Amac: Biz bu calismada, opere edilen meningosel ve miyelomeningosel olgularina eslik eden komorbid durumlari ve bunlarin gebelikte kullanilan folik asitle iliskisini incelemeyi amacladik. Materyal ve Metot: Meningosel ve myelomeningosel tanisiyla opere edilen 81 yenidogan bu calismaya dahil edildi. Hasta dosyalari retrospektif olarak taranarak olgularin veriler kaydedildi. Olgular, gebelik doneminde folik asit kullanan ve kullanmayan grup olarak ikiye ayrildi. Iki grup arasinda yenidoganlarin agirlik, boy, hemogram, biyokimya, tani zamani, dogum sekli, maturite, lokalizasyon, tip, norolojik defisit, skolyoz, hidrosefali, cerrahi zamani, ventrikulomegali, tedavi sekli, ek patoloji, tetheredcord sendromu, dermal sinus trakti, maternal hastalik birlikteligi ve BOS fistulu gibi malformasyonlarin sayisi, karsilastirildi. Bulgular: Antenatal donemde folik asit kullanimi %44,4 olarak saptandi. Meningomiyelosel %40,7 lomber, ve %46,9 sakral bolgedeydi. Erken tanili yenidoganlarda ( <1 hafta) operasyon orani daha (%60,5) yuksekti. Cerrahi zamanlama ile komplikasyonlar arasinda anlamli bir iliski yoktu. Hidrosefali (%55,0), ventrikulomegali (%61,7), skolyoz (%34,6), BOS fistulu (%4,9) ve dermal sinus trakti (%46,9) eslik eden ek anomalilerdi. Folik asit kullanilan ve kullanilmayan gruplar karsilastirildiginda, folik asit kullanilmayan grupta sezaryenle dogum orani (%75) (p=0,017), myelomeningosel orani (%80) (p<0,01), paraparezi %39,5 ve parapleji %16 (p=0,006) anlamli derecede yuksek, dermal sinus trakti (%35,6) (p=0,022) ve ortalama dogum agirligi ise anlamli derecede dusuk (p=0,04) saptandi. Sonuc: Bizim yaptigimiz bu retrospektif calismada, meningosel ve miyelomeningosel tanisiyla opere olan yenidoganlarda gebelik doneminde folik asit kullanimi daha yuksek dogum agirligi ve daha yuksek oranda normal dogumla birliktelik gostermekte, daha az oranda miyelomeningosel, parapleji ve parapareziye neden olmakta ancak folik asit kullanimi daha yuksek oranda dermal sinus traktina neden olmaktadir, bu bilgiler dogrultusunda gebelik doneminde folik asit kullanimini onermekteyiz.
{"title":"Comorbid Conditions in Newborn Operated Due to Open Spinal Dysraphism and Retrospective Evaluation of Relation Between These Situations with Folic Acid Usage During the Pregnancy","authors":"A. Cetin, A. Yektaş","doi":"10.5505/KJMS.2018.60486","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.60486","url":null,"abstract":"Amac: Biz bu calismada, opere edilen meningosel ve miyelomeningosel olgularina eslik eden komorbid durumlari ve bunlarin gebelikte kullanilan folik asitle iliskisini incelemeyi amacladik. Materyal ve Metot: Meningosel ve myelomeningosel tanisiyla opere edilen 81 yenidogan bu calismaya dahil edildi. Hasta dosyalari retrospektif olarak taranarak olgularin veriler kaydedildi. Olgular, gebelik doneminde folik asit kullanan ve kullanmayan grup olarak ikiye ayrildi. Iki grup arasinda yenidoganlarin agirlik, boy, hemogram, biyokimya, tani zamani, dogum sekli, maturite, lokalizasyon, tip, norolojik defisit, skolyoz, hidrosefali, cerrahi zamani, ventrikulomegali, tedavi sekli, ek patoloji, tetheredcord sendromu, dermal sinus trakti, maternal hastalik birlikteligi ve BOS fistulu gibi malformasyonlarin sayisi, karsilastirildi. Bulgular: Antenatal donemde folik asit kullanimi %44,4 olarak saptandi. Meningomiyelosel %40,7 lomber, ve %46,9 sakral bolgedeydi. Erken tanili yenidoganlarda ( <1 hafta) operasyon orani daha (%60,5) yuksekti. Cerrahi zamanlama ile komplikasyonlar arasinda anlamli bir iliski yoktu. Hidrosefali (%55,0), ventrikulomegali (%61,7), skolyoz (%34,6), BOS fistulu (%4,9) ve dermal sinus trakti (%46,9) eslik eden ek anomalilerdi. Folik asit kullanilan ve kullanilmayan gruplar karsilastirildiginda, folik asit kullanilmayan grupta sezaryenle dogum orani (%75) (p=0,017), myelomeningosel orani (%80) (p<0,01), paraparezi %39,5 ve parapleji %16 (p=0,006) anlamli derecede yuksek, dermal sinus trakti (%35,6) (p=0,022) ve ortalama dogum agirligi ise anlamli derecede dusuk (p=0,04) saptandi. Sonuc: Bizim yaptigimiz bu retrospektif calismada, meningosel ve miyelomeningosel tanisiyla opere olan yenidoganlarda gebelik doneminde folik asit kullanimi daha yuksek dogum agirligi ve daha yuksek oranda normal dogumla birliktelik gostermekte, daha az oranda miyelomeningosel, parapleji ve parapareziye neden olmakta ancak folik asit kullanimi daha yuksek oranda dermal sinus traktina neden olmaktadir, bu bilgiler dogrultusunda gebelik doneminde folik asit kullanimini onermekteyiz.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"15 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-12-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122489510","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Ezel Erşen, H. V. Kara, Burcu Kılıç, Mehlika Işcan, Akif Turna, K. Kaynak
