ve analjezik ajanlar, aletler kaydedildi. Bulgular: Bu donemde 967 hastanin operasyona alindigi, %2,1 ile en fazla alinan vaka grubunu sunnetlerin olusturdugu bulundu. Operasyon sureleri ortalama 60,4 dakikaydi. Genel anestezi uygulanan hastalarin %96,1’ine anestezi idamesinde inhalasyon ajani, %55,1’ine de entubasyon oncesi kas gevsetici ajan kullanilmistir. Hastalara %63,5 oraninda sedasyon ve anksiyolitik amacli benzodiazepinlerin operasyon odasinda uygulandigi, peroperatif analjezik olarak opioid analjeziklerin %78,1 oraninda kullanildigi bulunmustur. Sonuc: Klinigimizde pediatrik hastalara uygulanann anestezi yontemlerinin literaturle benzer oldugunu, premedikasyon uygulamalarinin ve postoperatif analjezi icin rejyonel yontem uygulamalarinin artmasi gerektigi sonucuna varildi.
{"title":"Pediatrik Hastalarda Uyguladığımız Anestezi ve Analjezi Yöntemleri","authors":"Semih Başkan, Duygu Kayar, Mehmet Gamli, Eda Macit, Dilsen Ornek, Oya Kilci, Canan Un, Özgür Aldemir","doi":"10.5505/kjms.2018.83435","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.83435","url":null,"abstract":"Amac: Cocuklarin fizyolojik, anatomik ve farmakolojik ozellikleri eriskinden ve gelisim durumlarina gore birbirlerinden farklidir. Bu nedenle pediatrik hastalarda anestezi uygulamalari sirasinda bu farkli-liklar goz onunde bulundurulmalidir. Bu calismada klinigimizde pediatrik hastalardaki cerrahilerde uygulanan anestezi ve analjezi yontemlerini tespit etmek amaciyla yapildi. Materyal ve Metot: Ankara Numune Egitim ve Arastirma Hastanesi Anestezi ve Reanimasyon Kliniginde Ocak 2011-Şubat 2012 doneminde ameliyat olan pediatrik hastalarin kayitlari geriye donuk olarak degerlendirildi. Hastalarla ilgili demografik veriler, uygulanan ameliyat, premedikasyon, kullanilan anestezik ve analjezik ajanlar, aletler kaydedildi. Bulgular: Bu donemde 967 hastanin operasyona alindigi, %2,1 ile en fazla alinan vaka grubunu sunnetlerin olusturdugu bulundu. Operasyon sureleri ortalama 60,4 dakikaydi. Genel anestezi uygulanan hastalarin %96,1’ine anestezi idamesinde inhalasyon ajani, %55,1’ine de entubasyon oncesi kas gevsetici ajan kullanilmistir. Hastalara %63,5 oraninda sedasyon ve anksiyolitik amacli benzodiazepinlerin operasyon odasinda uygulandigi, peroperatif analjezik olarak opioid analjeziklerin %78,1 oraninda kullanildigi bulunmustur. Sonuc: Klinigimizde pediatrik hastalara uygulanann anestezi yontemlerinin literaturle benzer oldugunu, premedikasyon uygulamalarinin ve postoperatif analjezi icin rejyonel yontem uygulamalarinin artmasi gerektigi sonucuna varildi.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"6 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"114295073","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
G. Tazegul, M. Eryılmaz, F. Musri, B. Ünal, G. Elpek, H. Coşkun
Memenin lobuler karsinomunun mide metastazi kucuk yuvarlak hucreler olarak gozlenir, lineer kordonlar yapar ve midenin tasli yuzuk hucreli kanserinden ayrimi zordur. Bu ayirici tani hastanin tedavisini uygun sekilde planlamada hayati oneme sahiptir. Bu vakada baslangicta senkron gastrik ve meme karsinomu tanisi konulan, sonrasinda metastatik invazif lobuler karsinom tanisi alan olgunun seyri ve bu konuda tani ve tedavi yaklasimlarinin literatur tartismasi sunulmustur.