Amac: Timik malignite nedeniyle genisletilmis timektomi uyguladigimiz hastalarin sonuclarini geriye donuk olarak inceleyerek, cerrahi tedavinin timus tumoru olan hastalarda terapotik etkilerini ortaya koymayi planladik. Materyal ve Metot: Klinigimizde Ekim 2012-Ocak 2018 tarihleri arasinda ardisik olarak genisletilmis timektomi uyguladigimiz timik maligniteli 29 hastanin sonuclari ayrintili olarak irdelendi. Olgularin ameliyat oncesi, ameliyat sirasi ve sonrasindaki takip degerleri kayit edildi. Bulgular: Hastalarin 13 tanesi erkek, 16 tanesi kadin idi. Ortalama yas 41,4±17,7 olarak hesaplandi (9–75 yas dagilimi). Olgularinin 9 tanesine (%31) myastenia graves (MG) hastaligi eslik etmekteydi. Ortalama FEV1 2678,17±954,5 ml ve ortalama FEV1 %94±19,8 ml olarak hesaplandi. Timektomi 20 hastada sternotomi ile uygulanirken, 9 hastada torakoskopik timektomi uygulandi. Ortalama operasyon suresi 137,9±31,8 dakika olarak hesaplanirken (Torakoskopi grubu 149,1±45,5 dakika, sternotomi grubu 134,1±26,5 dakika), ortalama peroperatif kanama 116,6±107 ml, postoperatif drenaj miktari ortalama 417,3±339,9 ml ve dren kalis suresi 2,6±0,89 gun idi. Mortalite izlenmezken, komplikasyon orani %13,7 olarak saptandi. Hastalarin postoperatif agri skorlari degerlendirildiginde, ilk 24 saat gorsel analog agri skoru (VAS) ortalamasi 3,4, 24–48 saat 2,71 ve 48–72 saat arasi 1,9 degerleri bulundu. Ortalama hastanede kalis suresi 4,3±2,5 gun ve ortalama takip suresi 34,7 ay olarak hesaplandi (1,5–124 ay arasi). Nuks, Tip B2 timoma olan bir olguda gelisirken, bir hastada postoperatif 10. gunde myastenik kriz gozlendi. Takip suresince hicbir hastada tumor metastazi izlenmezken, hastaliksiz sagkalim ortalamasi 34,9 ay olarak saptandi. Sonuc: Myasteninin eslik ettigi veya eslik etmedigi timoma olgularinda genisletilmis timektomi videotorakoskopik girisim veya transsternal girisim kullanilarak dusuk morbidite ve mortalite ile guvenle uygulanabilir.
{"title":"Myastenik ve Non-Myastenik Timus Tümörlerinde Genişletilmiş Timektomi İşleminin Sonuçları","authors":"Ezel Erşen, H. V. Kara, Burcu Kılıç, Mehlika Işcan, Akif Turna, K. Kaynak","doi":"10.5505/KJMS.2018.26680","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.26680","url":null,"abstract":"Amac: Timik malignite nedeniyle genisletilmis timektomi uyguladigimiz hastalarin sonuclarini geriye donuk olarak inceleyerek, cerrahi tedavinin timus tumoru olan hastalarda terapotik etkilerini ortaya koymayi planladik. Materyal ve Metot: Klinigimizde Ekim 2012-Ocak 2018 tarihleri arasinda ardisik olarak genisletilmis timektomi uyguladigimiz timik maligniteli 29 hastanin sonuclari ayrintili olarak irdelendi. Olgularin ameliyat oncesi, ameliyat sirasi ve sonrasindaki takip degerleri kayit edildi. Bulgular: Hastalarin 13 tanesi erkek, 16 tanesi kadin idi. Ortalama yas 41,4±17,7 olarak hesaplandi (9–75 yas dagilimi). Olgularinin 9 tanesine (%31) myastenia graves (MG) hastaligi eslik etmekteydi. Ortalama FEV1 2678,17±954,5 ml ve ortalama FEV1 %94±19,8 ml olarak hesaplandi. Timektomi 20 hastada sternotomi ile uygulanirken, 9 hastada torakoskopik timektomi uygulandi. Ortalama operasyon suresi 137,9±31,8 dakika olarak hesaplanirken (Torakoskopi grubu 149,1±45,5 dakika, sternotomi grubu 134,1±26,5 dakika), ortalama peroperatif kanama 116,6±107 ml, postoperatif drenaj miktari ortalama 417,3±339,9 ml ve dren kalis suresi 2,6±0,89 gun idi. Mortalite izlenmezken, komplikasyon orani %13,7 olarak saptandi. Hastalarin postoperatif agri skorlari degerlendirildiginde, ilk 24 saat gorsel analog agri skoru (VAS) ortalamasi 3,4, 24–48 saat 2,71 ve 48–72 saat arasi 1,9 degerleri bulundu. Ortalama hastanede kalis suresi 4,3±2,5 gun ve ortalama takip suresi 34,7 ay olarak hesaplandi (1,5–124 ay arasi). Nuks, Tip B2 timoma olan bir olguda gelisirken, bir hastada postoperatif 10. gunde myastenik kriz gozlendi. Takip suresince hicbir hastada tumor metastazi izlenmezken, hastaliksiz sagkalim ortalamasi 34,9 ay olarak saptandi. Sonuc: Myasteninin eslik ettigi veya eslik etmedigi timoma olgularinda genisletilmis timektomi videotorakoskopik girisim veya transsternal girisim kullanilarak dusuk morbidite ve mortalite ile guvenle uygulanabilir.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"133083109","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Obezite dunya genelinde cok onemli bir saglik problemidir. Guncel literaturde travmalara bagli hasara obezitenin etkisi arastirilmaktadir. Hasta kilosunun, travmanin siddeti ile beraber komplikasyonlari arttirdigi soylenmektedir. Obez hastalarda travma sonrasi ekstremite kiriklarinin daha sik goruldugu one surulmektedir. Literaturde pelvik travmalara obezitenin etkisi cesitli calismalarla arastirilmistir. Ancak asetabuler fraktur ve eslik eden femur basi frakturlerine obezitenin etkisini arastiran benzer bir calisma bulunamamistir. Bu calismada amacimiz; asetabulum frakturu olan eriskin olgularda, eslik eden femur basi frakturunun gorulme sikligini belirlemek ve bu birliktelige abdominal subkutan yag doku kalinliginin etkisi olup olmadigini arastirmaktir. Materyal ve Metot: Travma nedeniyle hastanemizde cekilen pelvik tomografiler retrospektif olarak yeniden degerlendirilerek, asetabulum frakturu olan olgular saptandi. Bu olgular, izole asetabulum frakturu olanlar ve asetabulum ile femur basi frakturu birlikte gorulenler olarak iki ayri gruba ayrildi. Tum olgularin abdominal subkutan yag doku kalinliklari tomografik olarak olculdu. Iki grup arasinda subkutan yag doku kalinligi acisindan istatistiksel anlamli farklilik olup olmadigi arastirildi. Bulgular: Toplam 95 olguda asetabuler fraktur bulundu. Olgularin 22’sinde (%23,2) femur basi impaksiyon frakturu eslik etmekteydi. Kalan 73 olguda (%76,8) femur basi normaldi. Ortalama abdominal subkutan yag doku kalinligi; izole asetabuler fraktur olan olgularda 24,4 (±9,2) mm, eslik eden femur basi frakturu olan olgularda 30,4 (±8) mm idi. Abdominal subkutan yag doku kalinligi, femur basi ve asetabulum frakturu birlikte gorulen olgularda istatistiksel olarak anlamli derecede daha fazlaydi (p=0,006). Sonuc: Asetabulum frakturune ek olarak femur basi frakturu izlenen olgularda abdominal subkutan yag doku kalinligi belirgin daha fazla bulunmustur. Abdominal subkutan yag birikiminin, travmanin siddetini arttirarak femur basi frakturu gelisimi riskini, dolayisiyla morbiditeyi arttiran bir risk olusturdugu soylenebilir
{"title":"The Effect of Abdominal Subcutaneous Fat Tissue Thickness in Pelvic Trauma","authors":"Y. Akturk, S. Gunes","doi":"10.5505/KJMS.2018.60243","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.60243","url":null,"abstract":"Amac: Obezite dunya genelinde cok onemli bir saglik problemidir. Guncel literaturde travmalara bagli hasara obezitenin etkisi arastirilmaktadir. Hasta kilosunun, travmanin siddeti ile beraber komplikasyonlari arttirdigi soylenmektedir. Obez hastalarda travma sonrasi ekstremite kiriklarinin daha sik goruldugu one surulmektedir. Literaturde pelvik travmalara obezitenin etkisi cesitli calismalarla arastirilmistir. Ancak asetabuler fraktur ve eslik eden femur basi frakturlerine obezitenin etkisini arastiran benzer bir calisma bulunamamistir. Bu calismada amacimiz; asetabulum frakturu olan eriskin olgularda, eslik eden femur basi frakturunun gorulme sikligini belirlemek ve bu birliktelige abdominal subkutan yag doku kalinliginin etkisi olup olmadigini arastirmaktir. Materyal ve Metot: Travma nedeniyle hastanemizde cekilen pelvik tomografiler retrospektif olarak yeniden degerlendirilerek, asetabulum frakturu olan olgular saptandi. Bu olgular, izole asetabulum frakturu olanlar ve asetabulum ile femur basi frakturu birlikte gorulenler olarak iki ayri gruba ayrildi. Tum olgularin abdominal subkutan yag doku kalinliklari tomografik olarak olculdu. Iki grup arasinda subkutan yag doku kalinligi acisindan istatistiksel anlamli farklilik olup olmadigi arastirildi. Bulgular: Toplam 95 olguda asetabuler fraktur bulundu. Olgularin 22’sinde (%23,2) femur basi impaksiyon frakturu eslik etmekteydi. Kalan 73 olguda (%76,8) femur basi normaldi. Ortalama abdominal subkutan yag doku kalinligi; izole asetabuler fraktur olan olgularda 24,4 (±9,2) mm, eslik eden femur basi frakturu olan olgularda 30,4 (±8) mm idi. Abdominal subkutan yag doku kalinligi, femur basi ve asetabulum frakturu birlikte gorulen olgularda istatistiksel olarak anlamli derecede daha fazlaydi (p=0,006). Sonuc: Asetabulum frakturune ek olarak femur basi frakturu izlenen olgularda abdominal subkutan yag doku kalinligi belirgin daha fazla bulunmustur. Abdominal subkutan yag birikiminin, travmanin siddetini arttirarak femur basi frakturu gelisimi riskini, dolayisiyla morbiditeyi arttiran bir risk olusturdugu soylenebilir","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"16 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"121357392","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Bu calismada, uroloji klinigimize basvuran stres uriner inkontinansli (SUI) hastalarin ozelliklerini ve bu hastalardan kendilerine Transobturator Tape (TOT) cerrahisi uygulanan hastalarda tedavi basarisinin ve komplikasyonlarinin degerlendirilmesi amaclandi. Materyal ve Metot: Guneydogu bolgesinde bulunan bir devlet hastanesinin bunyesindeki uroloji klinigimize Ocak 2014-Ocak 2017 tarihleri arasinda stres inkontinans sikayeti ile gelen ve TOT uygulanan hastalar retrospektif olarak incelendi. Olgularin kontrollerine ait kayitlar incelenerek, her birinin TOT basarisi ve tedavileri ve ayni zamanda takipte gelisen komplikasyonlar degerlendirildi. Operasyon sonrasi ve alti ay boyunca takibe gelen hastalardan herhangi bir karin ici basinc artisina bagli olarak idrar kacirmasi gozlenmeyen hastalarin tedavisi basarili olarak kabul edildi; ote yandan devam eden idrar kacirma sikâyetinin olmasi TOT basarisizligi olarak degerlendirildi. Bulgular: Yas ortalamalari 45,6 (22–90) yil olan 252 kadin hastanin tamami multipardi. Ortalama cocuk sayisi 3,14 idi. Hastalarin 156’sinda (%61,9) zorlu dogum hikâyesi mevcuttu. Hastalarin 98’i (%38,8) postmenapozal donemdeydi. Ayrica, 25 hasta (%10) daha once de bir inkontinans cerrahisi gecirmisti. Muayenesinde