{"title":"Metastatic Invasive Lobular Breast Carcinoma Mimicking Synchronous Breast and Gastric Cancers","authors":"G. Tazegul, M. Eryılmaz, F. Musri, B. Ünal, G. Elpek, H. Coşkun","doi":"10.5505/kjms.2018.47704","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.47704","url":null,"abstract":"Memenin lobuler karsinomunun mide metastazi kucuk yuvarlak hucreler olarak gozlenir, lineer kordonlar yapar ve midenin tasli yuzuk hucreli kanserinden ayrimi zordur. Bu ayirici tani hastanin tedavisini uygun sekilde planlamada hayati oneme sahiptir. Bu vakada baslangicta senkron gastrik ve meme karsinomu tanisi konulan, sonrasinda metastatik invazif lobuler karsinom tanisi alan olgunun seyri ve bu konuda tani ve tedavi yaklasimlarinin literatur tartismasi sunulmustur.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"65 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"132728222","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Gökhan Ulusoy, Ali Bilge, H. S. Başbuğ, Ömürcan Öztürk
Amac: Plantar (PF) topuk agrisinin en onemli sebeplerinden birisidir. Patofizyolojisi tam anlasilmamakla birlikte guncel gorus plantar fasya ile kalkaneusun yapisma yerinde dejeneratif bozuklugun olmasidir. Cesitli konservatif ve cerrahi tedavi yontemleri mevcuttur. Etyolojisi multifaktoriyeldir. Bu calismada, PF etyopatogenezinde alt ekstremite venoz yetmezligin yeri olup olmadiginin arastirilmasi amaclanmistir. Materyal ve Metot: PF tanisi olan atmis yedi hasta (n=67) (Grup-1, erkek/kadin: 20/47) ve alt ekstremite venoz yetmezlik tanisi olan elli iki hasta (n=52) (Group-2, male/female: 26/26) iki ayri grupta incelendi. Iki grup arasindaki iliskinin istatistiksel analizi, Minitap-17 normalite testi ve sonrasinda paired t-test ile yapildi. Bulgular: Grup-1 hastalarinin Doppler ultrasonografi incelemelerinde, atmisyedi hastanin hicbirinde venoz yetmezlik saptanmadi. Grup-2’deki elli iki hastada yapilan incelemelerde ise sadece iki kiside PF tespit edildi. Sonuc: Alt ekstremite venoz yetmezliginin, PF etiyolojisi uzerine bir etkisi olmadigi bulundu.
{"title":"Alt Ekstremite Venöz Yetmezliğinin Plantar Fasiit Etyolojisindeki Rolü","authors":"Gökhan Ulusoy, Ali Bilge, H. S. Başbuğ, Ömürcan Öztürk","doi":"10.5505/kjms.2016.81084","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2016.81084","url":null,"abstract":"Amac: Plantar (PF) topuk agrisinin en onemli sebeplerinden birisidir. Patofizyolojisi tam anlasilmamakla birlikte guncel gorus plantar fasya ile kalkaneusun yapisma yerinde dejeneratif bozuklugun olmasidir. Cesitli konservatif ve cerrahi tedavi yontemleri mevcuttur. Etyolojisi multifaktoriyeldir. Bu calismada, PF etyopatogenezinde alt ekstremite venoz yetmezligin yeri olup olmadiginin arastirilmasi amaclanmistir. Materyal ve Metot: PF tanisi olan atmis yedi hasta (n=67) (Grup-1, erkek/kadin: 20/47) ve alt ekstremite venoz yetmezlik tanisi olan elli iki hasta (n=52) (Group-2, male/female: 26/26) iki ayri grupta incelendi. Iki grup arasindaki iliskinin istatistiksel analizi, Minitap-17 normalite testi ve sonrasinda paired t-test ile yapildi. Bulgular: Grup-1 hastalarinin Doppler ultrasonografi incelemelerinde, atmisyedi hastanin hicbirinde venoz yetmezlik saptanmadi. Grup-2’deki elli iki hastada yapilan incelemelerde ise sadece iki kiside PF tespit edildi. Sonuc: Alt ekstremite venoz yetmezliginin, PF etiyolojisi uzerine bir etkisi olmadigi bulundu.