urogenital prolapsusu bulunan 47 hasta (%18,6) mevcuttu. Toplamda yapilan 60 TOT operasyonu sonrasi, bir ay sonra kontrole gelen hastalardan stres inkontinans sikayeti ortadan kalkan 52 (%86,6) hasta mevcuttu. Alti ay sonra kontrole gelen 52 hastanin ise 49’u (%81,6) kontinandi. Sonuc: Bolgemizdeki kadin hastalar, genel olarak fazla sayida dogum yapmakta ve bunun sonucu olarak idrar kacirma problemi yasamaktadirlar. Ancak bu problemi yasayan hastalar bu durumun cerrahi ve medikal olarak tedavi olabilecegini bilmedigi icin, poliklinigimize bu nedenle basvuran kadin hasta sinirlidir. Ote yandan, tedavi ettigimiz hastalarimizdaki TOT operasyonu basarimiz alan yazinla uyumludur. Sonuc olarak, stres inkontinans sikayeti olan ve bu durumu komplike olmayan hastalarda TOT cerrahisi oldukca basarili bulundugu icin medikal tedaviden fayda gormeyen hastalara TOT cerrahisinin onerilmesinin uygun oldugu dusunulmektedir
{"title":"Stres İnkontinansı Olan Hastalarda Transobturator Tape Operasyonu Komplikasyonu ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi","authors":"Bülent Kati, K. Gümüş, H. Kurt","doi":"10.5505/kjms.2018.91489","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.91489","url":null,"abstract":"Amac: Bu calismada, uroloji klinigimize basvuran stres uriner inkontinansli (SUI) hastalarin ozelliklerini ve bu hastalardan kendilerine Transobturator Tape (TOT) cerrahisi uygulanan hastalarda tedavi basarisinin ve komplikasyonlarinin degerlendirilmesi amaclandi. Materyal ve Metot: Guneydogu bolgesinde bulunan bir devlet hastanesinin bunyesindeki uroloji klinigimize Ocak 2014-Ocak 2017 tarihleri arasinda stres inkontinans sikayeti ile gelen ve TOT uygulanan hastalar retrospektif olarak incelendi. Olgularin kontrollerine ait kayitlar incelenerek, her birinin TOT basarisi ve tedavileri ve ayni zamanda takipte gelisen komplikasyonlar degerlendirildi. Operasyon sonrasi ve alti ay boyunca takibe gelen hastalardan herhangi bir karin ici basinc artisina bagli olarak idrar kacirmasi gozlenmeyen hastalarin tedavisi basarili olarak kabul edildi; ote yandan devam eden idrar kacirma sikâyetinin olmasi TOT basarisizligi olarak degerlendirildi. Bulgular: Yas ortalamalari 45,6 (22–90) yil olan 252 kadin hastanin tamami multipardi. Ortalama cocuk sayisi 3,14 idi. Hastalarin 156’sinda (%61,9) zorlu dogum hikâyesi mevcuttu. Hastalarin 98’i (%38,8) postmenapozal donemdeydi. Ayrica, 25 hasta (%10) daha once de bir inkontinans cerrahisi gecirmisti. Muayenesinde urogenital prolapsusu bulunan 47 hasta (%18,6) mevcuttu. Toplamda yapilan 60 TOT operasyonu sonrasi, bir ay sonra kontrole gelen hastalardan stres inkontinans sikayeti ortadan kalkan 52 (%86,6) hasta mevcuttu. Alti ay sonra kontrole gelen 52 hastanin ise 49’u (%81,6) kontinandi. Sonuc: Bolgemizdeki kadin hastalar, genel olarak fazla sayida dogum yapmakta ve bunun sonucu olarak idrar kacirma problemi yasamaktadirlar. Ancak bu problemi yasayan hastalar bu durumun cerrahi ve medikal olarak tedavi olabilecegini bilmedigi icin, poliklinigimize bu nedenle basvuran kadin hasta sinirlidir. Ote yandan, tedavi ettigimiz hastalarimizdaki TOT operasyonu basarimiz alan yazinla uyumludur. Sonuc olarak, stres inkontinans sikayeti olan ve bu durumu komplike olmayan hastalarda TOT cerrahisi oldukca basarili bulundugu icin medikal tedaviden fayda gormeyen hastalara TOT cerrahisinin onerilmesinin uygun oldugu dusunulmektedir","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"67 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"122855953","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Bu calisma ile levotiroksin sodyum (LT4) tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroid hastalarda 25-Hidroksi-Vitamin D (25 (OH) D) duzeyinin degerlendirilmesi amaclandi. Materyal ve Metot: Calismaya Ic Hastaliklari polikliniginde LT4 tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroidili 116 hasta ile, kontrol grubu olarak benzer yas ortalamasinda ve cinsiyette hipotiroid olmayan 110 hasta alinmistir. Hastalar yas, cinsiyet, aldiklari LT4 ilac dozlari ilserbest T4, TSH, 25 (OH) D, BUN, Kreatinin, Kalsiyum (Ca), Fosfor (P), Albumin degerleri acisindan kaydedildi. Gruplar arasinda anlamli fark olup olmadigi arastirildi. Bulgular: Calismada LT4 tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroid tanili hastalarda, kontrol grubu hastalarina gore 25 (OH) D duzeyi, anlamli olarak dusuk bulundu (p<0,001). Hasta grubunda 25 (OH) D duzeyleri ile hastalarin aldiklari LT4 ilac dozlari arasinda anlamli bir iliski yoktu (r=0,060 p=0,52). Kadinlar ve erkekler arasinda 25 (OH) D duzeyleri acisindan anlamli bir iliski yoktu (p=0,75). Sonuc: LT4 tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroid hastalarda, 25 (OH) D duzeyinin dusuk bulunmasi, hipotiroidinin etiyolojisinde dusuk vitamin D duzeyinin rolunun olabilecegi, ayrica dusuk vitamin D duzeyi olan hipotiroidili hastalara LT4 tedavisine ilave olarak aktif vitamin D verilmesinin faydali olabilecegi sonucuna varildi.
{"title":"Levotiroksin Sodyum Tedavisi Alan Hipotiroid Hastalarda 25-Hidroksi-Vitamin D Düzeylerinin Değerlendirilmesi","authors":"H. Düğeroğlu, Yasemin Kaya","doi":"10.5505/KJMS.2018.95914","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.95914","url":null,"abstract":"Amac: Bu calisma ile levotiroksin sodyum (LT4) tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroid hastalarda 25-Hidroksi-Vitamin D (25 (OH) D) duzeyinin degerlendirilmesi amaclandi. Materyal ve Metot: Calismaya Ic Hastaliklari polikliniginde LT4 tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroidili 116 hasta ile, kontrol grubu olarak benzer yas ortalamasinda ve cinsiyette hipotiroid olmayan 110 hasta alinmistir. Hastalar yas, cinsiyet, aldiklari LT4 ilac dozlari ilserbest T4, TSH, 25 (OH) D, BUN, Kreatinin, Kalsiyum (Ca), Fosfor (P), Albumin degerleri acisindan kaydedildi. Gruplar arasinda anlamli fark olup olmadigi arastirildi. Bulgular: Calismada LT4 tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroid tanili hastalarda, kontrol grubu hastalarina gore 25 (OH) D duzeyi, anlamli olarak dusuk bulundu (p<0,001). Hasta grubunda 25 (OH) D duzeyleri ile hastalarin aldiklari LT4 ilac dozlari arasinda anlamli bir iliski yoktu (r=0,060 p=0,52). Kadinlar ve erkekler arasinda 25 (OH) D duzeyleri acisindan anlamli bir iliski yoktu (p=0,75). Sonuc: LT4 tedavisi alan ve otiroid seyreden hipotiroid hastalarda, 25 (OH) D duzeyinin dusuk bulunmasi, hipotiroidinin etiyolojisinde dusuk vitamin D duzeyinin rolunun olabilecegi, ayrica dusuk vitamin D duzeyi olan hipotiroidili hastalara LT4 tedavisine ilave olarak aktif vitamin D verilmesinin faydali olabilecegi sonucuna varildi.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"47 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"134352128","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
İbrahim Can Ayık, Vermi Değerli, Gökhan Yilmaz, Emre Sevim
Amac: Ust GIS kanamali hastalarin risk siniflandirilmasinda en cok Glasgow Blatchford Skoru (GBS) ve Rockall Skoru kullanilmaktadir.Bu skorlama sistemlerinin hicbirinde serum laktat seviyesi kullanilmamaktadir. Laktat seviyesi travma ve sepsis dahil cesitli sok durumlarinda mortalite beliryecisidir. Calismamizin amaci ust GIS kanamali hastalarda serum laktat seviyesinin prognostik amacli kullanimini arastirmaktir. Materyal ve Metot: 1 Mayis 2015 ve 31 Mayis 2016 tarihleri arasinda, ust gastrointestinal sistem (GIS) kanamasi tanisi konmus 18 yas ve ustu hastalar calismaya alindi. Hastalarin yas, cinsiyet, acil servis kabulundeki hemoglobin ve laktat degeri, kan transfuzyon ihtiyaci, kronik hastaliklari ve GBS degerleri veri formuna kaydedildi. Kan transfuzyon ve yogun bakim ihtiyaci ile laktat duzeyi arasindaki iliski arastirildi. Degiskenlerin analizinde SPSS 22.0 (IBM Corparation, Armonk, New York, United States) programi kullanildi. Bulgular: Calismaya 78 hasta dahil edildi. Hastalarin 27’si (%34,6) kadin, 51’i (65,4) erkekti. Yas ortalamasi 67,6±17,75 (min: 22, max: 100) olarak saptandi. Kan transfuzyonu yapilan hastalarin median laktat degeri 2,2 mmol/L, kan transfuzyonu yapilmayan hastalarin median laktat degeri 1,9 mmol/L olarak bulundu. Bu fark istatiksel olarak anlamli bulunmadi (p=0,450). Servise yatan hastalarin median laktat degeri 1,9 mmol/L, yogun bakima yatan hastalarin median laktat degeri 3,9 mmol/L bulundu. Bu iki grup arasindaki fark istatiksel olarak anlamli bulundu (p=0,038). Sonuc: Ust GIS kanamali hastalarda yogun bakim ve servis yatislari ile laktat duzeyi arasinda anlamli iliski saptanmisken; kan transfuzyonu alan ve almayan hastalar arasinda laktat duzeyi acisindan anlamli bir iliski saptanmamistir