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"10 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115324171","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Kalp yetmezligi (KY), fonksiyonel kapasite ve hayat kalitesinin azalmasi, morbidite ve mortalitenin artisi ile karakterize progresif, kronik bir sendromdur. Korunmus ejeksiyon fraksiyonlu (EF) kalp yetmezligi, KY olgularinin yaklasik yarisini temsil eder. Diyabetes mellitus (DM), KY ile yakindan iliskilidir ve DM hastalarinda KY, iki-sekiz kat daha siktir. Prediyabet, diyabetten onceki asama olup, bozulmus glukoz toleransi (BGT), bozulmus aclik glukozu (BAG) veya her ikisinin varligi olarak tanimlanmistir. DM’nin, korunmus EF’li kalp yetmezligi ve diyastolik disfonksiyonla iliskisi ortaya konmussa da, prediyabetik evrenin diyastolik disfonksiyonla iliskisi net degildir. Bu calisma prediyabet ile diyastolik disfonksiyon arasindaki iliskiyi ortaya koymayi amaclamaktadir. Materyal ve Metot: Bu calisma tek merkezli, prospektif, kesitsel bir calismadir. Calismaya, basvuru sirasinda 75 gr glukoz ile yapilan oral glukoz tolerans testi (OGTT) ile normal, yeni diyabet veya prediyabet tanisi konulan 110 hasta alindi. Hastalarin sistolik, diyastolik ve diger kardiyak parametleri konvansiyonel ekokardiyografi ve doku Doppler ekokardiyografi ile degerlendirildi. Kontrol, prediyabet ve diyabet gruplari, mitral kapak akim hizlari ve doku Doppler bulgulari ile diyastolik fonksiyonlar acisindan karsilastirildi. Bulgular: Prediyabetiklerde, Mitral E/A orani (kontrol: 1,10±0,26; prediyabet: 0,90±0,16; diyabet: 0,93±0,24; p=0,001), ortalama doku Doppler Em/Am orani (kontrol: 1,13±0,33; prediyabet: 0,94±0,33; diyabet: 0,92±0,26; p=0,001), diyabetiklerde oldugu gibi azalmis olarak izlendi. Ayri-ca deselerasyon zamani, izovolumik relaksasyon zamani, ve miyokardiyal performans indeksi prediyabetiklerde de diyabetiklerde oldugu gibi yuksek izlendi. Ayrica bu calismada aclik kan sekeri ve OGTT ikinci saat kan sekeri ile mitral akim E/A orani ve Doppler global Em/Am orani arasinda korelasyon saptandi. Sonuc: Diyastolik disfonksiyon indekslerini ve MPI’yi diyabetik hastalarla ve kontrol grubu ile karsilasti-ran bu calismada, prediyabetik hastalarda, diyastolik disfonksiyon oldugu tespit edildi. Bu calis-ma, diyabet komplikasyonlarinin bu glukoz seviyelerinde dahi basladigini ve diyastolik disfonksi-yonun kan seker seviyeleri korele oldugunu ortaya koymustur.
{"title":"Prediyabetik Hastalarda Sol Ventrikül Diyastolik Fonksiyonların ve Miyokard Performans İndeksinin Değerlendirilmesi","authors":"İbrahim Rencüzoğulları, M. Akkuş","doi":"10.5505/KJMS.2018.37233","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.37233","url":null,"abstract":"Amac: Kalp yetmezligi (KY), fonksiyonel kapasite ve hayat kalitesinin azalmasi, morbidite ve mortalitenin artisi ile karakterize progresif, kronik bir sendromdur. Korunmus ejeksiyon fraksiyonlu (EF) kalp yetmezligi, KY olgularinin yaklasik yarisini temsil eder. Diyabetes mellitus (DM), KY ile yakindan iliskilidir ve DM hastalarinda KY, iki-sekiz kat daha siktir. Prediyabet, diyabetten onceki asama olup, bozulmus glukoz toleransi (BGT), bozulmus aclik glukozu (BAG) veya her ikisinin varligi olarak tanimlanmistir. DM’nin, korunmus EF’li kalp yetmezligi ve diyastolik disfonksiyonla iliskisi ortaya konmussa da, prediyabetik evrenin diyastolik disfonksiyonla iliskisi net degildir. Bu calisma prediyabet ile diyastolik disfonksiyon arasindaki iliskiyi ortaya koymayi amaclamaktadir. Materyal ve Metot: Bu calisma tek merkezli, prospektif, kesitsel bir calismadir. Calismaya, basvuru sirasinda 75 gr glukoz ile yapilan oral glukoz tolerans testi (OGTT) ile normal, yeni diyabet veya prediyabet tanisi konulan 110 hasta alindi. Hastalarin sistolik, diyastolik ve diger kardiyak parametleri konvansiyonel ekokardiyografi ve doku Doppler ekokardiyografi ile degerlendirildi. Kontrol, prediyabet ve diyabet gruplari, mitral kapak akim hizlari ve doku Doppler bulgulari ile diyastolik fonksiyonlar acisindan karsilastirildi. Bulgular: Prediyabetiklerde, Mitral E/A orani (kontrol: 1,10±0,26; prediyabet: 0,90±0,16; diyabet: 0,93±0,24; p=0,001), ortalama doku Doppler Em/Am orani (kontrol: 1,13±0,33; prediyabet: 0,94±0,33; diyabet: 0,92±0,26; p=0,001), diyabetiklerde oldugu gibi azalmis olarak izlendi. Ayri-ca deselerasyon zamani, izovolumik relaksasyon zamani, ve miyokardiyal performans indeksi prediyabetiklerde de diyabetiklerde oldugu gibi yuksek izlendi. Ayrica bu calismada aclik kan sekeri ve OGTT ikinci saat kan sekeri ile mitral akim E/A orani ve Doppler global Em/Am orani arasinda korelasyon saptandi. Sonuc: Diyastolik disfonksiyon indekslerini ve MPI’yi diyabetik hastalarla ve kontrol grubu ile karsilasti-ran bu calismada, prediyabetik hastalarda, diyastolik disfonksiyon oldugu tespit edildi. Bu calis-ma, diyabet komplikasyonlarinin bu glukoz seviyelerinde dahi basladigini ve diyastolik disfonksi-yonun kan seker seviyeleri korele oldugunu ortaya koymustur.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128109682","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Hayvan isiriklari, tum dunyada ozellikle cocuklari etkileyen onemli bir halk sagligi sorunudur. Bu calisma ile memeli hayvan isirigi veya kuduz riski yaratan temasi olan, Erzurum Bolge Egitim ve Arastirma Hastanesi’ne basvuran cocuk hastalarin klinik ve epidemiyolojik ozelliklerinin retrospektif olarak degerlendirilmesi amaclanmistir. Materyal ve Metot: Calismaya, memeli hayvanlar tarafindan kuduz riski olusturan (isirilan, tirmalanan, yalanma, vb.) temasi bulunan, 0–16 yas arasindaki cocuklar dahil edildi. Hastalarin yas, cinsiyet, kuduz risk kategorisi, isiriktan beri gecen sure, isirilan bolge(ler), isiran hayvanin turu, sahipli olup olmadigi, kuduz asilamasi durumu, isiriktan once provokasyon, isiriktan sonra gozlem durumlari, hastaya antibiyotik tedavisi baslanip baslanmadigi, suturasyon yapilip yapilmadigi, hospitalize edilip edilmedigi ve hastanin asi ve immunglobulin sonrasi yan-etki yasayip yasamadigi kaydedildi. Bulgular: Calismadaki 121 olgunun yas ortalamasi 9,3±4,1 yildi ve %80,2’si erkekti. Isiriklar en cok 11–16 yas arasi cocuklari etkilemisti. Hastalar isiriktan ortanca 1 gun (aralik; 0–30 gun) sonra hastaneye basvurmustu. En sik isirilan vucut bolgesi alt ekstremiteydi (n=67, %55,3). Hastalarin 89’unun (%73,5) risk kategorisi 3’tu. En sik isiran hayvan kopeklerdi (n=82, %67,8). Tum hayvanlarin 55’i (%45,4) sahipliydi, 102’si (%84,2) provoke edilmemisti ve 20’sinin (%17,2) kuduz asilari yapilmisti. Takip edilmesi gereken hayvanlarin 70’i (%63,6) on gun sureyle gozlemlenebildi. Hicbirisinde kuduz bulgusu gelismedi. Kuduz tanisi kesinlesmis hayvanla temasi olan 2 hasta oldu. Ancak hicbir hastada kuduz hastaligi gelismedi. Yetmis alti (%62,8) hastaya antibiyotik profilaksisi verilirken, 8 (%6,6) hastaya suturasyon yapildi. Sadece multipl isirigi olan 1 (%0,8) hasta hospitalize edildi. Hicbir hastada komplikasyon ve mortalite gozlenmedi. Sonuc: Bu calismada riskli kuduz temasinin daha cok ilkogretim cagindaki erkek cocuklari etkiledigi gorulmus, olgularin saglik merkezine temas sonrasi ortanca 1 gun gibi oldukca kisa sure sonra basvurdugu saptanmistir. Calismada saptanan morbidite ve mortalite oranlari oldukca dusuktur.