{"title":"Laktat Seviyesinin Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalı Hastalarda Prognostik Amaçlı Kullanımı","authors":"İbrahim Can Ayık, Vermi Değerli, Gökhan Yilmaz, Emre Sevim","doi":"10.5505/KJMS.2018.15945","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.15945","url":null,"abstract":"Amac: Ust GIS kanamali hastalarin risk siniflandirilmasinda en cok Glasgow Blatchford Skoru (GBS) ve Rockall Skoru kullanilmaktadir.Bu skorlama sistemlerinin hicbirinde serum laktat seviyesi kullanilmamaktadir. Laktat seviyesi travma ve sepsis dahil cesitli sok durumlarinda mortalite beliryecisidir. Calismamizin amaci ust GIS kanamali hastalarda serum laktat seviyesinin prognostik amacli kullanimini arastirmaktir. Materyal ve Metot: 1 Mayis 2015 ve 31 Mayis 2016 tarihleri arasinda, ust gastrointestinal sistem (GIS) kanamasi tanisi konmus 18 yas ve ustu hastalar calismaya alindi. Hastalarin yas, cinsiyet, acil servis kabulundeki hemoglobin ve laktat degeri, kan transfuzyon ihtiyaci, kronik hastaliklari ve GBS degerleri veri formuna kaydedildi. Kan transfuzyon ve yogun bakim ihtiyaci ile laktat duzeyi arasindaki iliski arastirildi. Degiskenlerin analizinde SPSS 22.0 (IBM Corparation, Armonk, New York, United States) programi kullanildi. Bulgular: Calismaya 78 hasta dahil edildi. Hastalarin 27’si (%34,6) kadin, 51’i (65,4) erkekti. Yas ortalamasi 67,6±17,75 (min: 22, max: 100) olarak saptandi. Kan transfuzyonu yapilan hastalarin median laktat degeri 2,2 mmol/L, kan transfuzyonu yapilmayan hastalarin median laktat degeri 1,9 mmol/L olarak bulundu. Bu fark istatiksel olarak anlamli bulunmadi (p=0,450). Servise yatan hastalarin median laktat degeri 1,9 mmol/L, yogun bakima yatan hastalarin median laktat degeri 3,9 mmol/L bulundu. Bu iki grup arasindaki fark istatiksel olarak anlamli bulundu (p=0,038). Sonuc: Ust GIS kanamali hastalarda yogun bakim ve servis yatislari ile laktat duzeyi arasinda anlamli iliski saptanmisken; kan transfuzyonu alan ve almayan hastalar arasinda laktat duzeyi acisindan anlamli bir iliski saptanmamistir","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"22 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115068377","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Amac: Bu calismadaki amacimiz sleeve gastrektominin nadir gorulen bi komplikasyonuna vurguda bulunmaktir. Materyal ve Metot: Laparoskopik sleeve gastrektomi uygulanan 62 hastanin tamanina; pskiatri konsultasyonu, rutin biyokimya ve endokrinolojik testler, ust gastrointestinal sistem endoskopisi ve pulmoner fonksiyon testleri uygulandi. Standart cerrahi teknik uygulandi. Bulgular: 62 (43 kadin, 19 erkek) hastamizin tamamina sleeve gastrektomi uygulandi. Hastalarimizdan 4 (1 erkek, 3 kadin)’u ameliyat sonrasi 7. ve 10. gunler arasinda bulanti, kusma ve sivi alim intoleransi ile basvurdu. Hastalara uygulanan oral kontrastli skopilerde kinklesme oldugu saptandi. Sonuc: Kinklesme sleeve gastrektomi icin bilinmesi gereken bir komplikasyondur. Postoperatif donemde bu komplikasyonun yonetimi yerine engellemeye calisilmasi gerekmektedir.
{"title":"Kinking; A Rare Complication of Sleeve Gastrectomy","authors":"Mutlu Ünver","doi":"10.5505/KJMS.2018.71245","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.71245","url":null,"abstract":"Amac: Bu calismadaki amacimiz sleeve gastrektominin nadir gorulen bi komplikasyonuna vurguda bulunmaktir. Materyal ve Metot: Laparoskopik sleeve gastrektomi uygulanan 62 hastanin tamanina; pskiatri konsultasyonu, rutin biyokimya ve endokrinolojik testler, ust gastrointestinal sistem endoskopisi ve pulmoner fonksiyon testleri uygulandi. Standart cerrahi teknik uygulandi. Bulgular: 62 (43 kadin, 19 erkek) hastamizin tamamina sleeve gastrektomi uygulandi. Hastalarimizdan 4 (1 erkek, 3 kadin)’u ameliyat sonrasi 7. ve 10. gunler arasinda bulanti, kusma ve sivi alim intoleransi ile basvurdu. Hastalara uygulanan oral kontrastli skopilerde kinklesme oldugu saptandi. Sonuc: Kinklesme sleeve gastrektomi icin bilinmesi gereken bir komplikasyondur. Postoperatif donemde bu komplikasyonun yonetimi yerine engellemeye calisilmasi gerekmektedir.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"4 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"130237307","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Kistik lenfanjiom, genellikle boyun ve aksilla bolgesinde ortaya cikarken, daha az oranda meme dokusu, abdomen, mediasten, orbita, paratiroid ve ekstremitelerde de gorulebilir. Son yillarda lenfanjiom tedavisinde bleomisin ve picibanil (OK-432) sklerozan tedavi uygulamalari ile basarili sonuclar alindigi bildirilmektedir. Bu yazida hastanemizde takipli olmayan gebelik sonucunda dogumda aksiller lenfangiom tanisi konulduktan sonra kitle icine bleomisin tedavisi uygulanan bir olgu sunulmustur.