{"title":"Hayvan Isırığı ve Kuduz Riskli Teması Olan Çocuk Hastaların Değerlendirilmesi","authors":"Soner Sertan Kara, Orhan Delice","doi":"10.5505/kjms.2018.08860","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.08860","url":null,"abstract":"Amac: Hayvan isiriklari, tum dunyada ozellikle cocuklari etkileyen onemli bir halk sagligi sorunudur. Bu calisma ile memeli hayvan isirigi veya kuduz riski yaratan temasi olan, Erzurum Bolge Egitim ve Arastirma Hastanesi’ne basvuran cocuk hastalarin klinik ve epidemiyolojik ozelliklerinin retrospektif olarak degerlendirilmesi amaclanmistir. Materyal ve Metot: Calismaya, memeli hayvanlar tarafindan kuduz riski olusturan (isirilan, tirmalanan, yalanma, vb.) temasi bulunan, 0–16 yas arasindaki cocuklar dahil edildi. Hastalarin yas, cinsiyet, kuduz risk kategorisi, isiriktan beri gecen sure, isirilan bolge(ler), isiran hayvanin turu, sahipli olup olmadigi, kuduz asilamasi durumu, isiriktan once provokasyon, isiriktan sonra gozlem durumlari, hastaya antibiyotik tedavisi baslanip baslanmadigi, suturasyon yapilip yapilmadigi, hospitalize edilip edilmedigi ve hastanin asi ve immunglobulin sonrasi yan-etki yasayip yasamadigi kaydedildi. Bulgular: Calismadaki 121 olgunun yas ortalamasi 9,3±4,1 yildi ve %80,2’si erkekti. Isiriklar en cok 11–16 yas arasi cocuklari etkilemisti. Hastalar isiriktan ortanca 1 gun (aralik; 0–30 gun) sonra hastaneye basvurmustu. En sik isirilan vucut bolgesi alt ekstremiteydi (n=67, %55,3). Hastalarin 89’unun (%73,5) risk kategorisi 3’tu. En sik isiran hayvan kopeklerdi (n=82, %67,8). Tum hayvanlarin 55’i (%45,4) sahipliydi, 102’si (%84,2) provoke edilmemisti ve 20’sinin (%17,2) kuduz asilari yapilmisti. Takip edilmesi gereken hayvanlarin 70’i (%63,6) on gun sureyle gozlemlenebildi. Hicbirisinde kuduz bulgusu gelismedi. Kuduz tanisi kesinlesmis hayvanla temasi olan 2 hasta oldu. Ancak hicbir hastada kuduz hastaligi gelismedi. Yetmis alti (%62,8) hastaya antibiyotik profilaksisi verilirken, 8 (%6,6) hastaya suturasyon yapildi. Sadece multipl isirigi olan 1 (%0,8) hasta hospitalize edildi. Hicbir hastada komplikasyon ve mortalite gozlenmedi. Sonuc: Bu calismada riskli kuduz temasinin daha cok ilkogretim cagindaki erkek cocuklari etkiledigi gorulmus, olgularin saglik merkezine temas sonrasi ortanca 1 gun gibi oldukca kisa sure sonra basvurdugu saptanmistir. Calismada saptanan morbidite ve mortalite oranlari oldukca dusuktur.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"57 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130375249","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Hiperprolaktinemi, hipotalamo-hipofizyal eksenin en cok karsilasilan endokrin bozuklugudur. En sik nedenleri hipofiz adenomlari, kronik bobrek yetersizligi ve antipsikotik ilac kullanimidir. Prolaktinin normal duzeyi 20–25 ng/ml altindadir. Antipsikotik ilaclar hiperprolaktinemiye on hipofizdeki D2 dopamin reseptorlerini bloke ederek neden olurlar. Antipsikotiklerin neden oldugu hiperprolaktineminin en sik belirtileri; galaktore, menstruel dongu duzensizlikleri, amenore, libidoda azalma, goguste duyarlilik, kemik mineral dansitesinde azalmadir. Bu nedenle de galaktoreyi erken fark etmek onemlidir. Bilebildigimiz kadari ile literaturde sulpiridin cok dusuk dozda (50 mg/gun) kullanimi sonrasi gorulen hiperprolaktinemiye bagli galaktore olgusu bulunmamaktadir. Bu yazida depresyon tanisi ile venlafaksin 150 mg/gun kullanan hastanin tedavisine sulpirid 50 mg/gun eklenilmesi sonucu hiperprolaktinemiye bagli galaktore gorulen bir olgu sunulmustur.
{"title":"Hyperprolactinemia Due to the Sulpiride Addition to Venlafaxine Treatment: A Case Report","authors":"I. Yagci, Yasin Taşdelen, Y. Kıvrak","doi":"10.5505/kjms.2018.76588","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.76588","url":null,"abstract":"Hiperprolaktinemi, hipotalamo-hipofizyal eksenin en cok karsilasilan endokrin bozuklugudur. En sik nedenleri hipofiz adenomlari, kronik bobrek yetersizligi ve antipsikotik ilac kullanimidir. Prolaktinin normal duzeyi 20–25 ng/ml altindadir. Antipsikotik ilaclar hiperprolaktinemiye on hipofizdeki D2 dopamin reseptorlerini bloke ederek neden olurlar. Antipsikotiklerin neden oldugu hiperprolaktineminin en sik belirtileri; galaktore, menstruel dongu duzensizlikleri, amenore, libidoda azalma, goguste duyarlilik, kemik mineral dansitesinde azalmadir. Bu nedenle de galaktoreyi erken fark etmek onemlidir. Bilebildigimiz kadari ile literaturde sulpiridin cok dusuk dozda (50 mg/gun) kullanimi sonrasi gorulen hiperprolaktinemiye bagli galaktore olgusu bulunmamaktadir. Bu yazida depresyon tanisi ile venlafaksin 150 mg/gun kullanan hastanin tedavisine sulpirid 50 mg/gun eklenilmesi sonucu hiperprolaktinemiye bagli galaktore gorulen bir olgu sunulmustur.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"125297295","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
M. B. Uzuner, Mert Ocak, F. Geneci, N. Kocabiyik, M. Sargon, A. Al-Shouk
Amac: Bu calismada ust ve alt ekstremitelerde bulunan foramen nutricium’larin sayi ve lokalizasyonu acisindan incelenmesi amaclandi. Materyal ve Metot: Toplam 576 ust ve alt ekstremitede bulunan uzun kemik incelendi. Bu kemiklerden her biri, proksimal, distal ve orta olmak uzere 3 esit parcaya ayrildi. Foramen nutricium’larin olcumleri icin 80 x 0,38 mm olculerinde igne kullanilarak yapildi. Bulgular: Humerus ve femur karsilastirildiginda; humerus’larin orta kisminda %78,7’lik bir oranda, femur’larin ise proksimal kisminda %55,2’lik bir oranda tek bir foramen nutricium tespit edildi. Cift nutrient foramenler incelendiginde; humerus’un orta kisminda %70,8, femur proksimalinde %44,2, femur orta kisminda %48,3 oraninda bulundu. Sadece radius ve fibula’da tek bir nutrient foramen’e rastlandi. Radius’un proksimal kisminda %52,7 oraninda, orta kisimda %47,3 oraninda foramen nutricium’a rastlandi. Fibula’nin %79,7’sinde orta kisminda tek bir foramen nutricium, ulna’nin proksimalinde %73,6, orta bolumununde %26,4’unde tek bir foramen nutricium bulundu. Tibia’nin proksimalinde %98,3 oraninda tek bir nutrient foramene sahipti. Sonuc: Makro anatomik olarak incelendiginde; karsilastirilan kemiklerde foramen nutricium lokalizasyonlarinda istatiksel olarak fark tespit edildi. Bu sonuclar anatomik ve antropolojik acidan literature yeni bilgiler katmaktadir. Bununla beraber mikrovaskuler kemik transferi ve kirik tedavileri ile ilgilenen cerrahlar acisindan onem tasimaktadir.