{"title":"Aksiller Lenfanjiomu Olan Bir Yenidoğanda Lokal Bleomisin Tedavisi: Olgu Sunumu","authors":"Y. Baltrak","doi":"10.5505/kjms.2018.27880","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.27880","url":null,"abstract":"Kistik lenfanjiom, genellikle boyun ve aksilla bolgesinde ortaya cikarken, daha az oranda meme dokusu, abdomen, mediasten, orbita, paratiroid ve ekstremitelerde de gorulebilir. Son yillarda lenfanjiom tedavisinde bleomisin ve picibanil (OK-432) sklerozan tedavi uygulamalari ile basarili sonuclar alindigi bildirilmektedir. Bu yazida hastanemizde takipli olmayan gebelik sonucunda dogumda aksiller lenfangiom tanisi konulduktan sonra kitle icine bleomisin tedavisi uygulanan bir olgu sunulmustur.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"30 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"128192007","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Halil İbrahim Erdoğdu, Eray Atalay, Tolga Kasacı, Canan Öner
Amac: Hemodiyaliz tedavisi surduren hastalarin nutrisyonel durumunun bozulmasinin gostergeleri olarak serum albumin duzeyi, gunluk protein alimi, kas kitle olcum degerlendirmeleri gibi objektif parametrelerin yanisira ‘Subjektif Global Degerlendirme”(SGD) olarak adlandirilan skorlama ile de degerlendirilmektedir. Bu arastirmada Uluslararasi Bobrek Nutrisyon ve Metabolizma Dernegi (ISRNM) tarafindan malnutrisyon icin tanisal bir kriter olarak onerilen hipoalbuminemi ile SGD’ nin hastaya ait biyodemografik ozelliklerinin karsilastirilarak aralarinda fark olup olmadiginin belirlenmesi amaclanmistir. Materyal ve Metot: Kesitsel tipte yapilan bu calisma Kars ve Ardahan da kamuya ait 4 hemodiyaliz merkezinde tedavi surduren 191 hastanin verilerinin analizi ile yapilmistir. Hastalar SGD skoru ve albumin duzeyine gore iki ayri grup olarak analiz edildi. Bagimli degiskeni SGD olan grup nutrisyonel durumuna gore iyi olan ve iyi olmayan (SGD skor: 1–14 ve 15–49) olarak ikiye bolunurken, bagimli degiskeni albumin olan grup (albumin duzeyi: 3,8 g/dl’den dusuk ve 3,8 g/dl ve uzeri olarak) ikiye bolundu. Hastanin yasi, diyaliz suresi, vaskuler erisim yolu, vucut kitle indexi, diyaliz yeterliligi, C-reaktif protein duzeyi, hemoglobin duzeyi, diabetes mellitus varligi gibi ozellikleri ise bagimsiz degiskenler olarak belirlenerek gruplar karsilastirildi. Bulgular: Bu arastirmadaki 191 hastanin sonuclari analiz edildiginde; nutrisyonel durumu iyi olmayanlarin orani %30,9, albumin duzeyi <3,8 g/dl olanlar %51,3, kadinlarin orani %40,8, yasi 65 ve uzeri olanlar %51,3, bes yildan fazla zamandir hemodiyaliz tedavisi surdurenlerin orani %40,8, Vucut kitle indeksi cut-off 23’den asagi olanlarin orani %43,5, hedef Kt/V duzeyinin altinda olanlarin orani %22,5 idi. SGD skoruna gore degerlendirilen hastalarin hic birinde bagimsiz degiskenler ile istatiksel olarak anlamli fark yok iken, objektif bir kriter olan serum albumin duzeyi ile hastanin cinsiyeti, Kt/V’si, anemisi ve serum C-reaktif proteini ve vaskuler erisim yolu ile istatiksel olarak anlamli fark vardi. Sonuc: Hemodiyaliz hastalarinin nutrisyonel durumunu degerlendirmede objektif klinik parametreler SGD’dan daha etkili bir belirtectir.