{"title":"Quantitative and Morphometric Evaluation of the Foramina Nutricia in the Long Bones of the Upper and Lower Extremities in Anatolian Population","authors":"M. B. Uzuner, Mert Ocak, F. Geneci, N. Kocabiyik, M. Sargon, A. Al-Shouk","doi":"10.5505/KJMS.2018.19327","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.19327","url":null,"abstract":"Amac: Bu calismada ust ve alt ekstremitelerde bulunan foramen nutricium’larin sayi ve lokalizasyonu acisindan incelenmesi amaclandi. Materyal ve Metot: Toplam 576 ust ve alt ekstremitede bulunan uzun kemik incelendi. Bu kemiklerden her biri, proksimal, distal ve orta olmak uzere 3 esit parcaya ayrildi. Foramen nutricium’larin olcumleri icin 80 x 0,38 mm olculerinde igne kullanilarak yapildi. Bulgular: Humerus ve femur karsilastirildiginda; humerus’larin orta kisminda %78,7’lik bir oranda, femur’larin ise proksimal kisminda %55,2’lik bir oranda tek bir foramen nutricium tespit edildi. Cift nutrient foramenler incelendiginde; humerus’un orta kisminda %70,8, femur proksimalinde %44,2, femur orta kisminda %48,3 oraninda bulundu. Sadece radius ve fibula’da tek bir nutrient foramen’e rastlandi. Radius’un proksimal kisminda %52,7 oraninda, orta kisimda %47,3 oraninda foramen nutricium’a rastlandi. Fibula’nin %79,7’sinde orta kisminda tek bir foramen nutricium, ulna’nin proksimalinde %73,6, orta bolumununde %26,4’unde tek bir foramen nutricium bulundu. Tibia’nin proksimalinde %98,3 oraninda tek bir nutrient foramene sahipti. Sonuc: Makro anatomik olarak incelendiginde; karsilastirilan kemiklerde foramen nutricium lokalizasyonlarinda istatiksel olarak fark tespit edildi. Bu sonuclar anatomik ve antropolojik acidan literature yeni bilgiler katmaktadir. Bununla beraber mikrovaskuler kemik transferi ve kirik tedavileri ile ilgilenen cerrahlar acisindan onem tasimaktadir.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"9 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-04-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115299902","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
E. Balkan, Nilnur Eyerci, Sadullah Keleş, O. Ates, H. Doğan, İ. Pirim, Aslı Kara
Aim: The HLA-B*51 allele has been determined to be the most important genetic factor in the pathogenesis of Behcet’s disease (BD). This relationship has been demonstrated in various ethnic groups and many studies have shown sequence alterations in B*51 protein coding regions. To date, 116 different subtypes of HLA-B*51 (HLA-B*51:01-B*51:122) have been identified (IMG/ HLA 3.5.0, June 14, 2011). This study investigated the distribution of B*51 subtypes in patients diagnosed with BD according to the 1990 International Study Group criteria and positive for B*51 compared to healthy controls. Material and Method: DNA was isolated from 40 unrelated B*51- positive BD patients and 54 healthy volunteer bone marrow donors. B*51 subtype analysis was done by polymerase chain reaction with sequence specific primers (PCR-SSP) (One Lambda Inc., CA, USA). Chi-square and Fisher’s exact tests were used in the statistical analysis (SPSS version 17.0). Results: There were no statistically significant associations between B*51 subtype and BD patients’ clinical characteristics or laboratory parameters (p<0.05). No significant difference was found between BD patients and controls in the frequency of B*51 subtypes. Conclusion: Although there has been much emphasis on the association between BD and the HLA*5101 subtype, which is a common finding in BD patients in the Turkish population and in other ethnic groups, the presence of this subtype at a comparable frequency in the control group indicates that the development of BD is not attributable to HLA*5101 alone. Our data suggest that in addition to genetic factors, certain environmental factors also play a role in the development of BD
目的:HLA-B*51等位基因是白塞病(BD)发病的重要遗传因素。这种关系已经在不同的种族群体中得到证实,许多研究表明B*51蛋白编码区域的序列发生了变化。迄今为止,已鉴定出116种不同的HLA- b *51亚型(HLA- b *51:01-B*51:122) (IMG/ HLA 3.5.0, June 14, 2011)。本研究调查了根据1990年国际研究小组标准诊断为BD的患者中B*51亚型的分布,与健康对照组相比,B*51阳性。材料和方法:从40例无亲缘关系的B*51阳性BD患者和54例健康志愿骨髓供者中分离DNA。B*51亚型分析采用序列特异性引物聚合酶链反应(PCR-SSP) (One Lambda Inc., CA, USA)。统计分析采用卡方检验和Fisher精确检验(SPSS 17.0版)。结果:B*51亚型与BD患者临床特征及实验室参数无统计学意义(p<0.05)。BD患者与对照组B*51亚型发生频率无显著差异。结论:尽管人们一直强调双相障碍与HLA*5101亚型之间的关联,这在土耳其人群和其他民族的双相障碍患者中是一个常见的发现,但该亚型在对照组中以相当的频率存在,表明双相障碍的发展并非仅归因于HLA*5101。我们的数据表明,除了遗传因素外,某些环境因素也对双相障碍的发生起作用
{"title":"Evaluation of HLA-B*51 Subtypes in Behçet's Patients with Uveitis","authors":"E. Balkan, Nilnur Eyerci, Sadullah Keleş, O. Ates, H. Doğan, İ. Pirim, Aslı Kara","doi":"10.5505/KJMS.2017.39306","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2017.39306","url":null,"abstract":"Aim: The HLA-B*51 allele has been determined to be the most important genetic factor in the pathogenesis of Behcet’s disease (BD). This relationship has been demonstrated in various ethnic groups and many studies have shown sequence alterations in B*51 protein coding regions. To date, 116 different subtypes of HLA-B*51 (HLA-B*51:01-B*51:122) have been identified (IMG/ HLA 3.5.0, June 14, 2011). This study investigated the distribution of B*51 subtypes in patients diagnosed with BD according to the 1990 International Study Group criteria and positive for B*51 compared to healthy controls. Material and Method: DNA was isolated from 40 unrelated B*51- positive BD patients and 54 healthy volunteer bone marrow donors. B*51 subtype analysis was done by polymerase chain reaction with sequence specific primers (PCR-SSP) (One Lambda Inc., CA, USA). Chi-square and Fisher’s exact tests were used in the statistical analysis (SPSS version 17.0). Results: There were no statistically significant associations between B*51 subtype and BD patients’ clinical characteristics or laboratory parameters (p<0.05). No significant difference was found between BD patients and controls in the frequency of B*51 subtypes. Conclusion: Although there has been much emphasis on the association between BD and the HLA*5101 subtype, which is a common finding in BD patients in the Turkish population and in other ethnic groups, the presence of this subtype at a comparable frequency in the control group indicates that the development of BD is not attributable to HLA*5101 alone. Our data suggest that in addition to genetic factors, certain environmental factors also play a role in the development of BD","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"35 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2017-12-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"124243241","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Calismada, lohusalarda postpartum depresyon (PPD) sikligini ve bu sikliga etki eden faktorleri belirlemek amaclandi. Materyal ve Metot: Kesitsel tipteki arastirmanin verileri, Veriler; 27 Nisan – 31 Temmuz 2012 tarihleri arasinda, yuz yuze gorusme teknigi kullanilarak toplandi. Arastirmanin evrenini dogum yapmis 709 kadin olusturdu. Arastirmada ornek secilmemis olup, evrenin tumune ulasilmasi hedeflendi. Evrenin %92,4’une ulasildi. Veriler SPSS 10.0 paket programinda analiz edildi. Bulgular: Lojistik regresyon analizi sonuclarina gore yasayan cocuk sayisi 1,9 (GA: 1,2–2,9), kadinin eve maddi katkisi 1,8 (GA: 1,1–2,9) ve eve giren gelir 1,7 (GA: 1,2–2,6) PPD icin risk faktoru olarak belirlenmistir. Sonuc: Burdur ilinde lohusalar arasinda PPD orani yuksektir. Yasayan cocuk sayisi ve kadinin calisma yasamindaki durumu ile eve giren gelir risk faktorudur.
{"title":"Burdur İlinde Postpartum Depresyon Prevalansı ve Etki Eden Faktörler","authors":"Sevinç Sütçü, Binali Çatak","doi":"10.5505/kjms.2017.07088","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2017.07088","url":null,"abstract":"Amac: Calismada, lohusalarda postpartum depresyon (PPD) sikligini ve bu sikliga etki eden faktorleri belirlemek amaclandi. Materyal ve Metot: Kesitsel tipteki arastirmanin verileri, Veriler; 27 Nisan – 31 Temmuz 2012 tarihleri arasinda, yuz yuze gorusme teknigi kullanilarak toplandi. Arastirmanin evrenini dogum yapmis 709 kadin olusturdu. Arastirmada ornek secilmemis olup, evrenin tumune ulasilmasi hedeflendi. Evrenin %92,4’une ulasildi. Veriler SPSS 10.0 paket programinda analiz edildi. Bulgular: Lojistik regresyon analizi sonuclarina gore yasayan cocuk sayisi 1,9 (GA: 1,2–2,9), kadinin eve maddi katkisi 1,8 (GA: 1,1–2,9) ve eve giren gelir 1,7 (GA: 1,2–2,6) PPD icin risk faktoru olarak belirlenmistir. Sonuc: Burdur ilinde lohusalar arasinda PPD orani yuksektir. Yasayan cocuk sayisi ve kadinin calisma yasamindaki durumu ile eve giren gelir risk faktorudur.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"23 6","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2017-12-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121002830","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}