{"title":"Hemodiyaliz Tedavisi Sürdürenlerde “Subjektif Global Değerlendirme” ile Objektif Parametrelerin Karşılaştırılması: Kesitsel Araştırma","authors":"Halil İbrahim Erdoğdu, Eray Atalay, Tolga Kasacı, Canan Öner","doi":"10.5505/KJMS.2018.10327","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/KJMS.2018.10327","url":null,"abstract":"Amac: Hemodiyaliz tedavisi surduren hastalarin nutrisyonel durumunun bozulmasinin gostergeleri olarak serum albumin duzeyi, gunluk protein alimi, kas kitle olcum degerlendirmeleri gibi objektif parametrelerin yanisira ‘Subjektif Global Degerlendirme”(SGD) olarak adlandirilan skorlama ile de degerlendirilmektedir. Bu arastirmada Uluslararasi Bobrek Nutrisyon ve Metabolizma Dernegi (ISRNM) tarafindan malnutrisyon icin tanisal bir kriter olarak onerilen hipoalbuminemi ile SGD’ nin hastaya ait biyodemografik ozelliklerinin karsilastirilarak aralarinda fark olup olmadiginin belirlenmesi amaclanmistir. Materyal ve Metot: Kesitsel tipte yapilan bu calisma Kars ve Ardahan da kamuya ait 4 hemodiyaliz merkezinde tedavi surduren 191 hastanin verilerinin analizi ile yapilmistir. Hastalar SGD skoru ve albumin duzeyine gore iki ayri grup olarak analiz edildi. Bagimli degiskeni SGD olan grup nutrisyonel durumuna gore iyi olan ve iyi olmayan (SGD skor: 1–14 ve 15–49) olarak ikiye bolunurken, bagimli degiskeni albumin olan grup (albumin duzeyi: 3,8 g/dl’den dusuk ve 3,8 g/dl ve uzeri olarak) ikiye bolundu. Hastanin yasi, diyaliz suresi, vaskuler erisim yolu, vucut kitle indexi, diyaliz yeterliligi, C-reaktif protein duzeyi, hemoglobin duzeyi, diabetes mellitus varligi gibi ozellikleri ise bagimsiz degiskenler olarak belirlenerek gruplar karsilastirildi. Bulgular: Bu arastirmadaki 191 hastanin sonuclari analiz edildiginde; nutrisyonel durumu iyi olmayanlarin orani %30,9, albumin duzeyi <3,8 g/dl olanlar %51,3, kadinlarin orani %40,8, yasi 65 ve uzeri olanlar %51,3, bes yildan fazla zamandir hemodiyaliz tedavisi surdurenlerin orani %40,8, Vucut kitle indeksi cut-off 23’den asagi olanlarin orani %43,5, hedef Kt/V duzeyinin altinda olanlarin orani %22,5 idi. SGD skoruna gore degerlendirilen hastalarin hic birinde bagimsiz degiskenler ile istatiksel olarak anlamli fark yok iken, objektif bir kriter olan serum albumin duzeyi ile hastanin cinsiyeti, Kt/V’si, anemisi ve serum C-reaktif proteini ve vaskuler erisim yolu ile istatiksel olarak anlamli fark vardi. Sonuc: Hemodiyaliz hastalarinin nutrisyonel durumunu degerlendirmede objektif klinik parametreler SGD’dan daha etkili bir belirtectir.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"2 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"117136269","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}
Afferent duyu noronlarinda agrili uyarilarin algilanip islenilmesi, sodyum, kalsiyum, P2X sinifi purinerjik reseptorler, gecici reseptor potansiyel (TRP) kanallari ve G-protein bagli reseptor (GPCR) kanallarinin dâhil oldugu voltaj, ligand kapili ve reseptor kontrollu kalsiyum kanallarinin cesitliligine baglidir. Agrinin patofizyolojisi oldukca karmasiktir, gunumuzde agrinin nedeninin belirlenmesi, dogru tedavi yaklasimlarinin bulunmasi ve uygulanan tedavilerin etkin bir sekilde surdurulebilmesinde zorluklar yasandigi bir gercektir. Afferent agri yolunda yer alan kalsiyum kanallarinin, hucre sinyallesmesinde elektriksel aktivitenin de otesinde rol ustlendigi dusunulmektedir. Primer afferent agri sinyal iletiminde cok sayida voltaj kapili kalsiyum kanali yer alir. Kalsiyum kanal ailesi arasinda N ve T-tipi kalsiyum kanallari en kritik role sahiptir. Bu nedenle, cok guclu bir sekilde terapotik hedefler arasinda yer almislardir. Bu derlemede, agri fizyopatolojisin de voltaj kapili kalsiyum iyon kanallarinin rolu gozden gecirilmistir.
{"title":"Ağrı Patofizyolojisinde Voltaj Kapılı Kalsiyum Kanallarının Rolü","authors":"Mustafa Emre","doi":"10.5505/kjms.2018.43925","DOIUrl":"https://doi.org/10.5505/kjms.2018.43925","url":null,"abstract":"Afferent duyu noronlarinda agrili uyarilarin algilanip islenilmesi, sodyum, kalsiyum, P2X sinifi purinerjik reseptorler, gecici reseptor potansiyel (TRP) kanallari ve G-protein bagli reseptor (GPCR) kanallarinin dâhil oldugu voltaj, ligand kapili ve reseptor kontrollu kalsiyum kanallarinin cesitliligine baglidir. Agrinin patofizyolojisi oldukca karmasiktir, gunumuzde agrinin nedeninin belirlenmesi, dogru tedavi yaklasimlarinin bulunmasi ve uygulanan tedavilerin etkin bir sekilde surdurulebilmesinde zorluklar yasandigi bir gercektir. Afferent agri yolunda yer alan kalsiyum kanallarinin, hucre sinyallesmesinde elektriksel aktivitenin de otesinde rol ustlendigi dusunulmektedir. Primer afferent agri sinyal iletiminde cok sayida voltaj kapili kalsiyum kanali yer alir. Kalsiyum kanal ailesi arasinda N ve T-tipi kalsiyum kanallari en kritik role sahiptir. Bu nedenle, cok guclu bir sekilde terapotik hedefler arasinda yer almislardir. Bu derlemede, agri fizyopatolojisin de voltaj kapili kalsiyum iyon kanallarinin rolu gozden gecirilmistir.","PeriodicalId":332903,"journal":{"name":"Kafkas Journal of Medical Sciences","volume":"1 1","pages":"0"},"PeriodicalIF":0.0,"publicationDate":"2018-08-01","publicationTypes":"Journal Article","fieldsOfStudy":null,"isOpenAccess":false,"openAccessPdf":"","citationCount":null,"resultStr":null,"platform":"Semanticscholar","paperid":"115905442","PeriodicalName":null,"FirstCategoryId":null,"ListUrlMain":null,"RegionNum":0,"RegionCategory":"","ArticlePicture":[],"TitleCN":null,"AbstractTextCN":null,"PMCID":"","EPubDate":null,"PubModel":null,"JCR":null,"JCRName":null,"Score":null,"Total":0}